Soykırımcı, işgalci, faşist bir devlet içinde geliştirilen demokratik eylemlerin, o devletin tüm hukuki-kurumsal sınırları dahilinde olması mümkün değildir. Doğru da değildir. Çünkü demokrasi ve demokratik eylem tanımları evrensel tanımlardır.
Demokratik eylem, toplumun, bir arada, özgür ve eşit şartlarda yaşamasını öngören, bunu sağlayamayan ve hatta engelleyen devlete, devlet kurumlarına karşı geliştirilen, karşı koyuş eylemleridir. Devlet zaten her türlü karşı koyuşu yok etmek ister. Doğası gereği böyledir.
Demokratik eylem, Türk devlet hukukunun soykırımcı sınırlarına hapsolmayı reddeder.
Soykırım sistemini tüm biçimleriyle uygulayan, her gün sokak ortasında, evlerde, işyerlerinde katliamlar yapan faşist bir devlete karşı yapılan oturma eylemleri, demokratik olmakla birlikte soykırımcı bir devlet karşısında demokrasiyi gerçekleştirme gücü zayıf olan bir eylemdir. Hele Kürdistan gibi, demokrasi kavramının zerre değerinin kalmadığı bir yerde, yok sayılan bir halkın bireylerinin yapacağı oturma eylemlerinin başlangıç mahiyetinde yaşananlara dikkat çekse de bundan öte bir değeri olmayacaktır.
Demokratik devrim mücadelesinde de bir denge-ölçü vardır. Bir tarafta hiçbir hak hukuk, anayasa ya da kural tanımayan çete tarzı bir iktidar gücü var. Diğer tarafta da tüm hakları elinden alınmış, ezici oy çokluğuyla kazanılan belediyelerin başkanlarının dahi kapı önüne konulduğu, belediyelerin önüne x-ray cihazlarının yerleştirildiği, dili yok sayılan, kültürü zaten külliyen yok sayılan-yok edilen ve her gün çalınarak kendi özünden çıkarılan bir toplumsal gerçeklik var. Böyle bir dengesizlik karşısında geliştirilen eylemlerin oturma eylemi şeklinden çıkarak daha aktif varolma eylemine dönüşmesi gereklidir. Belediye önlerinde ağırlıklı seçilmiş milletvekili ve belediye başkanlarının katıldığı eylemler süreklileşti ancak aynı oranla normalleşti. Bundan sonrası eylemler değişmezse sonuç almaz.
Oturma eylemleri, soykırımcı sistemin tüm kurumsal saldırıları karşısında çıplak direniş anlamında önemlidir. Yüzlerce polisin içinde 20 kişinin slogan atması, oturması çok anlamlıdır. Ancak giderek tanınan 20 kişinin katıldığı, slogan attığı, polisin de çemberi koruduğu, git-gel mesai yaptığı bir duruma dönüşür. Eğer büyük kitleler olursa ve düşmanın tahammül edemeyeceği yerlerde olursa oturma eyleminin bir anlamı olur. Örneğin binlerce kişi trafiği kapatacak şekilde oturma eylemi yapabilir. Yani soykırım sistemini bir şekilde işlemez hale getirmek gerekir. Zira sorun kayyumların gitmesi ve seçilmişlerin yine başkan olması değildir. Türkiye halklarının sorunu soykırım sistemi altında yaşamaktan kurtulmaktır.
Eylemin demokratik olması, eylemlerin tüm Türkiye’nin her tarafına yayılmasıyla mümkündür. Yine saldırılara muhatap parti olarak HDP’nin tüm Türkiye’deki eylemlere öncülük etmesi, tüm bileşenlerini devletin saldırıları karşısında harekete geçirmesi, eyleme çağırması gereklidir. Bunun ardından farklı parti, kurum ve demokratik örgütleri de eyleme çağırmalı, faşizm karşısında demokrasi bloğunu geliştirmelidir.
Türk soykırımcı sisteminin demagogları, en ufak demokratik söylemi, HDP’ye dair tek cümlelik yaklaşımları dahi terör diye yaftalıyor ve hemen toplumdışına, kabul edilebilirlik sınırlarının dışına itiyor, suçluyor, hedef gösteriyor. Ancak tüm HDP bileşenlerinin ve Türkiye demokratik-devrimci kesimlerinin bu psikolojik eşiği aşması gerekiyor. Aynı yöntemi AKP-MHP faşist ittifakı, seçim sürecinde de uygulamıştı ancak HDP hızla bu psikolojik özel savaş saldırısını aşarak kendi seçim çalışmalarını yürütür hale gelmişti.
Kürdistan’da oy veren herkesin bu eylemlere katılması, iradesine sahip çıkması ve eylemleri büyütmesi gerekir. Bundan dolayı “Oy veren gelsin, faşizm çöksün” “oy veren gelsin, soykırımcılar çöksün” sloganlarıyla tüm toplum eyleme çağrılmalı Amed, Van ve Mardin’de eylemler büyütülmelidir. “HDP halktır halk burada” demek, ne HDP’yi büyütmekte ne de eylemlerin içeriğini zenginleştirmektedir. Ki öyleyse saldırıları tanımlamak yerine halkı eyleme çağırmak, toplamak, örgütlemek gerekmektedir. Ayrıca diğer Kürdistan illerinden de Amed’e, Van’a ve Mardin’e kitlesel yürüyüşlerle sahip çıkma eylemleri olmalıdır.
Türkiye cephesinde de “faşist sistem çökecek, faşistler kaybedecek” sloganı etrafında başta hdp bileşenleri olmak üzere tüm demokrat kesimler eyleme katılmalı, örgütlenmeli ve eylemler kitleselleşerek Kürdistan’daki direnişe paralel direniş büyütülmelidir.
Öyle bir faşist sistem ki, Kürtlere karşı saldırılarını yükselttiği bir zamanda kendi içindeki tüm farklı sesleri yok etti. Kaz dağlarındaki eylemlerin tam da yükselmesi gerektiği bir zamanda sonlandırılması düşündürücüdür. Kürtlerin faşizm karşısında yalnız bırakılmaları, Kürtlerin terörist gösterilmesi karşısında tüm demokratik güçler harekete geçmelidir.