Geçmiş yıllarda Dersim katliamında yer alan faşist Türk askerlerinin ailelerine yazdıkları mektuplar basında yayınlanmıştı. Askerlerden biri, annesine yazdığı mektubun başında, her gün çok insan öldürdükleri için yorulduklarını ve mektup yazmak için zaman bulamadıklarını yazıyordu. Binlerce insanın hunharca katledilmesinin yorgunluğunu yaşıyor o ve diğerleri. Zilan katliamında insanlar sıraya dizilip kurşunlanırken işbirlikçi korucular sadece ganimetlere konacak olmanın hazzını yaşıyordu. Bunu, seyredilip keyif alınacak bir durum olarak görüyorlardı. Günümüz faşist Türk askerleri de gerilla şikeftlerine kimyasal silah akıtmak için canla başla çalışırken, kutsal görevini yerine getirmenin hazzını yaşıyorlar. İşbirlikçi KDP ise kendi halkının daha iyi sömürgeleştirilip topraklarının daha iyi yağmalanması için hamallık yapıp, tüm değerlerini pêşkeş çekerken, ‘ağa’larına yaranmanın mutluluğuna doymuyorlar.
Kötülüğün ulaştığı noktaya Yahudi örneği ile devam etmek istiyorum.
1940’lı yıllarda, dört milyondan fazla Yahudi, Hitler’in ‘nihai çözüm kararı’ ile soykırımdan geçirilerek katledildiler. İnsan olan için daha da tüyler ürpertici olan ise, Yahudi işbirlikçilerinin de büyük pay sahibi olduğu soykırımın uygulayıcılarından Eichmann’ın yargılandığı davanın, olağanüstü vicdan rahatlığı içerisinde geçiyor olmasıdır. Yargıcın sorularını, görenlerin tüylerini ürperten bir soğukkanlılıkla “Emirleri yerine getirdim” diyerek yanıtlıyor. Dört milyon insanın sürgün edilmesi, toplanıp kamplarda yakılması, hasta olanların, Hitler’in deyimiyle, ‘huzur içinde ölmelerinin’ sağlanması için gaz odalarında zehirlenmesi talimatlarını veren kişinin olay esnasında hiç mi vicdan ve ahlak duyguları harekete geçmedi. İnsanın aslında doğuştan sahip olduğu bu erdemler, nasıl oldu da milyonlarca insanın katledilmesi emrini hiç sızlamadan verdi. Peki bu insan daha sonra nasıl normal bir yaşam yaşayabildi? Çocuklarıyla nasıl bir arada olabildi? İnsanların yüzüne nasıl bakabildi? Eichmann o dönemler kariyerini yükseltmenin peşindeydi. Ne kadar Yahudi’yi gettolarda toplayıp ölüm trenlerine bindirip sürgüne gönderebilirse, yani işini daha iyi yapabilirse, daha yüksek bir mertebeye getirilecekti. Bunun için canla başla çalışıyordu. Bu yolda, yapabildiği kadar Yahudi ileri gelenleri ile anlaşma, işbirliği yapma yolunda çabalıyordu. O’nun tek amacı vardı: Hitler’e iyi bir itaatkar olduğunu ispat etmek. Ötesi onu hiç mi hiç ilgilendirmezdi. İktidar tüm benliğini sarıp sarmalamıştı. Bir halkın soykırımını tamamlama başarısı. Nazilerin milyonlarca Yahudi’nin katliamı karşısında yaşadıkları tek hissiyat ise, gettolardan yükselen dumanların ağır kokusunun rahatsız ediciliği.
Hannah Arendt buna, ‘kötülüğün sıradanlığı’ diyor. Tarihte ve günümüzde Kürdistan’da, ‘ahlaki kötülüğün’ yani soykırımın geldiği nokta ise Yahudilerin, ‘biricik’ halk olmadığını tekrar gözler önüne seriyor.
