Çözüm için yol henüz mayınlı

Önder Apo, stratejik adımlar atmak istiyor. Ancak sürecin gelişmesi için tarafların karşılıklı güvene dayalı adımlar atması gerekiyor. Fakat Ankara oyalama siyaseti izliyor. Oysa negatif dilin karanlığından kurtulmak ve ciddi adımlar atmak gerekiyor.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 26 yıl aradan sonra İmralı’da ağır tecrit koşulları altında bulunan Önder Apo'ya bir çağrıda bulunmuştu. Bu çağrının ardından DEM Parti heyeti, son birkaç ay içinde İmralı’da Önder Apo ile bir dizi görüşme gerçekleştirdi.

Önder Apo, 28 Aralık’ta DEM Parti heyetiyle yaptığı görüşmede, Kürt sorununun çözümüne ilişkin 7 maddelik bir “Demokratik Dönüşüm Deklarasyonu” yayımladı. Tecridin devam ettiğini vurgulayan Rêber Apo, uygun koşullar oluşması durumunda bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine taşıyabilecek teorik ve pratik güce sahip olduğunu belirtti.

Önder Apo, “Gazze ve Suriye’de yaşanan olaylar göstermiştir ki, dış müdahalelerle kangren haline getirilmek istenen bu sorunun çözümü artık ertelenemez bir noktaya ulaşmıştır. Bunun ciddiyetiyle orantılı bir çalışmayı başarıya ulaştırmak için muhalefetin de katkı ve önerileri değerlidir. Bütün bu çabalar, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için kıymetli bir kılavuz olacaktır. Şimdi, Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşlik zamanıdır” diyerek, demokratik çözümdeki teorik ve pratik gücünü ortaya koydu.

Bahçeli’nin çağrısı ve ardından Rêber Apo'nun yaptığı açıklamalar, yalnızca Kürt ve Türk halkları açısından değil, aynı zamanda Kürt sorunuyla bağlantılı bölge devletleri ve küresel güçler açısından da büyük yankı uyandırdı. Bu süreç; kaygı, öfke, belirsizlik ve içi boş söylemlerle birlikte, bitmek bilmeyen analiz ve yorumların da merkezine oturdu.

Önder Apo tarafından “değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma” biçiminde adı konulan bu sürecin geliştirilmek istenmesinin birçok nedeni var. Öncelikle, rüştünü ispatlamış Kürt Özgürlük Hareketi’nin yenilmezliği karşısında çözümsüz kalan Türk devletinin arayışları bunda başat rol oynuyor. Aynı zamanda çözülemeyen Kürt sorununun varlığıyla bölgedeki İsrail-Filistin çatışması ve Suriye’nin yeni jeopolitiği gibi konjonktürel gelişmelerle de doğrudan bağlantılı.

Bölgede ve dünyada sarsıcı etkiler yaratan siyasi, askeri ve ekonomik gelişmelerin fay hattı üzerinde duran Türkiye açısından tartışmalar iki temel çerçevede şekilleniyor:

1-Genişleme politikası: İşgal, yayılma ve alan tutma arzusunda olanlar, Şam’ın düşmesini Türkiye açısından bir genişleme fırsatı olarak görüyor. Bu nedenle Erdoğan’a, günümüzün “Yavuz Sultan Selim’i deniliyor. Neo-Osmanlı ruhuyla hareket eden ve bir dönem “İslam dünyasının halifesi”  olarak görülen Erdoğan’ın hayalini süsleyen bu genişleme politikası, mevcut gelişmeler bağlamında şekilleniyor. Bu görüşe sahip olanlar Kürt sorunun varlığını inkar etmekte ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezme, imha etme politikası yürütmek isteyen taraf oluyor. 

