Wan'ın Qelqelî (Özalp) ilçesinde 28 Temmuz 1943 tarihinde (kimi kaynaklara göre 30 Temmuz günü sabahı) Türk devleti tarihinin büyük Kürt katliamlarından biri yaşandı. 33 Kürt köylüsü mahkeme tarafından serbest bırakılmalarına rağmen Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın talimatıyla Sefo Deresi'ne götürülerek kurşuna dizildi. Şans eseri sağ kalan bir köylünün anlatımıyla katliam yıllar sonra açığa çıktı. Muğlalı yargılama sonucunda idama çarptırıldı. Çok geçmeden idam cezası, müebbet hapse çevrildi ve Muğlalı cezaevinde öldü. Ölümünden sonra ise Türk Genelkurmay Başkanlığı'nın bahçesine büstü dikildi, ismi caddelere, kışlalara verilerek kahraman ilan edildi.
Katliamın üzerinden 81 yıl geçti. Katliamda ölenlerin kemiklerine dahi ulaşılamadı. Katliamın yaşandığı Rojhilat sınırına şimdi duvarlar örülüyor. Katliamcı Muğlalı’nın ismi ilk olarak 1967 yılında Muğla’da bir caddeye verildi. 1987 yılında devlet tarafından itibarı iade edildi, cenazesi törenle devlet mezarlığına taşındı. 1997 yılında Harp Akademileri Komutanlığı'nın bahçesine büstü dikildi ve 2004 yılında Özalp ilçesinde bir kışlaya ismi verildi.
Katliamda babasını, amcasını, dedesini kaybeden 81 yaşındaki Celal Uzuntaş ise yaşadıklarını ANF’ye anlattı...
Katliamın yaşandığı yıl dünyaya geldiniz ve o yıl da babanız, dedeniz, amcanız bu katliamda katledildi. Aradan 81 yıl geçti, yıllardır '33 Kurşun' mağdurlarının mücadelesini yürütüyorsunuz. Sizce 33 kişi neden katledildi?
İran'dan Türkiye'ye giriş yapan bir grup buradan koyun kaçırarak oraya götürüyor. Sonra Türkiye'den de bir grup -bunun Kaymakama bağlı çeteler olduğunu biliyoruz- İran'a girerek onların koyunlarını kaçırıyor. Bizim babalarımız, dedelerimiz ise tarlalarında çalışan insanlar ve bir şekilde bu olayların örtbas edilmesi için onlara iftira atılıyor ve birileri onları ihbar ediyor. Hatta gözaltına iken 'Kaçın, sizi öldürecekler' deniliyor ama suçsuz insanlar ve biz ne yaptık ki kaçalım, diyorlar. Asker Sıraç Çelebi, Ahmet Uyanık, Ecem Çelebi var. Niye kaçalım, diyorlar. İşte o gece götürüp şehit ediyorlar. Mustafa Muğlalı çapulcularla çatışma olduğuna dair tutanak tutuyor. İbrahim Özay yaralı olarak kurtuldu ama çok geçmeden genç yaşta vefat etti. Menderes, Başbakan olduktan sonra katliam Meclis gündemine getiriliyor ve yargısız infaz edildiğini ve bunun araştırılmasını isteyince olay açığa çıkıyor. Muğlalı yargılanıyor ve idama mahkûm ediliyor. Sonradan kurtulmak için akıl sağlığının yerinde olmadığına dair rapor ile idamdan kurtarıyorlar.
Muğlalı idama mahkûm edildi ama sonra da kahraman ilan edildi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Devlet, idama mahkûm ettiği birini nasıl kahraman ilan edebiliyor... Bu nasıl bir çelişkidir. Katledilenlerin ne günahı vardı? Bir suçları var ise devlet 81 yıldır neden açıklamıyor? Bu kişilerden beşi yargılanmış ve mahkemede beraat etmişti. Getirsinler mahkeme tutanaklarını, kamuoyuna açıklasınlar. Mustafa Muğlalı, benim babamın, dedemin, amcamın ve o insanların katilidir. O insanlar suçsuz ve günahsızdı. Askerden izne ayrılmış ve evine gelmiş iki asker bile katliamda öldürüldü, kendi askerini öldürenden kahraman mı olur! Yaşananlar yargısız infazdır, katliamdır. İdamdan sonra yaş haddi ve akli dengesinin bozuk olduğu gerekçesiyle cezası 20 yıla düşürüldü ve cezaevinde öldü. Mustafa Muğlalı bir zalimdir. Sormaz mı insan, izinli asker niye öldürülür, benim dedem 86 yaşında öldürülüyor, o yaşta bir insanın ne suçu olabilir? Sonra da tutanaklara çatışma diye geçiriyor, gözaltında olan insanlarda silah olur mu?
Katliamın gerçekleştiği ana ilişkin büyüklerinizden neler duydunuz, neler yaşanmış?
Benim amcam Wan'da iken babasının gözaltına alınması üzerine çıkıp köye geliyor. Neden gözaltına alındığını sorduğu için onu da alıyor. Bir ay tutuklu kalıyorlar. Erzurum'a götüreceklerini söyleyerek götürüp sınırda katledildikleri yere götürüyorlar. 33 kişinin hepsi akraba ve birbirini yakından tanıyor. Katliama götürülürken, 'Siz bizi öldüreceksiniz, bari ellerimizi açın, sabah namazımızı kılalım, biz Müslümanız' diyorlar. Dedem imamlık yapıyor, namazlarını kılıyorlar ve öyle öldürülüyorlar. Kelime-i şehadet getirerek kurşuna diziliyorlar.
Katliamdan sonra askerlerin tutumu nasıl oldu, köylülere nasıl davrandılar?
Bize anlattıklarına göre gece evlere operasyonlar yapılıyor ve kadınlara yönelik cinsel istismar saldırıları oluyor. Unla beslendiğimizi hatırlıyorum. Yokluklar içinde büyüdük. Kış aylarında ayağımda çorap ve ayakkabı olmadığı için dışarı çıkamıyordum. Köylünün tarım ve hayvancılık yapmasına dahi izin verilmiyordu. Askerler bizim babalarımızı, dedelerimizi öldürmekle yetinmedi, ondan sonra uzun yıllar boyunca köylüler işkenceye maruz kaldı. Çocukluk yıllarımda askerler tarlaya gitmemize bile izin vermiyordu, hayvancılık yapamıyorduk ve bu yüzden açlıkla mücadele ettik. 33 Kurşun Katliamı vahim bir katliam ama sonraki yıllarda yaşananlar onun kadar vahimdi ve benim çocukluk yıllarım bu zulüm altında geçti.
Aradan 81 yıl geçmesine rağmen devletin hâlâ bu katliamla yüzleşmediğini görüyoruz...
Devlet mutlaka özür dilemelidir. Devlet, hukuk devleti olduğunu iddia ediyorsa 33 Kurşun Katliamı'nın mağduriyetini gidermelidir. Devletten bir beklentim kalmadı ama yine de bir çağrıda bulunmak istiyorum. Babamın, dedelerimin kemikleri hâlâ orada ve o bölgeye girmek yasaklı. En azından katledildikleri yerde onları anmak istiyoruz. Orada Koçkıran'da Çerkes bir karakol komutanı vardı, o anlattı; sabaha kadar insanların gözyaşları, ağlama, inleme, acı seslerini duyardık ama müdahale etme hakkımız yoktu diye... Sonradan öğrendik ki insanlar katlediliyor, sınırda öldürülüyor. Burada ne büyük zulüm olduğunu o zaman anladığını söyledi. Hâlâ işkence altındayız, Kürtler yine katlediliyor.