Ülkelerin, verili hakim siyasi terbiye gereği bir rejimi esas aldığını ve o rejim doğrultusunda yönetim şeklini belirlediği dillendirilir. Türkiye’de eskiden bir vatandaşlık dersi vardı. Şimdilerde var mı bilmiyorum ancak eskiden “şöyle bir ülkeyiz, cumhuriyetle yönetiliyoruz, anayasal bir cumhuriyetiz, ordumuz şöyle, yargımız böyle…” şeklinde öğrencilere anayasanın temel maddeleri, yönetim şekli ve benzeri konular öğretilirdi. Türkiye’nin cumhuriyet rejimini esas aldığı söylenirdi. Tabii son yıllarda cumhuriyet kelimesi parçalanmış, cumhur denilen halk bir tarafa alınmış, adeta üstüne ipotek konulmuş, ancak cumhura yönetim erkini verme anlamı taşıyan -iyet eki atılmıştır. Bu değişiklik, AKP’nin salt öylesine geliştirdiği, bastırılmış açgözlü dinci söylemler gereği gelişigüzel ortaya çıkan sözler değildir. Cumhur İttifakı somutunda cumhur-iyet mefhumuna karşı bir iğrenme yaratıldığı, bunun en fazla karşıt olduğu sanılan CHP üzerinde etkili olduğu inkar edilemez. Sonuçlardan biri budur. Amacımız sonuçlardan söz etmek değildir. Bu değişikliklerin kaynağına bakmak istedik.
Türkiye’de artık cumhuriyet rejimi yoktur. Türkiye’de İmralı rejimi vardır. Türkiye’de herşeyi belirleyen İmralı’da uygulanan sistemdir. İmralı’da uygulanan sistem neyi gerektiriyorsa eğitim de ona göre olmaktadır. İmralı’da uygulanan rejim neyi gerektiriyorsa savunma da ona göre olacaktır. Ekonomi, ekoloji, sağlık ve toplumu-sistemi ilgilendiren her şey, buna göre olacaktır. İmralı’ya göre olmayacak en küçük adım dahi sistemin kökünden sarsılmasını getirme olasılığı-riski taşımaktadır.
HALKLAR BÜYÜK DEZENFORMASYONA MARUZ KALIYOR
TC yetkilileri, herhangi bir konuda karar alacakları zaman önce İmralı’nın bu alınacak karardan nasıl etkileneceğine bakarlar. Bir yasa mı çıkarılacak, önce İmralı’da bu yasanın etkisi ne olur diye bakmaları, sonuçlarını çok bilinmeyenli denkleme göre hesaplamaları gerekir. Tabii faşist sistemin bekçiliğini yaptığı rejimi bozmayacaksa kabul edilebilir. Önder Apo, zemin oluştuğunda bir haftada Türkiye’de Kürt sorunu başta olmak üzere tüm sorunlara çözüm getirebileceğini belirtmişti. Ki bunun doğru olduğuna artık tüm dünya ikna olmuş, tüm dünya insanlığı bu gerçeği görmüştür. Kuşkusuz kapitalist modernite sisteminin temsilcileri bunu öncesinden görmüşlerdi. Bunu görme noktasında en geride olanlar herhalde Türkiye halklarıdır. Türkiye’de halklar ultra dezenformasyona maruz kalmaktadır. Mutlak bir şovenist sistemin eğittiği toplumun maruz kaldığı bu manipülasyon, beraberinde anlamazlığı da getirmektedir. Bunu belirtirken Kürtlerin çok iyi anladığını belirtmediğimi özellikle vurgulamak isterim. Kürt halkı olarak da bu gerçeği iyi anlamış olsaydık, Önder Apo üzerindeki mutlak tecridi çoktan kırmış olurduk.
