Mevsimlik işçiler esir kampı koşullarında yaşıyor

Çukurova'da çalışan mevsimlik işçiler üzerine hazırlanan raporda işçilerin esir kampı koşullarında kaldığı ifade edildi.

Ayrımcılıkla Mücadele Platformu ve Uluslararası Af Örgütü Üyesi Selahattin Güvenç, Çukurova’ya göç eden ve Kamışevler’de yaşamak zorunda kalan 45 bin mevsimlik işçinin yaşam koşulları ile ilgili hazırladıkları raporda, savaş mağdurlarının toprak ağalarının sömürü ve kölecilik düzeni ile karşı karşıya olduklarını belirtti.

Adana ile Mersin arasında bulunan bereketli Çukurova’daki Kamışevlere yerleşen 45 bin savaş mağduru sığınmacılar ile ilgili ‘Avrupa Birliği Sivil Düşün’ desteği ile ‘Yaşama Tutunmak’ adlı çalışma raporlaştırıldı.  Savaş mağdurları ile ilgili çadır kamplarında 5 kişilik heyetle yürüttükleri çalışma bitirdiklerini söyleyen Ayrımcılıkla Mücadele Platformu ve Uluslararası Af Örgütü Üyesi Selahattin Güvenç, çadır kentlerde yaşayan insanlar ile ilgili hazırladıkları raporun detaylarını ANF ile paylaştı.

Çukurova’nın Tuzlu İlçesi’nde 20 yılı aşkın Kamışevler’de yaşayan savaş mağdurlarına 40 kişinin eklendiğini kaydeden Güvenç, “Şırnak’ın Besta Bölgesinde yaşayan ve 1994 yılında köyleri bombalanarak Adana’nınTuzlu İlçesine göç eden 5 bin savaş mağdurunun yaşadığı Kamışevler’e 40 bin kişi daha eklendi. Bölgede yaşanan çatışmalı ortam nedeniyle göç etmek zorunda kalan binlerce kişi, Çukurova’nın zengin topraklarını işleten toprak ağalarının yüzünü güldürüyor. Hiçbir hayat güvencesi olmayan ve karın tokluğu ile yaşayan başta 5 bin Şırnaklı Kürdün yazgısı ile  ‘Çadır’da Yaşama Tutunmak’ adlı göç konulu çalışmamı raporlaştırdım. 1990’lı yıllarda zorla yerinden edinmiş insanların yerleştiği alanların başından gelen Çukurova’ya yerleştiği bir alandır. Çeyrek asırdır Çukurova’da insanlar çadırlarda yaşamaktadır. Orada doğan çocuklar gelin, damat, hatta anne- baba olmuştur. Orada bilinmeyen acı dolu bir yaşam var. İnsanlar o yaşamın toplum tarafından bilinmediğini belirtmek istiyorum. 5 yıl önce o yaşamı açığa çıkartmak için harekete geçmiştik ve şimdi bu yaşamı kapsamlıca araştırdık. Bizim bu çalışmamıza ‘Avrupa Birliği Sivil Düşün’ destek verdi. Aralarında sosyolog, ekonomist, psikolog arkadaşlardan oluşan 5 kişilik heyet ile tamamladık. Çadır yaşamını araştırırken, Adana ve Mersin arasında bulunan 23 merkezde çadır köy ve çadır merkezleri kurulmuş. Çok düzensiz bir yaşama mecbur bırakılan o insanların her biri bir yerden göç etmiş. Birçok etnik kökene sahip olan bu insanlar çok uluslu küçük kentler inşa etmişler. İlk başlarda Şırnak’ın Besta ilçesinden gelen insanlardı, şimdi ise, Kobanê’den göç eden ve daha dönemeyen Kürtlerden, Halep’li, Lazkiye’li Araplardan, birçok ulustan insanlar bulunmaktadır. Esir kampından farkı olmayan ona da yaşam denilmez. Çünkü her şeyleri canlı kalmak için çırpınıyorlar” dedi.

Çadır kentlerin esir kamplarına dönüştüğünü dile getiren Güvenç, devletin köyünü yakıp yıkarak göç ettirdiği yurttaşların ve mülteci olarak kabul ettiği diğer sığınmacıların sorumluluğunu üstlenmesine rağmen görevini yerine getirmediğini kaydederek, “Devlet orada yaşayan insanları yaşamıyor sayıyor. O kamplarda doğup büyüyen ve daha sonra evlenen hatta çocuğu dahi olan o insanların ikametgahı dahi yok. Şimdi orada yaşayan insanlara elektrik satıyor ama onların varlığını kabul etmiyor. 5 ile 6 bin arasında yaşayan Tuzla kamışevler kampı bugün sayı 45 bine ulaşmış bulunmaktadır. Şimdi bu insanların bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti Devleti onları zorla yerinden ederken, yada mülteci olarak gelen insanları kabul ederken tüm sorumluluklarını alarak kabul etmiştir. Ama yerinden ettiği insanların da başka ülkeden gelen insanların da hiçbir şekilde sorunlarıyla ilgilenmediğini görmekteyiz. Zaten bu çalışmamız da karar vericilerin dikkatini çekmek için bu çalışmayı gerçekleştirdik. Bu insanların seçme ve seçilme hakları da yok. Sağlık hakkından da yararlanmaları da çok sınırlıdır.

 

Özellikle Suriye’den gelen sığınmacıların hiçbir hayat güvenceleri yok. Çünkü o insanlar çadır yaşamına alışık olmadığı için günlük tehlikelerle de karşı karşıyadırlar.  O insanların yangın korkusu var, zehirli hayvan korkusu var, devlet baskısı, jandarma korkusu var. Büyük bir sömürü altında bulunuyorlar. Ucuz iş gücü olarak Çukurova’daki toprak sahipleri bu duruma seviniyorlar. Bu durumdan belki memnun olan tek kesim toprak sahipleridir. Aile boyu sabahtan akşama kadar 30- 40 TL veriliyor. Gerçekten de ölmemek için kendilerine ücret veriliyor. Birde orada hiyerarşik bir sistem kurulmuş, orada toprak sahibi sadece elçi dedikleri aracı ile muhatap oluyor. 50 ile yüz işçiyi bir araya getiren elçi, parayı kendisi alıyor. Kendi payını alan elçi, geride kalan ücreti çalıştırdıkları işçilere dağıtıyor. Bu arada tüm sorumluluk elçi’ye veriliyor. Ancak birilerine bir şey olursa sorumlu ortada görünmüyor” diye konuştu.

Mevsimlik işçilerinin köle gibi çalıştırılmasına rağmen gittikleri bölgelerde ırkçı saldırılarla karşılaştığını da raporda yer verdiklerini ifade eden Görenç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Çadır kamplarda yaşayan bu insanların kendi kültürlerini yaşamaları imkansız gibi. Zaten farklı kültür ve etnik kökene mensup oldukları için sürekli ırkçı saldırılarla karşı karşıya kalıyorlar. Burada kamış evlerde yaşayan insanlar. Burada ırgatlık işleri durduğunda 2 aylık geçici olarak Orta Anadolu ile Karadeniz’e tarla işlerinde çalışmaya gidiyorlar ve linçlerle karşılaşıyorlar. Bu sene Eğerli ve Düzce’de linç girişimlere maruz kaldılar, çadırları yakıldı ve canlarını zor kurtardılar. Düzce’deki saldırıda birçok kadın yaralandı. Bizde orada olayı takip etmek için yola çıktık.”

 

...