Kapitalist modernite ve çevresel yıkım

Kapitalist modernitenin aşırı kâr hırsı ve büyüme arzusu, dünya ekosistemini tehdit ediyor. Bu noktada demokratik modernite bir çözüm gücü; ahlaki, ideolojik ve pratik alanda güçlü bir alternatif olarak ortaya çıkmaktadır.

“Ekolojik bilinçten yoksun bir toplumsal bilinçlilik, reel sosyalizm olgusunda da görüldüğü gibi çözülmek ve yozlaşmaktan kurtulamaz. Ekolojik bilinç temel ideolojik bir bilinçtir. Felsefeyle ahlakın sınırları arasındaki köprü gibidir.” Abdullah Öcalan

Doğada insanın neden olduğu çevresel yıkım, aslına bakarsanız çok eski dönemlerde başlamıştır; fakat sanayi devrimine kadar geçen sürede yaşanan çevresel yıkımlar daha çok yerel düzeyde kalıp, küresel bir etki yaratmamıştır. Sanayi devrimi sonrası başlayan aşırı üretim ve yaşanan iki savaş, toplumsal yaşamın maddi temelini oluşturan doğal çevre üzerinde büyük bir yıkıma neden oldu. Günümüze gelindiğinde ise insana özgü faaliyetler sonrası ortaya çıkan çevresel yıkım, bütün canlıların yaşamını tehdit eder hale geldi. İnsan kaynaklı çevre felaketleri, günümüzün temel problemlerinden biridir. Endüstrileşme ve uygarlığın tarihi, bir yönüyle üzerinde yaşadığımız dünyanın yıkım tarihine denk gelmektedir.

İnsanlığın temel sorununu dar anlamda endüstrileşme, üretim ve kalkınma olarak gören kapitalist modernite içi sağ ve sol anlayışlar, yaşamı yeniden ürettiklerini zannederken aslında hızla tüketmişlerdir. Reel sosyalizmin birçok kusurundan bahsedebiliriz; fakat en temel birkaç kusurundan biri, insan-doğa ilişkilerinde kapitalist modernitenin bir adım ötesine gidememesi olmuştur. Amerika, 1945’te Nagazaki ve Hiroşima’da savaşın bitimine yakın, aslında Japonya teslim olmak üzereyken, atom bombası kullanarak sadece Japon halkına karşı değil; bütün insanlığa karşı suç işlemiştir. Sovyetler Birliği de enerji üretiminde birçok farklı alternatif varken, kaynaklarını silah üretimine ve enerjide atom santrallerine ayırmış ve Çernobil gibi bütün Karadeniz havzasının nükleer bir tehditle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.

Kapitalist modernitenin neden olduğu akıl tutulması, aşırı kar hırsı ile bir süre sonra üzerinde yaşadığımız dünyayı sonsuz bir hammadde kaynağı olarak görmeye başlamış ve büyümenin sonsuz bir potansiyel olduğuna dair yanlış bir inanca kapılmıştır. 1970’li yıllara gelindiğindeyse, gerçeğin hiç de böyle olmadığı, sonsuz büyüme isteğinin her şeyi korkunç bir felakete doğru sürüklediği gerçeği ortaya çıkmıştır. Uzun bir süre sonra, ilk defa kimi insanların kentleşme ve sanayileşmeye karşı ortaya koydukları eleştirel duruş daha fazla duyulur olmuştur. “Sonlu bir dünyada yaşıyoruz!” İnsan, bu gerçekliği kavramadan hiçbir yeniyi inşa edemez. İnsanın geliştireceği hiçbir teknik, bir parçası olduğumuz dünyamızın sonlu olduğu gerçeğini ortadan kaldıramaz. Sorun teknik değil; zihniyet ve ahlak sorunudur.

İNSAN VE EKOSİSTEM ARASINDAKİ İKTİDAR İLİŞKİLERİ

Günümüze kadar birçok ideoloji ve inanç, düşünsel örgüsünü insanı merkeze alarak kurmuş, insan ve içinde yaşadığımız ekosistem arasındaki iktidar ilişkilerini görmezden gelmiştir. Geldiğimiz noktada bu yaklaşım, bütün insanlığı hızla büyük bir felakete doğru sürüklemektedir. Doğa; insanın yararlanacağı, kendi ihtiyaçları için dönüştüreceği, ehlileştireceği bir kaynak deposu değildir. Bu bakış açısı, üzerinde yaşadığımız dünyayı büyük bir felaketin eşiğine getirmiştir.

Kapitalist moderniteye göre, kendi uygarlığının ilerlemesi ancak insanın, doğanın tamamına hâkim olmasına bağlıdır. Bu bakış açısıyla, gelişmiş teknolojileri kullanarak doğaya daha fazla hâkim olan, yani daha sanayileşmiş Batı toplumları modernken, bunu başaramamış toplumlarsa geri kalmıştır. Başta Çin ve Hindistan olmak üzere büyük nüfusa sahip ülkeler hem tüketim hem de üretim anlamında klasik kapitalist modernitenin ekonomik büyüme modelini ölçü almakta ve yaşanan ekolojik yıkım sürecini hızlandırmaktadırlar.

İNSAN-DOĞA İLİŞKİSİ

Özellikle 17. yüzyıldan sonra matematik, fizik gibi doğa bilimlerinde ortaya çıkan gelişmeler, insanın gözünde doğayı araştırılabilir, kanunları keşfedilebilir bir nesneye dönüştürmüştür. Bu da insanın, kendini doğadan soyutlamasına ve doğaya yukarıdan bakmasına neden olmuştur. Doğa, insanın gözünde kendisinden bağımsız, insanın dışında kuralları bilinebilir ve kullanılabilir; insanların gözünde aktif bir özne olmaktan çıkmış ve kapitalist modernite açısından ehlileştirilebilecek basit, pasif bir nesneye dönüşmüştür. Buradan bakılınca, kapitalist modernitenin temel dayanaklarından biri olan aydınlanma düşüncesi, doğayı kontrol edilebilecek bir nesneye indirgediği için insan merkezli ve anti-ekolojiktir. Bu durum, geldiğimiz yer itibariyle daha fazla tartışma konusu edilmelidir.

İNSAN MERKEZLİ İDEOLOJİLER

İnsanı içinde yaşadığı ekosistemin dışında değerlendiren, onu doğaüstü ve her şeyin merkezi olarak gören hiçbir ideoloji ve inanç, kapitalist modernitenin sebep olduğu sorunları çözemez; aksine daha fazla büyütür, her çözüm bir sonraki daha büyük felakete sebep olur. İnsan, kendisinin istisna bir yaratık olduğunu ve içinde bulunduğumuz ekosistemde diğer türlerden farklı olduğuna inanmıştır. Buna göre insan, aklı ve kullandığı teknolojiler sayesinde çevresel kısıtlamalara maruz kalmayacaktır; fakat bu anlayışın doğru olmadığı, defalarca yaşanan çevre felaketleriyle ispatlanmıştır.

Eskiden insanlar, sanayileşme ve endüstrileşmeyi bir tür kurtarıcı olarak değerlendirirken, günümüzde doğaya rağmen sanayileşme ve endüstrileşme, insanlığın en büyük felaketi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bundan tam 72 yıl önce, 1952 yılında Londra’da doğa, kapitalist modernleşmeci anlayışlara ilk uyarılarından birini yapmıştı.

LONDRA’NIN BÜYÜK ÇEVRE FELAKETİ

Uzun bir süre boyunca kentleşme ve kapitalist modernitenin sembol şehirlerinden biri olan Londra, 5-9 Aralık 1952 yılında ilk etapta 4 bin, ilerleyen dönemde ise 8 bin kişinin daha yaşamını kaybetmesine neden olan büyük bir çevre felaketi yaşamıştı. Uzun bir süre boyunca sanayi devrimi ve kentsel büyümenin merkezi olan Londra’da zaman içerisinde hava kirliliği o birkaç gün içerisinde göz gözü göremeyecek boyutlara ulaşmış, atmosfer emilimi gerçekleşmeyen kirli hava kent üzerinde kalmış ve binlerce insanın boğularak ölümüne neden olmuştu. Kapitalist modernitenin kent odaklı endüstriyel/ekonomik büyümeyi merkezine alan anlayışı, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası benzeri birçok çevre felaketine neden olmuştur.

Evrende istisna ve özel olduğu algısı, insan/doğa ilişkilerini bozmuş, üzerinde yaşadığımız dünyada insanla birlikte var olan bütün diğer canlı ve cansız varlıkları insanların gözünde basit bir nesneye dönüştürmüştür. Halbuki insanın da bir parçası olduğu ekosistem, hem insanların yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayan kaynak, hem yapılan üretim ve tüketim sonucunda açığa çıkan atıkları öğüten bir atık deposu, hem de insanların yaşam alanıdır. Sorun tam da bu noktada ortaya çıkıyor; insanların sürekli daha fazla yaşam alanına, kaynak deposuna, üretim ve tüketim sonucu ortaya çıkan atıklar için atık havuzuna ihtiyaçları olduğu için daha fazla üretim ve tüketim isteği, aslında sürekli bir bozma ve tahrip etme faaliyeti olarak karşımıza çıkıyor.

KAPİTALİST MODERNİTENİN EKOLOJİK KRİZE KATKISI

Kapitalist modernitenin mevcut kaynakları her geçen gün daha fazla kullanması, biten kaynakları başka bir kaynakla değiştirmesi, yüz yüze olduğumuz ekolojik krizin sadece daha da kötüleşmesine neden olmaktadır. Bütün bunların temel nedeni; kapitalist modernitenin son üç yüz yılda insanın zihin dünyasını ve dünya algısını irrasyonel kodlamalarla dumura uğratmasıdır. Uzunca bir süre insanlar, kendilerinin içinde bulundukları ekosistemden bağımsız olduklarını varsaydılar. Yine kapitalist modernitenin düşünce kodlarıyla dış dünyayı değerlendiren birçok insan, kendilerinin inşa ettikleri kurumlara sarsılmaz bir güven duymaya, büyümenin, gelişmenin ve genişlemenin sonsuz olduğuna inanmaya başladılar. 

ÇÖZÜM PARADİGMANIN DEĞİŞMESİ

Halbuki karşı karşıya kaldığımız ekolojik yıkım, bize bu iflah olmaz insan merkezli kibrin hiçbir karşılığı olmadığını defalarca gösterdi. Buna rağmen daha fazla üretme ve kar etme hırsı, günümüz sermaye çevrelerine aynı yanlışı yaptırmaya devam etmektedir. Geldiğimiz noktada, insansal faaliyetlerin neden olduğu yıkım, ekosistemin kendisini yenileyebilme kapasitesinden çok daha fazladır. Bu krizlerden çıkabilmenin biricik yolu; bütün üretim ve tüketim paradigmasının değiştirilmesinden geçer. Sürekli daha fazla üretim ve daha fazla kâra odaklanmış anlayış, hangi tedbirleri alırsa alsın, günün sonunda sadece sorunun büyümesine neden olur. Çözüm, bütün paradigmanın değişmesidir.

