PKK MK üyesi Mazlum Doğan: Tarih karşısında sorumluyuz

PKK Merkez Komitesi üyesi Mazlum Doğan mahkeme karşısındaki ifadesine "tarih karşısında kendimi sorumlu hissederek ifade vereceğim" diye başlar.

Diyarbakır Zindan direnişçilerinden Mazlum Doğan savunmasının girişinde şunları söyler: “Ben de gerek benim, gerekse bu parti davasıyla yargılanan diğer kişiler hakkında verilen kararların şu anki geçerliliğini değil, tarihsel geçerliliğini dikkate alarak, yani ben tarih karşısında kendimi sorumlu hissederek ifade vereceğim.”

Mazlum Doğan kimdir. PKK Merkez Komite üyesi Mazlum Doğan 1955 Karakoçan doğumlu. Ankara Hacettepe üniversitesi Ekonomi bölümünde okurken PKK ile tanışır. PKK'ye katılımında Haki Karer’in etkisi büyüktür. 27 Kasım 1978’deki ilk kongreye katılanlardan biridir. Burada Merkez Komite üyeliğine seçilir. 1979 yılında tutuklandı, 1982’de ölümsüzleşti. Mazlum Doğan hâkim karşısına 18 Haziran 1981’de çıktı. 90 sanıklı Diyarbakır grubundan yargılandı. Hakimin ithamlarına ilk olarak “tarih karşında sorumluluk” vurgusu yapar ve savunmasını genelden özele kurgular. Savunmanın içeriği dört aşamaya ayrılabilir.

MAZLUM DOĞAN: TARİH KARŞISINDA SORUMLUYUZ

İlk olarak “kavramsal” çerçeve çizer. Mazlum Doğan savunmasının bu bölümüne, "kavramları doğru tanımlamadan olay ve olguları doğru çözümleyeceğimiz bir gerçektir" diye başlar. Doğan savunmasında, Apocular kavramının kullanılmasına itiraz ederek “siyasal bir organizasyonun bir kişi adı ile lanse edilmesi doğru değildir. Bu bir partidir, adı üzerinde. Böyle adlandırma bilinçlidir ve Kürt burjuva milliyetçileri tarafından yapılmaktadır” diye konuşur,

İddianamede yer alan başka tanımlara da itiraz ederek düzeltmeler yapar. "Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi değil, Orta-Batı Kuzey Kurdistan olması gerek" ve “tüzük, program” vs gibi terimlere de itiraz ederek bunların muhtevasına tezat şeylerin sayfalara eklenip çarpıtıldığını ifade eder.

Mazlum Doğan’ın bu girişimi sömürgecilik/ezen-ezilen bağlamında önemlidir. Çünkü egemen, tanımı yapar. Ad koyar. Ad koymak, sahibi olmaktır. Bir şeyi adlandırmak onunla kurulan ilişki de çok önemlidir. Nesneleştirmenin yolunu açar. Özne-nesne ayrımı dediğimiz dikotomide öznenin nesneye yaptığı şeylerden biridir, onu ısrarla tanımlamaktır. Önce bir imaj verip sonra içini kendi dünyasının görüntüleri ile doldurmak. Kendi zihninden ona üflemek. Bu eşit bir ilişki değildir. Mahkemede de yaşanan en önemli şeylerden biri yargılananların kendi cümlelerine sahip olmasının engellenmesidir. Muzaffer Ayata mahkemeyi şöyle tanımlar :

“Mahkemeler, düzenin meşruiyetini topluma yaymanın ve o meşruiyeti burjuva yasalar ölçüsünde kabul ettirmenin, karşıt siyasal güçleri vurmanın, düzeni korumanın etkin araçlarıdır.”

