Tehcir’, yani ‘Yurdundan göçertme, sürme’ de çok kullanılan etkili bir soykırım yöntemidir. Kuşkusuz esas olarak siyasi ve askeri zor kullanımı temelinde gerçekleştirilir. Fakat günümüzdeki ‘Ekonomik sebeplerle’ denerek gerçekleştirilen göçertmeler de adeta bir soykırım düzeyini almıştır. Bu durumu ‘küreselleşme’ veya ‘dünyanın bir köy haline gelmesi’ kavramları ile açıklamak ve meşru göstermek doğru değildir. Yurdundan, toprağından sökülmek kendi toplumsallığından, yani köklerinden kopmaktır ki, bunun birey ve toplum üzerindeki olumsuz etkileri ileriki zaman sürecinde çok daha net bir biçimde açığa çıkacaktır.
Yakın tarihte bilinen en etkili tehcir uygulaması Ermeni toplumunun 1915 yılında yurdundan sürülmesi olmuştur. Tarihi bilgi olarak bir buçuk milyon Ermeni’nin 1915 yılında katliam ve tehcir yöntemiyle soykırıma uğratıldığı ifade edilmektedir. Bu temelde bazı Ortadoğu ve Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da oluşmuş Ermeni diasporaları vardır. Ağır bir katliam gerçekleşmiş olsa da, Ermeni Soykırımının esasta bir tehcir uygulaması olduğu görülmektedir. Bu durum tehcir uygulamalarını hafifletemez. Tehcirin katliamdan daha kötü ve tehlikeli bir soykırım yöntemi olduğunu bilmek gerekir.
Peki tehcir uygulamaları bakımından Kürtlerin durumu nedir? Açık ki nicel sayı bakımından ele alınırsa Kürt tehcirinin çok daha ağır ve fazla olduğu rahatlıkla söylenebilir. Örneğin 1993-94 yıllarında üç buçuk milyon Kürt’ün Kürdistan’dan zorla göçertildiği ve bunların Türkiye metropolleri ile dünyanın dört bir yanına savrulduğu bilinmektedir. Bu rakamı artık TC kaynakları bile vermektedir. Yine Dersim soykırımının önemli bir yöntemi katliam olurken, diğerinin de tehcir olduğu bilinmektedir. On binlerce, hatta yüz binlerce Kürt evinden ve yurdundan zorla sürgün edilmiştir. Fakat Kürt tehciri yüz yıla, hatta iki yüz yıla yayılan bir uygulamadır. Ermeni tehciri ise çok kısa zaman diliminde ve kitlesel göçertme temelinde gerçekleşmiştir.
Belli ki Kürt tehcirinin de Dersim gibi, Ağrı gibi, 1993-94 gibi, Başûr’daki Enfal gibi yoğunlaşmış biçiminde gerçekleşenleri vardır. Fakat yüz, iki yüz yılı bulan sömürgeci saldırı karşısında parça parça yurdunu terk ederek yaban elleri gitme durumu da çok fazla yaşanmıştır. Bu durum, özellikle PKK direnişi sürecinde çok daha fazla gerçekleşmiştir. Henüz 1978-79 Hilvan-Siverek Direnişi ile başlayan bu göçertme süreci özellikle 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi ardından yoğunlaşmış, 1993-94 döneminde en yoğun halini almış, ancak günümüze kadar da parçalı halini korumuştur. Bugün de faşist, sömürgeci ve soykırımcı saldırılar karşısında parça parça evini ve yurdunu terk ederek başka yerlere göçme durumu yaygın olarak yaşanmaktadır.
Son dönemlerde bu tür göçertmelerin bir kısmının ekonomik zorlama sonucu gerçekleştirildiği belirtilmektedir. Kuşkusuz bazı olayların ekonomik zorlamayla da bağı vardır. Fakat ekonomik olsa da, bu da içinde zorlamayı taşımaktadır. Diğer yandansa, görünüş ekonomik zorlama biçiminde olsa da, esas olarak sömürgeci-soykırımcı saldırıların, baskı ve zulmün buna yol açtığı tartışma götürmezdir. Yani görüntüye bakıp da tek yanlı ve yanlış tanımlamamak gerekir.
Bugün Kürdistan dışında yaşayan Kürtlerin durumu her bakımdan büyük bir ciddiyet içermektedir. Nerede, ne kadar Kürt’ün olduğu dahi bilinmemektedir. Denecek ki, Kürdistan’da gerçek Kürt nüfusunun ne kadar olduğu da bilinmemektedir. Bu durumda Kürdistan dışındakilerin gerçek sayısı nasıl bilinsin? Kuşkusuz bu da bir gerçekliği ifade etmektedir. Yine Kürdistan dışındaki Kürtlerin ne yaptıkları ve nasıl yaşadıkları da tam olarak bilinmemektedir. Ancak dünyanın dört bir yanına dağılmış oldukları ve Kürdistan dışındaki Kürtlerin sayısının neredeyse Kürdistan’da yaşayanların sayısına ulaşmakta olduğu bir gerçektir.
