Özgürlük mücadelesi yürüten kadınlar ve kadın örgütleri, sık sık “Kadın Cinayetleri Politiktir” sloganını atıyorlar. Kuşkusuz bu tespit yanlış değildir, fakat sorun ‘Kadın sorunu’ olunca gerçek durumu izah etmek açısından biraz dar ve yetersiz kalmaktadır. Bu konuyu zaman zaman kadın yoldaşlarla da tartışıyoruz. Elbette kadın katliamları politiktir, ancak ondan önce ve de daha fazla zihinsel ve ideolojiktir. Politik olması da zaten bu zihinsel ve ideolojik durumdan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla kadın özgürlük mücadelesi sadece politik değil, aynı zamanda zihinsel ve ideolojiktir de. Önder Apo “Kadına felsefi yaklaşılmalı” diyerek bu gerçeğin altını çizmiştir.
Şimdi benzer bir biçimde “Çocuk Katliamları Politiktir” tespiti yapılıyor. Her katledilen çocuk ardından bu ifade dile getiriliyor. Özellikle Narin Güran katliamı ardından, bu olayın ‘İki kere politik’ olduğunu söyleyenler de oldu. Elbette bu ifadeler yanlış değildi; ancak örneğin Narin Güran katliamında gerçeği açıklama bakımından dar ve yetersizdi. Dolayısıyla tıpkı kadın katliamlarında olduğu gibi, çocuk katliamlarındaki zihinsel ve ideolojik yanı da özellikle görmek ve de öne çıkarmak gerekiyor. Olayları ancak bu biçimde daha doğru ve tam olarak anlayabilir ve onlara karşı yeterli tutum geliştirebiliriz.
Aslında bu olay üzerine yazmak istemiyorduk. Nasıl olsa kadın ve erkek birçok yazar olay üzerinde durur ve konuyu aydınlatır diye düşünüyorduk. Kuşkusuz sözlü ve yazılı çok önemli değerlendirmeler de yapıldı. Aslında olay herkesin zihninde büyük ölçüde açıklığa da kavuşmuş. Fakat genel planda dar politik bir yaklaşımın var olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Elbette anlayıştaki darlık, örgütlenme ve eylemde de darlığa yol açıyor. Bu bakımdan, zihniyet ve ideoloji mücadelesinin önemine dikkat çekmemiz gerekiyor.
Dikkat edilirse, yaklaşık bir buçuk ay içerisinde Narin Güran cinayeti üzerine neredeyse her şey söylendi ve yazıldı. Sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun katledilmesi olayı, klandan Üçüncü Dünya Savaşı’na kadar tarihsel sürecin değerlendirmesini getirdi. Töreden özel savaş devletine kadar ahlaki ve hukuki kurumlar sorgulandı. Bu tür olaylara dayanarak “Kürt ulusu arayışının aşiretçi ve feodal yapıdan kaynaklandığını” iddia eden CHP görüşleri yeniden hortlatıldı. Kendine Hüda-Par diyen Hizbulkontra ve bu yapının devletle olan ilişkisi haklı olarak sorgulandı. Olayın gerçekleştiği Tavşantepe Köyünün bir Hizbulkontra karargahı olduğu ve burada çeşitli silahların bulunduğu açığa çıkartıldı.
Elbette bunların belli bir kesimi gerçeği saptırma amacına dönük iken, önemli bir kesimi de olayı aydınlatmaya dönüktü ve de doğruydu. Ancak tüm bunlara rağmen, yine de olay tüm boyutlarıyla kamuoyuna açıklanamadı. Benim gibi birçokları olay hakkında yeterli bilgiye sahip olamadı. Örneğin cinayeti kim ya da kimlerin işlediği, cinayetin nasıl işlendiği, yine cinayetin neden ve niçin işlendiği soruları büyük ölçüde cevapsız kaldı. Öyle ya, 8 yaşındaki kız çocuğu kimin tavuğuna ‘kış’ demişti ki böyle alçakça ve vahşice katledildi? Narin Güran, mevcut yaşı itibariyle masumiyeti temsil ediyordu. Bir kabahati olsa bile, bundan dolayı kendisi değil, onu sahiplenmekle ve eğitmekle sorumlu olanlar suçlanabilirdi.
Şimdi Narin Güran’ın “boğularak öldürüldüğü” açıklanmış bulunuyor. Buradan anlıyoruz ki, olay herhangi bir kaza değil; kararlaştırılarak, planlanarak ve örgütlenerek gerçekleştirilen bir cinayet, bir katliam. Yine olaya ilişkin Narin Güran’ın aile yakınları gözaltına alınmış bulunuyor ve en çok amcası suçlanıyor. Buradan anlıyoruz ki, olay aile tarafından gerçekleştirilmiş. Aile tarafından gerçekleştirilen bu olayın da “namus meselesi” denen şeyle ilgili olacağı açıktır. Dolayısıyla söz konusu olayı köydeki silahlarla veya başka şeylerle bağlantılandıramayız.
Bu çerçevede deniyor ki, "8 yaşındaki Narin birilerinin ayıbını görmüş ve ayıp işleyenler de kimseye söylemesin diye Narin’i öldürmüş!" Örneğin, bu sav doğru olamaz. Olay böyle olsaydı, o zaman ailenin tümü susmazdı ve ailenin diğer üyeleri Narin’e sahip çıkardı. Oysa ortada ciddi bir sahip çıkma yoktur. Aile, en değme gizli örgüte taş çıkartırcasına gerçekleri gizliyor ve de çözülmüyor. Demek ki, eğer ortada bir ayıp varsa, onu ailenin hepsi biliyor. O halde neden tüm aile öldürülmedi de sadece Narin öldürüldü? Demek ki olay başkalarını görme falan değildir ve de doğrudan Narin Güran’la ilgilidir.