TÜRKİYE’NİN YÖNETİM BİÇİMİDİR
Evet, İmralı rejimi Türkiye’nin yönetim biçimini oluşturmuştur. İmralı rejiminin gereği olarak 2017’de en üst düzey devlet sisteminde, başbakanlık sisteminde değişiklik yapılmış, cumhurbaşkanı olan kişi aynı zamanda hükümet başkanlığı yetkilerini de elinde toplamıştır. Hiçbir zaman uygulanmamış olsa da cumhuriyetçilerin çokça övündüğü kuvvetler ayrılığı ilkesi anlamını yitirmiştir. Tüm bunlar, kapitalist modernite inşacılarının İmralı rejimini kurgulayarak pratik uygulamasını TC’nin eline bırakmalarından kaynağını almaktadır. Türkiye ise eline bırakılan İmralı gerçeği karşısında yoğun bir Kürt düşmanlığı, yoğun bir İttihat Terakkici zihniyet artığı ile bulandırılmış, zehirlenmiş bir halde, AKP gibi, Erdoğan gibi bir şahsiyetin pratik yürütücülüğüne teslim edilmiştir.
ERDOĞAN’IN DA MAHKUMİYETİDİR
Tayyip Erdoğan tek adam rejimini esas aldı. Tek adam rejimini kendince çok partili bir sistemde uygulayabilmek için epey bir etkili olmak gerekirdi. Bunun için de Erdoğan belli oranda desteklendi, şişirildi, tüm kötü yönleri gün yüzüne çıkacak şekilde potansiyeli desteklendi, kendi eski arkadaşlarının deyimiyle “sifonu çekilmedi” ve nihayetinde lağım sularının kavşağında belirsiz uzun zamanlarca durmaya-dönmeye mahkum edildi. Erdoğan’ın mahkumiyeti İmralı rejimidir. Bu mahkumiyet Erdoğan’ı tarihe böyle yazmıştır. Bunun karşısında bu mahkumiyetin ödülü de tek adam diktatörlüğü olmuştur.
SÖMÜRÜ SİSTEMİ DARLAŞTIRILDI
2017 yılı Türkiye’de çarpık darbeci sistemin sarsıldığı, ancak her tür hile ve zorbalıkla, yerine darbeci zihniyetin karşıtı bir yargı değil, daha kötüsü, tek adamın insafına bırakılan bir sistem yaratıldı. Cumhuriyet rejiminden vazgeçilirken cumhur’dan vazgeçilmedi. Cumhur, kanının son damlasına kadar sömürülmeye açıldı, adeta Türkiye halkları bir neokoloni muamelesi gördü, cumhur’un başkanlığı da tek adamın eline verilerek bu sömürü sistemi darlaştırıldı, mafyatik özellikler kazandı. Öyle ki, kendi anayasasına paçavra diyen bir başkanın elindeydi herşey. Diğer yandan, kapitalist modernite için tek adam sistemini yönetmek daha kolaydı ve onların da işine geliyordu.
KÜRT SOYKIRIMINA YASAL ZEMİN
Aynı zamanda 2017, ‘Çöktürme Planı’ denilen Kürt soykırımında ısrar anlaşmasının anayasal zemine kavuşması olmuştu. Türkiye’nin dört parça Kürdistan’a vahşice saldırmasının önünün açıldığı, gizli kapaklı anlaşmaların deşifre olduğu bir dönemdi. Bu dönem, planın en azgın şekilde ölçüsüz bir tarzda yürürlüğe girdiği yıllardandır. 2017 yılı TC yetkililerinin çözüm adı altındaki tasfiye girişimli maskelerinin düştüğü, tüm soykırımcı faşist saldırgan yüzün ortaya çıktığı yıl olması itibarıyla İmralı rejimine tümden girişin maskesizleştiği yılıdır.