Bazıları bunlar için de ‘Kürt diasporası’ deyimini kullanmaktadır. Tehciri yaşamış olmaları nedeniyle bir bakıma böyle de ifade edilebilirler. Fakat diaspora kavramı daha çok ülkeden tamamen kopmuş ve artık başka bir yurt tutmuş olmayı içermektedir ki, Kürtlerin önemli bir kısmı için şimdilik bunu söylemek erkendir. Çünkü mevcut durumda yurtdışında olsalar da yurttan tam kopuk değildirler. Yaşanan ulusal ve toplumsal özgürlük mücadelesi geniş kitleleri ülke ve toplum ile daha da güçlü bağlamaktadır. Mevcut haliyle sonucun nasıl olacağı henüz tam belli değildir. Bu nedenle, ‘diaspora’ demek yerine ‘yurtdışındaki Kürtler’ demek şimdilik daha doğru olmaktadır.
Peki gidiş ve sonuç acaba nasıl olacaktır? İki yüz yılı bulan Kürt tehciri dünyanın en ağır diasporasını mı ortaya çıkartacak, yoksa özgürlük mücadelesi Kürt toplumunun çok büyük kısmını tekrar Kürdistan’a mı taşıyacak? Bugün gündemde olan yakıcı bir soru da bu olmaktadır. Yaşanan mücadelenin çok önemli bir boyutunu da bu oluşturmaktadır. Bu durumu tüm Kürtlerin iyi bilmesi gerekir. İşte bu sonucun belirlenmesinde de yurtseverlik kavramının çok önemli bir yeri ve rolü vardır.
Peki böyle bir durumda asgari Kürt yurtseverliğinin ölçü ve özellikleri nasıl olmalıdır? Şimdi üzerinde yoğunca durup tartışmamız gereken bir soru da bu olmaktadır.
Her şeyden önce, görünüşte hangi biçimde olursa olsun Kürtlerin yurtdışına çıkışının bir tehcir olayı olduğunu bilmek ve kabul etmek gerekir. İkincisi tehcirin bir soykırım yöntemi olduğunu ve insani açıdan asla kabul edilmemesi gerektiğini bilmek ve doğru anlamak önemlidir. Bu nedenle, diaspora haline gelmeyi asla kabul etmemek gerekir. Üçüncü olarak da, kuşkusuz her yöntemle söz konusu tehcire karşı mücadele etmek gerekli ve de önemlidir. Asgari yurtseverlik tutumu genelde bunları içermek durumundadır. Yoksa ‘yeni bir yer ve iş tuttuk’ ya da ‘Karnımız nerede doyuyorsa yurdumuz orasıdır’ gibi deyimlerle durumu ifade etmek asla yurtsever tutum olamaz. Böylesi tanımlar tehciri, dolayısıyla soykırımı meşrulaştırmak gibi bir sonucu ortaya çıkartır ki, bunun da ne kadar yanlış ve tehlikeli olduğu açıktır. Herkesin bu konuda bilinçli olması ve hiç kimsenin böyle bir olumsuzluğa düşmemesi gerekir.
Peki tehcire karşı yurtseverlik mücadelesi neleri içermelidir? Çok açık ki, öncelikle yurttan, Kürdistan’dan ruhen ve fikren asla kopmamayı gerektirir. İnsanın ayağı, yani gövdesi başka yerde olsa da ruhu ve fikri her zaman ülkesinde olmalı ve orayı yaşamayı bilmelidir. İkincisi, nerede olunursa orada Kürdistan özgürlük mücadelesine aktif olarak katılmak ve mücadeleye en ileri düzeyde güç vermeye çalışmak gerekir. ‘Biz buradayız, mücadele ülkede, o halde ülkede olanlar mücadele etsinler’ dememek gerekir. Ulusal ve toplumsal özgürlük mücadelesini asla kendi dışında ve sadece Kürdistan’da olanların işi olarak görmemek gerekir. Üçüncü olarak da, kuşkusuz Kürdistan’la sürekli ve en canlı ilişkiyi sürdürmek, yine Kürdistan’daki mücadeleye katkı sunmaya hep çalışmak ve tabi fırsat olduğunda ve zamanı geldiğinde de Kürdistan’a dönüşü gerçekleştirmek gerekir.
‘Ülkeye dönüş’ Önder Apo’nun ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin çokça baş vurduğu ve gerçekleştirdiği bir eylemdir. İlki Ankara’dan ülkeye dönüştür. İkincisi Lübnan-Filistin sahasından ülkeye dönüştür. Üçüncüsü de kesintisiz devam eden yurtdışından mücadeleye katılarak ülkeye dönüştür. Tabi bu üçüncüsüne metropoller de dahildir. Açık ki özgürlük mücadelesinin gelişimi ve yenilmezliği söz konusu ülkeye dönüşler sayesinde olmuştur. O halde, tüm yurtseverler olarak hepimizin, her zaman yönümüz ülkeye, Kürdistan’a dönük olmalıdır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika