Uzun süredir beklenen NATO zirvesi nihayet 14 Haziran’da yapıldı. Türkiye’de büyük bir muamma ve beklentiye dönüşen Biden-Erdoğan görüşmesi de nihayet aynı gün gerçekleşti. Bu iki olaya ziyadesiyle sevinenler oldu, aynı düzeyde üzülenler oldu. Sonunda herkes kendi tepkisini olayların değerlendirmesi olarak ortaya koydu. Açığa çıktı ki, aşırı düzeyde gözünün baktığından ötesini görememe veya ezberlediğini tekrarlama durumu var. Dolayısıyla bazı düzeltmeler yapmak gerekiyor.
Kuşkusuz 14 Haziran’daki NATO zirvesi Trump’lı toplantılardan biraz farklı oldu. En azından görüntü böyleydi. Belli bir düzen, disiplin ve ciddiyet göze çarpıyordu. Ortak toplantıyla birlikte yaygın ikili görüşmeler de yapıldı. Kimisi bu ortak toplantıyı öne çıkartarak “NATO’nun 2030 Vizyonu” diye bir şey ortaya attı. Olaya böyle bakanlar, mevcut durumu “NATO’nun kendisini yeniden yapılandırması ve dünyayı da yeniden yapılandırmaya başlaması” olarak değerlendirdiler. Hatta bu konuda o denli ileri gidenler oldu ki, alelacele NATO arabasına binmeyenlerin adeta bu dünyadan yok olacağı gibi bir izlenim yansıtıldı.
Tabi bazıları da ortak toplantıdan çok ikili görüşmeleri öne çıkardılar. Böyle yapanlar da her şeyi ABD eksenli olarak ele alıp, “Biden ile ABD’nin dünyaya geri döndüğünü” belirttiler. Bundan çok memnun olanlar olduğu gibi, “Biden demokratikleşmeyi öne çıkarmadı” diyerek yakınanlar da oldu. Aslında Biden, “Biz sadece Çin’e değil, bilmem hangi tür yönetimlere karşı bir plan yürütüyoruz” diyerek söz konusu beklentiyi karşılamak istedi. Fakat öyle muğlak kavramlar kullandı ki, söyledikleri çok fazla anlaşılmadı.
Kuşkusuz TV ekranlarında görülüp izlenenleri burada daha fazla yazıya dökmeye gerek yoktur. Zira herkes bizden daha fazla izleyip görmüştür. Dolayısıyla resmi yazı etmekten çok, burada görünenden çıkartılan sonuçlar ve daha çok da görülemeyen sonuçlar üzerinde durmak önemli ve anlamlı olmaktadır.
ABD görüşmelerinde Biden farkının olduğu tartışmasızdır. Önceki başkan Trump’ın yarattığı bazı şeyler aşılmaktadır. Örneğin düzensizlik, sadece kendini düşünme ve abartma gibi hususlar bunların başında gelmektedir. Biden ile birlikte ABD yeniden bürokratik devlet ciddiyetini kazanmış ve NATO’da müttefiklerine güven verir hale gelmiştir. Bu nedenle, son NATO toplantısı daha derli toplu bir görüntü vermiştir. Bu temelde de hem toplu olarak ve hem de ikili düzeyde bazı tartışmalar yapılabilmiştir.
Fakat değişiklik büyük ölçüde bu düzeydedir, yani görüntüdedir. Sadece görünene bakıp da onu resmetmek aslında yeterli bir değerlendirme değildir. Burada görünmeyene bakabilmek ya da tersi söyleyişle gözle bakılamayanı görebilmek önemlidir. Zira mevcut görüntüye bakarak, bunu NATO’nun yeniden yapılanması, 2030 vizyonu, dünyayı NATO’nun yeniden yapılandıracağı biçiminde değerlendirmek doğru değildir.
Bir kere söz konusu kavramlar NATO’da yeni kullanılmamaktadır. Yıllardır kullanılıyor, fakat pek de yeni bir şey ortaya çıkmıyor. Diğer yandan, NATO’da dünyaya yön verecek bir yeni fikrin ve icraatın ortaya çıkmasını sağlayan bir çalışma yok. Tersine kapitalist modernitenin kriz ve kaosu derinleşerek devam ediyor. Bundan doğan Üçüncü Dünya Savaşı askeri bakımdan düşük yoğunluklu olarak sürüp gidiyor. ABD ve NATO’da ne bu kriz ve kaosa son verecek güç ve ne de mevcut savaşı sona erdirecek irade var. O halde NATO nasıl yeni vizyon ediniyor, dünyayı neye göre yeniden yapılandıracak?
Çok açık ki, böyle bir şey ortada pek fazla gözükmüyor. Başta Saddam Yönetimi olmak üzere Ortadoğu’da bazı yönetimler yıkıldı; fakat yerlerine konanların durumu da ortadadır. Sermayenin serbest dolaşımı, daha çok kârı, güvenliği, İsrail’in güvenliği için Ortadoğu’yu parçalama hedefinde küresel kapitalizm fazla sonuç alabilmiş değildir. Dahası NATO karşıtı olan Çin ve Rusya, tarihlerinin en güçlü dönemini yaşamaktadır. Çin’in yükselişi karşısında ABD’nin egemenliğini kaybetme korkusunu yaşadığı bu süreçte, NATO kendi başına dünyaya nasıl yeni bir yapılandırma kazandıracaktır?
