Kürt deyimindeki yalnızlığın sırrı...

Bazıları onu arar, bazıları ondan kaçar: yalnızlığın faydaları...

Yalnızlık bir yandan olay ve duygu, diğer yandan objektif ve sübjektif olmakla karmaşık bir realitedir. Bazıları onu arar, bazıları ondan kaçar. Çok farklı şekillerde algılanır ve yaşanır. Bir yaratıcılık kaynağı bulmak, gelişmek ve kişisel inşayı gerçekleştirmek için yalnızlığın faydalarını keşfedin.

Yalnızlık aynı şekilde yaşanmaz, anlık veya kalıcı olabilir. Tercih edilebilir veya maruz kalınabilir. 19’uncu yüzyılın sonunda Fransız rahip ve şair Josephe Roux şöyle diyordu: “Yalnızlık canlandırır, diriltir, tecrit öldürür.” Yalnızlık ve tecrit arasındaki fark nedir, yalnızlık nasıl faydalı olabilir?

Yalnızlığın içerdiği faydalardan yararlanabilmek için, tecritten ayrıştırmak gerekiyor. Yalnızlığı (Fransızca: Solitude) Latincede “solus” (seul-yalnız) olarak değerlendiriyoruz, tıpkı olay gibi, nötr olmak gibi, objektiflik ve yalnız olmak gibi. İzolasyon (Tecrit olmak) kavramı ise bir acı duygusu ekliyor. Almancada iki kavram birbirinden iyi bir şekilde ayrıştırılıyor: Ich bin allein, “Ben yalnızım” anlamına geliyor. Ich fühle mich einsam ise “Kendimi yalnız hissediyorum” (ve bundan acı duyuyorum) anlamına geliyor. İngilizcede “the solitude”, yalnız olmayı tasvir ediyor ve bazen yalnız olmaktan mutlu olmayı anlatıyor. The loneliness ise yalnızlıktan gelen acı duyguları tarif ediyor.

Klinik psikoloğu Monique de Kermadec, “Un sentiment de solitude” (Bir yalnızlık duygusu) adlı kitabında yalnızlığın aynı zamanda objektif ve sübjektif olduğunun altını çiziyor. “Bir yerde hem fiziki olarak yalnız olup, hem de bizim için değerli olan varlıklarla, bütünlük duygusu içinde, sevilen bir veya bir çok kişinin oluşturduğu kusura sağır bir endişe içinde olmadan, dünya ile bağlantılı olduğumuz hissini yaşayabiliriz. Tanıdığımız varlıklar, aile veya arkadaş, yada bir kalabalık ortasında da yalnız olduğumuzu hissedebiliriz. Bu duygu, bir tek varlıktan mahrum kalmaktan, örneğin aşkla ilgili bir kopuştan ya da bir yastan doğabilir.” Alphonse de Lamartine’in hayranlık uyandıran ünlü sözü de bu son duygudan geliyor: “Bir tek varlığı özlersiniz, her şey tenhalaşır”

“La solitude est le nid des pensées” (Yalnızlık düşüncenin yuvasıdır)