2- Bölünme ve parçalanma endişesi: Buna karşılık, genişleme ve yayılma politikasının aslında büyük bir tuzak olduğunu düşünenler de var. Onlara göre, “Oldukça cazip görünen bu yemi almak için uzandığımızda, kapan üzerimize kapanacak ve Türkiye’nin küçülmesiyle sonuçlanacaktır.” Irak, Suriye ve Libya’da yaşananlardan ders çıkaran bu kesim, İmralı’da Önder Apo ile görüşmelere “öncülük” etmek isteyen tarafı oluşturuyor. 

Devlet içerisindeki farklı görüş ayrılıklarına ve sürecin zorluklarına rağmen Önder Apo, süreci yürütme ve sonuca ulaştırma konusunda kararlı.

TÜRKİYE’NİN KÜRESEL GÜÇ OLMA İSTEĞİ

Peki, bölgedeki gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkiliyor? Türkiye gerçekten bir saldırı altında mı, yoksa küresel bir güç olma yolunda mı ilerliyor? Türkiye açısından gelişmelere her iki pencereden de bakmakta fayda var.

Son yıllarda işgalci Türk devleti, bölgesel hegemonya kurmak ve çeşitli ülkelerde etkisini artırmak için siyasal İslamcı grupları ve çeteleri destekledi. Bu çerçevede cihatçı örgütlerle de işbirliği yaparak, toplumları bölmek ve belirli grupları diğerlerine karşı güçlendirmek gibi politikalar izledi. Nihai hedefi ise, bu ülkelerde kendisine yakın bireyleri veya hükümetleri iktidara getirerek, yasadışı ve meşru olmayan anlaşmalar yoluyla nüfuzunu pekiştirmek oldu. Buna, şu ülkeler örnek gösterilebilir:

Sudan: Arap Baharı sürecinde, Temmuz 2011’de Sudan ikiye bölündü. Güney Sudan, Sudan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etti. O tarihten itibaren Türkiye, ülke üzerindeki hakimiyetini artırdı. Rusya ise Sudan'daki savaşta hem Hızlı Destek güçlerine hem de Sudan ordusuna silah tedarik ederek savaşı körüklüyor ve ikili oynuyor.

Libya: Kaddafi’nin devrilmesinden sonra vekalet savaşları başladı. Milis gruplar, kendi hâkimiyet alanlarını oluşturma çabasında. 2014 seçimlerinden sonra ülke siyaseten ikiye bölündü:

- Trablus Merkezli Ulusal Birlik Hükümeti: Başkent Trablus ve Batı Libya’yı kontrol ediyor. BM tarafından tanınıyor ve Türkiye ile Katar tarafından destekleniyor.

- Tobruk Merkezli Hükümet: Doğu Libya ve Sirte bölgesini kontrol ediyor. General Hafter’in ordusu, Mısır, Rusya ve BAE tarafından destekleniyor.

Irak: 2003’teki ABD işgalinden bu yana merkezi otoritesini kaybetti. Siyasi istikrarsızlık, mezhepsel bölünmeler ve dış müdahalelerle mücadele ediyor.

- Merkezi Hükümet (Bağdat): Ülkenin büyük kısmını kontrol ediyor. İran destekli Şii milis gruplar, hükümet üzerinde etkili.

- Kürdistan Bölgesel Yönetimi: Türkiye tarafından destekleniyor. Bölgede Türkiye’nin çok sayıda askeri üsleri bulunuyor.

- Sunni gruplar ise parçalı fakat birlik arayışları sürüyor.

Suriye: Beşar Esad'ın 8 Aralık'ta devrilmesiyle Suriye'de ortaya çıkan yeni siyasi gerçeklik, yalnızca ülke içinde değil, bölgesel ve küresel düzeyde de birçok gündemi beraberinde getirdi. Bu gündemler arasında, 2009’da Esad tarafından engellenen ve jeopolitik nedenlerle rafa kaldırılan Katar-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı projesi de yer alıyor.

 Türkiye’nin Akdeniz'deki jeopolitik nüfuzunu artırmak ve Avrupa'nın enerji merkezi haline gelmek başlıca hedeflerinden biri. Suriye ile deniz sınırlarının belirlenmesine yönelik yeni bir anlaşma imzalayacağını belirten Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, 10 Aralık 2024'te yaptığı basın toplantısında, Katar Doğal Gaz Projesini gündeme getireceklerini belirtti. Katar gazının Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaştırılması hedefleniyor. Bu yolla Rusya gazına bağlılık azalacak. 

Ankara, bölgesel aktörler arasındaki şiddetli rekabet bağlamında Doğu Akdeniz'de yeni bir nüfuz alanı oluşturmaya çalışıyor. Suriye'deki yeni durum, Türkiye'nin bölgede yeni manevralar yapması için alan oluşturuyor.

2019’da oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu (EastMed), Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın da içinde yer aldığı bir anlaşma. Bu anlaşma, 2022’de imzalandı. Bu anlaşmanın dışında tutulan Türkiye, 2019’dan bu yana Libya ile deniz sınırlarını belirleme anlaşması imzalamak başta olmak üzere, komşularına karşı hareket geçti.  Ankara, Güney Kıbrıs'ın münhasır ekonomik bölgesi (MEB) içindeki alanlarda, enerji kaynakları arama çalışmaları yürütmekle tehdit eden sismik araştırma gemilerini defalarca kez bölgeye gönderdi. Bu sular üzerinde hak iddia eden Türkiye, bir ada devleti olarak Güney Kıbrıs'ın 12 deniz milinin ötesinde bir MEB'e sahip olma hakkını tanımıyor.

ZORLU BİR RAKİP OLARAK İSRAİL

Ancak bazı gözlemciler, İsrail'in Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki nüfuzunu kabul etmeyeceğini belirtiyor. Özellikle de EastMed'in, Avrupa'ya ihraç edilen enerji için bölgesel bir merkez olduğu vurgulanıyor. Avrupa'ya enerji ihraç etmek amacıyla Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail ve İtalya'yı bağlayan boru hattı projesi, İsrail için önemli bir jeopolitik silah olma özelliği taşıyor.

İsrail merkezli düşünce kuruluşu Begin-Sadat Stratejik Araştırmalar Merkezi (BESA) tarafından yayımlanan bir makalede, Siyaset Bilimci Elai Rettig, Türkiye'nin Suriye'deki enerji hedeflerinin, İsrail'in Avrupa ve Körfez ülkeleri arasında Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’nun bir parçası olma hedeflerinin bazılarını baltalayacağını savundu. Ancak Ankara, Doğu Akdeniz'de doğalgaz arama çalışmalarında İsrail ile işbirliği yapmak istiyor. Gazze savaşından sonra bölgedeki yeni gelişmelerin, Doğu Akdeniz ülkeleriyle Türkiye arasında çatışma yerine daha fazla işbirliğine yol açabileceği de belirtiliyor.

KÜRESEL GÜÇLERİN DESTEĞİ: ESAD İKTİDARI YIKILDI

Esad iktidarı, Ahmet Şera, namı değer Colani tarafından hiçbir direnişle karşılaşmadan küresel güçlerin desteğiyle devrildi. Esad'ın devrilmesinde Türkiye'nin çok etkili olduğu ve "kazançlı" çıktığı belirtildi. İran (Hizbullah) ve Rusya ise bu enkazın altında kaldı.

Suriye ve Kürdistan, bölgenin yeniden düzenlenmesinde kilit görevi görüyor. Suriye ve Kürdistan üzerinde doğrudan bir hakimiyet sağlanmadıkça, hiç kimse Ortadoğu'yu kontrol altına alamaz, güç olamaz ve diğer güçler üzerinde hakimiyet sağlayamaz. Bu "öngörüyle" Türkiye, tüm ülkelerden önce Şam'a gitti. Erdoğan, Colani'den tek devlet, tek bayrak, tek millet zihniyetini yaşama geçirmesini, yeni kurulan sistemde Kürtlere yer verilmemesini ve QSD’nin içindeki tüm Suriyeli olmayan savaşçıların Suriye’den çıkarılmasını istedi.

