Dünyamızın yaşadığı böylesine ağır sorunlar ortasında ve hem de çağın bu kadar dıştalanmış bir gerçekliğinin ne anlamı olacağı sorulabilir; dünyanın bir kenarında kalakalmış bir Kürdistan'ın oynayacağı rol nedir veya bununla ilgilenmenin gereği var mı denilebilir... Ama hatırlamak gerekir ki, tarihte insanlığı ileri götüren her eylem biraz da kenarda-köşede unutulmuş halkların toprağından fışkırmıştır. Arabistan'ın çöl topluluklarının nasıl büyük bir kuvvet yarattıkları, Musa'nın çöl yürüyüşünün nasıl gelişmelere yol açtığı, İsa'nın trajik hikayesi ve yarattığı hareket unutulmamalıdır.
Yine, dünyanın gelişmiş ülkelerinin en çelimsizi ve çöküşe gideni olan Çarlık Rusyası'nda gelişen Leninizmin ve Ekim Devrimi'nin tüm dünyaya yön veren nasıl büyük bir kuvvet haline geldiği iyi bilinmelidir. Gerek dayandıkları zeminin ve gerekse bu zeminden kalkanların başlangıçtaki inanılmaz zayıflıkları, onların, müthiş bir kuvvete dönüşümünü engelleyememiştir. O halde, Kürdistan'ın günümüzdeki unutulmuşluğu, buradaki çöküş ve Parti hareketimizin doğuşuna damgasını vuran zayıflık ve yaşanan çelimsizlik ne fazla yadırgatmalı, ne de ürkütmelidir.
Kürdistan'da boy verecek hareket, evrensel ve insani olmaya son derece yatkındır. Çünkü Kürdistan, çağın yaşadığı birçok sorunu ve uygulamayı olduğu gibi yaşamamaktadır. Güncel çıkarlar adına fazla endişeli olmayan, insanlık adına sonuna kadar özgür konuşabilecek maddi koşula sahiptir. Ayağa kalkar, doğruları söyler, özgürlük isterse, bundan kimin yarar, kimin zarar göreceği hesabını fazla yapmamaktadır. Kürdistan'daki devrim hareketi ne diplomasiyle, ne de ölçülüp biçilmiş politik ve maddi çıkar hesaplarıyla gelişen bir harekettir. Bu anlamda, insanlığın en özlü ve olumlu taleplerine kendi somutunda en iyi karşılığı verebilecek bir konumda bulunmaktadır.
Çok az kirin ve geriliğin bulaşacağı özgür bir eylemin bütün rahatlatıcı ve geliştirici özelliklerine sahip durumdayız, örneğin Türkiye gerçeği için bunu bu kadar rahat söyleyemiyoruz. Çünkü oraya hakim olan ve sosyalizmin de, demokratizmin de gelişmesi önünde engel oluşturan bir mantık vardır. Bireyi iliklerine kadar koşullandırmış ulusal çıkarlar ve bu ulusal çıkarın bekçisi olan ordu kimseye özgür eylem yapma imkanı tanımamaktadır. Bu milliyetçilik hastalığı, eski aşiretçilik hastalığından daha fazla bir biçimde diğer bütün ulusları ve sistemleri sarmış durumdadır. Sosyal-şovenizm, biraz da sosyalist ülkelerdeki bencilliğin ifadesidir. Burada ulusal bencillik ve hatta sistem bencilliğinden bahsedilebilir. Oysa bunlar Kürdistan için, özellikle başlangıçta sınırlayacak özellikler değildir. Tersine Kürdistan, özgür düşünce ve eyleme yönelmenin şartlarına sahiptir. Burada kendimizi mecburen bağlı kılacağımız hiçbir çıkar yoktur. Bu nedenle de şu veya bu çıkarın peşinde koşma durumu da yoktur. Var olanları da başlangıçtan beri gerici gelişmenin kararlarıdır ve eğer özgür eylemde ısrar edilirse hemen atılabilecek öğelerdir.
