AKP, bir partinin iktidar ve devlet imkanları için ne kadar çirkin ve tehlikeli hale geldiğinin çok çarpıcı bir örneğidir. Kuşkusuz bunun tarihsel, toplumsal ve düşünsel etkenleri var. AKP siyasi İslamcı bir gelenekten geliyor. Bu geleneğin içinden çıkarak kendilerine yenilikçi deyip kapitalist modernitenin İslamcısı olma yolunu seçtiler. Cumhuriyetin dışladığı bir toplumsal kesim olmaktan çıkıp siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel yaşamda var olmak istediler. 2000’li yılların konjonktürü de bu eğilimin iktidar olmasına imkan verdi. Önder Apo’nun esaret altına alındığı ve çatışmasızlığın olduğu bir süreçti. Türkiye toplumu 23 yıllık baskı ve zulüm döneminden bunalmıştı. Çünkü Kürdistan üzerindeki yoğun baskı Türkiye’de de yansımasını buluyordu. 20 yıllık savaş ve bunun getirdiği baskı ortamı Türkiye’yi ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal kriz içine sokmuştu. Çatışmasızlık ortamında 20 yıllık savaşın ertelettiği ve derinleştirdiği ekonomik krizin yükü 2001 devalüasyonu ile halkların sırtına yüklendi. Bu durum var olan tüm siyasal aktörleri çok yıpratmıştı. AKP böyle bir ortamda demokrasi, insan hakları ve ekonomik refahtan söz ederek iktidara geldi. 20 yıllık savaş ekonomisinin yükü de önceden halkın sırtına yüklendiği için çok elverişli ortamda iktidara kavuştu. Özellikle demokrasi güçlerinin örgütsüzlüğü ortamında İslamcı kesimlerin ve demokrasi özleminde olan toplumun oylarını aldı.
AKP’nin iktidara gelmesinde içerdeki egemen sınıflarla ABD ve Avrupa’nın da rolü oldu. İçerde AKP’ye Kürtleri yeniden soykırımcı sömürgeci sistem içine alma görevi verildi. AKP iktidarı dini kullanarak Kürtleri rehabilite ederek özgürlük ve demokrasi özlemlerinden vazgeçirecekti. Dışarıda ise Irak’a müdahalenin destekçisi haline getirilecekti. Ancak AKP iktidarı Kürtleri aldatıp oyalayarak soykırımcı sömürgeci sisteme entegre edemedi. Türk-İslam sentezli yeni Osmanlıcılık anlayışına yönelince dış ilişkilerinde de ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Özellikle DAİŞ’e verdiği destek AKP iktidarına karşı güvensizliği artırdı.
AKP iktidarı iç ve dış desteğini kaybedince iktidarda kalmak için iktidara geldiği dönemdeki söylemlerin tersine bir politikaya yöneldi. 2014 yazında Kürtlere yönelik Çöktürme Planı hazırladı. 2015 yazında ise MHP ve tüm Kürt düşmanlarının desteğini alarak Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı savaş başlattı. DAİŞ’i de bu savaşın enstrümanı olarak kullandılar. 5 Haziran’da Amed’de, 20 Temmuz’da Suruç’ta DAİŞ Kürt halkına ve demokrasi güçlerine saldırdı. Yine bu süreçte Türk devletinin desteğiyle Kobanê’ye sızma yapan DAİŞ yüzlerce kadın, çocuk, yaşlı sivili katletti. AKP iktidarı 24 Temmuz’da onlarca uçakla Medya Savunma Alanlarına saldırarak topyekün savaş başlattı. Dönemin başbakanı Davutoğlu başlatılan savaş için bir yıl önce asker ve polise hazırlanmaları için talimat verdiğini açıkladı. Savaş politikasına yöneldikleri ve 1 Kasım seçimlerine giden süreçte 10 Ekim’de Ankara Garında Barış Mitingine DAİŞ tarafından saldırı yapıldı ve yüzden fazla barış savaşçısı katledildi, yüzlercesi de sakat kaldı. Bu savaş ortamında 1 Kasım seçimlerinde 7 Haziran’da kaybettiği iktidarı yeniden ele geçirerek Kürt şehirlerine saldırdı. Bu politika MHP ve Kürt düşmanı güçlerle yapılan ittifakla Kürt soykırımına yönelme politikasıydı. Bu gerçeklik AKP’nin iktidarda kalmak için her türlü kirli ve insanlık dışı yola girebileceğini göstermiştir.
