Yorgunluğun demidir kaçak çay

"Dağlarda çok yorulduğumuz da oluyor. Şikâyetçi değiliz, çünkü anlamının bilincindeyiz. İşte bu yorgunluğumuza anlam katan bir diğer arkadaşımız da kaçak çayımızdır.”

Bazen dağlarda gerillalar eşliğinde yürürken anılar listemde unutamadığım bir kare yerleşiverir. Hatta bir cümle oluverir bu iz. Evet, bir cümle; bir bardak çay için söylenilen bir cümle; “yorgunluğumuza anlam katan kaçak çayımız…”

Behdînan dağlarından yürümeye koyulacakken bizlere eşlik edecek bir gerilla birimi, noktalarında bulunan arkadaşlarından vedalaşmaya başladı. Kucaklaşmalarındaki o sıcaklığı hissetmemek mümkün değil. Hemen elime aldığım makinamla her bir kareyi almaya çalışıyorum. İçlerinden bir kadın gerilla gözlerini yumarak, yoldaşlıkta saklı olan samimiyetini, yüreğinin eli açıklığına verip yüzüne yansıtıyor. Zorlukların güçlü arkadaşlık doğurduğunu dağlardan öğrenmiştim. Hele hele böylesine savaş içerisinde yoldaşlık daha da farklı bir hal alıyor. Kaç kere bunu gerilla ile açılan sohbetlerimizde konuşmuşuzdur ama yürekleri ortak bir amaç uğruna çarpan bu insanlar ayrılıklardan söz etmezler. 

BU DAĞLARDA SIRADANLIK YOK

Yürümeye başladık. Grup önden gidiyor, ben ve bizim ekipten Zenda, takip ediyoruz. Bazen patikadan yürürken önümüzde yürüyen gerillanın mekap ayakkabısına ilişiyor gözlerim. Ne kadar da ideolojik bir ayakkabı diyorum kendi kendime. Bu dağlarda her şeyin anlamı, gizemi var. Sıradan bir şeyin olmadığı konusunda ikna oldum. Yürümeye devam ederken bir uçuruma doğru yaklaştığımızı söyleyen öncü, dikkatli olmamız gerektiği uyarısı yaptı. Önden gidenler, diğer arkadaşını bekleyip ellerini uzatarak yardım ediyor. Kimse kimseyi arkada bırakmıyor. Elini uzatan gerillanın ellerini tutuyorum. Beni olağan gücüyle yukarı çekiyor. Belki benden daha genç olan bu kadın gerillanın gücüne şaşırıyorum; bunu düşünürken aslında biraz da utanıyorum.

HEVAL ZÛ ÇAY BİDE SER!

Öncü, varacağımız noktanın (kaldıkları yer) az kaldığına dair “Heval kêm ma” (az kaldı) diyerek uyarıyor. Herkes yorulmuş ama bizim ekip daha çok yorulmuş. Ayaklarımız alışık değil bu asi dağlarda yürümeye. Yani bir molanın iyi geleceğini birbirimize söylüyoruz. Tam da o esnada nokta gözüküyor. Bizleri gören bir gerilla, bizlere doğru geliyor, güler yüzle uğurlamaya çalışıyor. Hemen arkasında bulunan arkadaşına “Heval zu çay bide ser!” (Heval çabuk çay koy) diye bağırıyor. Nereye gitmişsek bu dağlılar, bizler daha ayaktayken siyah çaydanlığı ateşe koyuyor. Sanırım çayı çok seviyorlar. Uğurlama töreni bittikten sonra doğal görünümlü, ağaçlardan yapılmış bir kamelyaya girip oturuyoruz. Hemen karşımızda da güzel bir ateş ve üzerinde siyah bir çaydanlık.

BÊRÎVAN'A ÇAYI SORUYORUM

Sohbet edilirken bir yandan kaynayan çaydanlığı biri yere bırakıp demliyor. Biraz daha az kararan demlik oldukça tatlı ve mütevazi! Sonra ardından bardaklar diziliyor. Sıcak sohbet içerisinde bardağımı alırken çay dolduran gerillaya ismini soruyorum. İsminin Bêrîvan olduğunu söylüyor. Bêrîvan’ın tebessüm edişindeki gizeme bakıyorum. Sonra sormaya devam ediyorum. Bu defa ki sorum çokça bahsettikleri ve sevdikleri çay üzerine oluyor.

YORGUNLUĞA ANLAM KATIYOR

Bêrîvan’ın bana verdiği cevap şu oluyor: “Bizler bu dağda, kendi topraklarımızda kaçak yaşıyoruz. Çok tuhaf ama gerçek! Bunun içinde bizlere ait olan her şey kaçak diye de bazen adlandırıyoruz. Bunlardan biri de kaçak çayımız. Bizlere, yorgunluğumuza hep eşlik eder. Bu dağlarda çok yorulduğumuz zamanlar da oluyor. Özellikle savaş dönemleri daha yoğun oluyor. Şikâyetçi olmadık, çünkü yorgunluğumuzun ne kadar anlamlı olduğunun bilincindeyiz. İşte bu yorgunluğumuza anlam katan bir diğer arkadaşımız da kaçak çayımızdır.”

Çay üzerine böylesine farklı bir yorum hiç duymamıştım. Sonra bir kez daha farkına vardım ki, bu dağlarda hiçbir şey anlamsız değildir.