'Yine yeşillendi bizim dağlar’
Yeşil bir örtüyle serilmiş arazinin en kamuflajlı yerinde konumlandık. Nisan ayı olmasından dolayı yağmur ve güneşin beraber olduğu zamandayız... Yeşillenen doğayı rengiyle tamamlayan ağaç ise badem ağaçları.
Yeşil bir örtüyle serilmiş arazinin en kamuflajlı yerinde konumlandık. Nisan ayı olmasından dolayı yağmur ve güneşin beraber olduğu zamandayız... Yeşillenen doğayı rengiyle tamamlayan ağaç ise badem ağaçları.
Yeşil bir örtüyle serilmiş arazinin en kamuflajlı yerinde konumlandık. Nisan ayı olmasından dolayı yağmur ve güneşin beraber olduğu zamandayız... Yeşillenen doğayı rengiyle tamamlayan ağaç ise badem ağaçları.
Baharın gelişiyle dağlar rengarenk. “Yine yeşillendi bizim dağlar” diyor Zelal. Yok bu sefer bir yolda değilim. Ne sırtımda çanta ne de aşmam gereken bir dağ.
Bir gerilla mangası (ev ya da barınak) önünde oturmuş kuş cıvıltılarını dinliyoruz. Her türden kuş sesi var. Kuş cıvıltısıyla kulaklarımın pası siliniyor. Etrafımda olup biten ve gördüğüm güzellikleri sizlere aktarmak için defteri çıkartıyorum.
Berivan yumduğu gözlerini açarak; “her halde bunu da, yazmayacaksın” dese de başımı sallayarak evet, gördüklerimi anlatacağım diyorum. İçinde yaşadığım güzellikleri, gerillanın gülüşlerini, yürüyüşlerini, kendilerini hazırlarken ki atikliklerini, cesaretli bakışlarını yazmak beni mutlu ediyor.
Burada bu yerde yazılacak o kadar çok şey var ki. Şimdi hemen karşımdaki, sağ ve sol tarafımda olan biten şeyleri anlatmak istiyorum. Böylece gördüklerimi yazıya aktarmakla yaşadıklarımı bir kere daha hafızama kazımış oluyorum. Burada yaşamış olduğum zorluk ve güzelliklerin sorumlusu ben olduğuma göre; buradaki her anıyı, duyguyu, sevinci, yaşadığım müddetçe hatırlamak ve hatırlatmak isterim.
Benimle güzel bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?
Evet, gözlerinizi kapatmaya gerek yok. Sadece bir kaç dakikanızı ayırarak sizleri masal değil, yüreğinizin hep gitmek istediği ama bir türlü gelemediğiniz, o güzel çocukların diyarına götürmek istiyorum.
Dağa gelirken ki, gördüklerinizin karşısında yaşadığınız şaşkınlığı bir kenara bırakalım. Nerden biliyorum, çünkü ben de ilk dağa geldiğimde tanık olduklarım beni şaşırmıştı. Örnek; ben dağa gelirken, dağın bir tane olduğunu ve bütün gerillanın hep aynı dağın etrafında konumlandığını düşünmüştüm. Nasıl düşündüysem artık!
Daha sonra gerillanın mekanlarını dolaşarak gerillanın alternatif yaşam gerçeğini gözlerimle gördüm. Gerillanın yaşamını sürdürdüğü birçok alan olduğunu ve her alanın kendisine göre dağı, tepecikleri, su ve dereleri olduğunu gezerek gördüm.
Neyse, sizleri de bu yolculuğa çıkarmaya, sözü vermiştim.
Başlıyoruz.
Uzun bir yolculuktan sonraki zamana dokunarak başlıyoruz.
Yeşil bir örtüyle serilmiş arazinin en kamuflajlı yerinde konumlandık. Nisan ayı olmasından dolayı yağmur ve güneşin beraber olduğu zamandayız. Rüzgar yok, tam tersine sıcak bir hava hakim. Yani hayal edebildiğiniz kadar ılımlı.