AKP’nin yönetici heyeti cumhuriyet tarihinin önemli bir bölümünde devletten, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel yaşamdan dışlanmışlığın kompleksiyle hareket etmektedir. Zaten demokrasi anlayışı olmayan iktidar İslam’ının temsilcileridirler. Bu nedenle yüzyıllar öncesinin iktidar anlayışına sahiptirler. Eski yüzyıllarda iktidar ele geçirildiğinde bırakılmazdı. Ancak başka bir güç odağı çıkar iktidarı ele geçirirdi. AKP iktidarı cumhuriyet tarihinde dışlanmışlığın etkisiyle eline geçirmiş olduğu iktidarı ve devlet imkanlarını bırakmaya yanaşmıyor. Demokratik zihniyeti olmadığından tüm demokrasi düşmanları ve Kürt düşmanları ile ittifak kurarak iktidarını sürdürmek istiyor. Bunun için de akla hayale gelmedik her türlü yol ve yöntemi denemektedir.
Aslında AKP’nin demokratikleşme temelinde siyasi sistem içinde yer almasına Önder Apo fırsat tanımıştır. Çatışmasızlığı sağlatıp makul çözüm önerileriyle AKP iktidarını demokratikleşmeye yöneltmek istemiştir. Ancak AKP’nin demokratik zihniyeti ve bu yönlü bir mücadele geleneği olmadığı için devlete hakim olmak ve mutlak iktidara kavuşmak için demokratikleşme seçeneğini dışladı. Böylece bugünkü Kürt ve demokrasi düşmanı yola girdi. Kürt ve demokrasi düşmanı güçlerle yapılan ittifak sonucu Kürt halkı ve demokrasi güçleri üzerinde Türkiye tarihinin hiçbir döneminde görülmeyen bir baskı düzeni kurdu.
AKP iktidarı öyle bir faşist düzenin aktörü haline geldi ki daha önce AKP içinde olan birçok kesim bu politikaya karşı tutum aldı. Çünkü bu politikanın AKP’nin var oluş temellerini ortadan kaldırdığını ve farklı bir kimliğe büründürdüğünü gördüler. Bu politikanın siyasal İslamcıları marjinal hale getireceği kaygısını yaşıyorlar. Nasıl ki DAİŞ siyasal İslam’ın itibar kaybetmesinde önemli bir etken olduysa, AKP de Türkiye’de böyle bir rol oynayacak politika yürütmektedir. Ahmet Davutoğlu gibi kesimlerin tepkisi bu nedenledir.
Ancak Tayyip Erdoğan ve çevresi devlet imkanlarını ele geçirmiş olduklarından bu imkanları bırakmıyorlar. Geçen yüz yıldaki dışlanmışlık ve bunun yarattığı açlıkla hangi yol ve yöntemle olursa olsun, sonucu ne olursa olsun bu imkanları elde tutmak istiyorlar. Bu açıdan tüm faşist iktidarlarda bulunan amaca ulaşmak için her yol mubahtır zihniyeti Tayyip Erdoğan’da zirveye çıkmış durumdadır. Tayyip Erdoğan bu anlayışla o kadar suç işlemiştir ki, artık bu yoldan dönmesi zordur. Bu nedenle AKP, iktidarı seçimle bırakmak istemiyor. İktidarda kalmak için her türlü yol ve yönteme başvurmaktadır.
Tayyip Erdoğan ve AKP 2005 yılındaki Şemdinli olaylarından sonra ‘U’ dönüşü yapmaya başladı. Şemdinli olaylarından hesap soracağını söyleyen Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı Kürt ve demokrasi düşmanı güçlerle uzlaştı. Bunun en somut kanıtı Roboski’de sivillerin katliamına onay vermesi ve bu katliamı yapan askerleri korumasıdır. O günden sonra Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı Kürt düşmanı, dolayısıyla demokrasi düşmanı yola girmiştir. Artık dönmesi mümkün değildir. İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi bu nedenledir. Çünkü iktidar bırakılmak istenmiyor. Tüm diktatörler gibi sonuna kadar direnç göstereceklerdir. Ancak demokrasi güçleri mücadeleyle iktidardan düşürebilirler. İstanbul’daki seçimlerle AKP’nin iktidardan düşürülmesi için oylara sahiplenmek şarttır. Bu da ancak kararlı ve iradeli duruşla sağlanabilir.
Şu anda saray gladyosunun özel savaş organları bu seçimleri nasıl kazanırız üzerinde yoğunlaşıyorlar. Hangi psikolojik savaş ya da oyunla rakibi yıpratırız da biz kazanırız üzerinde duruyorlar. Son zamanlarda İstanbul seçimleri etrafında olmadık oyunların yapılması ve gündemler yaratılması bu nedenledir. Dünyanın hiçbir yerinde bir seçimde bu düzeyde bir özel savaş harekatına ve psikolojik savaşa başvurulmamıştır. Demokrasi güçlerinin ilk önce bu psikolojik savaş hareketlerini boşa çıkarması gerekiyor. Bu psikolojik savaş yöntemleri, oyunları ve provokasyonları boşa çıkarılırsa AKP-MHP ittifakı sandıkta kaybeder. Ancak psikolojik savaş hareketlerini boşa çıkarıp sandıkta kazanmak da yetmez. Sandıktaki kazanımı da savunmak ve korumak gerekir. Çünkü şu anda Kürt halkı ve demokrasi güçleri karşısında iktidar koltuğunu kesinlikle terk etmek istemeyen bir çıkar şebekesi bulunmaktadır.
Kürtler ve demokrasi güçleri AKP-MHP faşizmine kaybettirmek için tutum koyuyor ve mücadele ediyorlar. Kürtler ve demokrasi güçleri AKP-MHP ittifakının yaptığı zulüm ve demokrasi düşmanlığına karşı tutum alıyorlar ve bu doğrultuda mücadele ediyorlar. CHP’nin yanlışlıkları ve yetersizlikleri Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin tutumunu belirlemiyor. Bu açıdan CHP şöyle, CHP’nin de şu politikaları yanlış diyerek Kürtler ve demokrasi güçleri doğru politikadan vazgeçmez.
İktidarda olan, Kürt halkı ve demokrasi güçleri karşısında görülmemiş bir saldırganlıkla kirli savaş yürüten AKP-MHP iktidarıdır. Şu anda ortada klasik devlet politikası kalmamıştır. Daha doğrusu klasik devlet politikası eskisinden daha çirkin ve tehlikeli hale getirilmiştir. AKP-MHP iktidarı Kürtler ve demokrasi güçleri açısından klasik devlet politikasından on kat daha tehlikeli hale gelmiştir. Çünkü milliyetçilik ve Kürt düşmanlığı şimdi İslamcı maskeyle tam bir soykırım sistemi haline getirilmiştir. Eskiden sadece devlet zoru ve imkanlarıyla Kürtler soykırıma uğratılmak istenirken, şimdi toplum da soykırım sisteminin temeli yapılmak isteniyor. Zaten klasik devletin soykırım politikası sadece devlet gücüyle yapıldığı için istenilen sonuca ulaşılmamıştır. Şimdi AKP iktidarı bu politikaya siyasal İslamcı kesimleri ve toplumu da katarak sonuca gitmek istiyor. Bu nedenle Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin tutumunu CHP’nin ya da şu bu kişinin eksikliği değil, AKP-MHP faşist ittifakının şu anki faşist ve soykırımcı politikaları belirlemektedir. Bu da 23 Haziran’da AKP-MHP ittifakı adayına kaybettirmek biçiminde olacaktır, olmalıdır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika