'15 Ağustos mutlak zorunluluktu'

Bir halkın tümüyle tarihten ve ülkesinden sökülüşü karşısında bir siyasi ve tarihi sorumluluk anlayışıyla mutlaka bir şeyler yapmaları gerektiğini belirten Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “15 Ağustos Atılımı’na götüren bu kaygıydı; bir çare ol!” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, 15 Ağustos Atılımı’nın 11. yıl dönümü vesilesiyle 1995’te MED TV’nin sorularını yanıtladı. Söyleşinin tamamını 27 yıl sonra bir kez daha paylaşıyoruz:

Sayın Başkan, 15 Ağustos 1984 Atılımı’nın üzerinden 11 yıl geçmesine rağmen Kürtler için adeta miladi olarak kabul gören bu süreç, halen tartışılmakta ve nasılı merak edilmektedir. Bu bağlamda neden 15 Ağustos tarihi ve neden 1984?

Bugün geriye dönüp baktığımızda, adına 15 Ağustos Atılımı denilen Kürt ağırlıklı girişim, hem çok anlık, iradi bir gelişme hem de üzerinde çok düşünülmüş, taşınılmış bir devrimci akımın sonucudur. 15 Ağustos Atılımı’nın adı çok duyulmuştur; aslında bundan daha önemli tarihler de vardır ve bu bizim çabalarımızın gelişim tarihini fazla ifade etmez. Ama sembolik olduğu için bir miladi dönem olarak değerlendirmekte sakınca yoktur.

Özellikle böyle bir silahlı eylemin patlak vermesi ağır sorumluluklar getiriyordu. Her ağır sorumluluk, sorumluluk duygusu yüksek olan kişide iki sonuca yol açar; ya etkisi altında başından itibaren ezilip, cevapsız kalır ve bu ardına kadar tabii yenilgiye götürür, her önemli Kürt kalkışmasında bu vardır veya sonunu getirmek için sonuna kadar yeteneklerini harekete geçirme gereği doğar. Bu da belki de başarının yarısı anlamında çok gerekli olan bir özelliktir. Biz sorumluluğun büyük ağırlığını hissettik, hem de ilk 24 saati karşılamanın ne anlama geldiğini gün gibi hatırlıyorum. Ondan sonrası çok büyük bir direnmedir. Gerekirse anlamını defalarca verdiğimiz gibi bir kez daha verebiliriz ama bunun öncesini biraz düşünmek gerekiyor ve bu, biraz da gecikmiş bir adımdır. Biz bu adımı daha çok ’83’e göre ayarlamıştık. Bazı yetmezlikler hem yazın son ayına hem de ’84’e taşıdı, bu da çok önemli değildir.

MUTLAKA BİR ŞEYLER YAPMALIYDIK

Çok önemli olan bir zindan direnişi vardır bu süreçte, bu direnişin imdadına yetişmek gerekiyordu. Bu direniş gerçek bir insanlık onuru direnişiydi. Bunu yalnız bırakamazdık. Bunun anısına, özellikle 14 Temmuz direnişçilerinin anısına, işleri hızlandırmak gereği vardı. Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin anısına mutlaka bir atılımla cevap verme, kendini gittikçe dayatıyordu. Tabii bunun daha da arkasında olan bir halkın tümüyle tarihten ve ülkesinden sökülüşü söz konusuydu. Bunu yüreğimizde, beynimizde anı anına hissediyorduk. Bana hakim olan anlayış şuydu; her şey elden gidiyor. Diğer çeşitli örgütlerin iddiası ne olursa olsun, kendini inandırdıkları düşünceleri ne olursa olsun, eğer tarihten ve ülkeden tümüyle kopup kaybetmek istemiyorsan bir şeyler yap! Buna ister ilahi çağrı diyelim, ister büyük sezgi veya gerçek bir siyasi, tarihi sorumluluk anlayışı diyelim, biz bunu iliklerimize kadar yaşıyorduk. Benim gerek yurt dışına çıkış, gerek ona yönelişimin temelinde, toptan kaybedilen bir tarih ve ‘acaba onu kazanabilecek miyiz’ sorusuna mutlak vermek gereken cevap, kaygılarım vardı. Bunun için değil 15 Ağustos Atılımı, her güne, her saate olağanüstü yüklendim. Şunu çok açıkça söyleyeyim ki; kritik, çok zor olan bir süreçte, hele bu bir halkın toptan kaybetmesi, tarihin karanlıklarına itilmesi gibi bir durumsa ve de ona çok sıradan bir bağlılık duyuluyorsa, bir insanın mutlaka bir şeyler yapması gerekirdi. Bu anlamda benim için düşünce, siyaset, yaşamın herhangi bir sorunu eğer bu derde bir ilaç olacaksa anlam teşkil ediyordu. Tarihe ve eyleme bunun için bir anlam ifade edecekse, sonuna kadar yükleniyorduk.