Peki Narin Güran’la ilgili ne olabilir? Acaba 8 yaşındaki kız çocuğunu biriyle evlendirmek mi istediler? Öyle ya, mevcut AKP, MHP ve Hüda-Par zihniyeti ve ideolojisi ‘evlenme yaşının dokuza indirilmesini ve çocuklara cinsel tecavüzün yasallaştırılmasını’ istiyor. Bunun için meclise yasa önerisi verenler bile var. Şimdilik yasal mevzuat elvermediği için bu tür evlilikleri gizliden ve ‘İmam Nikâhı’ adıyla yapmaları doğaldır. Böyle sayısız olayın yaşandığı bilgiler arasındadır. Diğer ihtimal, Narin’e tecavüz edilmiş olmasıdır. Vücudunun parçalanmaya ve hızla hücrelerinin eritilmeye çalışılması bu olasılığı daha da güçlendirmektedir. Zira AKP-MHP faşist diktatörlüğü altında çocuklara cinsel tecavüzün çok fazla olduğu bilinen bir gerçektir. Bu tür tecavüzlerin hem aile içi saldırı ve hem de özel savaş saldırısı olarak yapıldığı bilinmektedir. En son basına yansıyan Colemerg’teki fuhuş çetesi bunun bir örneğidir. Narin cinayeti basına yansıdığı süreçte, bir imamın 25 öğrencisine tecavüzde bulunduğu bilgisi de basına düşmüştür. Yine iki yaşındaki bir çocuğa tecavüz edilerek öldürüldüğü haberi de basında yer almıştır.
Ayrıca çocuk ve kadın katliamlarını sadece fiziki katliam olarak görmemek ve de ele almamak gerekir. Fiziki katliam yanında bir de ruhsal, duygusal ve psikolojik katliam vardır. Her taciz ve tecavüz saldırısı aslında bir katliam demektir. AKP-MHP faşist diktatörlüğü altında çocuk ve kadınlara yönelik egemen erkekliğin taciz, tecavüz ve fiziki katliam saldırıları en yüksek düzeye çıkmış durumdadır. Faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve sistem altında egemen erkek cinselliği adeta kudurmuş gibi çocuk ve kadınlara saldırmaktadır. Düşünebiliyor musunuz, iki yaşındaki çocuğa cinsel saldırıda bulunularak katledilmektedir. Bunu ve benzerlerini, tüm kötülükleri yakıştırdığımız hayvanlar bile kendi yavrularına yapmamaktadır. Bir de bu tür aşağılık saldırı yapanlar, olayın “çocuk istismarı” olduğunu uydurarak, kedinin pisliğinin üzerini kapatmaya çalışması gibi, bilerek yaptıkları pisliklerin üzerini kapatmaya çalışmaktadırlar.
Kuşkusuz bütün bunları sadece politik olaylar kapsamında ele alamayız. Bütün bunların derin bir zihniyet ve ideolojik boyutu vardır ve bu boyutlarda da ele almayı gerektirir. Politik mücadelede sonuç almak, ancak güçlü bir zihniyet mücadelesiyle ve ideolojik mücadeleyle mümkün olur. Kürt, kadın, çocuk ve halk düşmanı AKP-MHP faşist diktatörlüğü altında erkek egemen cinsiyetçi zihniyet ve ideoloji zirve yapmıştır. Katı bir milliyetçilik, dincilik ve devletçilikle beslenen erkek egemen cinsiyetçilik adeta şahlandırılmıştır ve tam bir toplumsal kırım gerçekleştirilmektedir. Demogojik söylemler altında ahlaki yozlaşma ve toplumsal çürüme had safhada yaşanmaktadır.
Dikkat edelim, kendi çocuğuna bile böyle alçakça tecavüz eden ve katleden bir aile yapısı ve zihniyeti, başka çocuklara acaba neler yapmaz? “Dağa çıkacaklarına fuhuş yapsınlar” diyen ve katledilen çocuklar yerine katilleri savunan bir hükümet, kadınlara ve tüm topluma yönelik nelere baş vurmaz? Demek ki zihniyet, ideoloji ve politika düzeyinde mevcut AKP-MHP yönetimi Kürdistan ve Türkiye için tam bir felâket durumudur. Çocuğa ve kadına, hatta erkeğe bile cinsiyetçi yaklaşımla toplumu çürütmekte, irade ve örgüt olmasının önünü almaya ve bu temelde iktidar ömrünü uzatmaya çalışmaktadır.
O halde erkek egemen cinsiyetçiliğe ve onun her türlü saldırısına karşı mücadele, antifaşist demokratik devrim mücadelesinin esasıdır. İster kapitalist modernitenin özel savaş sisteminden kaynaklansın isterse törenin iktidarlaştırılan gerici boyutlarından kaynaklansın, cinsiyetçiliğin her türüne karşı mücadele özgür topluma ulaşabilmek için şarttır. Bunun için Önder Apo’nun geliştirdiği Jineolojinin tekrar tekrar okunması ve iyi anlaşılıp yaşama geçirilmesi gerekir. Kadın özgürlük bilimini derinden anlama ve bu temelde özgürlük mücadelesini fikri, ideolojik, siyasi ve eylemsel boyutta çok yönlü ve etkili geliştirme yönünde kadınların giderek artan bir çabası gözlenmektedir. Ancak bu bilimi, yani Jineolojiyi en az kadınlar kadar erkeklerin de okuyup iyi anlaması ve ataerkil ruh haline, duygu ve düşüncelere, yaşamdaki erkek egemenliğine karşı kendi içinde ve dışında etkili mücadele etmesi gerekir. Gerçek devrimcilik, demokratlık, özgürlükçülük ve mücadelede başarı ancak bu temelde sağlanır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika