Direnip kazanmalıyız!

Direnip kazanmaktan başka hiçbir şansımız yoktur. Yediden yetmişe tüm yurttaşlar, ulusal, toplumsal kazanımlarını korumak istiyorlarsa bu direnişin birer parçası olmak zorundadırlar.

KUZEY VE DOĞU SURİYE

27 Kasım tarihide HTŞ öncülüğünde, Esad rejimine karşı başlatılan saldırı hamlesi ve sonrasında Halep ve Hama şehirlerinin düşmesi adeta Şam yönetiminin HTŞ’ye altın tepside sunulması gibi bir süreçle sonuçlanmıştır. Muhtemeldir ki HTŞ ve birleşenleri de bu kadar hızla sonuç alacaklarını ummuyorlardı. 

Kuşkusuz bunda birçok faktör rol oynamıştır. Hamas’ın, Hizbullah’ın büyük oranda darbelenerek sınırlandırılması, İran’ın hareket kabiliyetinin kırılması, Rusya’nın Ukrayna cephesinde zorlanması gibi faktörler üst üste eklendiğinde, Suriye cephesinde Esad Rejimini ayakta tutan tüm faktörlerin etkisiz hale getirilmesi sonucunu doğurdu. Baas iktidarı uzun süredir, hasta adam misali Rusya ve İran ortaklığıyla yaşatılan bir sistemdi. Bu yaşam kaynakları zayıfladığında ayakta kalamayacağı aşikârdı. Mücadeleler, özellikle savaş, temelde bir motivasyon işidir. Motivasyonunu kaybetmiş bir gücün direnmesi ve savaşı kazanması mümkün değildir. Esad Rejiminin yaşadığı da budur. Çözülme başlamış, panik ve dağınıklık, yer yer de uzlaşılarak Suriye HTŞ ve bileşenlerine teslim edilmiştir.

Bu süreç nasıl planlandı? Ne ön görülüyordu? Bu konularda birçok şey söylendi. Bunu HTŞ’nin planlayıp, başardığı ya da Türk devletinin ilk günlerdeki tereddütlü durumu aşarak, hızlı bir şekilde sahiplenmesiyle, Türk devletinin başarısı gibi lanse etme çabaları yanıltıcıdır. Kuşkusuz Türk devletinin önemli bir rolü vardır. İşin geri planında İngiltere ve NATO’nun olduğu tezi daha akla yatkındır. Bu süreçte iki güç azami yarar sağlamaya çalışmaktadır. İsrail ‘güvenlik kaygılarıyla’ belli bir alanı işgal ederken, Rejimden kalan tüm askeri altyapıyı imha etme sürecine girmiş, Türk devleti, Katar ortaklığında Suriye Milli Ordusu olarak tanımlanan gerçekte ise Kürtlere karşı örgütlendirilmiş paramiliter yapı olan çetelerle Kürtlerin Suriye’deki kazanımlarını ortadan kaldırma fırsatçılığı içerisine girmiştir.

Sistemi devralan HTŞ ve bileşenlerinin ciddi bir şaşkınlık durumu yaşadıklarını görebiliyoruz. Cihatçı İslami bir yapı, teröristliğe mahkum edilmiş ama Suriye kendilerine teslim edilmiş, bu durumu sindirmeye, yeni bir imaj yaratarak, kendilerini kabul ettirme çabası içine girmişlerdir. Fakat o kadar dağınık ve parçalı bir yapı söz konusudur ki özellikle de Katar finansörlüğünde Türkiye öncülüğünde dünyanın her yerinden devşirilmiş cihadist yapılar, başta Aleviler olmak üzere kendilerinden olmaya herkese karşı sergiledikleri vahşet görüntüleri her geçen gün artarak gündemde yerini almıştır.

Hali hazırda Suriye de parçalı bir durum söz konusudur. Bir yandan HTŞ merkezli Şam yönetimi, Kuzey Batı Suriye bölgelerinde Türkiye’ye bağlı Suriye Milli Ordusu adlı yapı ve hükümeti diğer yanda ise Kürt, Arap ve diğer etnik ve dinsel yapılardan oluşan Kuzey Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi. Bu her üç yapının da nasıl bir Suriye istedikleri, gelecek vizyonları birbirlerinden oldukça farklıdır. HTŞ öncülüğündeki hükümet ılımlı mesajlar verse de eninde sonunda cihadist şeriatçı bir yapıdır, esneme kabiliyeti çok azdır, belli bir yerden sonra ya kırılıp parçalanacaktır ki bu da kaos demektir ya da Suriye’nin parçalanmasına yol açacaktır. Türkiye destekli SMO hükümeti ise irili ufaklı onlarca mafyatik çete yapılarından oluştuğu için şu anda Türkiye’nin Neo Osmanlı hayallerinin basit aparatı olmaktan öteye gidemeyecektir. Bu yapı eninde sonunda Arap toplumunun da tepkisini üzerine çekecektir. Kuzey Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim, eksik ve yetersizlikleri olmasına rağmen tüm Suriye için halkların, inançların birlikte yaşamasının biricik modeli durumundadır.