Yirminci yüzyıla bakarak, “işte otuz yıl geçti, krizden nispi çıkış gerçekleşecek, kapitalizm kendisini yeniden yapılandıracak” demek doğru değildir. Evet yirminci yüzyıl öyle yaşandı; fakat o, kapitalizmin karakteri gereği değil, dünya sosyalist devrimine kalkıp da bu devrimi gerçekleştiremeyen 1917 Rus Devrimi nedeniyle öyle oldu. Günümüzde böyle bir şey de söz konusu olmadığına göre, o halde “kapitalizm krizden çıkıyor ve NATO dünyayı dizayn ediyor” demek doğru değildir.
Benzer biçimde, ABD’de görülen Rusya ve Çin karşıtlığına bakarak, hemen “Yeni bir soğuk savaş dönemi başladı, kendimizi eski ayarlarımıza geri döndürelim” demek de doğru değildir. Evet günümüzde ABD-Rusya ve ABD-Çin çelişkisi ve çatışması yoğundur. Fakat bu durumu ABD-Sovyetler Birliği karşıtlığı gibi ele alıp değerlendirmek doğru değildir. Bu karşıtlıklar ABD-Sovyet karşıtlığından çok, Alman-İngiliz karşıtlığına benzemektedir. Bunun da hemen “Yeni bir soğuk savaş başlangıcı” olarak tanımlanamayacağı açıktır.
Tersine mevcut yaşananları kapitalist sistem içi çelişki ve çatışmaların yoğunlaşması, kriz ve kaosun derinleşmesi, ideolojik ağırlıklı Üçüncü Dünya Savaşının yayılarak sürmesi, sistem güçlerinin mevcut kriz ve kaostan çıkış gücü bulamaması ve bu durumda NATO görüşmelerinin sistem çöküşünü engellemek için tedbir arama çabaları olarak görülmesi gerekir. Zira yeniden yapılandırmanın kapitalistler tarafından olmayacağını, en azından yalnız başlarına bunu yapamayacaklarını görmek gerekir.
Özel olarak Türkiye’nin durumuna, NATO’da Tayyip Erdoğan’a verilen yere ve ABD-TC ikili görüşmelerine gelirsek, aslında gözle bakılanın ötesini görememek esasta burada yaşanmaktadır. Bazıları neredeyse “Biden, Tayyip yönetimini yıkmadı, Türkiye’ye demokrasiyi getirmedi” diyecekler. Gerçekten de insan bu anlayışa bakıp şaşmaktadır. AKP-MHP yönetimi adeta ABD tarafından yıkılacakmış gibi bir anlayış ve beklentinin ne kadar gerçek dışı olduğu ortadadır. Yine Türkiye’de demokratikleşmeyi ABD’nin sağlayacağı beklentisi hayret uyandırıcıdır. Halbuki ABD’nin öncülük ettiği sistem mevcut AKP-MHP faşizmini ortaya çıkarmıştır ve çıkarı doğrultusunda da sonuna kadar kullanacaktır. Nitekim yapılmaya çalışılan da bu olmaktadır.
Öyle anlaşılıyor ki, burada da ABD ve NATO tarafından, tıpkı Saddam Yönetimi ve benzerleri gibi, Tayyip Erdoğan Yönetiminin de cepheden karşıya alınacağı ve benzer yöntemlerle yıkılacağı sanısı vardır. Oysa Türkiye bir NATO ülkesidir ve Türkiye’de NATO, Irak ve Suriye’de olduğu gibi bir dış güç değil, tamamen bir iç güçtür. Dolayısıyla mücadelesi de cepheden değil, içerden olmaktadır. Nitekim son NATO toplantısında ve ikili görüşmelerde de bunun yaşandığı gözlenmektedir.
AKP-MHP Yönetimiyle cepheleşen bir ABD ve NATO, aslında Türkiye’deki etkinliğini azaltan ve çıkar mücadelesinde zayıf düşen bir konumu yaşamaktadır. Geçmiş süreçte bu durumu Erdoğan-Bahçeli yönetimi usta ve etkili bir biçimde kullanmıştır. Açık ki son NATO toplantısı ve ABD-TC görüşmesiyle bu durum değişmiş gibidir. Bunlara dayanarak ABD ve NATO Türkiye’ye daha çok dahil olacak, dolayısıyla da Türkiye içi mücadelede daha etkili olacaktır. Bunun da AKP-MHP yönetimi için iyi mi olacağı, yoksa kötü mü olacağı yakın zamanda görülecektir.
Aslında mevcut durum, AKP-MHP açısından yolun sonuna gelindiğini çok net bir biçimde göstermektedir. Son görüşmeler temelinde müttefikleri ile daha çok çıkar çelişkisi ve çatışması yaşayacağı açıktır. Bu da faşist diktatörlüğü yıkmak isteyen demokrasi güçleri için daha çok fırsat ve imkân sunacaktır. Tabi bu imkân ve fırsatları görüp değerlendirmesini bilenler ve faşizmi demokratik devrimle yıkma gücünü gösterenler için bu durum önemli ve anlamlıdır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika