İpekyüz: RTÜK mahkeme gibi davranıyor

DEM Parti RTÜK üyesi Necdet İpekyüz, RTÜK gibi kurumların daha çok, regülasyon görevi görerek düzenleyici ve denetleyici bir kurum rolü üstlenmesi gerekirken mahkeme gibi davrandığını söyledi.

RTÜK

Türkiye’de iktidar, RTÜK eliyle yaratmak istediği yeni sistem için her şeyi tasarlamaya çalışıyor. AKP iktidarı ile açık bir sansür kurumu haline gelen RTÜK, bir toplum mühendisliği kurumu haline gelmiş durumda.

Televizyon ve radyo yayınlarını denetlemek için kurulan Radyo Televizyon Üst Kurulu, AKP iktidarı ile iktidarın düşüncelerinin topluma yayılması için çabalayan bir kurum haline getirildi. AKP iktidarında aldığı kararlarla her defasında tartışılan kurum, iktidarın istemediği en küçük sesin dahi duyulmaması için çabalayan ve iktidarın istemediği her şeye karşı hareket eden bir yapı oldu.

DEM Parti RTÜK üyesi Necdet İpekyüz, RTÜK gibi kurumların mahkeme gibi davrandığını belirtti. RTÜK ve son dönemde artan sansür baskısı ile ilgili ANF’ye değerlendirmelerde bulunan İpekyüz, iktidarın eleştiriye tahammülünün olmadığını dile getirdi.

‘RTÜK MAHKEME GİBİ DAVRANMAMALIDIR’

Necdet İpekyüz, RTÜK'ün bir denetleme kurulu olmasına rağmen kendini mahkeme yerine koyduğunu ifade ederek şunları söyledi: “Hepimiz biliyoruz ki hukukta masumiyet karinesi diye bir şey var. Adli yargıda, mahkemelerde bir şey suç olduğu tespit edilene kadar herkes masumdur, suçsuzdur. RTÜK gibi kurumlar mahkeme gibi davranmamalıdır; daha çok regülasyon görevi görerek düzenleyici ve denetleyici bir kurum rolünü üstlenmelidir. Evet, dünyada işitsel ve görsel medya otoriteleri vardır ve bunlar cezalar vermektedir. Önemli olan bu cezaların adil ve kamuyu gözeten bir tarzda oması gerekliliğidir. Kamuoyu gözetilirken halkın haber alma hakkı başta olmak üzere; eşitlikçi, adil, kutuplaşmadan, nefretten, ayrımcılıktan ve ırkçılıktan uzak bir üslup ve yöntem kullanılmalıdır.”

‘MEDYA İKTİDAR PROPAGANDASI YAPAN BİR ARACA DÖNÜŞTÜ’

Medyanın tekçi bir tarza dönüşmesinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilmesi ile birlikte olduğunu dile getiren İpekyüz, sözlerine şöyle devam etti: “İktidarı eleştiren ya da eleştirenlere ortam yaratmak yerine, daha çok iktidarın propaganda aracına dönüştü. Bunları yaparken de çeşitli yönetmelikler, düzenlemeler ve yasalar çıkarıldı. Sizler de hatırlarsınız; bir İletişim Başkanlığı kuruldu, ardından dezenformasyon yasası ve platformlardaki yayınlara yönelik, denetleme alanına girmeyen konularla ilgili isteğe bağlı yayıncılık adı altında düzenlemeler yapıldı. Günümüzde bildiğiniz gibi başta YouTube olmak üzere sosyal medya üzerinde tartışmalar yürütülmekte ve burada daha çok haber alma hakkını önlemeye ve iktidarı eleştirme yollarını kesmeye çalışılmaktadır.”

İktidarın eleştirilere karşı yaptırım yolları istediğini ve eleştirileri önlemek için her türlü baskıyı yapmayı kendine hak gördüğünü söyleyen İpekyüz, “Türkiye'deki muhalif medya yayın kurumlarının yaptığı çalışmalara getirilen yasakları sadece RTÜK yaptırımlarıyla ele almak doğru olmaz. İktidar, eleştiriye tahammül etmediğinden eleştirileri önlemek için her türlü baskıyı uygulayabilmektedir. Bu baskı; vergi, sponsorluk ve reklam gibi yöntemlerle mali boyutta olabildiği gibi, ayrıca mahkemeler aracılığıyla yayın durdurma ve engelleme gibi cezalar da verilmektedir. Bunların yanı sıra, medyayla birlikte özgür haber yapmak isteyen gazetecilere yönelik gözaltılar ve tutuklamalar gibi cezalar verilmekte, kamunun habere erişimi engellenmektedir” dedi.

‘TÜRKİYE, BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ENDEKSİNDE ‘ÇOK CİDDİ ÖLÇÜDE KÖTÜ’ OLARAK İFADE EDİLİYOR’

İpekyüz, Türkiye’nin 2024 Dünya Basın Özgürlüğü endeksinde “Çok ciddi ölçüde kötü” olarak tanımlandığını belirterek şunları ifade etti: “Sınır Tanımayan Gazeteciler ‘in 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nde yayınladığı endekste Türkiye, 36 ülke arasında yer almaktadır. Araştırmalar, otoriterlik arttıkça basın özgürlüğünün yok olduğunu vurgulamaktadır. Temel insan hakları ve özgürlükler sürekli aşındırılıyor; iletişim kanalları iktidarın, sermaye gruplarının ve cemaatlerin kontrolü altına girdiği bir dönem yaşamaktayız. Muhalif yayınlara verilen ağır cezalar, yayın alanında çok sesliliği tek sese dönüştürülmektedir. İfade özgürlüğünü korumak yerine iktidar tarafından onaylanan ifadeler yaygınlaşmasına hizmet edilmekte ve haber alma hakkı engellenmektedir. Verilen cezaların adil olmaması ve yüksek para cezaları rekabeti bozmakta, adalet duygusunu zayıflatmakta ve tarafsızlık ilkesini zedelemektedir. Cezalar genellikle “Milli ve manevi değerler” ile “Türk aile yapısını koruma” gibi gerekçelerle verilmektedir. RTÜK gibi kurumlar, daha çok denetleyici ve düzenleyici görevi yapmak yerine cezacı kurum olarak algılanmaktadır.”

İktidarın yönetim gücünü kaybettikçe çözemedikleri sorunları gizleme yoluna gittiğini ve bu amaçla medyaya baskıyı seçtiğini vurgulayan İpekyüz, “İktidarlar, yönetemez duruma geldikçe ve güç kaybettiğini fark edince, çözemedikleri sorunları gizlemeye çalışır; yasaklar ve benzeri uygulamaları bu çerçevede görmek gerekir. Yasaklarla, baskılarla ve sansürlerle bu kan kaybını engellemeye ya da yavaşlatmaya çalışmaktadırlar. Peki, bu işe yarar mı? Hayır; çünkü dünya tarihinde hiçbir iktidar yasaklarla ayakta kalmamıştır. Farklı sesleri susturmak, eleştirileri korkutmak ve tutuklamak çözüm olmamıştır, olmayacaktır. Ana akım medyanın havuz medyasına dönüştürülmesi ve tek elden bilgi üretmesiyle birlikte insanlar daha çok sosyal medyaya yöneldiler.

‘İNSANLARI KORKUTARAK OTO SANSÜRE YÖNLENDİRMEK İSTİYORLAR’

Gezi ve deprem sürecinde sosyal medyanın haberleşme ve gerçeğin ortaya çıkması açısından ana akım medyadan daha fazla rol oynadığı ortaya çıktı ve toplumun büyük çoğunluğu, haber takiplerini sosyal medya kaynaklar üzerinden yapmaya başladı. İktidar, artan sosyal medya kullanımını azaltmayacağına göre, engelleme ve cezalandırma gibi yöntemlerle çeşitli önlemleri düşünmektedir.

Bu nedenle, dezenformasyonun ve yalan haberin kaynağının internet ve sosyal medya olduğu söylemi yoğun şekilde işlenmektedir. Son yıllarda sosyal ağlarda eleştirenlere yönelik kovuşturmaların açılması da arttı hatta birçok soruşturma sonucunda tutuklama ve cezalandırmalar da yaşandı. İnsanları korkutarak oto sansüre yönlendirmeye çalışıldı.

Artık güvenlik vardır, özgürlük yoktur. Örgütlenme özgürlüğü, adil yargılanma ve kişi temel hak ve özgürlüklerin tümü, yaptırım ve cezalandırma korkusuyla toplumu sarmış demektir. Suskunluk ve itaat beklenmekte, görüş açıklama yasaklanmaktadır” diye ifade etti.