DAHA BÜYÜK DİRENME GEREĞİ

Demek ki bizi 15 Ağustos Atılımı’na götüren böylesine temel bir kaygıydı. Eğer tarihi tamamen kaybetmek istemiyorsan, bir çare ol! Eğer bu halkın kimliğinin tümüyle en onursuzca bir biçimde eriyip gitmesine yol açmak istemiyorsan, sorumluluğuna sahip çık ve bir şeyler yap. Ayrıca bunun için en ağır işkencelerden geçen yoldaşların var, onların anısına da saygını yitirmek istemiyorsan yine alelacele bir şeyler yap! Tabii bunun için biraz teorimiz vardı, biraz parti adı altında hazırlıklar yapıyorduk, bazı eğitim faaliyetleri gelişiyordu, biz daha ’82’nin sonlarında ülkeye yönelmiştik, bir yıla yakın ülke tarihinde bir oturma ve kesit hareketi geliştirmiştik. Kadrolarımızın tüm darlıklarına, yetersizliklerine rağmen böyle bir atılıma da dayanılmaz bir biçimde yer alınacağı açıktı. Bu açıdan gelişme kaçınılmazdı fakat daha derli toplu olabilirdi, daha erken olabilirdi. Eğer tarihi bilinç, aynı endişeler, kadrodan buna yönelenlerde de hakim olsaydı, bu atılımın sonu çok iyi gelebilirdi. Ama her zaman tarihte yaşadığımız, atılan adımların yüksek sorumluluğunu duymama ve hatta o eylemde çözülmedir. Bu eylemin de başına gelmiştir ve biz ondan sonra daha da büyük direnmeyi gösterme gereği duyduk.

KAYBETMEMEK İÇİN OLAĞANÜSTÜ DAVRANMA

Ben bu eylemle kendimi büyüttüm de diyebilirim ama hiç de böyle olunacağını sanmıyordum. Eğer bir grup attığı adımın gereklerine layıkıyla cevap vermezse sana düşen, direnme gücünü daha da olağanüstü kılmaktır. Benim yoldaşlarla, halkla farkımın açılması da bu temelde oldu. Hiç de hazır olmadığım, beklemediğim halde, bir baktım görevlere sahip çıkılamıyor, çok ucuz kaybediyorlar, kendimi daha da derleyip toparladım, süreci iğne ucu kadar fırsatlar temelinde bile değerlendirdim. Kaybetmemek için gerçekten olağanüstü davranmayı bildim. Bu tutumla bugüne kadar geliyorum.

Ayrıca sizi yeterli hazırlık yapmamaktan ötürü eleştirenler oldu. Diğer Kürt güçleriyle birlik kurmadan eyleme kalkışmakla eleştirenler oldu. Türkiye’de demokratikleşmenin önüne geçmekle suçlayanlar oldu. Hatta eylemleri Güney Kürdistan direnişine karşı provokasyon şeklinde değerlendirenler bile oldu. Gerçi zaman bu eleştiri ve suçlamaların yersiz olduğunu ortaya koydu ama yine de soralım; gerçekten hiç mi eksiğiniz yoktu, koşulları yeteri kadar ölçmüş müydünüz?

Bu iddia ve eleştiriler tabii ki yapıldı ve halen de yapılmaya devam ediyor. Buna da benim vereceğim en keskin cevap; bir tarih gidiyor, iddia ne kadar laf düzeyinde olursa olsun, bir halkın kimliği bütünüyle kazınıp bitiyor. Bir şeyleri anlatabilmek için onun temel dayanağını anlamak gerekir. Açık ki, bırakalım bu eleştiri sahiplerine, halen benim bu savaşı asıl yürütücülerine bile kavratamamam söz konusu. Bir eylemi anlamıyorlar. Bu eylemi ancak ben kendime yeterince anlatabiliyorum, kimseye fazla anlatamıyorum. Eğer gerçekten biraz vicdan varsa, tarihten nasip alınmışsa ve gerçekten bir halka da bağlı yaşamak gereği duyuluyorsa bütün bu sorulara, eleştirilere cevaplar rahatlıkla verilebilir. Aksi halde hele biraz da başarısız olsaydık belki hakkımızda en büyük suçlamalar değil dışımızdan, içimizden de bizi yerle bir edercesine geliştirilecekti. Biz bu eylemleri sadece TC’nin vahşi, yok edici savaşına karşı geliştirmedik. Başta içimizdekilere, “bu iş olamaz, gelişemez” -ki çoğu düştü bu yoldaşların- diyen anlayışa karşı olur, dedik. Dışımızdaki de zaten, işte “bu bir provokasyondur, demokrasinin gelişimini önlemektir, Güney’deki gelişmeleri provoke etmektir. Ve çok hazırlıksızlık var, fazla ölçü yoktur” biçiminde yoğun eleştirilere tabi tutuldu. Ben bunların hepsini büyük bir öfkeyle karşıladığım gibi, en iyi cevabın bu pratiğin geliştirilmesi olduğunu adım gibi biliyordum ve halen de bu tavrımı koruyorum. Halen içimizdeki inançsızlara, rolünü bir türlü kavramak istemeyenlere en büyük cevabım, bu işleri geliştireceğim cevabıdır ve geliştiriyorum pratiğidir.

