MAKALE

18 Mayıs direniş çizgisiyle faşizmi yıkmak

Haki Karer ve İbrahim Kaypakkaya’nın izinden yürümek demek, zafer çizgisinde faşizme karşı direnmek demek oluyor. Zaman geçirmeden Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünü tarihin çöp sepetine atma anlamına geliyor.

Kürdistan ve Türkiye devrimcileri ve halkları olarak yeni bir Şehitler Ayını ve Şehitler Gününü yaşıyoruz. 18 Mayıs, büyük devrimci önderler Haki Karer ile İbrahim Kaypakkaya’nın şehadet günü oluyor. Bu nedenle Kürdistan Devrimcileri 18 Mayıs’ı Kürdistan Şehitler Günü olarak kararlaştırmış ve ilan etmiş bulunuyor. Bu temelde Mayıs ayının her gününde onlarca Kürdistan Devrim Şehidi yatıyor. 1 Mayıs Taksim katliamı, 6 Mayıs Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamından 31 Mayıs Sinan Cemgil ve arkadaşlarının şehadetine kadar uzanan şehitler kervanını dikkate alırsak, aynı durum Türkiye Devrimciliği açısından da geçerlilik kazanıyor. İç içe geçmiş birleşik devrim, Şehitler Günü ve Ayı açısından da yaşanıyor.

Bu temelde şehadetinin 41. yıldönümünde büyük devrimci, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Benim gizli ruhum gibiydi” dediği Haki Karer’i saygı ve minnetle anıyor ve amacını başarma sözümüzü bir kez daha yineliyoruz. Yine şehadetinin 45. yıldönümünde devrimci önder İbrahim Kaypakkaya’yı saygıyla anıyoruz. 19 Mayıs 1978’de Hilvan’da şehit düşen Halil Çavgun’u, şehadetinin kırkıncı yıldönümünde saygı ve sevgiyle anıyoruz. 17 Mayıs 1982’de Diyarbakır zindanında şehit düşen Ferhat Kurtay ve arkadaşlarını, 16 Mayıs 1997’de Hewlêr katliamında şehit düşen devrimcileri şehadet yıldönümlerinde saygı ve minnetle anıyor, anılarını yaşatma sözümüzü bir kez daha yineliyoruz. 

Gerçekten de Mayıs ayının her gününde onlarca kahraman şehidin adı bulunuyor. O şehitler ki, bizi bugüne getiren, her türlü özgürlükçü ve demokratik kazanımın yaratıcısı olan gerçek güç kaynaklarımız oluyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çarpıcı biçimde ifade ettiği gibi, kahraman şehitlerimiz doğru yaşamı temsil ediyor. Demokratik Türkiye umutlarını canlı tutan, Kürt halkını yeniden dirilterek özgür yaşam yoluna sokan gerçeklik kahraman şehitler gerçeği oluyor. Yeni bir Şehitler Gününde ve Şehitler Ayında tüm özgürlük ve demokrasi şehitlerimizi Haki Karer ve İbrahim Kaypakkaya şahsında saygıyla anıyoruz. Tüm devrimcileri ve halklarımızı şehitler çizgisinde kendilerini yeniden yaratmaya, her gün kahraman şehitlerimizi anma etkinlikleri düzenlemeye ve şehitlerimizin direniş çizgisinde faşizme karşı kararlılıkla yürümeye çağırıyoruz.

Haki Karer ve İbrahim Kaypakkaya gerçeğinin doğru kavranması Kürdistan ve Türkiye devrimlerinin iç içe geliştirilmesi ve zafere ulaştırılması açısından büyük önem taşıyor. Karadenizli Haki Karer, Kürdistan Devrimci Hareketi’nin temellerini atan grup içinde yer alıyor ve Antep’te şehit düşüyor. Orta Anadolulu İbrahim Kaypakkaya, Dersim’de gerillacılığı başlatıp yaralanıyor ve Amed’te işkencede şehit ediliyor. Başlı başına bu iki örnek bile Kürdistan ve Türkiye devrimlerinin ne denli iç içe olduğunu göstermeye yetiyor. Kürtleri yok sayan ve imha etmeye çalışanın Türkiye toplumu değil, egemen devlet ve iktidar güçleri olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Yine gerçek devrimciliğin sonuna kadar direniş olduğunu herkese gösteriyor.

Peki bu iki büyük devrimcinin izinden yürümek bugün ne anlama geliyor? Çok açık ki, en geniş demokratik ittifak temelinde her türlü yöntemi kullanan bir direniş mücadelesi ile faşizmi yıkmayı ifade ediyor. Haki Karer ve İbrahim Kaypakkaya’nın izinden yürümek demek, zafer çizgisinde faşizme karşı direnmek demek oluyor. Zaman geçirmeden Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünü tarihin çöp sepetine atma anlamına geliyor. Bunun için en geniş devrimci-demokratik ittifakı oluşturmayı, her türlü zorluğu göğüsleyip engeli aşarak faşist diktatörlüğe karşı direnmeyi ifade ediyor.