‘RTÜK’ÜN YOUTUBE’A MÜDAHALE YETKİSİ BULUNMUYOR’

YouTube üzerindeki yayınlara yönelik RTÜK açıklamalarına da değinen İpekyüz, RTÜK’ün YouTube üzerinde yaptırım yapma yetkisinin olmadığını vurgulayarak şunları söyledi: “RTÜK, YouTube üzerinden düzenli yayın yapan kişilere lisans zorunluluğu getirilmesi yönündeki planlarını duyurdu; ancak bu planın yasal altyapısı olmadığı gibi RTÜK’ün de yasal olarak böyle bir yetkisi yok. Böyle bir yasal altyapı ve yetki oluşturulabilmesi için TBMM’de kanun düzenlemesi yapılması gerekiyor. Mevcut kanun, yalnızca radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi hakkında RTÜK’e yetki veriyor. Türkiye’de geleneksel medyanın yok olmasıyla birlikte, bağımsız medyanın YouTube üzerinden yayın yaptığı göz önüne alındığında, bu platformlara müdahale edilmesi bağımsız medyanın gelişmesi açısından ciddi bir risk oluşturacaktır.

Medya ve yayıncılık sektörüyle yakın çalışma içinde olan bir kurulda görev yapıyoruz. Böyle bir kurumda görev almak, sorumluluğumuzu artırıyor. Medya ve kitle iletişim araçları, demokrasinin olmazsa olmaz unsurlarıdır. Halkın haber alma özgürlüğü ve objektif, tarafsız bir yayıncılık, demokrasinin gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. Özellikle denetim faaliyetlerinde, düşünceyi ifade ve medya özgürlüğünü, sorgulayıcı, yapıcı ve eleştirel bir yayıncılığı merkezine alan özgürlükçü bir perspektifin esas alınmasının, bu sektörün gelişimi ve demokratik ortamın güçlenmesi açısından kritik öneme sahip olduğuna inanıyorum.”

‘TÜRKİYE’NİN TEK SESLİ DEĞİL, ÇOK SESLİ MEDYAYA İHTİYACI VAR’

Türkiye’nin çok sesli bir yayıncılığı hak ettiğini belirten İpekyüz, “Tek sesli değil, çok sesli bir yayıncılığın Türkiye’nin çoğulcu, kültürel yapısının bir gereği olarak görüyorum. Yayınlarda tüm siyasi gruplara fırsat eşitliği sağlanması, farklı görüşlere yer açılması, nefret dili ve hakaret içeren söylemlerin kullanılmaması, herkesin kişilik ve temel insan haklarının korunması gerekir. Medya, tüm seslere ve siyasilere ortam yaratmalıdır; tek ses olmamalıdır. RTÜK’ün de çok sesliliği gözeten bir denetim süreci yürütmesi, günümüzün temel ihtiyaçlarındandır.

RTÜK, yasak ve cezalardan çok denetleyici ve yönlendirici olmalıdır. Yasakların olmadığı, ekranların karartılmadığı, medyanın özgür olduğu, kendisini oto-kontrol altında hissetmediği, halkın haber alma hakkının korunduğu bir ortamın gelişmesi çoğulcu demokrasinin gereğidir.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, farklı siyasal yelpazelerin kontenjanından seçilen üyeler olarak, bir parti temsilcisi olmaktan ziyade demokratik, özgür, bağımsız ve evrensel basın yayın ilkelerini ve halkı temsil eden bir yapı olarak, farklı fikirlerle ortak akıl etrafında, kurulun özerklik ve tarafsızlık ilkesi doğrultusunda medya sektörünü güçlendirici ve önünü açıcı çalışmalar yürütmeyi arzu ediyorum. RTÜK, kuruluş amacı itibarıyla yayıncılık alanında düzenleme ve denetleme görevini üstlenen bir kurum olmasına rağmen, günümüzde siyasi iktidarın toplumu tek sesli bir yapıya dönüştürmesi adına en işlevsel araçlardan biri olarak öne çıkıyor.

RTÜK’ün aldığı kararlar ve uyguladığı cezalar, genellikle iktidara muhalif yayın organlarını hedef alarak medya kuruluşlarının yayın içerikleri üzerinde baskı oluşturuyor. Bu yetkilerin sansür aracı olarak kullanılması, ifade ve basın özgürlüğüne tehdit oluştururken halkın haber alma hakkını ciddi biçimde kısıtlıyor. Türkiye’de medyayla ilgili yasa ve düzenlemeler, ifade ve haber alma özgürlüğünü güvence altına almak yerine ortadan kaldırmaya çalışıyor” diyerek sözlerini tamamladı.