ANLAMAK İSTEMEYENLER KÜÇÜLÜYOR

Dışarıdakilere karşı tabii cevabım daha rahattır ve hem de eylemle onları böyle ezim ezim ezerek, düşüncelerinin, iddialarının, eleştirilerinin büyük kofluğunu, yersizliğini, değersizliğini ortaya çıkararak gösteriyorum. Çok kısa bir cevap versem: Acaba hazırlık nedir, kimse biliyor mu? Evet, Kürt halkı hiçbir zaman ciddi bir ulusal kurtuluş eylemine ne hazırdır ne de hazır olacak gücü vardır; bunu bir defa iyi anlamak lazım. Dili kesilmiş bir halk, iradesi felç olmuş, düşüncesi olmamış, varsa da yok edilmiş bir halk, savaş gibi en derli toplu, planlı bir eylem için nasıl hazırlanacak? Dakikası dakikasına bir özel savaş ve de yüzyıllara kadar uzanan bir egemenliğe karşı ondan da öteye eşi bulunmaz bir köleliği yaşayan bir halkı sen nasıl hazırlayacaksın? Herkese şunu soruyorum; hazırlık nedir biliyor musunuz? Bazı örgütler halen tam hazırlanmadığını söylüyor, bunlar mezara kadar hazırlanma durumunu bir türlü yakalayamayacak. Onlar hazırlıksız doğdular, hazırlıksız büyüdüler, hazırlıksız ölecekler ve ne yazık ki içimizde de böyledir. Hiçbir hareket, benim kadar hazırlık için nefes tüketti mi? Acaba benim yaptığım hazırlıkları hiç anlamak isteyen var mı? Yine bırak dışımızdaki güçleri, içimizdekiler, yıllarca ben bir iki Kürt insanına, sen Kürt’sün, bazı ulusal şeref sorunların var, kabul eder misin dediğimizde sadece yüzünü çevirirlerdi. Solcular vardı. Bu Kürt meselesine çözüm getirelim dediğimizde, aylarca, yıllarca verdikleri tek cevap; hele bir devrim olsun ondan sonra düşünürüz. Sözüm ona bazı Kürtçü çevrelere gittiğimizde senin bu düşüncelerin en büyük beladır başımıza, dediler. Kendi öz yoldaşlarına “neler yapmalıyız” dediğimizde, en ucuzundan ölürüz demekten başka hiçbir şey soramadılar. Gerçek bu.

Halen kimse anlamak istemiyor. Ben küçülmüyorum, anlamak istemeyenler küçülüyor. Benim kadar yoldaşlarıyla, halkıyla iş yapmak isteyen bir insan gerçekten zor bulunur ama herkesin durumu yürekler acısı. Bu büyük savaş imkanlarına rağmen bakın her cephede, silahlı savaşım cephesinde kimsenin aklına bile getirmeyeceği mevziler kazandırdık. Yine maddi cephede, siyasal, ideolojik cephede, örgütsel cephede büyük gelişme potansiyelleri ortaya çıkardık. Evet, hazırlıktan bahsedenlere soruyorum; kullanabiliyor musun? Kendinizi adam sanıyorsunuz değil mi? Bu imkanları kullanabiliyor musunuz? Mazur görülsün açıkça söyleyelim; herkesi bir kocakarı olarak değerlendiriyorum. Ben bu halkın yüceliği için gerçekten çok çaba harcıyorum ama özellikle onun adına sözüm ona yaşadıklarını sananlar, acaba hiçbir zaman hazırlıktan tarihin, yürü ya kulum, artık başarabilirsiniz dediği bir dönemi anlayabilecekler mi? Bırakalım dışımızdakileri, içimizdekiler, zafer birkaç adım ötededir, yeter ki doğru yaklaş. Acaba bu çağrıyı anlayabilecekler mi? Ve yine söyleyelim, ben endişeliyim. Kürt kolay anlamaz, kendini anlamaktan utanır. Kendini anlamaktan çekinir, kendini anlamak onun için bir suçtur, bu yüzden anlamak istemiyor.

UMUDU, İNANCI AŞILIYORUM

Benim şu anda bütün hünerim şudur: Bunlara kendilerini anlamaları için korkmamalarını ne kadar suçlu da olsalar affedilebileceklerini kavratmaya ve kabul ettirmeye çalışıyorum. Kürt, korkma kendinden! Evet, insanlıktan çıkarılmışsın, evet, çok utanılası, lanetli bir durumu yaşıyorsun veya sana yaşatıyorlar. Ama yine de bir yaşam imkanı gerçekleşebilir. Bunun umudunu, inancını aşılamaya çalışıyorum ve gerçekten o hazırlıklardan bahseden herkese soruyorum. Büyük bir beyin ve düşünce gücüyle ve büyük bir yürek duygusuyla acaba sizin önümüze verilenleri, hani derler ya bir tanrı vergisi gibi, acaba siz yine anlayabiliyor musunuz? Bir bu var.

Kendini düşünceli ve duygulu, hatta şairane, hatta oldukça sanatsal düşünenlere de sorumu yöneltiyorum; sizde yürek var mı? Düşünce gücü gerçekten var mı? Olsaydı, ben onların amansız hizmetçisi olmaya çoktan hazırım. Umarım şimdi biraz hazırlık nedir anlıyorlar, anlıyorsunuz. Ve zaten diğer bir çok eleştiriye de en anlamlı cevabı, bu eylemin veya buraya kadar getirdiğimiz savaşın kendisi cevap olmuştur. En büyük hazırlık bu eylemin kendisidir. Nasıl mı? İşte al sana; bir halkı, ulusu, kurtuluşun içine itmiştir. Bir halkı iradeye kavuşturmuştur. Bir halkı büyük bir örgütsel atılımın içine itmiştir. Siyasallaştırmıştır. Yüz binleri bir araya getirmiştir. Bu en büyük hazırlık değil midir? Milyonlarca insanı öz bilince kavuşturmuştur. Vatanım var, haklarım olmalı, diyor. Bu en büyük hazırlık değil midir? Ve bunu o atılımın kendisi yapmıştır. Bunu dost, düşman herkes görüyor. Eğer bundan sorumluluk duyan kişi, açıkça ben, hazırlıktan bir şey anlamasaydım; kendine hiç güveni olmayan, değil halkı için, öncünün, bu işin en önünde yer alması gerekenlerin bile 24 saatine nefes getiremedikleri bu işe büyük bir dirayetle, karşılık vermeseydim, bugün bu ulus adına böyle gelişmeler olabilir miydi?

BU EYLEM TARİHİ ROLÜNÜ OYNADI

Demek ki bir kişide çok büyük bir hazırlık var, tüm olumsuz etmenlere karşın bir türlü hazırlanamam, yerim dardır oynayamam diyenlere karşın bu eylem tarihi rolünü oynamıştır. Hemen bugün herkes, PKK’nin içinden tutalım dışına hatta işbirlikçiye kadar hazırlanalım, diyor. İşte bu büyük bir zaferdir. Bu bir hazırlanma zaferidir ve herkes, diyor. Akla bile getirilemeyecek bu çaba veya anlaşılmaz nedenlere bağlayanlar veya mucize gibi değerlendirmek isteyenler nasıl oldu da bu oldu, diyor. Evet, onu yine bu hazırlık zaferine anlam vererek kavrayabilirsiniz. Hepsine soracağım tek şey, saygınız varsa bana demeyeceğim, bana hiç kimse saygılı olamaz, çünkü o güçleri yok. Eyleme saygılı olun. Kendiniz gelişiyorsunuz, daha iyi politika yapıyorsunuz, daha iyi örgüt kuruyorsunuz daha iyi ağzınız açılıyor. Buna saygınız varsa nasıl olmuştur, anlamaya çalışın, derim. O zaman benim ne yapıp yapmadığımı, ne olup olmadığımı biraz daha gerçekçi ve vicdani bir tarzda kavramış, duymuş olursunuz. Bu herkesin bileceği bir iş değil. Demokrasinin önünü kapatma çarpıtmasına gelince bu da gerçekten en öfke duyulacak bir yaklaşımdır. Hangi demokrasi? Bugün Türkiye’nin demokrasisinin kaç paralık olduğu halen anlaşılmadı mı? Eğer bu Türkiye gerçeğinde veya Türk-Kürt ilişki gerçeğinde bir demokrasiden bahsedilecekse, acaba bu eylemle ortaya çıkmadı mı? Çok açıkça belirteyim ve bunu herkes kabul ediyor bugünkü parlamento bazı demokratik adımları atıyorsa, evet bu bir karşı devrim parlamentosudur. Onu eze eze bu adımın etkisi altında atıyor. Reformizme yönelmek istiyor. Karşı devrimin reformizmi eylemin amansız etkisi altında bulunuyor.