Kendini her şeyin merkezine koyan insan, bizzat sorunun kendisi haline gelmiştir. Günümüz insanı, kendisi ve çevre arasındaki ilişkiyi yeniden gözden geçirmez ve radikal bir değişime uğratmazsa, bütün canlı yaşamı geri dönüşsüz bir tehditle karşı karşıya kalır. Her ne kadar insan teknoloji kullanabildiği ve kültürel olarak geliştiği için diğer canlılardan farklı olduğunu ortaya koymuş olsa da bu durum, insanların diğer türlerle birlikte küresel ekosistemin bir parçası ve oradaki ahenge bağımlı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Çünkü insan yaşamı, sınırlı bir biyofiziksel çevreye bağlıdır ve bu sınırlılık, insan eylemlerini hem içerik hem de kapasite olarak belirler. Son üç yıl boyunca insanlar, çok önemli buluşlar yaptılar. Başlangıçta temel sorun üretimken, günümüzde sorun, artık çevreye zarar vermeyen ve aynı zamanda ihtiyacı esas alan üretime doğru hızla yol almaktadır.

KAPİTALİST MODERNİTEYE KARŞI DEMOKRATİK MODERNİTE 

Kapitalist modernitenin insanı merkeze alan yaklaşımı, içinde bulunduğumuz küresel ekosistemin diğer unsurlarını sadece basit bir nesneye dönüştürdüğü için bütün canlı yaşamını tehlikeye atmıştır ve bu soruna kapitalist modernite içerisinde bir çözüm bulunamaz. Geldiğimiz noktada insan/doğa ilişkilerinin yeniden sorgulanması ve yeniden tanımlanması gerekmektedir. Demokratik modernite bu noktada bir çözüm gücü; ahlaki, ideolojik ve pratik alanda güçlü bir alternatif olarak ortaya çıkmaktadır. Eğer insanlık yaklaşan dönemlerde ekolojik krizleri öngöremez ve bir çözüm bulamazsa, büyük bir varoluşsal felaketle karşı karşıya kalma tehlikesi altında; bu açıdan bakıldığında, yeni dönem politik pratiğin ve ideolojik kavrayışın yeni bir ekolojik paradigmaya ihtiyacı var. Kapitalist modernitenin neden olduğu bu ekolojik yıkım, onun içinden çıkan metotlarla çözülemez. Burada yeni bir düşünme ve davranış biçimine, yani yeni bir paradigmaya ihtiyaç var.

EKONOMİK VERİMLİLİKTEN EKOLOJİK VERİMLİLİĞE

Eskiden ekonomik verimlilik kavramı, en az sayıda insan ve kaynak kullanarak en fazla ürün nasıl alınır üzerinden tartışılırdı. Halbuki günümüzde ekonomik verimlilik kavramı, ekolojik verimlilik kavramı ile yer değiştirmek zorundadır. Ekolojik verimlilik kavramı, daha çok bir üretim süreci için kullanılan enerji ve diğer doğal kaynaklarla ilişkilendirilerek ölçülmektedir. Kapitalist modernitenin sürekli daha fazla tüketimi teşvik etmesi, ayrı bir başlık altında tartışılmalıdır. Üzerinde yaşadığımız dünya hem evimiz hem kaynaklarını kullanarak üretim yaptığımız hem de üretim ve tüketim süreci sonrasında ortaya çıkan atıklarımızı bıraktığımız bir yerdir. Evimizi kirleterek mutlu olamayız; modern insan, yediğini içtiğini kendi evinde pervasızca oraya buraya atan bir yerde duruyor. Asıl tehlike burada; bu, büyük bir ekolojik yıkıma ve toplumsal çürümeye neden olmaktadır. Her geçen gün bozulan insan/doğa ilişkileri, bir süre sonra insan/insan ilişkilerini de içinden çıkılmaz bir noktaya getirecektir. Eğer bugünden doğru tedbirler alınamazsa, dünyamız üzerinde yaşanılamaz bir hale gelecek; çünkü kapitalist modernitenin kodladığı insan, kendi üzerinde yaşadığı dünyayı daha fazla kar ve daha fazla tüketim hırsıyla hızla yok etmektedir.

KONTROLSÜZ KENTLEŞMENİN YARATTIĞI ÇEVRESEL YIKIM

İnsanlık var olduğu günden beri, yaşamını çevresini değiştirerek sürdürmektedir; fakat günümüzde çevre kirlenmesi olgusu, ilk defa insan ve ekolojik denge ilişkisinin bozulmasına yol açacak yoğunlukta yaşanmaktadır. Bu noktada özellikle kent yaşamı ve kentler önemli hale gelmiştir. Kentleşme kavramı üzerine çalışan çevreler, genellikle kent olgusunu sanayi devrimi öncesi ve sonrası kentleşme olarak iki ayrı şekilde ele almaktadırlar. Sanayi üretimi ve üretilen malların ticareti üzerinden elde edilen yüksek gelirler, kentlerin hızla gelişmesi ve büyümesine neden olmuştur. Kent, kavram olarak sadece fiziki bir mekân ve o mekânda yaşayan insanların sayısı ile tanımlanamaz, içerik olarak bunun çok ötesinde bir anlama sahiptir. Genel olarak modern kentlerin sanayileşme sonrası ortaya çıktıkları söylenebilir; kentler aynı zamanda toplumsal tabakalaşma, üretimde farklılaşma ve uzmanlaşmanın yaşandığı yerlerdir. Buradan bakınca kentler, insan topluluklarının yaşamını ekonomik, siyasal, sınıfsal ve kültürel olarak muazzam değişime uğratmışlardır.

İnsanlar, bireysel olarak yapılması imkânsız olan bazı zorunlu faaliyetleri kentlerde bir araya gelerek belirli bir iş bölümü ve uzmanlaşma yaşayarak çözmek istemişlerdir. Modern kentlerin ortaya çıkışı ve sanayileşmenin aynı döneme denk gelmesi tesadüf değildir. Kentleşme, basit bir şekilde sadece insanların topraktan koparak kentlerde yaşamaya başlaması olarak izah edilemez. Kentleşme, insanların birbirleri ve çevre ile ilişkilerini kökten bir değişime uğratmıştır. Kapitalist metropollerde kentleşme; üretimdeki, ticaretteki ve hizmet sektöründeki gelişmeleri takip eden bir seyir izlemiştir. Az gelişmiş ülkelerde ise kentleşme olgusu, demografik, ekonomik ve toplumsal karakteristiği açısından farklı özellikler göstermektedir. Bu ülkelerde kentleşme, sanayileşmeden daha hızlı bir tempoda ilerliyor; mevcut ekonomik arka plan yeterli olmamasına rağmen buralara yönelik yoğun göç, kentlerin kenarlarında yoğun işsiz nüfusun birikmesine ve düzensiz konutlaşmaya neden olmaktadır.

Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sonrası, kitlesel üretim metotları işlerlik kazanmış ve bunun sonucunda çevresel yıkım süreci hızlanmıştır. Ayrıca kentlerde gerek üretim ve gerekse de tüketim süreci boyunca çevreye bırakılan atıklar, yaşanan çevre sorunlarını büsbütün arttırmıştır. Kentlerde yaşayan insan toplulukları, ne yazık ki hem çevresel bozulmalara neden olan hem de ondan olumsuz etkilenen kitlelere dönüşmüştür. Hava kirliliği, gürültü, trafik yoğunluğu, gecekondulaşma, azalan yeşil alanlar kontrolsüz kentleşmenin neden olduğu bozulmalardır. Sanayi devrimi, geçmişteki sosyal ve kültürel yapıyı muazzam bir değişime uğratmış; geçmişte bolluk ve refahla anılan sanayi devrimi ve kentleşme, günümüzde neden olduğu çevre sorunlarıyla birlikte anılmaya başlamıştır.

İNSAN KAYNAKLI DOĞAL FELAKETLERİN YOKSULLUĞA ETKİSİ 

Geldiğimiz noktada, insan kaynaklı doğal felaketler günümüzde yaşanan yoksulluğun temel nedenlerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Afrika’da ve dünyanın birçok başka yerinde yaşanan açlık ve yoksulluğun en önemli nedenlerinden biri de kuraklık veya aşırı yağışlar gibi doğal felaketlerdir. Bir tarafta yenilenebilir kaynakların azalması, emisyon, beslenme ve çöp gibi sorunların ortaya çıkardığı yoksulluk ve çeşitli hastalıklar; diğer tarafta açlık, yoksulluk ve yetersiz eğitimden kaynaklı çevrenin tahrip edildiğini görüyoruz. Halbuki, birçok yeni teknolojik gelişme yaşanmış ve insanlar aksine, bütün bu gelişmelerin dünyada yoksulluk sorununu tamamen ortadan kaldıracağını düşünmüşlerdi.

İnsanın doğaya müdahalesi öncesinde dünyadaki değişimin kaynağı kozmik ve coğrafi kuvvetler iken, son iki yüzyıldaki insani müdahaleler sonucunda bu süreç tamamen değişmiş ve doğal yaşamı tehdit eder bir boyut kazanmıştır. Özellikle son yüzyıl boyunca insan, kendisi ve doğa arasındaki ilişkileri kendi lehine bozmaya çalışmıştır. Gelinen noktada; insanın doğaya müdahalesi bütün canlı yaşamını tehdit eder bir boyut kazanmıştır. Sürekli bir zenginleşme ve daha iyi bir yaşam isteği dünyayı korkunç bir küresel yıkımın kenarına getirmiştir. İnsan, doğadan yararlanırken aynı zamanda doğanın korunmasına özen göstermemiştir. Bugünkü çevresel bozulmanın en temel nedeni, insanın ekonomik faaliyetleridir. Bütün bu sorunlar her geçen gün daha fazla küresel bir nitelik kazanmakta ve etkisini daha da sert göstermektedir. Birçok ülkede hızla artan nüfus oranları bu sorunların daha da artacağını göstermektedir.

KAPİTALİST MODERNİTENİN ÇEVRESEL ETKİLERİ

Kapitalist modernitenin sebep olduğu çevresel yıkım; toprağını ekemeyen, balığını tutamayan ve bütün bu nedenlerden dolayı yaşadığı bölgeleri terk etmek zorunda kalan yeni yoksul kitlelerin oluşumuna neden olmuştur. Dünyanın birçok yoksul bölgesinde yapılan çalışmalar, yoksulluk ile çevre sorunlarının iç içe geçtiğini göstermektedir; fakat konunun dramatik tarafı, kendileri bir çevresel yıkımın mağduru olmuş bu çevreler, içinde bulundukları sosyo-ekonomik nedenlerle kendilerinin de bizzat mağduru oldukları bu çevre sorunlarına kayıtsız davranmaktadırlar. Birçok az gelişmiş ülke, ekonomik faaliyeti sadece endüstriyel faaliyete indirgemektedir; halbuki bu ülkelerde tarım ve hizmet sektörü de öne çıkarılabilir ve endüstriyel üretim çevre dostu hale getirilebilir.

DOĞAL KAYNAKLARIN KORUNMASI VE UZUN VADELİ ÇÖZÜMLER

Dönemsel üretim için ülkenin geleceğini feda eden çabalar, ülkelerin kendilerini tüketerek ancak kısa vadeli çözümler üretebilir; fakat uzun dönemde o bölgede yaşayan halklar içinse yıkım olacaktır. Halbuki doğal kaynakların uzun vadeli korunması, o ülkede yaşamın uzun vadeli güvenceye alınmasının tek yoludur. Çünkü doğa bütün ekonomik faaliyetlerin temelidir. Doğal kaynaklarını kısa dönemli çıkarları için yok eden ülkeler, kendi yaşam alanlarını yok etmektedirler. Birçok az gelişmiş ülke, “önce gelişme, sonra çevre koruma” yaklaşımı içerisinde kendi ülkesini adeta yok etmektedir. Halbuki kurumuş dereler bir daha gürül gürül akmaz, kimyasallarla kirletilmiş denizlerde yok olan canlı çeşitliliği bir daha geri getirilemez, her geçen gün daha da incelen ozon tabakası bir daha eski haline gelmez, kimyasal atıklarla kirletilen tarımsal bölgeler bir daha verimli hale döndürülemez. Kapitalist modernitenin kodladığı ekonomik modeller sadece yıkıma neden olmuşsa da insan, doğa ve demokratik modernite ile nihai barışını sağlayabilir.

YOKSULLUK VE ÇEVRESEL BOZULMALARIN İLİŞKİSİ

Yapılan çalışmalar, dünyada bir milyardan fazla insanın yoksulluk içinde yaşadığını ve bu sayının her geçen gün daha da hızlandığını ortaya koymaktadır. Buradan bakınca, yoksulluktan kaynaklanan çevresel bozulmaların giderek daha büyük tehlike oluşturacağını öngörebiliriz. Birçok ülkede yaşanan nüfus artışı ve göç gibi nedenlerle yerleşim alanları orman alanlarına ve meralara doğru genişlemektedir. Halbuki bunun tam tersi olmalı; insanlar orman varlığını ve mera alanlarını özellikle korumaya çalışmalıdır. Çünkü ormanlarla birlikte birçok canlı türü de yok olmakta, ayrıca ormanların yok olması erozyona neden olmakta ve etkin tarımsal faaliyeti imkânsız hale getirmektedir.

YOKSULLUĞUN SOSYO-EKOLOJİK SONUÇLARI

Bir toplum açısından yoksulluk, bir ülke veya uygarlığın çöküşünün ilk basamağıdır; eğer bir toplumda yoksulluk sürekli büyüyorsa, o toplumun hem sosyal hem de ekolojik olarak çökmesi kaçınılmazdır. Her geçen gün daha fazla yoksullaşan toplumlar, bir süre sonra kendi içlerinde harmonilerini kaybederler ve ağır bir yıkım sürecine girerler. Geçmişte doğal kaynakların tahribatı, birçok uygarlığın yok olmasına neden olmuştur. Örneğin, Mezopotamya bölgesinde kurulan uygarlıkların yükselişinde Fırat ve Dicle ırmaklarının kuşkusuz çok önemli bir payı vardır; fakat bir süre dışa doğru genişleyen bu uygarlıkların çöküşü de doğal kaynakların yetersizliğinden ve bozulmasından kaynaklı olmuştur. Birçok tarihçi, Sümer Uygarlığı’nın çöküşünde aşırı sulamayla birlikte artan tuzlanmanın bir süre sonra tarımı zorlaştırdığını söylemektedir.

ARTAN NÜFUSA BAĞLI YOKSULLUK

Genel olarak dünya nüfusunun artması ve kapitalist modernitenin koşullandırdığı üretme ve tüketme isteği, insanları her geçen gün daha fazla üretime teşvik etmektedir. Halbuki bu gelişme, dünyada kıt miktarlarda var olan doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı daha fazla arttırmaktadır. Son elli yılda nüfus hızla artarken, artan nüfusu besleyecek su, tarım arazileri gibi alanlar ya aynı kalmış ya da sınırlı sayıda arttırılabilmiştir. Özellikle denizlerde meydana gelen kirlenme, birçok canlı türünün tamamen yok olmasına neden olmuştur. Uzmanlar, artan nüfus ve buna bağlı ortaya çıkan yoksulluk nedeniyle dünyanın periferisinden merkezlerine doğru göç olaylarının artarak devam edeceğini söylüyor.

KAPİTALİST MODERNİTENİN YIKICI ETKİLERİ

Kapitalist modernitenin sürekli kışkırttığı daha fazla üretim ve tüketim arzusu, kişi başına düşen tüketim miktarını artırmaktadır. Bu da daha fazla çevresel sorunlara neden olup, hızla kaynakların tükenmesine ve çevrenin geri dönüşsüz tahrip edilmesine yol açmaktadır. Kapitalist modernitenin çözüm diye sunduğu çevre dostu ürünler de sorunun çözümüne katkı sağlamaz; sürekli artan üretim ve daha fazla kar arzusu ortadan kaldırılmadan çevre üzerindeki baskı ve bozulma durdurulamaz. Çevre üzerindeki insan kaynaklı baskı sadece teknik bir soruna indirgenemez; sorun burada ahlaki ve ideolojiktir. İşte bu nedenle bu sorun, kapitalist modernite içerisinde çözülemez. Basit bir örnek: “Çok uzun bir süredir dünya üzerinde küresel ısınma gibi, yerküremizdeki canlı yaşamını uzun vadede tehdit eden bir hayalet dolaşırken, iktidarlar konuyu çözmede isteksiz davranmakta, kaynakları silah ve daha fazla üretime ayırmaktadırlar.”

 TEMEL ÇEVRE SORUNLARI

  1. Fosil Yakıtlar Kaynaklı Küresel Isınma: Yapılan çalışmalar, endüstriyel üretim sonrası atmosferdeki karbondioksit oranını 418 ppm, küresel sıcaklık artışını 1,15 derece olarak tespit etmektedir. Artan sera gazı salınımları, küresel sıcaklığın istikrarlı bir biçimde arttığını göstermektedir. Bilim insanları, gezegenin yıkıcı sonuçlara yol açabilecek bazı eşik noktalarını çoktan geçtiği konusunda kamuoyunu sürekli uyarmaktalar. Buna rağmen, hükümetler ya tamamen duyarsız davranmakta ya da yeterli önemi göstermemektedirler.

  2. Gıda İsrafı: Her yıl üretilen gıdanın yaklaşık üçte biri çeşitli nedenlerle çöpe atılmaktadır. Bu, yaklaşık 3 milyar insanın beslenmesine yetecek kadar gıda demektir. Zaten kıt olan kaynaklar, sonra çöpe gidecek bu yiyecekler için kullanılmaktadır.

  3. Biyoçeşitlilik Kaybı: Yapılan çalışmalar; memeli, balık, kuş, sürüngen ve amfibi canlıların nüfuslarında 1970 ve 2016 yılları arasında ortalama yüzde 68’lik bir azalma olduğunu ortaya koymaktadır.

  4. Plastik Atıklar: 1950 yılında bütün dünyada yılda yaklaşık 2 milyon tondan fazla plastik üretiliyordu. Bu rakam günümüzde 420 milyon tona çıkmıştır ve bu atıkların çoğu çevreye atılmaktadır. Bunun yaklaşık 14 milyon tonu her yıl okyanuslara atılmakta ve deniz canlılarına büyük zararlar vermektedir.

  5. Ormansızlaşma: Uzmanlar, her bir saatte 300 futbol sahası büyüklüğünde ormanların yok edildiğini ifade ediyorlar. Özellikle Brezilya, Kongo ve Endonezya’da orman varlığı hızla yok ediliyor. Amazonlar, 6,9 milyon kilometrekarelik bir alana yayılıyor ve Güney Amerika kıtasının yaklaşık yüzde 40’ını kapsıyor. Amazon ormanları, hayvanlar ve bitkiler açısından muazzam bir biyo çeşitliliğe sahip; fakat bu çeşitlilik sürekli ve her geçen gün daha fazla yok ediliyor. Hükümetler ise bunu sadece izliyor.

  6. Hava Kirliliği: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, her yıl 4 ile 7 milyon arasında insan hava kirliliğinden kaynaklı yaşamını kaybediyor ve her 10 insandan dokuzu yüksek derecede kirli maddeler içeren hava soluyor.

  7. Eriyen Buz Kütleleri ve Yükselen Su Seviyesi: Her geçen gün kendini daha fazla hissettiren iklim krizi, kutuplardaki sıcaklığın dünyanın başka herhangi bir yerine göre iki kat hızla artmasına neden oldu. Denizler yıllık ortalama 3,2 mm’lik bir oranda yükseliyor ve yirmi birinci yüzyılın sonunda bu oranın 0,7 metreye kadar çıkacağı düşünülüyor. Kutuplarda özellikle Grönland Buzul Tabakası, deniz seviyesinin yükselmesi açısından en büyük tehlikeyi oluşturuyor. Dünya açısından en büyük güncel sorunlardan bir tanesi budur; eğer bu süreç durdurulamazsa Grönland’da erimenin dakikada bir milyon tona çıkacağı düşünülmektedir. Eğer bütün Grönland erirse deniz seviyesi bütün dünyada altı metre yükselecek.

  8. Okyanusların Asitlenmesi: Küresel sıcaklık artışı, dünya yüzeyini değil, okyanusların da asitlenerek kimyasal yapılarının bozulmasına neden oldu. Okyanuslar, atmosfere salınan karbondioksitin yaklaşık yüzde otuzunu emmektedir. Fosil yakıt kullanımı ve artan orman yangınları gibi faaliyetler devam ettikçe denizlerin yükü de artmaktadır.

