Kürtlerin de kendini koruma hakkı var

Herkesin kendini koruma hakkı vardır. Tersini iddia edenler, insanlığın direniş tarihine bakabilir.

Dünya gazeteciler cemiyeti, Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetiminde örgütlenmiş olan gazeteciler cemiyetini kendi örgütüne kabul etmedi. Sebebi Özerk Yönetim'in resmi olarak henüz tanınmıyor olması. Resmi olarak tanınmak için neyin gerektiğini, hem egemenlerin hem Kürtlerin kendilerine sorması gerekiyor.

Kürtler kendilerine saldıranlara karşı kendilerini, Ortadoğu halklarını ve tüm dünya halklarını DAİŞ vahşeti karşısında korudu, on binlerce şehit verdi, yüzbinleri aşan sayıda halkımız toprağından, evinden, bahçesinden, tarlasından edildi, evsiz barksız kaldı. Değil sadece evler, mahalleler, şehirler, hayatlar yok edildi. Tüm bunların yanında verdiği bedelleri ne için verdiğini bildi ve kendini yönetme sisteminin de zemini haline getirdi. Savaşarak kendini devletsiz bir sistem temelinde yeniden örgütlemenin adımlarını attı. DAİŞ’e karşı savaştığı için her gün Kürtlere teşekkür edenler tüm bunlara rağmen Kürtlerin Kuzey Doğu Suriye’de resmi olarak tanınmadığını söylüyor. Bu söylem yeni işgal ve katliamların, soykırım saldırılarının startı oluyor.

Kapitalist sistemde resmen tanınmak için soykırımcı olmak lazım. İşgal yapmak, insanları toplu kırımdan geçirmek, örgütlü tecavüz saldırıları düzenlemek, örgütlü ve büyük hırsızlıklar yapmak gerekir. Kürtler ise her şeye rağmen soykırımcı olmayacağını, vahşet uygulamayacağını, devlet olmayacağını söyledi, söylüyor. Bu katliam ve birbirini yeme karşısında “neyleyim sizin meşruiyetinizi” der gibidir Kürt halkının çağ içindeki duruşu.

Bu durumda Kürtler ne yapmalı? Kürtler, Araplar, Süryaniler ve Türkmenler başta olmak üzere Kuzey Doğu Suriye’de yaşayan tüm ulusal etnik gruplar nasıl örgütlenmeli, kendini nasıl korumalı, nasıl öz yönetim inşa etmeli, kimi muhatap almalı dünya insanlığıyla buluşma eyleminde?

İnsan haklarını koruma amacıyla yapıldığı söylenen uluslararası sözleşmelerde yer alan hiçbir madde, dört parçadaki Kürtler için uygulanmadı. Kürtler savaşta sivil de olsa, asker de olsa, yaralı da olsa, silahsız da olsa hep haksız görülen ve öldürülen oldu.

12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın başına silah bırakarak onu öldüren bir devletin jandarmalığında Kürtlere karşı soykırım uygulanıyor. Halepçe katilinin temsili idamı dahi Kürtlerin meşruiyetini gerçekleştiremedi. Zira oğlunun kapısında bugün işbirlikçi-ihanetçi Kürtlerin bekçilik yaptığı söyleniyor. Hem de kimi Kürtler Hewlêr’de çöplerden ekmek toplamak zorunda bırakılırken.

Bugün Rojava’da Efrîn işgali ardından Efrîn’den çıkmak zorunda kalanların, öldürülenlerin, hala her gün kaçırılıp öldürülenlerin, organları çalınıp satılan sivil insanların, silahsız insanların, suçu olmayan insanların Kürtlerin hepsinin hakkını kimse sormadı. BM ya da AİHM’e yapılan başvurulara bu saldırılardan daha dehşet verici bir cevap verildi: İç hukuk yolları tüketildikten sonra bu mekanizmalar devreye girebilirmiş.

İşte Kürt gerçeği denilen, Kürt sorunu denilen budur. Kürt gerçeği içinde bir İmralı var ve Kürtlerin İmralı sisteminden dolayı tanıdığı CPT var. CPT, Önder APO hakkında İmralı zindanına dair bir rapor hazırladı. Bazı kesimler bu rapordan sonra insan hakları örgütlerinin kolları sıvayarak bu tecridi durduracağını zannetti. Maalesef! CPT kamuoyuna rapor sundu ancak hiçbir değişim olmadı. Kimse kolları sıvamadı. Anlaşıldı ki bu rapor zaten başka türlü bir kol sıvama eyleminin sonucuydu. CPT İmralı’da yaşananları tescil etmişti, o kadar. Mahkum etmemişti, etmiyordu. Yargılamıyordu. TC faşizmini, vahşetini, adaletsizliğini suçlamıyordu.

Kürt gerçeği içinde bir de Êzidîler var. Şengal var. Şengal’de silahı olmadığı için, kendini savunamadığı için kaçırılan, öldürülen, tecavüz edilen kadınlar, erkekler, gençler, insanlar, yani Êzidîler var. Kaçan KDP peşmergelerine “kaçıyorsunuz bari silahlarınızı bize verin, biz kendimizi savunalım” diye haykıran Êzidîler vardı. Kimse onları duymadı, duyan KDP peşmergeleri, kendilerine gelen emir gereği kaçmakla meşguldü. Buna rağmen duyanlar oldu. Ancak hiçbiri silahını vermedi. Êzidîleri DAİŞ karşısında silahsız, savunmasız bırakıp kaçtılar.

Böyle örnekler daha da çoğaltılabilir. Nihayetinde sormak istediğimiz soru şudur: Kürtler kendini nasıl koruyacak? Devletlerin ve devletçi yapıların halkları silahsızlandırarak “Sizi biz koruruz” söylemi, eller havada teslim almaktan başka bir şey değildir.

Eğer bir gül dahi kendini savunuyorsa, ki bu sıkça tekrarlanıyor, insan da kendini savunmalıysa, gençler de kendini savunmalıdır. Gençlerin kendini, değerlerini, topraklarını savunmasını doğru anlamak gerekir.

Şimdi çocuk savaşçı söylemini dillendirip özgürlük hareketini baskılamaya çalışanlar, savunma pozisyonuna itenler de buna benziyor. Peki öldürülenler içindeki savaşçı olmayan büyükleri, silahsız olanları, kafaları kesilerek, devletin silahlı adamları tarafından kafasına mermi sıkılarak öldürülenleri, tecavüz edilip öldürülenleri kim savunacaktır? Sayıp sıralamak istense çok şey vardır ki, buna gerek yoktur. Değerli TJA aktivisti Ayşe Gökkan’ın sözünü gençlerin dilinden duyar gibiyiz: Kendimizi savunmayalım mı?

Son olarak şunu belirtmek gerekir: Herkesin kendini koruma hakkı vardır. Tersini iddia edenler insanlığın direniş tarihine, dünya devrimci mücadelelerine, somut olarak Ernesto che Guevera’nın hayatına, anlattıklarına ve tabi ki Kürdistan tarihine bakabilir.