DEVLETLERİ İNSANLIK ÜZERİNDEKİ URDUR

Çok açık söyleyeyim; 70 yıllık Türkiye solunun Türkiye demokrasi güçlerinin atamadığı bütün adımları, biz bu eylemin etkisi altında attırdık, hem de karşı devrimi egemen sınıfa attırdık. Zindanları boşalttırdık, Türkiye solunun alabildiğine yazma çizme işine yol açtık. Niye görülmek istenilmiyor ki? Onlara baskı yok fazla, 12 Eylül’ün kendisine yönelttiğimiz büyük mücadele nedeniyle, biraz ben buna sahte demokrasi diyeceğim, halk demokrasisi değil, icazetli demokrasi bunlara uygulandı. Onlar şimdi rahatlar, kendilerini ve Türkiyelerini demokratik sanıyorlar ve daha da demokratikleştireceklerini iddia ediyorlar. Onlar buna inandı. Bunu bile bize borçlu olduklarını acaba bir gün anlayacaklar mı? Kaldı ki, hangi demokrasileri vardı ki, önüne geçildi? Bu devleti tanıyorlar mı? Tepeden tırnağa zırha bürünmüş, demokrasiyi en büyük maske almış bu devletlerini, insanlık üzerindeki bu uru anlayabilecekler mi? Biz isterdik ki, Türk insanı biraz demokrat olsun, insan haklarına anlam verebilsin; biraz tarihi yakalayabilsin doğru bir biçimde, çok isterdik. Egemen sınıfların mutlak kuşatması altında, bırakalım demokratik gelişmeyi, sınırlı ekonomik haklarını bile alamadığını çok iyi biliyoruz. Eğer gerçekten Türkiye halkına da demokrasi nebzesi biraz düşmüşse, bu atılımla çok yakından bağlantılıdır. Türk’e demokrasi çok açıkça söyleyeyim, 15 Ağustos Atılımı’yla başlar. Ve her gün sözüm ona atılan demokrasi adımları, gerici tarzda da olsa bu atılımla başlar. Eğer yarın bir halk demokrasisi gelecekse o da bu atılımla kesinlikle çok yakından bağlantılıdır.

PKK OLMAZSA GÜNEY’DEKİLERİN ÖMRÜ 24 SAATTİR

Güney Kürdistan’daki Kürt hareketinin önüne engel olma veya provoke etme gibi bir değerlendirmenin de ne anlama geldiği, bugün açığa çıkmıştır. Güney’deki Kürt hareketi nedir? Kimin avucundadır? Kim yönlendiriyor? Ortaya çıktıysa bu büyük bir cevaptır. Ayrıyeten Güneyli güçler bugün Çekiç Güç’le korunuyorlar, maaş alıyorlar, tamamen Hareketimizin sayesindedir. Bugün Güneyli güçler de çok iyi biliyor ki, PKK direnişi olmazsa kendi ömürleri 24 saattir. Ben bunu açıkça söylüyorum ve böyle olmadığını iddia edenler varsa, örneğin Güney Kürdistan örgütlerinin önde gelen önderleri, sen doğru söylemiyorsun desinler; en karşımızda yer alanlar da dahil. Onlar şunu kabul ediyorlar, evet biz iş birlikçiyiz ama yine de sizin direnmeniz sayesinde bunu yapıyoruz. Açık: Güney Kürdistan halkının özgürlük mücadelesi etle tırnak gibi bizi direnişimize bağlamıştır ve Güney Kürdistan’ın da kurtuluşu, kesinlikle PKK direnişçiliğinin bir sonucu olma gibi sürece girmiştir. Güney Kürdistan halkı biliyor ki, bu iş PKK’siz olmaz. Güney Kürdistanlı en karşımızda olan güçler bile biliyor ki kendileri de biter. Tıpkı Türkiye solunun işte Türkiye’de demokrasi kurtulacak da sıra Kürdistan’a gelecek. Bunların da dedikleri Güney Kürdistan kurtulacak da sonra sıra Kuzey Kürdistan’a gelecek. Bunların anlamsız olduğu bu atılımın şu 11. yıl dönümünde tamamen anlaşılmıştır. Benim fazla sözü uzatmama gerek yok, herhangi bir örgüte söyleyin, herkes bunun böyle olduğunu görüyor. En karşıtlarımız bile artık en acımasız eleştiride bulunanların anlamsızlığını fark etmiş ve doğruya gelmektedirler. Buna benzer bir eleştiri daha yapıldı ve en önemlisi de içimizde eleştiriler yapıldı. Sessiz eleştirilerdi bunlar, “sonunu getiremezler, getiremezsiniz” diye. Hepsine ben çok görkemli cevap verdim.

YETER Kİ VATANSEVER OLUN

Halen bir türlü hazırlıklı olmayanlara, Türkiye demokratlarına, Güney Kürdistan’ın ulusal kurtuluş örgütlerine cevaplar verildi. Koşullar hazırlanıyor, demokrasi için hiçbir dönem bu kadar hazır hale getirilmedi. Güney Kürdistan’ın kurtuluşu için yine hiçbir zaman koşullar bu kadar hazır değildi. Parti için de hiçbir zaman koşullar bu kadar hazır değildi, anlayabilir misiniz? Anlamaya gücünüz var mı? Ben şimdi bu soruları açıkça soruyorum, istediğiniz ne ise silah mı, gelin benden, para mı gelin benden, siyasal güç mü, gelin benden, örgüt gücü mü gelin benden. Yeter ki gelin. Ne istiyorsanız... Yeter ki bir vatansever olun, biraz demokrat olun, biraz insan olun.

Sayın Başkan, konuşmalarınız arasında kısaca değinmenize rağmen sormak istiyoruz; 15 Ağustos eylemlerinden sonra PKK ve özellikle sizin konumunuzda ne gibi değişiklikler oldu?

Hiç şüphesiz PKK, benim ve Kürdistan halkının konumunda büyük değişiklikler olmuştur. Başlangıçta hiç kimse, hiç de bu kadar değişikliğin olacağına ihtimal vermiyordu, ben de vermiyordum. Benim tipik bir tutumum vardır. Ben hem çok teorik hem çok ebediyeti düşünecek kadar geleceği anlamaya çalışırım. Aynı zamanda çok anlık bir insanım. Benim için yaşam bir anlamda anlık, bir yandan da ebediyettir. Hiç kimse bugünü kurtarmak gerektiğini benim kadar duyar ve yapar konumda değildir ama ister dini, ister felsefi, ister bilimsel anlamda, bir insan geleceği üzerine düşünürüm. Bu anlamda 15 Ağustos Atılımı’nın eğer sonu getirilecekse, büyük değişikliğe uğratılacaksa üzerinde durmak gerekiyordu. Ben her zaman söylerim, arkadaşlar benim başıma sadece iş açarlar. İlk silahı patlattıklarında kendileri için zafer de bitiş de odur. Silahın etkisini siyasileştirmek, siyaseti silaha egemen kılmak, başlı başına bir sanattır ve onun bütün sorumluluğu bize yıkıldı. Bu 15 Ağustos Atılımı da patlak verdiğinde, başımıza büyük iş açıldığını hemen anladık. Sonraları da çok iyi görüldü ki eylemlerin içindeki gruplar bile 24 saat sonrasını düşünmemişlerdir. Adımı atarız da sonu nasıl gelişirse gelişsin. Gerçek bu. Nasıl gerillayı geliştiririz? Üslenme sorunundan tutalım, her türlü olası gelişmeleri hesaplamaya kadar hiçbir konuda işin gereklerine göre kendilerini sorumlu hissetmiyorlar. Tipik Kürt isyanlarında olduğu gibi, silahı patlattık, sonu nasıl gelirse gelsin. Veya namusumuzu kurtardık, nasıl ölürsek ölelim. Hayfımızı aldık, yine sonu nasıl gelirse gelsin. Tipik Kürt mantığı, Kürt kişiliğiyle karşı karşıya kaldığımızı biz bir kez daha gördük.

BÜYÜK MEYDAN OKUYUŞU SÜRDÜR

Ben kolay kaybetmemem gerektiğini bir yetiştirme tarzım olarak da kendime zaten yedirmiştim. Benim çok önceleri bir hayat ve hayat içi bir mücadele tarzım var. En fazla dayanabileceklerimin beni fazla kurtaramayacaklarını, kurtaracak isem kendi kendimi kurtarabileceğimi az çok biliyordum. Ne aileye dayan, ne akrabaya dayan, ne yukarıdaki Allah’a, ne bilmem başka geleneklere dayan. Bütün bunları aradım, bulmak, dayanmak da istedim. Sonra baktım ki, benim tarzıma, benim yaşam tutkularıma, özelikle özgürleşmek tutkularıma cevap vermiyor. Hiçbir şey bana yetmiyor. O zaman, yetmiyorsa, sen kendi kendine yeterli ol, dedim. İşte bunu 15 Ağustos Atılımı’nı da böyle karşıladım. Çok güvenmek istiyordum, benim kadar arkadaşlarına güvenen insan yoktur. Sonradan başıma gelenin kocaman bir yalnızlıktan ibaret olacağını biliyordum. Anbean onu hissettim. İşte büyük fark bu temelde gelişti. Çok istiyordum birlikte olmayı, birlikte büyümeyi, PKK’yi mükemmel bir öncü yapmayı. Adı var, kendisi nerede? Merkezimizi sorumluluğa davet etmek için değerlendirme üstüne değerlendirme yaptık. Merkez nedir? Merkezi reel nedir? Gerekleri nasıl yerine getirilir? Bunlar 15 Ağustos Atılımı’nın hemen ertesinde yapılan değerlendirmelerdir. Anlamamakta büyük ısrar en iyisi, ancak namusluca ölebilirim, diyor. Veya biraz yaşamına düşkün olanın kılı kırk yararcasına geliştirdiği bir ince saptırmadır. İşin özüne kimse bir türlü girmek istemiyor. Şimdi tabii benim için yine bir ölüm kalım savaşı bu. Bu bir ulusal kurtuluş atılımı, halk zaten ne buna hazırdır, ne bunu anlayacak güçtedir. Parti, öncü hiç de oralı değil. Zaten düşman amansız yükleniyor. Ve sözüm ona varsa bazı ulusal örgütler, demokratik güçler, onlar da bu provokasyondur, zamansızdır, deyip suçlamaktan başka bir şey yapmıyorlar. O zaman tabii ben kendime yüklenecektim. İnandığım eylemi kurtarabilmek için: Artık yetenekleri ayaklandır, bu büyük meydan okuyuşu, bütün bu anlayışsızlıklara rağmen sürdür! İğne ucu kadar bir fırsatı değerlendir, nefes nefese ol, bu iş büyük bir iştir. Arkasını getirebilirsen gerçekten tarihin en büyük adımlarından birisini bu halk için, hatta insanlık için atabilirsin. Bakma bu ölçüsüzlere, ayarsızlara. Bakma bu anlayışsızlara, lafazanlara, bakma bu soytarılara, sen kendine yüklen! Ben sadece bunun bir tarihi emir olarak anlaşılması gerektiğini düşündüm ve yüklendim. Sonuç benim yürüyüşümün, büyük bir yürüyüş olmasıdır. Hiç de ben böyle büyümem gerektiğini ne planlamıştım ne de pek hoş karşılar durumdaydım. Tabii dediğim gibi, mesele bir halkın mutlak saygı duyması gereken bir işi oldu mu, bir insan için şerefin en vazgeçilmez bir gerek olduğuna emin olundu mu, ben çalışacaktım. Tek de olsam bir ordu gibi savaşacaktım ve savaştım.