PKK, böyle bir ortamın üzerinde yükselen harekettir. Belli ki PKK olayı, her büyük harekete özgü olan, onların doğuşuna damgasını vuran ve toprağını oluşturan bazı özelliklere de sahiptir. PKK'nin doğuşunda insan eyleminin ve öğretinin en yalın ve gelişebilecek özünü görmemek mümkün değildir. Bir ulusal kurtuluş hareketi olması bir yana, O, sosyalizm platformunda yer almasına rağmen, gerçekleşen sosyalizmin günümüzdeki yaklaşımının da çok üstünde bir evrensellik olayı olarak ortaya çıkmıştır, örneğin bir ABD'nin de evrenselliği vardır, ama bu ABD'nin hakimiyeti altındaki bir evrenselliktir. Yine, Sovyetlerin de bir evrenselliği vardır, ama bu da, sosyalizmin evrenselliği biçiminde de olsa bir sistemin belirlenen sınırları içindedir. Ama bizde ulusalcılık konusunda iddia yok denecek kadar sınırlıdır. Sadece var olan kesin iddia, Kürdistan'ı eşit ve özgür uluslar seviyesine getirme gereğidir. Bir özelliği böyle iken, onun da üstünde tamamen insanlık adına düşünebilmede sınırsızlık vardır. Burada doğrular herkese karşı sonuna kadar savunulabilir; kişisel, sınıfsal, ulusal bencil çıkarlardan sonuna kadar kopma gerçekleşebilir ve burada şu açıkça söylenebilir ki, PKK türü hareketlerin doğuşları bu özü sonuna kadar korursa, kaba materyalist yaklaşımla hemen ulus sınırlarına çekilmezse, eylemini insanlık adına —ki bu enternasyonalizmdir— yoğunlaştırırsa, kazanılan her mevziyi dünya devriminin giderek derinleşen yorumuna temel bir zemin olarak hazırlarsa, bu onun evrensel boyutunu güçlendirebilir. Ve bu evrensellik, mevcut güncel kargaşalığı, karışıklığı, tehlikeyi ve çözümsüzlüğü kısmen durdurabilecek örnek olma rolünü oynayan bir başlangıç olabilir. Yani bugün, nükleer tehdit altındaki sosyalist sistemde ideolojik-politik arayış nasıl ki kendisini daha fazla duyuruyor, bugün barış hareketleri, yarın daha başka gelişmelerle kendini zenginleştirecek bir arayışı daha fazla önemli kılıyorsa; yine kapitalist ülkelerde "çevre" hareketlerinin giderek gelişim gösteren bir özelliği varsa, bizim ulusal kurtuluşçuluğumuzun da hem kapitalist ülkelerin ve hem de —asıl sorumlu kendileri olmasa da— sosyalist ülkelerin de yaşadığı tehlikeleri yaşamama, kendi eylemini hem bir ulusun eşitliği-özgürlüğü temelinde geliştirme ve hem de bunu yoğun bir evrenselliğe ulaştırma özelliği vardır.
Açık ki, evrensellikten bahsederken coğrafik bir özellikten değil, insanın evrenselliğinden, insan türünün maddi çıkarlara dayalı ilişkiler sisteminden daha çok ortaklaşa hareketine ulaşma, güçlü manevi anlaşma ve bütün önemli tehlikeler karşısında birleşmeyi ve dayanışmayı mümkün kılan, herkes için eşitlik ve özgürlüğü esas alan, onu vazgeçilmez bir ilke olarak sürekli gündeminde tutan, fırsatlardan yararlanma adına dar çıkarlara saplanmayan bir mantığa ve ilişkiler sistemine ulaşmak kastedilmektedir. Elbette ki insanlığın çıkarları olan devrimin çıkarları esastır. Ama en has sosyal-şovenizm ve milliyetçiliklerin de bu ad altında geliştirildiği bilinmektedir. PKK bütün bunları aşan, bu temelde kendini sosyalizme ve kapitalist ülkelerdeki ilerici eyleme katan bir harekettir ve bu anlamda da evrensellik yönü belirgindir. PKK bundan böyle de dar ulusçuluğa ve kaba materyalist yaklaşıma düşmemeye büyük özen gösterecektir, özellikle, kapitalizmin gerici şiddet kurumlarına tavizkar davranışı ve onların reformist kırıntılarıyla geçinmeyi kabul etmediği gibi, kendini tecrit de ettirmeyecek, tersine giderek kendisini evrenselleştirecek araçları geliştirerek doğuşuna hâkim olan özü bütününe de hakim kılacaktır. İşte PKK'deki tamamlanması gereken olay budur derken, önemle kavranması gereken bir özelliğine değinilmektedir. Evrenselliğe böyle ulaşılabilir.
Bunun için gerekli olan büyük eylem potansiyeli nerede bulunacak denilirse, cevabımız, Kürdistan'ın bu konuda son derece bitek topraklar olduğudur. Uygarlığın beşiği olan bu toprak, eğer ısrar edilir ve onun kaderi insanlığın ortak kaderinin iyi bir zemini olarak düşünülürse, buradaki ulusal kurtuluşçuluk son derece güçlü bir evrenselliğin temel taşı haline getirilebilir; sosyalizme yönelmiş olanları da dahil birçok ulusal kurtuluş hareketindeki ve tabii daha çok kapitalizm koşullarında vücut bulan ulusçuluğu da çok aşan, biraz da Ortadoğu halklarına has olan ve onların din ve felsefelerinin başaramadığını gerçekleştirmede ifadesini bulan halkların ve insanların özgürlüğü ve eşitliği temelindeki bir evrenselliği günümüzde tamamlayabilir. Geçmişte dinin de etkisiyle yaratılmış olan halklar arasındaki yakınlaşmayı, güncel koşullarımızın esası üzerinde ve halkların eşitliği ve özgürlüğü temelinde yeni bir kavrayış ve eylemliliğe kavuşturarak evrenselliği tamamlama olayını güçlü bir şekilde yapabilir. Ama bunu, ne sosyalist sistemin kazanımlarını görmezden gelerek, ne de kapitalizmin reformist bir yorum ve uygulamasına kendisini kaptırarak yapmalıdır. Tam tersine, dayandığı toprakların özgünlüğünü sonuna kadar dikkate alan, insanlığın ondan alacağı verimi gösterebilen bir konumda olmalıdır. Bu topraklar insanlığın doğuşunun bu kadar bağlı olduğu bir zemin olarak insanlığın temel sorunlarının çözümünde de elbette büyük bir rol oynayabilecektir. Bu konuda Kürdistan önemli bir sıçrama zemini olabilecektir. İşte ona bu sıçratma rolü tanınmalıdır. Bu rolü oynatmalıyız.