  9. Tarım: Araştırmalar, küresel gıda zincirinin insan kaynaklı sera gazı salınımının üçte birinden sorumlu olduğunu gösteriyor. Bunun yüzde üçü hayvancılık ve balıkçılıktan kaynaklanıyor. Tarımsal faaliyetler, azot protoksit gibi zehirli moleküllerin yanı sıra, emisyon artışına da neden olmaktadır. Örneğin, toplam et tüketiminin yalnızca yüzde 24’ünü oluşturmasına rağmen, dünyadaki hayvancılık alanlarının yüzde 60’ı sığır yetiştiriciliğine ayrılmış durumdadır. Doğru organize edilmemiş tarım, yalnızca geniş toprak alanlarını kaplamakla kalmıyor, ayrıca ciddi ölçüde taze su harcayarak, başka bir çevre problemi olan su sorununun da büyümesine neden oluyor. İnsanlık, gelinen noktada daha fazla sürdürülebilir ve çevre dostu bir tarım politikasına geçiş yapmak zorundadır.

  10. Aşırı Balıkçılık: Dünyada 3 milyardan fazla insan birincil protein kaynağı olarak balık ile besleniyor. Günümüz insanlarının çoğu, 50 yıl önce tüketilen ortalama miktarın yaklaşık iki katı yiyecek tüketiyor ve dünya nüfusu bu süre içerisinde dört katı artmış durumda. Bu da bize, tüketim için avlanan balık türlerinin neden yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını daha net göstermektedir. Aşırı balıkçılık, çevre üzerinde muazzam bir yıkıcı etkiye neden oluyor. Denizlerdeki alglerin sayısının artışı, balık topluluklarının yok oluşu, biyo çeşitliliğin kaybı ve deniz çöplerinde artış bunlardan bazılarıdır.

ÇÖZÜM DEMOKRATİK MODERNİTE

Geldiğimiz yer itibariyle insanlar dünyanın geri kalanını sadece nesneleştiren insan merkezci kapitalist moderniteyi reddetmek radikal çevre merkezci bir bakış açısına geçmek zorundadırlar. Bu bakış açısına göre insan diğer canlı veya cansız varlıklardan daha üstün değil, hiçbir ayrıcalığa sahip olmadan sadece doğanın bir parçasıdır. Eskiden bütün bu küresel yıkım sorunlarını deneyimlememiş kuşaklar belki bunun bu kadar açık fark edemediler; fakat gelinen noktada yaşayan çevre felaketleri artık doğrudan insan yaşamını tehdit eder bir durumdadır. Bu noktadan itibaren insan kendini doğanın üstünde bir yerde konumlandıramaz. Doğada her varlığını bizim işimize yarayıp yaramadığından bağımsız bir değeri vardır; bu noktada insan kendi dışındaki varlıkları basit bir kullanım değerine indirgeyemez. 

Ekolojik sorunlar ve çözümleri üzerine söz söyleyen her insan gibi bizim de yolumuz mutlaka Murray Bookchin’e düşmek zorunda. Murray Bookchin’in ekolojik yıkım sorununu insanın insana olan tahakkümünün bir sonucu olarak görüyor. Bu nedenle uzun çalışmalar sonucunda kuramını toplumsal ekoloji olarak geliştirmiştir. Bookchin toplumu her şeyin birbirine bağlı olduğu bir ekosistem olarak tanımlamaktadır. Bu anlayışa göre; ırkçılık, ekonomi, doğanın dengesi, etnik ve inançsal sorunların hiç birisi diğerinin önüne geçemez. Ve insanlar ancak bu konuların tamamındaki sorumluluklarının bilincinde olarak ve yüz yüze gelebildikleri meclislerde bu sorunlarını konuşarak özgürlüklerini elde edebilirler. Örgütlü halk gerçeği bütün toplumsal sorunların ilk elden çözüme kavuşturulma olanağının ortaya çıktığı başlangıç noktasıdır. Bütün bu yularda ifade ettiğimiz sorunların çözümü için devrimi beklemeye gerek yoktur.   

Son iki yüz yılda yaşadığımız tecrübeler bize toplumsal mücadeleler açısından en kritik olan şeyin süreklilik olduğunu göstermiştir. Eğer bir süreklilikte yoğun bir ideolojik/entelektüel hazırlık süreci yaşanmazsa özlemini duyduğumuz ekolojik/demokratik ve bütün toplumsal cinsiyetlere sınırsız özgürlük alanı açan toplum inşa edilemez. Bu nedenle sürekli ve hiç bıkmadan bütün alanlarda geleceğin toplumunun ahlaki/ideolojik hazırlık sürecine hız kazandırmalıyız. Toplumun hem sorunların tartışılması hem de sorunların çözümüne toplumun tamamına yayılmış yerel meclisler üzerinden katılmasının önü açılmalıdır. Bu noktada kimi zaman yerelde ortaya çıkan sorunlara insanların verdiği tepkiler ve yaptıkları öneriler bir süre sonra bütün toplumu içine alan bir geniş tabanlı bir toplumsal harekete dönüşebilir; bu noktada kısa vadede sonuç almaya çalışmak yerine güçlü bir gelenek yaratmaya çalışmak oldukça önemlidir. 

Kapitalist modernitenin koşullandırdığı kar odaklı üretim ve tüketim süreçleri geniş kitlelerin çıkarlarını esas alan çevre dostu en geniş kitlelerin ihtiyacını esas alan üretim ve tüketim kooperatifleri ile ikame edilmelidir.