SUUDİ ARABİSTAN ORTAYA ÇIKAN İMKANLARI TÜRKİYE’YE KAPTIRMAK İSTEMİYOR

Türkiye, Colani ile geçmişten gelen dostluk ilişkilerine dayanarak Suriye’nin yeniden şekillendirilmesinde görev almak istiyor ve ortaya çıkan imkanları farklı ülkelere kaptırmak istemiyor. Bu nedenle Ankara-Şam trafiği hız kazandı. Ancak Suudi Arabistan, Türkiye’nin güçlü bir rakibi ve hakimiyet sahasını Türkiye’ye kaptırmak istemiyor. Rekabetin kazananı, Suudi Arabistan.   

Suudi Arabistan, HTŞ iktidarına karşı temkinli davranan Mısır yönetimine şöyle diyordu: ‘’Alanı boş bırakırsak Türkiye yeni yönetim üzerinden bütün Suriye’ye hükmedebilir. Oysa biz Araplar, HTŞ yönetimine yardım edip onu elverdiğince kendi tarafımıza çekmek suretiyle ehlileştirip tehlike olmaktan çıkarabiliriz.’’

14 Şubat 2025’te Münih Güvenlik Konferansı’nda düzenlenen bir panelde söz alan Suudi Arabistan’ın düşünce kuruluşu Körfez Araştırma Merkezi Başkanı Abdulaziz Sager, ‘’Biz, Irak’ı İran’a kaptırdığımız gibi Suriye’yi de Türkiye’ye kaptırmak istemiyoruz’’ ifadesinde bulundu.

Bu bağlamda Erdoğan’ın Neo Osmanlı yayılma politikasına yalnızca Arap ülkeleri değil, küresel güçler ve komşu devletler de kaygılı ve temkinli yaklaşıyor.

Suudi vatandaşı bir Suriyeli göçmen olan Colani, Suriye’nin dokusunu iyi bilen biri. Körfez ve komşu Arap ülkeleri ile küresel güçlerin hassasiyetinin farkında. Bu nedenle Türkiye ile de ilişkilerini bozmadan Arap ülkeleriyle ilk elden ilişki kurmaya çalışıyor. Colani, ilk ziyaretini Suudi Arabistan ve ardından Türkiye’ye yaparak gereken mesajını böylece dünya kamuoyuna vermiş oldu.

Afrika Boynuzu: Somali ve Eritre gibi ülkeler, dış müdahaleler ve etnik gerilimler nedeniyle istikrarsızlığını sürdürüyor. Türkiye’nin bu ülkelerde de karşıt güçlerin çatışma ortamından faydalanarak güç olmaya çalıştığı biliniyor.

G20 ZİRVESİ VE HİNDİSTAN İLE YAPILAN ENERJİ ANLAŞMASI

9-10 Eylül 2023 tarihlerinde Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de düzenlenen G20 Liderler Zirvesi'nde, enerji alanında önemli kararlar alındı. Hindistan'ı Orta Doğu ve Avrupa'ya bağlayacak olan "Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru" IMEC'in kurulmasına yönelik olarak Hindistan, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Almanya, İtalya ve Avrupa Birliği arasında bir mutabakat zaptı imzalandı.

Türkiye, bu koridorun dışında bırakılmasına tepki gösterdi. Recep Tayyip Erdoğan, Hindistan dönüşünde yaptığı açıklamada, "Türkiyesiz bir koridor olmaz. Türkiye, önemli bir üretim ve ticaret üssü. Doğudan batıya trafik için en uygun hat, Türkiye üzerinden geçmek durumunda" ifadelerini kullandı. Ayrıca, Irak, Katar, Abu Dabi ve Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaşacak alternatif bir "Kalkınma Yolu" projesi üzerinde çalışmaların sürdüğünü belirtti. 