Karşıtı vurmak ve itaate zorlamak ince ideolojik savaş ister. Mahkemede bu, hakimin “soru sorma tarzı” ve “söylem çerçevesi” belirleme tarzı ile açığa çıkar. Yaklaşık otuz yıl boyunca iktidar kavramını çalışan Elias Canetti, “İktidarın soru sorması zora dayalı bir süreçtir. Bir iktidar aracı olarak kullanıldığında, kurbanın etini kesen bir bıçak gibidir. Soru soran özel türden bir cerrahtır; hakkında daha çok şey öğrenmek için kurbanını canlı tutan ve bedenin geri kalanı hakkında bilmek istediklerini öğrenmek için, uyuşturmak yerine, belirli organlarda kasten acıya neden olan bir cerrah...” diye anlatır. Gerek Mazlum gerekse Hayri ve Kemal savunmalarında ve diyaloglarında tam da bu yapılmaktadır. Sorular çok lükstür ve neşter amaçlıdır. İktidarın vurdumduymazlığı yargılananların iliklerine kadar hissettirilmek istenir.
Mazlum Doğan savunma yaptıkça hakim Doğan'a sorudan çok sürekli “kısaca anlat, çok kısa olsun, kısaca değin, birkaç cümle ile” sürekli olarak uyarı yapma ihtiyacı duyar. Geri kalan sorular da Kürt ve Mürtlerin varlık koşullarının yokluğu üzerine yapılan serenattır.

MEŞRU MÜDAFA HAKTIR

Mazlum Doğan önceki savunmalarda yaşananları bildiğinden ve mahkemenin duruşuna karşı savunmasını, aşama aşama sürdürür. İkinci aşamayı “iddianameyi çürütme üzerine” kurgular ve yapar.
Özellikle iddianame de yer alan açıklamaların yanlış ve doğru taraflarına yoğunlaşır. Bunları tane tane şu şekilde anlatır:

“Burada ‘Bağımsız, Birleşik, Demokratik, Kürdistan’ deniyor, daha başka bölümlerde de Marksist-Leninist temele dayalı bir Kürt devleti diyor. Sunu belirteyim PKK'nin programında Marksist-Leninist temele dayalı bir Kürt devleti değil, benim ifade ettiğim gibi. Bağımsız, demokratik, birleşik bir ülke oluşturulması vardır ve bu devlet milli olacaktır, demokratik olacaktır, halkın kendi kendisini yönettiği bir yönetim biçimi olacaktır. Programda böyle formüle ediliyor, iddianamede partinin bütün propaganda faaliyetleri silahlı propaganda gibi gösterilmek isteniyor. Her türlü eylem, özellikle silahlı eylemler de propaganda faaliyetinin bir parçası olarak gösterilmek isteniyor. Ve partinin silahlı propagandayı kendisine yol edindiğinden bahsediliyor.”