TEK ADAMIN DA ADAMCIKLARI
İmralı Rejimi’nde bölge jandarmalığı TC’ye verilmişti. Tayyip Erdoğan’ın bunu tek adam olarak yapabilmesi için küçük adamcıklara ihtiyacı vardı. Bir de bu adamcıkları eğitip terbiye verebilmek için MHP gibi erkekliğe model olacak insan sayılmayacak tiplere ihtiyaç vardı. Erdoğan, eline geçen imkanı sonuna kadar kullandı. Hakim siyasette insanların bugün söylediklerini yarın inkar etmesi pek şaşırtmaz cumhuru. Bunun cezasını vermek yerine buna katlanır, kiminde güler cumhur. Aslında cumhur olamamanın bir işaretidir bu. Ancak bu cumhur bile Erdoğan kadar söylediğini inkar eden, tersini söyleyen, doğruyu söyleyip tam tersini yapanı görmemişti, gördü.
TOPLUMSAL ALGININ TECAVÜZE UĞRAMASI
Halk içinde bir terör-terörist eksenli suç-suçlu dili oluşturuldu. İlk-kadim terörist biz Kürtlerdik. Türklerden terörist olmazdı. Türklerin en kötüsü-yoldan çıkmışı-beyni yıkanmışı bile, ancak teröristlere yandaş olabilirdi. İlk terörist biz Kürtlerdik ama zamanla çoğaldık. Trafik terörü diye bir şey çıktı ortaya. Kötü sürücüler de terörist oldu. Sonra gıda terörü çıktı. Kötü aşçılar da terörist olmuştu. Böyle böyle liste uzadı. Toplum içinde tukaka edilen ne varsa terörist yaftası yapıştırılarak rejim karşıtı ilan edilebilmekteydi. Terörist kavramının yaşamın en derinine yerleştirilmesi, toplumsal algının tümden tecavüze uğramasıydı.
TERÖR ODAKLI DİL VE ZİHNİYET
Diğer yandan Kürtler kültürel soykırımla asimile edilerek sistem içine alınmaya devam ediyor, başarılamayanlar da yurt dışına sürülüyordu. Hedef kitle, bunu sorgulamadan alıyordu. Ne de olsa özgür yaşamak isteyen Kürtler bölücü teröristti, onlardan ve onlar gibi anılan herkesten nefretle söz etmek varolmanın bir gereğiydi. Böylece bir kriminalizasyon sistemi inşa edilmiş oldu. Suç tanımlanarak suçlular yaratılmaya başlanıyordu. Bugün muhalif olduğunu söyleyen partilerin temsilcilerinin bile gündemin en ısındığı zamanlarda AKP’yi “teröristlerle görüşme, teröristlerle tokalaşma-selamlaşma…” konuları üzerinden eleştirmesi, muhalefetini buna oturtması, bu terör odaklı dilin-zihniyetin ve uygulamaların sonucudur. Muhalefet bile iktidarın inşası temelinde muhalifliğini yapıyor. Yani muhalif olduğunu söylüyor ama iktidarın sloganlarını atıyor. Yani muhalefet etmekten ziyade laf kalabalığı arasında iktidarı sağlamlaştırıyor.
26 YILIN ONLARA KAZANDIRDIĞI
Recep Erdoğan, biliyor ki, İmralı üzerindeki hakimiyeti bir an gevşetse tüm iktidarını yasladığı tek adam diktatörlüğü yıkılacaktır. Bundan dolayı da dinci olmasına ve en fazla da dini istismar etmesine rağmen giderek adeta besmeleyi unutmuş İmralı’yı almıştır ağzına. İmralı rejimi onun bekçiliğinde sürdürülmektedir. İmralı rejimi, 26 yıllık bir rejimdir. Az değildir. Bu 26 yılın TC yetkililerine kazandırdığı çoktur. Devleti temsil eden, devlet kurumlarına yakın olan, AKP-MHPP’yle temas halinde olanların sınırsız şişirildiği, bir AKP yandaşının deyimiyle “doktor bile dövdüğü” bir reorganizasyondan söz ediyoruz. Faşizmin, soykırımcılığın üstüne kendi halkını en alt seviyede istismar etme de eklenmiştir. Gözü kara bir rejim uygulayıcılığı vardır Türkiye’de.