Burada sözkonusu olan bir Kürt atasözüdür. Düşünce ile yalnızlık arasında bağ kuruyor. Gerçekten, bizi bazen çelişkili olan bilgiyle sulayan ultra bağlantılı bir dünyada, kendi kendimize düşünme, analiz etme, eleştirmeye zamanımız oluyor mu? Gezegende dakikada 300 bin tweet, 15 milyon SMS ve 204 milyon mailin gönderildiği veya paylaşıldığını bildiğimiz zaman, bir mantık yürütme veya bir fikri sonuna kadar götürme zamanımız oluyor mu? Bu veriler Marc Dugain ve Christophe Labbé’nin “L’homme nu. La dictature invisible du numérique” (Çıplak insan. Sanal dünyanın görünmez diktatörü) isimli kitabında yer alıyor. Akıl, dolaysızlık içerisinde bir düşünce geliştiremez. Mantıklı ve gerekçeli bir düşünceyi ortaya çıkarmak için zamana, sessizliğe ve yalnızlığa ihtiyacı var. Bu egzersiz, dikkat kapasitemizin düşmesi ve enstantaneliğin hüküm sürmesi nedeniyle bugün giderek daha zorlu bir hal aldı. Sürekli başkaları ile bağlantılı halde olmaktan kaynaklı, kendimizle bağlantıyı kaybediyoruz. Arthur Schopenhauer, “Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar” eserinde şöyle diyor: “İnsan sadece yalnız olabildiği sürece, bütünüyle kendisi olur: Demek ki, yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevmez; çünkü insan ancak yalnız olduğunda özgürdür (...) İnsanlar için başlıca eğitim konularından birisi yalnızlığa katlanmayı öğrenmek olmalıdır, çünkü yalnızlık mutluluğun ve içsel huzurun kaynağıdır.”

“Yalnızlık kişisel inşa için gereklidir”

Psikanalist Donald Winnicott, yalnız olma kapasitesini “tüm başarılı eğitimler ve uyumlu tüm olgunlukların neticesi” olarak tanımlıyor. Winnicott, yalnız kalma kapasitesinin önce bebeklerde annenin anlık çevresinde, gözlerinin önünde yaşandığını belirtiyor. Bu ifadelerle “birinin huzurunda yalnız kalma kapasitesi edinmesinden” bahsediyor. Ona göre yalnızlığın iki biçimi var: Kişinin olgunluk aşamasındaki ilkel bir biçim ve daha gelişmiş bir biçim: “Birinin huzurunda yalnız olmak, annenin sunduğu dayanakla doğal biçimde ödüllendirilen benin olgunluğu sırasındaki çok ilkel bir aşamada ortaya çıkabilen bir olaydır. Daha sonra bireyin, benin dayanağı olan, bu anneyi içselleştirdiği zaman geliyor, ve anneye ya da annelik sembolüne her zaman ihtiyaç duymadan yalnız olma kapasitesi halini alıyor.”

Monique de Kermadec, “Yalnızlık duygusu benin kendi özelliği ve birliği içerisindeki inşası ile aynı tabiattan geliyor. Öteki ile, bağımlılık ve bağımsızlık arzusu, orijinal kaynaşma nostaljisi ve ayrılık duygusu arasında çift yüzlü bir ilişkinin ölçüsüdür” diye ekliyor. O halde, çift olmadan önce de kendi kişiliğini vurgulamak amacıyla yalnız yaşamayı bilmek gereklidir.

“Gelişmenin kaynağı olarak yalnızlık”

Kendimizle baş başa kaldığımızda ancak gerçekte ne olduğumuz, ne istediğimiz ve ne kadar yol kat ettiğimiz üzerinde durabiliriz. İşte bu anlarda kendi tecrübelerimizi analiz edebilir, geri çekilebilir, geleceğimizi inşa edebiliriz. İşte burada, bazen toplumsal olarak taşıdığımız maskeyi düşürebiliriz. Yalnızlık sınavı ile ancak kamusal alanda ifade ettiğimiz güvencenin reel olarak gerçek olduğu veya bir birleşme rolü olduğunu keşfedebiliriz (...)

“Başka biri tarafından tanımlanmamak”

Çocuğun annesinin bakışlarını aşarak yalnız kalmayı öğrendiği gibi, yetişkin de bazen kendi başına düşünmek için yeterli bir güven bulmaya ve eylemlerinin sonuçlarını özümsemeye ihtiyaç duyuyor. Kendi gelişmemizin kaynaklarını kendimizde bulmaya çalışalım, gerçek ve sağlıklı bir olgunluğa ancak bu şekilde ulaşabiliriz.

Mathilde de Robien

Kaynak : Aleteia.org