Mazlum Doğan, savunmasının bir başka yerinde “Politika, ekonominin yoğunlaşmış ifadesidir. Politikaya bir ideoloji yol gösterebilir veya bir politika ideolojik bir düşünce sistemiyle bir fikirler sistematiğiyle formüle edilebilir: ama politikanın yükseldiği temel, esas da kendisi gibi bir üst yapı kurumu olan ideoloji değildir, ideoloji ya bir politikaya yol gösterebilir, ya da o politikanın formüle edilişi, onun anlatılışı, onun kitlelere götürülüşü, sistemleştirilmesi biçiminde tezahür edebilir” şeklinde tarihe önemli bir kayıt düşer.
Bu değerlendirmesinin sonuna doğru “ideoloji-sınır” ve “meşru savunma” konularına da girerek şunları söyler: “Siyasal organizasyonlar, iktidar kavgası veren araçlardır, iktidar araçlarıdır. PKK'nin de iktidara yönelik bir hedefi var, bir çalışması var. Bu iktidarın mücadelesinde pek çok örgüt -mücadele denince burada siz özellikle bazı sempatizanları falan sıkıştırıyorsunuz mücadele, silahlı mücadele biçiminde veya öyle gösterilmek veya indirgenmek isteniyor; aslında öyle değildir. Pek çok parti vardır, bunların her biri iktidara gelmek, hükümete gelmek çabası ve kavgası içerisindedir, ama hükümete gelebilmenin, iktidara gelebilmenin de değişik yolları, araçları vardır. Parti, ille kan dökülmesine taraftar değildir. Biz vampir değiliz ki, bizde insanız. Ama eğer iktidar kavgası mutlaka zoru kullanmayı gerektiriyorsa, önüne iktidar olmayı görev koyan bir örgüt, bir organizasyon bundan kaçınamaz, bu noktadan bakmak zorundadır. Yani insan öldürmeyelim, insanları sevelim. İnsanlara saygılıyız, hümanistiz demek, gerektiğinde savaşmaya engel değildir. Pek çok ülkede -ister bugün sosyalist olsun, ister kapitalist olsun- hepsinin polisi vardır, ordusu vardır, devleti vardır ve bu polisler, bu ordular niye oluşturulmuştur? Gerektiğinde savaşmak için oluşturulmuştur. Yani siyasal mücadelede araç olarak zorda kullanılabilir fakat siyasal mücadele yalnızca silahlı zora indirgenemez. Çeşitli yollar vardır. Grevi de, gösterisi de, mitingi de, örgütlenmesi de, propagandası da. Ajitasyonu da siyasi örgütlenmenin araçlarıdır.”

Tüm bu belirttiklerine ve sonrasına dair de küçük de olsa bir şart düşer, bu şart tam da bugünün siyasal aklın ihtiaç duyacağı türden bir nottur. Doğan şöyle söyler: “…Hedeflere varabilmek için uygun araçlar gerekiyor. Örneğin, ben eğer önüme Avrupa kıtasından Amerika'ya geçme görevini koymuş isem, herhalde at, merkep ya da bilmem başka araç kullanamam; ya gemiyi kullanmak zorundayım, ya da uçağı. Yani hedefe uygun araç gereklidir.”

Okuduğu ve anladığı olarak belirttiği şeylerden biri de gönül verdiği partisinin hedefleridir. Doğan, PKK’nin önüne koyduğu hedefi şöyle açıklar:

“Partimiz, önüne yüce görevler koymuştur. Bunlar, azami olarak sınıfsız toplum yaratmak, yani sınıfları ortadan kaldırmak, her türlü sömürü ve zulme son vermek göreviyle, asgari olarak ülkenin bağımsızlık ve demokrasiye ulaştırılma görevidir.”

Dikkatli bakıldığında söylenen hedef-amacın bugün de eksiksiz bir şekilde tekrar edildiği ve özel savaş kliğinin bunu nasıl da farklı yerlere çektiği, sanki dün söylenen şeylerin bugün savunulmadığı tezine nasıl sarıldığı, buna çok önem verdiği görülecektir.

Doğan'ın savunmasının üçüncü aşaması “kişisel hikâyedir.” Parti ile nasıl tanıştığını, kimlerden hangi açıdan etkilendiğini, çelişkilerinin ne olduğunu, nasıl bir siyasal mücadele tasavvur ettiğini, nasıl çalışmalar yaptığını, çalışmalarda tarz-temposunun nasıl olduğunu, ne tür yöntemler ile ayakta kaldığını geniş geniş anlatır. Anlattıklarında insanı dehşete düşüren bir inanç görülmektedir. İnsan, balışmanın, okumanın, inanmanın en saf halini hissediyor bu hikayede. Heyecanı olmayanın başarısının da olamayacağını anlatıyordu adeta.