Kısacası, 2011 yılında başlayan "Arap Baharı" olayları sonrasında birçok enerji zengini devlet, ulusal kimliğini kaybetme noktasına geldi.

ENERJİ KAYNAKLARI VE ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI

Günümüzde Üçüncü Dünya Savaşı, enerji kaynaklarına sahip olma ve enerji geçiş hatlarının güvenliğini sağlama amacıyla küresel güçlerin paylaşım savaşından kaynaklanıyor. Petrol ve enerji kaynakları bakımından zengin olan bu ülkelerde dış müdahaleler yoğun şekilde devam ediyor. Küresel güç olma iddiasındaki Türkiye de bu ülkelere yoğun şekilde müdahale ediyor ve bu denklemde yerini almak istiyor.

Yani, bölgede ister vekalet savaşı yürüten güçler ister gerici ve baskıcı bölge devletleri, isterse küresel aktörler olsun, herkes yeni sürece uygun bir pozisyon alıyor ve ittifaklarını buna göre şekillendiriyor. Hiçbir taraf alternatifsiz değil; hepsinin cebinde A, B ve C planları bulunuyor. Bu nedenle her aktör, süreci en kârlı şekilde veya en az zararla atlatmanın hesaplarını yapıyor. İsrail ve ABD’nin müdahaleleri karşısında İran, Kürtlere ihtiyaç duyuyor. Öte yandan İsrail, Arap ve Türk devletiyle yaşadığı sorunlar nedeniyle Kürtlerle ilişkilenmek istiyor.

Tüm bu gelişmeleri yakından takip eden Önder Apo, bölge halklarının çıkarını da esas alan bir “Demokratik Dönüşüm Deklarasyonu” yayımladı. Önder Apo, konjonktürel gelişmeleri de değerlendirerek, kalıplara bağlı kalmadan stratejik adım atmak istiyor. Ancak sürecin gelişmesi ve silahların susması için tarafların karşılıklı güvene dayalı adımlar atması gerekiyor. Fakat Ankara, adım atma konusunda isteksiz ve oyalama siyaseti yürütüyor. Oysa negatif dilin karanlığından kurtulmak ve ciddi adımlar atmak gerekiyor.

Bir yandan silahların bırakılmasından, demokratik siyaset yürütülmesinden söz edeceksin, diğer yandan Kürt halkının üzerine her gün tonlarca bomba yağdıracaksın. Gazetecileri katledecek, binlerce siyasi tutsağı rehin almaya devam edeceksin. Seçilmişlerin iradesini yok sayacak, yerine kayyum atayacaksın. ‘’Ya silahlarını toprağa gömecekler ya da silahlarıyla gömülecekler’’ diyerek kibir, üstenci zehirli bir dil kullanacaksın. Bu yaklaşımların ve açıklamaların kimseye bir faydası yok.

İsrail, Hamas savaşında her bir tutsağa karşılık yüzlerce Filistinliyi serbest bırakırken, 2017 yılında Süleymaniye’nin Dukan ilçesinde PKK’nin esir aldığı MİT yöneticileri Erkan Pekçetin ve Aydın Günel, Garê bölgesinde tutuldukları gerekçesiyle, 10 Şubat 2021’de Türk ordusu tarafından düzenlenen nokta operasyonunda ondan fazla kendi esir askerinin ölmesine neden oldu. İşte bu zihniyet, alev alan evi söndürmek yerine ateşe odun taşımaya devam ediyor.

Kötülüğün ve suçun albenisinden kurtulmanın zamanı. Göz kamaştırıcı ve övgüye değer bir çözüm, ancak Önder Apo’nun demokratik dönüşüm paradigmasıyla yaşam bulacaktır. Yeter ki ateşe benzinle gitmeyelim.