CHP elinden alınan belediye için yapılacak olan seçimi boykot etmeyecek. Bu anlaşıldı. Seçime katılacak. Üstelik “her şey daha hoş olacak” diyerek.
Acaba öyle mi?
Bu soruya gerçekçi bir yanıt vermeleri için CHP’lilere bazı hatırlatmalar yapmak ve bunlarla bağlı bazı sorular sormak gerekmekte.
En önemli hatırlatma şu: Savaş 2015 yılından beri aralıksız sürüyor. CHP bunun farkında mı? Yoksa asker kayıpları uzun bir aradan sonra “yeniden medyaya yansıtıldığı” için savaşın “tam da şimdi”, yani “tam da CHP zafer eşiğindeyken” “başladığını” mı düşünmekte?
Eğer böyle düşünüp “ah vah” edecekse, “PKK AKP’yle anlaştı” gibi zırvalara başvuracaksa, yine bir takım “CHP içinde yuvalanmış” derin devlet elemanlarının etkisi altında PKK’ye düşmanca saldırılarda bulunacak ve Kürt seçmenini derin bir öfkeye boğacaksa, aklını başına almalı.
Savaşın hızla şiddetlenmekte olduğunu, karşılıklı kayıpların artacağını bilmeli ve “şehit” edebiyatının bir seçim malzemesi yapılmasını önlemek için, AKP’ye “savaşı durdur, barış şartlarında yarışalım” çağrısı yapmalı. Bu kabul edilmediğinde de “şehitlerin sorumlusu, onları bir seçim propaganda aleti gibi gören AKP’dir” diyerek, tabanını savaş koşullarında tırmandırılacak “milliyetçi, ırkçı demagojiye” karşı hazırlamalıdır.
Çünkü bilmelidir ki, PKK karşıtı histeriye CHP’nin seçim döneminde ortak olması, HDP ne derse desin Kürt seçmenin İstanbul seçimlerinde tutumunu olumsuz etkileyecektir. CHP’nin Kürt seçmeni “kazanmasından” söz etmiyorum. Bu, CHP’nin boyunu aşar. Söylediğim böyle bir histeri durumunda HDP’nin bile seçmen iradesi üstündeki etkisi ortadan kalkar. Tek çare, CHP’nin “savaşa son, tüm sonuçlardan AKP sorumludur” demesi.
Belediye seçimi eşiğinde CHP AKP’nin azınlığa düştüğü 7 Haziran-1 Kasım seçim dönemini bir kere daha hatırlamalı. “Çok hoş şeyler olacak” dediğine bakılırsa CHP’nin içi hayli rahat görünüyor. Eğer derin devleti CHP’nin içindeki bir klik yönetmiyorsa, seçim dönemi “hiç de hoş olmayan” olaylara gebedir. Ceylanpınar’da iki polisin bizzat derin devlet tarafından katledildiği çoktan ortaya çıktı. Çıktı ama atı alan Üsküdar’ı geçti. Şimdi bundan kat be kat infial yaratacak olan bir suikastte çok önemli ve “harcanması kararlaştırılmış” bir şahsın öldürülmesi, bunun suçunun da PKK’ye yıkılması halinde CHP ne yapar? Seçim kampanyasında dilini yutar, saldırı korkusuyla alanlara bile çıkamaz. CHP seçmeninin önemli bir kısmı “lanet olsun böyle siyasete” diyerek sandık başına bile gitmez.
Ne yapmalı? Soylu gibi bir adamın tüm polis, jandarma, istihbarat güçlerinin başında olduğu unutulmamalı. MİT’in başındaki kişinin her türlü karanlık tertibin bir numaralı sorumlusu olduğu da. Kendi ülke topraklarına Suriye’den “birkaç füze atıp, savaş sebebi yaratma planı” yapan bir adamdır. Her şeyi yapar. Bırakalım seçim kampanyasını, AKP-MHP iktidarı İstanbul seçimini iptal etmek için CHP Genel Başkanı’nı bile “öldürmeye” yeltenmedi mi?