KÜRT SORUNU OLMASAYDI BURADA OLMAZDIK

Mazlum Doğan savunmasının son aşamasında yanı dördüncü bölümde ise bir toparlama ihtiyacı duyar. Hâkim ile “Kürt tarihi” üzerine tartışmaya girer. Bildiklerini anlatır. Ortadoğu, Kürt ve Kürdistan’a dair analizler ve tespitlerde bulunur. Şu çarpıcı belirlemeler onun savunmasından bugüne kalan tarihi satırlardır: “Ortadoğu bugün kapitalizmle sosyalizm arasındaki çekişmenin odağını oluşturuyor. Ortadoğu’da Kürdistan çok stratejik bir yerde yer alır. Kürdistan’ın jeopolitik önemini iyi kavramak gerekir, iste eğer Ortadoğu’da emperyalizm kovulmak isteniyorsa, Ortadoğu emperyalist-kapitalist bloktan koparılmak isteniyorsa, mutlaka Ortadoğu’nun gericiliğin yoğunlaştığı merkez olan Kürdistan'da devrim yapmak gerekiyor. Bu da Kürdistan devrimi, Kürdistan devriminin önderliğini burjuvaziye, burjuva milliyetçilerine bırakmamak, proletarya önderliğindeki bir devrimle mümkün olabilir. Kürdistan'da bağımsız bir proletarya partisi oluşturmak, proletarya önderliğinde isçileri, köylüleri, esnafı ve diğer yurtsever sınıf tabakaları örgütlemek gerekiyor. İşte bu konuda Kürt aydınlarına, Kürt gençlerine görev düşer. Bize görev düşüyor…

Ben kendim, Türkiye'de çekmiş, Kürdistan ve Kürtlükle ilgili hangi yayını bulduysam okudum. Bununla da yetinmedim. Bir tek cümle, bir tek kelime bile geçtiğini sandığım eserleri bile okudum. Zaten eğer Kürtler ve Kürdistan diye bir sorun olmamış olsaydı, Kürtlük ve Kürdistan sorunu ile uğraşan insanlar olmasına gerek kalmazdı. Sosyal olaylar, toplumsal olaylar öyle olaylardır ki, onlar kendileri zamanı geldiğinde dayatır. Yani toplumlar, uluslar, sınıflar, partiler ve organizasyonlar önlerine gerçekleştiremeyecekleri hedefleri koyamazlar. Eğer, gerçekleştiremeyecekleri hedefler koyarsa kafasını tasa çarpar…”

PKK'nin öncü kadrolar içerisinde en çok araştıran, yazan birinin Mazlum Doğan olduğu biliniyor. Araştırmacı yönü ön hep plandadır, günde en az 500 sayfa okuduğu arkadaşları tarafından bir çok yerde dile getirilmiştir. Zindanda çıkarılan Hawar dergi/gazetesinin de siyasi makalelerini bizzat yazan odur. Halkı ve halkının değerlerine sadık kalmış, devrimci değerleri kişiliğinde somutlaştırmış biridir. Mücadelenin içerisinde bulunduğu bu kısa sürede çok büyük etki bırakmayı başarmış ve “Çağdaş Kawa” Kürt tarihinin belleğinde yerini almıştır.

İçeride iken yazdığı el yazıları ve daha başka yazıları “Toplu Yazılar” olarak yayınlandı. Bugün bunlara ulaşmak mümkün. Yazıyor, okuyor, araştırıyor, muazzam bir emek veriyordu. Doğan'ın bu kişiliği “Cuntaya karşı koyduğumuz eylemler, gösterdiğimiz direniş ve mahkemelerde haykıran sesimiz mutlaka kitlelere ulaştırılmalıdır” sözleriyle de açığa çıkıyordu. Haykırışı kitlelere ulaştı. Milyonlarca insan Newroz’da artık onun adını haykırıyor hemde “Kürdistan dilinin yayılma alanı, Kürdistan’ın kesin sınırıdır” sözleriyle.

Birinci bölüm linki: https://anfturkce.net/toplum-ekolojI/pkk-ana-davasi-soemuerge-hukukunun-darmadagin-edilisi-95275

YARIN: 3 BÖLÜM:

Diyarbakır Zinmdan Direnişçilerinden Kemal Pir,

“Yarın milyonlar olacağız”

Milliyetçiliğe karşıyım milliyetçi değilim