Bundan 80 yıl sonra Kürdistan’da yaşananlar kötülüğün geldiği zirveyi gösteriyor. Tüm dünyanın gözü önünde ahlaki kötülüğün ayyuka çıkarıldığı Kürdistan’da kötülük daha da sıradanlaşmış. Ahlakını yitirmemiş, kötülüğe direnen Kürt ve dostları dışında tüm dünya gözlerini yaşananlara kapatmış, kulaklarını tıkamış, dillerini yutmuşlar. Yaşananlar ahlak değerlerinin nasıl da etkisizleştirilmek istendiğinin kanıtı. Dünya bugün, kötülük ile yönetiliyor. Aslında yönetilemeyip katlediliyor. Sadece Kürt halkı ve gerillaları değil, insanlık soykırımdan geçiriliyor. Çünkü günümüzde bir halkın evlatlarına yapılanlar karşısında çıkmayan seslerin insanlık değerlerine büyük bir saldırı olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Ve bunun uygulanması Hitler’in takipçisi olan çağdaş Führerleri Erdoğan’a yaranmak isteyenlerin eliyle vahşi bir biçimde gerçekleşiyor. Zehirli gazları; ülkelerinin, Önderliklerinin, halkının özgürlüğü için savaşan gerillaların bulunduğu şikeftlerin ağızlarından akıtıyorlar. Kötülüğün uygulayıcıları kendi silah arkadaşlarının cenazelerine elleri titremeden benzin döküp yakıyorlar. Şüphesiz zalim diktatörlüklerinin emirlerini yerine getiriyorlar. Görev aşkı ve görev icabıyla yapıyorlar. Ancak insanın en değerli varlığı olan, ‘ahlaklarına’ en büyük ihaneti yapıyorlar.
Ahlak ve vicdan erdemleri insanın içinde yaşar, eğer insan ile beraber büyütülmezse o kişi bir süre sonra anlamsızlık bataklığında boğulur. Kendi kendisi ile kaldığı zaman, bir köşede beklettiği ahlakı, ona normal bir yaşam yaşamayacağının altını çizer. Bu yüzdendir ki Kürdistan’daki acımasız savaşın içerisinde yer alan binlerce asker sonradan normal bir yaşam yaşayamamış, birçoğu ya intihar etmiş ya da başta kadınlar olmak üzere insanların katili olmuşlardır.
Kötülüğün bu derece sıradanlaştırıldığı Kürdistan’da yaşananların insan algısı, hissiyatı, maneviyatını harekete geçirememesi, aslında birçok şeyin olağan karşılandığını gösteriyor. Olağanlık, hissiyatsızlığı dolayısıyla da ölümü getiriyor. İnsanlık ölüyor. Eğer 21. yüzyılda kimyasal silah kullanımının önüne geçilemiyorsa, bu tamamen insanlık değerlerinin ayaklar altına alınmasıdır. Her gün ayakta olan Kürt halkının isteklerine cevap olunmuyorsa, bu insanlığa dönük devletlerarası bir komplonun olduğunun göstergesidir. Ahlaki kötülüğün zirveye ulaştığı günümüzde gerillalar, kötülüğün kıskacında olan ahlaki değerleri kurtarma yolunda büyük bir mücadele veriyor. Bunun farkında olup ses çıkaranlar ise, bugün iktidar karşısında adalet savaşını zindanlarda vermek zorunda kalıyor. Böylesi bir barbarlık altında yaşayan insanlığı uyandırmaya çalışan özgürlükçü Kürt evlatları, faşizm tarafından zehirleniyor.
Führerine yaranmanın karşılığı, sadece özgürlük gerillalarının katledilmesi değil, kimyasal silah kullanılan yerlerin çevresinde yaşayan insanlığın ölmesidir. Doğanın talan edilmesidir. Atmosferin zehirlenmesidir. İklim dengesinin bozulmasıdır. Yani tüm bu değerler günümüz Führeri Erdoğan’ın iktidarının sağlamlaştırılması için kurban ediliyor. Führeri yaratanlar ise buna sessiz kalıyor.
Sessiz kalan Führerlere inat, Kürt öncülüğünde direniş, serhildanlar büyüyor. İşte tüm Führerlerin sonunu getirecek olan Kürt evlatları, intikam şiarı ile dünyayı yönetenlerin sessizliği karşısında, dünyaya, insanlığa ses olmaya devam ediyorlar. Ölüm sessizliğine rağmen…