BÜYÜK DE BİR DİRENİŞ VAR
Önder Apo, İmralı’da İmralı rejimine karşı büyük direniş içindedir. Önderliğimize “seni öyle zehirleriz ki, cesedini yiyen böcekler bile hayatta kalamaz” diyen bir rejimden ve buna karşı direnen bir halk önderinden söz ediyoruz. Sürdürülen mutlak iletişimsizlik hali büyük işkencedir. Halkıyla, ailesiyle, avukatlarıyla, Özgürlük Hareketi’yle, militanlarıyla, liderliğini kabul eden herkesle iletişiminin koparılması, hayal edilmesi zor bir durumdur. Böyle bir rejime karşı bu rejimin içinden, tam kalbinden mücadele etmek kolay değildir. Önderlik 26 yıldır bu sistem içinde direnişini sürdürmektedir. Beraberinde Kürt halkının sürdürdüğü demokratik siyaset mücadelesi büyüktür, halkı büyük oranda eğitmiş, özgür yaşam inşasına hazırlamıştır. Aynı şekilde tüm dünyada da demokratik ulus eksenli yaşamı inşa etmeye, demokratik konfederalizm temelinde yaşamaya gönüllü yüz binleri ortaya çıkarmıştır. Gerillanın amansız mücadelesi, yenilmezliği, defalarca bitirdik ilanları yapılmasına rağmen bitirilememesi, gerillanın zaferini göstermektedir. Bitirilemeyen gerilla zafer kazanmış gerilladır, deyimi Kürdistan’da kendini göstermiştir. Dahası Apocu direniş sergileyen gerilla, kendi direnişi içinde büyük ve köklü bir yaşam anlayışı, direniş kültürü, kadın erkek yoldaşlığı, mütevazi yaşam anlayışı, kapitalist moderniteye karşıt bir duruş inşa etmiştir.
DEMOKRATİK ÖZGÜR TOPLUMSALLIK
Tüm bunlar karşısında İmralı rejiminin sahiplerinin yaptıkları, KDP’yi ihanet içine çekerek işgal saldırılarını büyütmek oldu. Buna rağmen gerillayı yenemedi. Yine benzer yerel iş birlikçi, korucu, çete, ajan ağları geliştirilmeye çalışıldı, geliştirildi. Kürt toplumsal dinamiği dışına çekilebilen bu unsurlar üzerinden özel ve psikolojik saldırılar, işte çokça ayyuka çıkan fuhuş-uyuşturucu ve her tür vurgun sistemi inşa edilerek, Kürt halkının özgür yaşam umudu kırılmaya çalışıldı. Ancak gerçek şudur ki; Kürt halkı, Kürtler içinden koruculaşan, çeteleşen vs. kesimlerle bir Kürtlük inşa edilemeyeceğini ezelden, en bilinen haliyle KDP’den bilmekteydi. Demokratik özgür toplumsallık salt milli kimlikte değil, demokratik ulus kimliğindeydi. Önder Apo’nun paradigması bu tarz saldırıların tedbirini epey öncesinden almıştı.
İMRALI REJİMİ TIKANMIŞTIR
Tüm yolları deneyen rejimin son dönemlerde tekrardan yeni yöntemler denediği herkesin malumu. Aslında bunlara yeni yol yöntem denemez, aslında bir tür yol bulamama, yolsuz kalma hali diyebiliriz. İmralı rejimi tıkanmıştır. İmralı rejimi haksız bir uygulamadır. Kürt halkına yönelik soykırım Türkiye halklarına da büyük zararlar vermektedir. Solcusundan sağcısına, geniş bir yelpazedeki çok kimse-kesim-grup-parti vs. bu rejimin esintisinden kurtulamadığından Türkiye halkı bu zarara uğramaktan kurtulamamıştır. Nihayetinde bu yol bulamama hali Erdoğan’ı yeni bir yüzsüzlüğe yöneltmiştir.
KİRLİ EL HİÇ YIKANMAMIŞTIR
AKP-MHP iktidarı, bu yol bulamama durumunda gidip başvuracakları tek kapı Önder Apo’dur. Başka bir kapı yaratmaya çalışmak sunidir. Bunu yapmayıp öyle yol sanıp kendini ortalıkta oyalamak, iktidara bir şey kazandırmaz. İktidarın rengini de değiştirmez. Bu yol bulamama hali öyle bir hale geldi ki, Meclis’in açılmasıyla kendini hissettirdi. Erdoğan’ın Meclis’teki konuşması üzerinden 3-5 dakika geçtikten sonra Devlet Bahçeli’nin bu konuşmanın gereği olduğunu söylediği tokalaşması gündeme geldi. Sürekli ekranlarda kirli faşist bayağı bir dille konuşup duran kişi, adeta ölüm döşeğinden kalkmışçasına o kirli ellerini tekrardan ve utanmadan uzatmıştır. O el kirli bir eldir. Kanlıdır. Yüzyıldır hiç temizlenmemiştir. Yüz yıllık kirinden kurtulması zordur.
Önderlik, Kürt sorununa çözüm Türkiye’ye demokrasi getirme amacıyla Türk devletiyle üst düzeyde görüşmeler geliştirdi. Bu görüşmelerde tarihsel boyutlar kadar nasıl yaşamalı sorusuna verilecek en demokratik insanı cevapları vermeyi esas aldı. Tayyip Erdoğan bu görüşmelere bizzat katılmasa da görüşmelerin tümünün, en ince ayrıntısına kadar haberdar edildi. MİT’in bağlı olduğu başbakanlık koltuğunda Erdoğan oturduğundan raporlar verildi. Erdoğan, o koltuğu Ahmet Davutoğlu’na bıraktığında da görüşmeler koltuğa değil yine Erdoğan’a gitmeye başladı. Giderek sistem değiştirildi ve Erdoğan hem cumhurbaşkanı, hem hükümet başkanı olarak MİT üzerinden İmralı rejimi hakimiyetini perçinledi.
TÜM TOPLUM KIYIMDAN GEÇİRİLDİ
İmralı Rejimi’nin bekçiliğini yapanların en büyük takıntısı Önderlik gibi bir bireyin, bir Kürt’ün bu düzeydeki bilinci, algısı, zekası ve liderliği karşısında yaşadığı hazmedemezliktir. Bu ruh hali, Erdoğan’ın takıntılarını giderek derinleştirdi. İmralı rejimi, tek bir an’a dair bilginin dışarıya çıkamayacağı bir mutlak iletişimsizlik sistemi haline getirildi. Bu arada, Önderliğin belirttiği birçok doğruyu Erdoğan’ın kullandığını, Önderlik fikirlerinden faydalandığını, Önderlik fikirlerini çaldığını, birçok konuyu içini boşaltarak kullandığını, aynı zamanda bunları Kürt ve demokratik kesimlerin yapmasını engellediğini de belirtmek lazım. Ancak bunu halklar lehine değil, kendi otoritesini derinleştirme adına yaptığını da bilelim. Siyaset akademileri, inançlara yönelik yaklaşım en görünür olanları… ki bu arada da Türkiye’de aydın demokrat devrimci kim varsa suçlandı, ülke dışına püskürtüldü, AKP diplomalı sosyal bilim kasapları, toplum kasapları işbaşına getirildi. İmralı rejimi inşa edilirken tüm toplum kıyımdan geçirildi. Beka diye diye bir yok oluş Türkiye toplumlarına dayatıldı.