Çok açık ki, Haki Karer ve İbrahim Kaypakkaya gerçeği, kendi öz gücüne sonuna kadar güvenme anlamına geliyor. Tarihin tanıdığı en büyük cesaret ve fedakârlıktan birini ifade ediyor. Koşullara ve güç dengesizliğine bakmadan, kapitalizme ve faşizme karşı büyük cesaretle yürümeyi içeriyor. En küçük bireysel kaygı ve hesap içine girmeden özgürlük ve demokrasi mücadelesine atılma ve yirmi dört saat bu çizgide yürüme anlamına geliyor. Bu da kendisini AKP-MHP faşizminin yıkılmasında somutlaştırıyor. 

Yeni bir Şehitler Gününü ve Ayını yaşarken, Kürdistan ve Türkiye halklarının önüne faşizmi yıkmak için çok büyük ve tarihi fırsatlar çıkmış bulunuyor. Çok açık bir biçimde görülüyor ki, AKP-MHP faşist diktatörlüğü artık kendini yaşatma ve ömrünü uzatma gücünü gösteremiyor. Bunun içindir ki, 24 Haziran erken baskın seçimini gündemleştirmiş bulunuyor. Bir defa bu gerçeğin, tüm devrimci-demokratik güçler ve halklar tarafından çok iyi anlaşılması gerekiyor. Ne yazık ki, hepimiz bu kelimeleri söylüyoruz, ancak bazı yaklaşımlar ve ruh halleri bu sözlere fazla inanılmadığını, hala faşizmin güçlü ve devrimci-demokrasinin ise zayıf görülmeye devam edildiğini gösteriyor. Ne yazık ki, gözü korkutulmuş bu küçük-burjuva bakış açısı ve ruh hali tümden aşılamıyor.

Geçen hafta yazdık; ancak belli ki bu hafta yeniden yazmamız gerekiyor. 24 Haziran seçimleri kapsamında ortaya çıkan ittifaklar olması gerekendir ve Türkiye’deki siyasi yapılanmayı ifade etmektedir. Yani AKP-MHP-BBP üçlüsünün bir ittifak oluşturmuş olması, CHP-Saadet-İyi Parti-DP dörtlüsünün bir ittifak içinde bir araya gelmesi, gerçek tüm demokratik güçlerin ise HDP’de birleşmesi yanlış değil, tamı tamına doğrudur. Mevcut ideolojik-siyasi yapılanmalar dikkate alınırsa, başka türlü ittifak oluşumu da mümkün değildir. Yine birbirine yakın eğilimlerin kendi arasında ittifak oluşturmasında da bir yanlışlık yoktur. O halde, mevcut siyasal partilerin oluşturmuş olduğu mevcut ittifakları eleştirmek ve bunları yanlış bulmak doğru değildir. Hele hele bunun, tüm demokratik güçleri kendi bünyesinde toplayan HDP Yöneticileri ve yandaşlarından gelmesi doğru olmadığı gibi, anlaşılır da değildir. 

Bir kere daha tekrarlıyoruz: Eğer HDP de CHP’nin oluşturduğu mevcut dörtlü ittifak içinde yer alsaydı, o zaman HDP olmaktan çıkar, söz konusu dört partiden biri haline gelirdi. Peki HDP böyle olabilir mi? Eğer böyle olsa, o zaman tüm demokratik güçleri birleştiren HDP’den ortada eser kalır mı? Biraz gerçekçi ve bilimsel düşünebilmek lazım. Diğer yandan, HDP baraj altında kalır kaygısıyla ittifaka girmesini dillendirmek de doğru ve gerçekçi değildir. Bir kere, son iki seçimde barajı aşmış olan HDP’nin ifade edilmeye çalışıldığı gibi bir baraj sorunu yoktur. Geçen süreçte HDP’nin oyları azalmamış, tersine faşizmin alternatifi olarak ikinci parti haline gelmiştir. Bu nedenle, ikide bir baraj sorununu dillendirmek doğru değildir. 

İkinci olarak, böyle bir yaklaşım seçim siyaseti açısından da doğru değildir. Çünkü HDP’ye kazandırmamakta, tersine kaybettirmektedir. Ezilmişlik psikolojisinin ve karamsar üslubun mevcut seçimde hiç kimseye kazandırmayacağı açıktır. Hele hele bunun HDP Yöneticilerinden gelmesi anlaşılır gibi değildir. Böylelerine şunu sormak isteriz: Kendi ağzıyla bizim baraj sorunumuz var diyene kim gönül rahatlığıyla oy verebilir? Peki söz konusu üslubu kullananlar, acaba “Bize oy vermeyin” demek mi istiyorlar? Çok açık ki, söz konusu yaklaşım ve üslubun derhal terk edilmesi ve HDP Yönetiminin bunlara karşı mücadele yürütmesi gerekir. Oysa cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, adaylığı ilan edilirken ne güzel de demişti: “Size ikinci turda kime oy vereceksiniz diyenlere, hiç tereddüt etmeden yine Selahattin Demirtaş’a deyiniz”.

Çok açık ki, bu sözlerde müthiş bir öz güven ve iradi duruş vardır. Seçmene güven verecek ve oy kazanacak tek üslup da işte budur. Bu nedenle, HDP adına konuşan herkes yaklaşım ve üslubunu düzeltmek durumundadır. Yine eleştirilerini esas olarak AKP-MHP faşizmine yöneltmek ve Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünü yıkmayı hedeflemek durumundadır. Haki Karer ve İbrahim Kaypakkaya’nın temsil ettiği şehitler çizgisinde yürümek böyle olmayı gerektirir.

Kaynak: Yeni Özgür Politika