Yerel yönetimler ekolojiyi esas alan kentleşme programları oluşturmalı ve tabana yayılmış meclisler üzerinden yeni bir belediyecilik anlayışı geliştirmelidirler. Kentteki üretim ve tüketim ile ilişkin kararlar yurttaşlarca tartışılmalı ve karara bağlanmalıdır. Bir daha hiçbir yerde o bölgede yaşayan insanlara rağmen çevreyi kirleten; termik santraller veya HES’ler inşa edilmemelidir, buna kalkışanlar bölge halkı tarafından teşhir edilmelidir. Halk meclislerine işlerine ve unvanlarına bakılmaksızın bütün yurttaşların katılımına özel önem verilmeli, anti hiyerarşik toplumun inşasına hiç zaman kaybedilmeden başlanmalıdır.

Mümkün olduğu kadar insanın yabancılaştığı doğayla ilişkileri yeniden inşa edilmeli ve tarımsal üretim sürecine sadece üreticileri değil tüketicileri de dahil etmenin yolu bulunmalıdır. Topraktan ve diğer canlılardan uzaklaşmış insanın elinin yeniden doğaya değmesi sağlanmalıdır. 

Ekonomideki merkezileşme reddedilmeli; mümkün olduğu kadar şimdiden bölgesel konfedere sistemler üzerinden üretim ve tüketim bütün topluma yayılmalı ve bunları denetimi özgür halk meclisleri tarafından yapılmalıdır ve bütün bu süreçlerin denetimi profesyonel insanlar tarafından değil özgür insanlar tarafından yapılmalıdır. Herkesin ait olduğu komünal birime en yüksek katkıyı sunduğu bir toplulukta, ihtiyaç tanımı da kendiliğinden değişecek ve çevre ile uyumlu hale gelecektir. 

Yerleşim yerlerinin seçiminde ve planlanmasında çevre ile uyum esas alınmalı ve bunların her birisi küçük bir komün biçiminde örgütlenmelidir. Topluluklar birbirlerine makul bir mesafede bulunmalı ve birbirleri ile bağlantıları toplu taşıma araçları ile sağlanmalıdır. Bütün bu planlamalarda bazı bölgelerin olabildiğince büyük kısımları yaban yaşam için ayrılmalı ve sadece insanı esas alan planlamalardan vazgeçilmelidir. 

Tarımsal üretimde doğal tarım öne çıkarılmalı ve tarım ilaçlarının kullanımına son verilmelidir. Enerji ihtiyacı güneş ve rüzgâr üzerinden karşılanmalı çok kısmi kimi alanlar dışında karbon bazlı enerji kaynaklarından tamamen vaz geçilmelidir. 

Tüm varlıklar biyolojik olarak eşittiler ve aralarında türsel bir değerlendirme yapmak mümkün değildir; ayrıca insan ve insan dışı varlıklar arasında ontolojik bir sınır çizilemez. Dünya bizim bedenimizdir anlayışı ile eğer diğer varlıklara zarar verirsek kendimize zarar vermiş oluruz! Bu noktada Demokratik Modernitenin öngördüğü insan/insan, insan/doğa barışı sağlanmadan karşı karşıya olduğumuz çevre sorunları çözülemez!

KAYNAKLAR

1. Klimawandel 2021 

https://www.ipcc.ch/report/ar6/wg1/downloads/outreach/IPCC_AR6_WGI_SummaryForAll_German.pdf

2. Ursachen und Folgen des Klimawandels

Bundeszantrale für Politische Bildung

https://www.bpb.de/shop/zeitschriften/izpb/klima-347/336195/ursachen-und-folgen-des-klimawandels/

3.Ursachen und Folgen von Lebensmittelverschwendung

https://www.verbraucherzentrale.de/sites/default/files/2021-04/DownloadA_W%C3%BCrdest_du_das_essen-1.pdf

4. Umweltsoziologie

https://www.ssoar.info/ssoar/bitstream/handle/document/12158/ssoar-2002-huber-umweltsoziologie.pdf?sequence=1

5.Portrait der Sektion Umwelt und Nachhaltigkeıtssoziologie

https://soziologie.de/sektionen/umwelt-und-nachhaltigkeitssoziologie/portrait-der-sektion-umwelt-und-nachhaltigkeitssoziologie

6 Aykut Çoban “Çevre Politikası “

https://www.aykutcoban.org/yayinlar/kitaplar/Coban_Cev_Pol_1_tan%C4%B1t%C4%B1m.pdf

7. Salim Kılıç “Çevre ve Yoksulluk”

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/201673

8. İklim Değişikliği Kurumları Riskler Üzerinde Yoğunlaştırıyor.

https://www.ekoiq.com/iklim-degisikligi-kurumlari-riskler-uzerine-yogunlastiriyor/

9. Çevre Sosyolojisi; Kuramsal ve Teorik Gelişmeler

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1724542

10 Toplumsal Ekoloji

https://ekoloji.org/te-grubu-hakkinda-2/25-ekoloji-ve-sol/148-gecmisten-gunumuze

11. Murray Bookchin “Ekolojik Bir Topluma Doğru”

http://www.altinicizdiklerim.com/resimler/EkolojikBirToplumaDogru.pdf

12. Abdullah Öcalan Ekoloji: “Çevrenin Başkaldırısı, Demokratik Uygarlık Manifestosu Cilt I, Cilt III”