İşte bu gerçekliğin farkında olan Türk devleti, koalisyonun, bölge Arap ülkelerinin, HTŞ’nin, silahları susturalım, nasıl bir Suriye kuracağız tartışalım çağrılarına kulaklarını kapatarak, sürekli bahaneler üretip Özerk Yönetim alanlarına saldırıya geçerek, oldu bittiler ile elini güçlendirmeye çalışmaktadır.

Suriye’de rejim değişmiştir ancak yenisi henüz yoktur. Yaşanan süreç bir kaos aralığıdır. Şuandaki birbirine benzemez yapılardan bir sistemin çıkması olasılığı yoktur. Görünen odur ki Suriye sadece Suriyelilere de bırakılmayacaktır. ABD’nin başını çektiği koalisyon ve Batının öncelikli gündemlerinden birisi İsrail’in güvenliğidir. Hamas gibi Sünni İslamcı ve yine Hizbullah gibi Şii İslamcı iki örgütle savaş halinde olan İsrail’in yanı başında başka bir İslamcı yapıya Suriye’yi teslim etmek gibi bir amaçları olabileceğini var saymak yanılgıdır. Eğer bu olacaksa bile muhtemelen ön görülen, derebeylikler biçiminde bölünmüş bir Suriye ve birazda Irak’taki gibi parçalı, kendi içinde didişip, çatışan, merkezileşemeyen bir yapı olacaktır. Yada Suriye fiilen bir kısmı komşu ülkeler tarafından ilhak edilerek parçalanacaktır. Son çıkan tablodan sağlıklı bir şeyin çıkma olasılığı çok zayıftır.

Kuzey Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi, kendi birliğini güçlendirip koruyabilirse (Bazı alanları kaybetme riski olsa bile) tüm bölge ülkelerine ve uluslararası hegemon güçlere en ideal alternatif olarak kendini kabul ettirme şansına her zamankinden daha fazla sahiptir. Bunu yaparken en önemlisi de Kürtleri düşmanlaştırma, hedef haline getirme çabalarının, bir aldatmacadan ibaret olduğu, Neo Osmanlıcı yayılma emellerinin Arap topraklarının da işgalini hedeflediği gerçekliğinin Arap toplumlarına ve bölge Arap güçlerine iyi anlatılması ve Kürt-Arap ittifakının, Türk devletinin işgal girişimlerini boşa çıkaracak bir dinamik olarak açığa çıkarılması önem arz etmektedir. 

Son olarak Kürtlerin DAİŞ’e karşı savaşı, özünde ülkelerini koruma savaşıydı. DAİŞ’e karşı savaşılırken Kürtleri yok sayan, varlıklarını inkar eden sisteme karşıda yürütülen bir savaştı. Kürtler ağır bedeller ödeyerek, kendilerini özgürleştirdiler ve bu sürecin sonucunda eğitimden, toplumsal yaşama dair projeler geliştirdi ve siyasal bir sistem kurdular. Bölge halklarıyla ortaklaşarak projelerini Suriye’nin bütününe taşıma içerisinde oldular. Kürtleri sadece DAİŞ’le mücadele üzerinden tanımlamak, tamamen art niyetli bir çarpıtma çabasıdır. Belki bir cennet bahçesi yaratmadık ama Ortadoğu gibi despotik rejimlerin ortasında, en başta da kadınlar olmak üzere onların insanlığa mâl olmuş kahramanlıklarıyla insanca yaşana bilir bir model yaratıldı. Bu model bedeli ne olursa olsun mutlaka korunmalıdır. Bunun için Kürdistani bir ittifak yada hiç olmazsa ortak talepler üzerinden bir araya gelen Kürdistani platform oluşturulmalıdır. Hakeza bölgede yaşayan tüm halkları, din ve mezheplerin ittifakını güçlendirmek, bozgunculuk çabalarını boşa çıkarmak önemlidir. Hepsinden de önemlisi direnme ve kazanma gücünü ortaya koyabilmektir. Kazanamazsan söylemlerin hiçbir önemi olmaz. Geçmişte yaptıklarının da hiçbir önemi olmaz. HTŞ bunun en somut örneğidir. İlkesiz, pragmatist bir dünya da yaşıyoruz, terörist olarak tanımlanan HTŞ ve onun lideri ile BM’de dahil dünyadaki tüm güçler yoğun bir şekilde ilişki arayışına girmiştir. Dolayısıyla direnip kazanmaktan başka hiçbir şansımız yoktur. Yediden yetmişe tüm yurttaşlar, ulusal, toplumsal kazanımlarını korumak istiyorlarsa bu direnişin birer parçası olmak zorundadırlar.