İMRALI REJİMİ, YIKIM PROJESİDİR
İmralı rejimi, böyle bir sürecin bugüne yansıması olarak sürdürülmektedir. Salt bir cezaevi, dört duvar bir zindan değildir. İmralı rejimi, halklar üzerinde dünya kapitalist modernite güçlerinin uyguladığı en büyük yıkım projesidir. Önderlik modellenerek uygulanmakta, halklarda da büyük yanılsama yaratılarak büyük bir toplumsal çöküş dayatılmaktadır. Güncel konulara girmeden, son dönemlerde artan vahşet, cinnet durumları, sokakta cinayet işleme, tecavüz, hayvan katliamları, açlık, işsizlik, ekonomik şiddet, çocukların-bebeklerin ve hayvanların dahi kadınsılaştırılarak sistemin nesneleri haline dönüştürülmesi, kadın katliamları, katledip parçalara ayırma, yakma, ortadan kaldırma, faili meçhullerin devlet denetimini de aşarak cinsiyetçiliğin insafına kadar indirilmiş gibi gösterilerek sistemin derin altyapısının sürekli canlı tutulması, inşa edilmesi gerçeği ve daha birçok sorun, İmralı rejimi var olduğu için vardır, İmralı rejiminin bir gereği olarak vardır. Kendi dilinde şarkı söyleyen Kürt’ün linç edilmesine karşı çıkmayan toplum, ne emeğinin karşılığını alabilir ne de kendini her tür tecavüzden koruyabilir. Tüm toplumsal sorunların çözümü, Kürt halkının özgürlük mücadelesine yaklaşımdan geçmektedir.
BUNLARA RAĞMEN NE YAPMALI?
Demokratik siyaset alanında doğru anlaşılıp uygulanması gereken barış anlayışı esas olmalıdır. En başta savaşanların kendiliğinden, öylesine, bilinçsizce ya da kişisel saiklerle yola çıkmadıkları, yola çıkış koşullarının toplumsal-tarihsel olduğu, bir iki kişinin sözleriyle ilgili olmadığı ve tarihsel sebepleri olduğu kadar tarihsel ve toplumsal çözümlerinin, görünürlüklerinin olması gerektiğini belirtmek, lüks değildir. Olması gerekendir. En asgari durumdur. Bunların talep edilmemesi, şimdiden söyleyelim, baştan teslimiyet bile sayılabilir.
Böyle bir tarihsel geçmişe ve toplumsal koşullara rağmen sırf “aman çatışma olmasın, savaş olmasın, bir düzen kuralım, şöyle böyle bir yerlerde olalım, arada bir iki laf ederiz, halkın duygularına da hitap ederiz…” denilemez. Gerillanın üstüne her gün yasaklı -yasaksız bomba yağıyorken, dört parça Kürdistan’da, sürüldükleri Avrupa metropollerinde, çöllerde, mülteci kentlerinde Kürtler her an katledilebiliyorsa, faşist devletin istihbarat güçleri insanları 3-5 dolar vererek muhbir-ajanlaştırıyorsa, her gün televizyonlardan bunlar ifşa ediliyorken, gerillalar kadar gazeteciler, sivil insanlar, demokratik siyasetle uğraşanlar, çocuklar her gün katlediliyorsa, Kürtçe şarkı söyleyenler zindana götürülüyorsa, tüm bunlardan zerre imtina edilmiyorsa… Savaş bunca yaygınlaştırılmış ve derinleştirilmişse, barıştan hangi ön şartla söz edilebilir diye çok düşünmeye gerek yoktur. Zira her şey gün gibi ortadadır.