Bu topraklarda ne yeni bir din çıkabilecek, ne de yeni sosyalizm ve felsefeler icat edilecektir. Sadece dinlerin, felsefelerin ve hatta yanılgılı bilimsel bilgilerin de çözmekte zorluk çektiği sorunlara, tüm insanlık tarihinin gelişiminin olumlu özelliklerini özümseyen ve bunu günümüze taşıran, özellikle de uygarlığın doğuşundan günümüze kadar önemli evreleri yaşamış halklar gerçekliğine doğru bir yaklaşım sözkonusudur. Ortadoğu halklarının devrim sorunlarını (ve genelde günümüzdeki devrim sorunlarını) böylesine özgün ele alan, ne Batı'nın birkaç yüzyıldan beri yarattığı sahte uygarlaşmayı-yabancı tipi kabul eden, ne de henüz tam ulaşılmayan sosyalizmin yetersizliğini yaşayan, bundaki yetersizliğini kendi somutunda gideren, kapitalizmin yarattığı tipi ise eski silahlarla savaşarak değil, gerçekten onu aşacak yaklaşımlarla ortadan kaldıran, kendi tarihi kadar güncel olumlu gelişmeleri de buna katan bir eylemin sahibi olunur ve eylemin zemini olarak Kürdistan'da ısrar edilirse, çağa bu biçimde dayatılan Kürdistan, insan umudunun en çok yeşerebileceği bir alan haline getirilebilir. Kürdistan, insan türünün ilk yerleşime geçtiği dönemde de umudun yeşerdiği bir cennet olma rolünü oynamıştır.
Mezopotamya, insanlığın cennet özleminin ifadesidir. Bugün aynı Mezopotamya yine bu anlamda bir ülkeye dönüştürülebilir. Her ne kadar TC de, GAP'da olduğu gibi ve petrol kaynaklarına yakınlığından ötürü bir umut olarak bakmak durumunda ise de bunun kirliliği, sömürücülük ve çıkarcılığı gözönüne getirildiğinde umut değil, umutsuzluk yaklaşımı olduğu açıktır. Bunu kırmanın ve böylesine bir umut kaynağına dönüştürülmenin de böyle sağlanabileceği açıktır.
O halde, bizim eylemimiz, Kürdistan zemininde ulusal kurtuluşçuluk olarak biçimlense de, çok büyük evrensel özü olan bir hareket olmaya adaydır. Tarih ve çağ bunu zorlamaktadır. PKK'nin somutu da budur ve bunun son derece yoğun anlaşılıp uygulanması gerekmektedir. Eğer PKK gerçeğine dayatılan bütün tarihsel ve güncel zorluklarla baş etmek, insanı giderek hiçleştiren ruhu ve biçimlenişi kırmak ve burada büyük insanlığın bazı değerlerinin yeniden yaratılabileceğini ispatlamak istiyorsak yapılması gereken budur ve bu mümkündür. Eylem geliştirilirken böylesine bir evrensellik içinde yapılırsa, gerçekten birçok umuda kaynaklık etmiş bu zeminin güçlü umutlara yeniden kaynaklık etmesi zor olmayacaktır. Kendi eylemimizi, bu eylemimizde somutluk kazanan ve giderek gelişen devrimimizi böyle anlıyoruz. İnsanlığın soylu kazanımlarını asla inkar etmeksizin, fakat ondaki büyük zayıflık, yanlışlık ve özellikle de dar milli, güncel ve karşılıklı çıkar denilen, ama özünde birçok savaşı, yıkımı, çöküşü, bir tarafın yükselişini diğer tarafın ezilişini getiren ilişkilere asla yer vermeksizin kendi bayrağında insanlığın en önemli kazanımlarının ifadesi olarak özgür, eşit ve barışçıl gelişimin ancak soylu eylemle mümkün olduğunu kazıyan, bunu hiçbir zaman gözardı etmediği gibi giderek yetkinleştiren, bunu kendi kişiliğinde bir tip, giderek de bir toplumsal düzenleniş olarak gerçekleştirebilen hareketimiz, belli ki sadece yaşamaya şanslı olmakla kalmayacak, tarihi gelişmenin çok şerefli önde gelen bir gücü de olabilecektir.
(*) Önder Apo’nun Seçme Yazılar Cilt III