Etrafı açık, üstü kapalı, gerillanın kamelyasındayız. Kamelyanın bir iki metre uzağında yemek ocağı kurulmuş; yine siyah çaydanlık üzerinde. İnce sayılmayacak odunlar yan yana dizilerek oturaklar yapılmış. Ve sen tam da ocağın solunda oturuyorsun. Etrafın yarattığı huzurun bilincindesin. Bir iki metrelik bir su yatağının ayırdığı vadinin kuzeyindeki düz bir yamacın keyfini sürüyorsun. Tam karşımda, sarı ve laleye benzer kan kırmızısı çiçeklerin süslediği yerin karşısındasın. Hemen aşağımızda bulunan su, az olmasına rağmen sesi kuşlara eşlik ediyor. Siyah çaydanlığın kaynama sesini de unutma. Çay demlemesi senden. Bardaklara çay koymasına kadar ki, zaman sana ait. Neleri sığdırabilirsen sığdır, senin hayalin.
İki sincabın kavga edişleri gözlerimizden kaçmıyor. Zelal; “ya sivilken bu hayvanların bu kadar çalışkan, ürkek ve hassas olduklarını hiç bilmiyordum. Hatta onlardan çok korkardım” deyişiyle iyice gözlerimizi dikiyoruz. “Bir de sincapların çok unutkan hayvanlar olduğunu biliyor musunuz?” sorusuna, kendimden emin bir biçimde, evet diyorum. Çünkü bunu Hakkarili Zozan’dan öğrenmiştim. Berivan, “tamam o zaman yoldaş“ dese de, devam ediyor. “Bu küçük hayvanlar palamut, ceviz, vb. yiyecekleri her yere gömüyorlar, ancak o kadar çok gömüyorlar ki birçoklarını unutuyorlar bunun için her taraf ağaçlarla dolu. Bu da doğaya insanlığa faydası olduğu kadar gerillanın da işine yarıyor” diyor. Çaylar içildi ama bir tane daha almakta ısrarlıyız.
Burada yeşillik hakim olmasına rağmen ağaçlar tam yeşermemiş. Badem ağaçları dışında diğer ağaçlar daha yeni tomurcukları patlamış. Buradaki ağaçların çoğu palamuttur. Ancak elma, üzüm bağları ve yeşil erik, armut ağaçları da var. Yeşillenen doğayı rengiyle tamamlayan ağaç ise badem ağaçlarıdır. Beyaz bir kuğu gibi, zarafetin abidesi gibi, şiir kadar etkileyici, durgun, güzel, saf, beyaz çiçekleriyle şairi şiir edebilecek duruşuyla, her yerde badem ağacı dikmeye iten bir kuvvet. Onu da kadrajımıza almadan geçmek yok. Çok güzeller öyle değil mi?
Gözlerimizi arazide gezdirmeye devam ediyoruz. Badem ağaçların hemen yukarısında yamuk bir çizgiyi anımsatan gerilla patikası geçiyor. Patikanın hemen yukarısında sık bir ormanlık var. Hemen gözlerimizi aşağılara kaydırdığımızda ise iki kadın gerillanın bize doğru geldiğini görüyorum. Silahlarının yanı sıra ellerindeki poşetler dikkatimizi çekiyor. Gülen gözleriyle selam verdikten hemen sonra, “tam kereng (kenger) zamanı, yoldan gelirken bu kadar topladık” diyor saçları kısa olan gerilla. “Kereng mi? Ya siz ne iyi yapmışsınız biz de akşama doğru toplamaya gidecektik” deyişiyle hareketleniyor Berivan.
Ha de diyor ve başlıyoruz tek tek temizlemeye kerengleri, öğle yemeğimizde doğadan. Bir saat içerisinde balık gibi kızartılan kerengler hazırlanarak afiyetle yenendi...
Dağlar ve dağların güzel çocuklarının sana sunduğu güzelliklerden bir yolculuk.