ÖNDERLİĞİN BARIŞ GERÇEĞİNİ ANLAMAK GEREKİR
Bunca kire rağmen o eli tutmak mümkün mü? Buna doğru cevap verebilmek için Önderliğin geliştirmeye çalıştığı ve ısrarla üzerinde durduğu barış gerçeğini anlamak gerekir. Önderlik öyle basit, ucuz barış söylemlerinde bulunmaz. Böyle söylenmesine, yaklaşılmasına öfke duyar. Barışın savaştan daha zor olduğunu hep belirtir. Bunu bizlere söylerken, barışı kolay geliştireceğimiz yanılgısına düşmeyelim ister. Barışın nasıl olacağının iyi anlaşılmasını ister. Barış, savaşla yapılanların yıkılması değildir, savaşla yaratılanların, inşa edilenlerin üzerine bir kat daha koymaktır. Savaşla yaratılanları toplumsal-sistemsel güvenceye almaktır. “Düşman” deyip yıllarca karşısında savaşılanların tek bir sözle, düşman olmaktan çıkması mümkün değildir. Önder Apo, bu anlamda devrimsel perspektifler sunmuştur. Tarih ve toplum bilincine paralel olarak düşman bilincini derinleştirmiş, düşmanlık duygularını gidererek demokratik ulus bilincini-duygusunu ortak yaşam anlayışını geliştirmiştir. Yoksa öyle dün bana küfreden, başıma bomba yağdıran, kafamı kıran bugün elini vererek düşman olmaktan çıkmaz. Ne bir an, ne bir tek söz bunu başarabilir. Bunu başaracak olan derin bir tarihsel -toplumsal anlayış ve bu anlayışın gereği bir duruştur.
BARIŞ, ZİHNİYET DÜZELTMESİ/DEVRİMİ İŞİDİR
Barış, bir görüşme-konuşma değildir. Bazı kelimeler ne yazık ki İmralı rejiminin kurbanı oldular. Mandela’nın o güzel karakterini az da olsa anlatan Düşmanla Oynamak kitabı, gerçekten de hem Kürt hem Türk halkı için, sömürgeciler için çıkarılacak derslerle doludur. Barış öyle salt bir konuşma, bir hareket olmadığı gibi birkaç düzenlemeyle gerçekleşecek bir durum da değildir. Barış bir zihniyet düzeltmesi, giderek zihniyet devrimi işidir. Tez elden şunu diyebiliriz: Barış, “Elini vereceğine şu Kürtçe düşmanlığını bitir!” diyebilmek ve adım attırmaktır mesela. “Elini verip boş gündem yaratacağına, nefret dilini, Kürt düşmanı dilini bir tut, o zehirli dilini bir kesip at, biraz insan ol!” diyebilmektir. El uzatmanın yöntemlerini Kürt halkı iyi bilmektedir. Tabii ki barış denen olgunun ilk şartı, hepsinden öte Önder Apo’nun koşullarının değişmesi, tecridin kırılmasıdır.
SAVAŞANLAR, KENDİ KARARLARINI VERİR
Yukardaki örnekleri çoğaltabiliriz. Aslolan barışın salt kimi sözlerle gerçekleşemeyeceği, salt kimi siyasal-legal talepler sıralamakla gerçekleşemeyeceğidir. Zaten şu nettir: Savaşanlar, kendileri hakkında kararı kendileri vereceklerdir. Yarım yüzyıldır savaşanların barış sözü ardından çözüm adına mütevazi taleplerde bulunmasını beklemek ya da onlar adına taleplerde bulunmak ve mütevazi-politik olunduğunu iddia etmek, herhalde büyük yanılgıdan başka bir şey olamaz. Barışın şartları demokratik siyaset alanıyla alakalı değildir. Elbette demokratik siyaset alanında en üst düzeyde değişimlere ihtiyaç var, ancak sözünü ettiğimiz barış bunu çok aşan bir içerik taşımalıdır.