O halde seçim kampanyasının daha ilk gününden itibaren CHP, “seçim sonuçları alınana ve bir kere daha iptal edilmemesi kesinleşene kadar, bu ülkede yaşanacak her türlü şiddet, suikast, yangın, bombalama ve kitlesel katliamlardan bunları “sözde” kim üstlenirse üstlensin Erdoğan sorumlu olacaktır; seçim esnasında İçişleri ve Adalet Bakanları görevden alınmalı, siyasi partilerin mutabakatıyla bu bakanlıklara “tarafsız kişiler atanmalı” demeli.
Ve şu da asla unutulmamalı:
Bu seçimi CHP’nin yeniden kazanması, faşist rejime son vermeyecektir. İstanbul Belediyesi’nin kazanılmasıyla birlikte Kürt halkının ve HDP’nin üstündeki baskılar da ortadan kalkmayacaktır. Gidiş rejimin saldırılarını yoğunlaştıracağına işaret etmektedir. Bu bir. İkincisi, bu seçim kimin hükümette olacağını belirleyen bir seçim değildir. Bilindiği gibi, faşizm koşullarında yapılan seçimleri CHP’nin bir türlü boykot etmeyişi, zorunlu olarak HDP’nin de seçimlere katılmasını gerektiriyordu. Şimdi karşımızda HDP’yi seçimlere katılmaya zorlayacak böyle bir sebep yok. Elbette yenilenen seçimde de AKP’nin kaybetmesi küçümsenemez. Ancak AKP’nin seçimi kazanmak için her yola başvuracağı belli olduğuna göre hiç kimse “zaferden” emin olamaz. Önemli olan 31 Mart’ta AKP’nin İstanbul’da azınlığa düştüğünün kanıtlanmış olmasıdır. Rejim darbe yemiştir. Yenilenen seçimin sonucu ne olursa olsun, bu gerçek değişmeyecektir. HDP’nin tutumu bu nedenle, şimdi, CHP’nin seçime katılıp katılmamasından bağımsızdır, her türlü alternatife, objektif olarak açıktır. Elbette HDP'nin faşist rejime karşı demokrasi mücadelesi neyi gerektiriyorsa onu yapacağından emin olarak bu satırları yazıyorum.
HDP’nin bu seçimlere katılması ve 31 Mart’ta takındığı tutumu devam ettirmesi, HDP’den çok CHP’nin takınacağı tutuma bağlı olacak. HDP’ye “ne vereceği” gibi pespaye bir pazarlıktan söz etmediğim açık. Örneğin CHP tüm partilerle kurduğuna benzer eşitlik temelinde ilişkiyi HDP’yle resmen, açıkça kuracak mı, kurmayacak mı? İstanbul’un gaspına karşı konuştuğu gibi, Muş’un gaspına karşı da konuşacak mı, konuşmayacak mı? Savaşın sonuçlarına, derin devletin provokasyonlarına, meydana gelebilecek her türlü şiddete karşı yeniden “Yenikapı Ruhu” ile hareket etmeyeceği hususunda Kürt seçmenine teminat verecek mi vermeyecek mi?
Ve bütün bunların samimiyetini test etmenin önünde duran şu meseleye işaret ederek yazımızı tamamlayalım:
CHP binlerce insanın açlık grevleri ve 30 tutsağın ölüm orucu karşısında susmaya devam edecek mi, etmeyecek mi? Bu direnişçilerin talebi olan “PKK Önderi Öcalan’ın üstündeki hukuk dışı tecridin kaldırılması” için TBMM’de harekete geçecek mi, geçmeyecek mi?
CHP’li vekil, hukukçu Prof. Kaboğlu, “tecrit hukuk dışıdır, kaldırılmalıdır” dedi. CHP Kaboğlu’nun bu demokratik çıkışını parti çizgisi olarak benimseyecek mi, benimsemeyecek mi?
Liste açık ve ahlaki. Belediye Meclisinde üç-beş koltuk, bir kaç ihale talep edilmiyor.
CHP’den demokratik bir tutum talep ediliyor.
Bu talep yankı bulursa “çok hoş şeyler” zaten olmuş olacak.