GERÇEK BİR BARIŞTAN SÖZ ETMEK İÇİN
Barışın oluşması için gereken şartlar çoktur. Baştan belirtmek gerekir, yoksa bir girişelim, el yordamıyla yavaş yavaş yürürüz denilemez. 50 yıllık yürünmüş bir yol vardır arkamızda bıraktığımız. Kürt halkının varlığı ve özgürlüğü güvenceye alınmadan gerçek anlamda bir barıştan söz etmek mümkün değildir. Önderliğimizin çözüm anlayışı hem evrensel hem yereldir. Tersi ele almak yüzeysel ve dar yaklaşmak olacaktır. Dar çözüm anlayışlarından ziyade tüm bölgeye çözüm getirmeyi amaçlar. Örneğin Türkiye’de gelişecek barış, tüm Türkiyeli halkları, Ortadoğu halklarını kapsayacak niteliktedir. Kuşkusuz Kürtler için yürütülen mücadele başattır, sonuç alması için büyük bedeller verilmiştir. Ancak verilen mücadele dar sınırlara hapsolmamış, tüm dünya insanlığını ilgilendirmiştir. Teorik, ideolojik, felsefik, sanatsal, düşünsel boyutları vardır.
Kürdistan gerillası basit, ucuz barış arayışçısı değildir. Uğruna savaştığı yaşamları yaratamayan barışların da bir aldatmaca olduğunun bilincindedir. Kürt halkı, 50 yıldır savaşıyor, büyük savaştı, Önder Apo büyük savaştı, bu büyük savaşın barışının da kuşkusuz büyük olması gerekir. Başka türlüsünü düşünmek ya da büyük düşündüğünü sanıp küçük pratikleşmek de başarı olmaz. Önderliğin duruşuna bakarak barışın nasıl olması gerektiğini anlamak, ona göre düşünmek, davranmak ve mücadele etmek, onurlu barışın ilk şartıdır.
BİLMEK, TARİHİ DUYUMSAMAKTIR
Halkımızın dört parça Kürdistan’da harekete geçtiği, kendi varlığı ve özgürlüğü için en dinamik zamanlara adım attığı, hamlesel eylemler-etkinlikler yaptığı, Uluslararası Komplo’nun 26. yıl dönümüne karşı mücadele kararlılığının her boyutta kendini gösterdiği, halkımızın en başta da Bakurê Kurdistan’da artık Önderliksiz yaşamın olmayacağını kararlılıkla ve yüksek sesle haykırdığı böyle bir zamanda neden bu el uzatıldı? Bölgemizin amansız dünya savaşlarına maruz bırakıldığı ve tüm taşların yerinden oynayabileceği bir riskin ortaya çıktığı bu dönemde, neden bu el uzatıldı? TC yetkililerinin 50 yıldır göremediklerini üç dakika içinde gördüklerinden olmasa gerek. Bunu bilmemek, halklar boğazlaşması yürüten soykırım rejimlerini tanıyamamaktır. Bunu bilmemek, halklar boğazlaşmasının sürmesine payanda olmaktır. Bilmek, tarihi duyumsamak ve bu sezgisel bilincin tarihsel gereğini yapmak demektir.
İMRALI REJİMİNİ YIKMADAN BARIŞ OLMAZ
Siyaset meydanı, bir özgür yaşam meydanıdır. Özgür politika yapabilmenin meydanıdır. Özgür olmayan ortamı özgürleştirmek için mücadele verme ortamıdır. Orda atılan adımlar, sarfedilen sözler, özgür yaşamı geliştirmiyorsa bunların mutlaka toplumlar üzerindeki iktidarları geliştirmesi kaçınılmazdır. Uzatılan elin neden böyle bir zamanda, uzatıldığını anlamak için, Önderlik gerçeğini, Önderlik mücadelesini, Önderliğin verdiği 50 yıllık savaşı doğru anlamak gerekir. Bunu anlayabilenler Önderlik hakikati doğrultusunda olacak barışın da çözümün de nasıl olacağını anlayabilir. Bunu görmek-anlamak zorundayız ki, bize uzatılan elin ne olduğunu görebilelim. İmralı rejimi adı verilen Kürt düşmanı, halklar düşmanı, faşist soykırımcı rejimi yıkmadan hiçbir barış olmaz. İmralı rejimi yıkılmalı, Önder Apo her anlamla özgür yaşam ve siyaset yapar koşullarda olmalıdır. Bunun ciddiyetinde olmak, herkese onur kazandırır.