ÇILGINCA BİR ÇABA İÇERİSİNDEYİM

Şimdi yalnız bu 11 yıllık savaş için geriye baktığımda değil, bundan daha önemli olan atılımlar var, hepsine geriye dönüp baktığımda şu konuda esef ediyorum; yani keşke başkaları da bunu anlayabilseydi ve bu tempoya ulaşabilselerdi, ne kadar güzel olurdu. Kendim için de fazla hayıflandığım bir şey yok. Sadece iddiamın daha da amansız kılınması gerektiği gibi bir sonuç çıkarıyorum. Şu anda ben kendimi bu gelişmiş savaş olanaklarına dayanarak, nasıl insani büyük değerleri yücelteceğim? Bu kadar düşmüş bir halkı nasıl kendine rağmen ne pahasına olursa olsun dayanılmaz bir güç haline getireceğim. İşte sözüm ona savaşı yürüten komuta kişiliklerine de bu işin nasıl olduğunu göstereceğim. Bunun çılgınca çabası içindeyim.

Görüldüğü üzere ben anlık bir adamım. Tarihçiyim, ilk insana kadar olmayı bildiğim gibi son insan kadar olmayı da bilirim. İlk insan nasıldı, sorusuna cevaplarım olduğu kadar, son insan da nasıl olabilire cevap verebilirim. Bu kadar kendimi tarihsel esneklik sınırları dahilinde tutuyorum. Şu anında en kudretli kişisi olmayı beceriyorum. Ben gerçekten ölmekten nefret ederim ama şu anda dünyanın -bir anlamda tabii- en kudretli kişisi olduğumu söyleyebilirim. Çünkü çok özgürüm kendime hükmediyorum, her şeyden önce kaderime hükmediyorum. Korkularım yok denecek kadar azdır. Teke tek hangisi karşı çıkarsa çıksın, bu işte en büyük geçinen ABD Devlet Başkanı bile olsa, karşımda sadece o bir boynu bükük olarak kalabilir. Bu bir abartma değil gerçektir. Demek ki kendini iyi aşan bir insan, en ezilen, en alttaki bir halktan, bir sınıftan da olsa en büyük değeri yakalayabilir. Benim üzüntüm buna herkesin fazla ortak olmaması. Tutkuların bu temelde gelişmeyişi çok alçaklarda herkesin kaybetmeye meyilli olmasıdır. Buna öfke duyuyorum ama insan doğasıdır, iyilikle kötülük müthiş çarpışır; yine güzellikle çirkinlik, yanlışlıkla doğruluk. Bizim doğrulukta, güzellikte, iyilikte üstünü yakaladığımıza inanıyorum. Adına aslında tanrısal irade de denilen, bizim bağlandığımız iradedir. Olsa olsa şimdi herkesi bunu anlamaya ve katılmaya çağırmak gibi bir iş vardır. Korkmasınlar, korkmayın! Böyle yüce iradelere kendinizi katın. En altta olanların kazanması kadar, en üsttekilerin de daha tehlikeli düşüşü insanlık adına ancak bu biçimde önlenebilir. Ve herkes tarihte de görüldüğü üzere ancak böyle kendini irade haline getirirse, kurtuluş dediğimiz ana amaçlara ulaşabilir.

Peki, o günlere geri dönersek o zamanki ve şimdiki duygularınızı öğrenebilir miyiz?

Bir defa duygu nedir? Duygudan kastettiğiniz nedir? Bunu kendinizin anlaması gerekir. Karşımdaki insanların fazla duygulu olduğuna ben inanmam. Çok isterdim duygulu olmalarını ve maalesef duygulu kılamadık. Duygulu olmak büyük bir özelliktir. Duygu, eğer kendime verdiğim anlam biçiminde birilerinde olsa, onun en zengin insan olduğunu söyleyebilirim. O insanın en büyük gelişmeyi sağlayacağına da inanırım ama duygular yok. Halkımızın duyguları zaten yüzyıllardan beri yok edilmiş, duygu adı altında verilenler de bir zehir kusmuğundan başka bir şey değil. Bu konuda da açıkça kendimi övme durumunda değilim. Etrafımdaki duygu selini biliyorum. Kendi duygularımın da çok farkındayım. Buna dayanarak söylüyorum ki, duygular çok kötü katledilmiş ve duygu diye bellediğimiz şeyler ise çok kötü bir yaşam güdüsü olmaktan öteye gidememiş. İsterdim büyük duygular kazanmanızı, bende duygu, düşünce nedir, birleşmiş. Bunu anlamanızı yine çok isterdim. Güdüler nasıl duyguya, duygular nasıl düşünceye ve hepsi nasıl eyleme dönüşür? Bunu bir bende görmelisiniz. Hatta keşke yaşabilseniz, ömrünüzü böyle çok küçük duygular için -ben buna incir çekirdeğini bile dolduramaz duygular derim- harcamasanız. Çok az heyecanlanıyorsunuz, endişeleriniz, kinleriniz çok zayıf. Varsa da bazılarında çok dengesiz. Mantıkla bağı yok. Güdülerle bağı yok. Dolayısıyla bir çırpıda sönüyor. Duygularını temel güdülere bağlayacaksın, onu da düşüncenin emrine vereceksin, ondan sonra siyasi ve askeri pratiğe dökeceksin. Böyle duygulandın mı, sen çok büyüksün.

AÇ KALAN PKK’Lİ DEĞİLDİR

Şimdi ben başlangıçta tabii böyle değildim, böyle duygu yüksekliğim yoktu ama hayatın kendisi daha sonra zorunlu kıldı. Baktım insanoğlunun hangi yetenekleri var, hangi canlılık emareleri var, ondan ne çıkarılabilir. Hiç kimse sen olağanüstüsün demesin. Herkeste var olan güdülere ben dayandım fakat onların çok güdük kalmaması için çalıştım. Mesela açlık güdüsü, köylü bir günü kurtardı mı, “Allah’ıma çok şükür” der. Bir cinsellik güdüsü var, kaba anlamda tatmin etti mi, dünyalar onun olur. Buna benzer güdüleri ben de gördüm. Fakat kesinlikle işte, güzel ekmeği kurtardım, bin şükür demedim. Bundan daha büyük bir sonucu çıkardım. Bu yenilenler hiç yemek değil, çok açıkça söyleyeyim fazla yemek düşkünlüğüm yok ama en leziz yiyecekler bulunmalı. Bunu bir felsefe haline getiriyorum. Neden? Çünkü halkımızda büyük açlık var. Büyük açlık güdüsü ancak büyük zenginlik çabasıyla karşılanabilir. Onun için bu bende inanılmaz bir çalışma dürtüsüne yol açtı. Çok açsın, o zaman çok çalış ama doğru çalış. Tabii yıllarca çalışıyordum, yolma yoldum, pamuk topladım, bir baktım bununla ben sınırlı sayıda insanı hatta yalnızca kendimi doyurabildim. İstediğimi yiyemeyeceğim açık. O zaman herkesin karnını az çok doyurmak için nasıl çalışacaksın? Benim sosyalizmim budur. Daha sonraki bütün süreçler, düşüncelerimin gelişmesi, duygularımın gelişmesi, açlığa cevaptır. Senin insanların çok az yiyorlar, hatta yemesini bilmiyorlar. Doyurma yollarını araştır. Bu aslında bizi devrime kadar getiriyor. Halkımızın çokça yaşadığı aslında güdüler var, işte onlardan bir tanesi de belki de cinselliktir veya benzer güdüleri daha da olabilir. Bundaki tehlikeyi de gördük. Ne kadar kötü kendini bağlamış ve hatta güdüyü nasıl çirkinleştirmişler ve öldürmüşler ve kocaman bir gericiliğe dönüştürmüşler. Yaşamım süresince bunu da gördüm.

BU, BÜYÜK BİR DUYGU SAVAŞIYDI

Tüm bunları bir de devrimin ateşine bağladığımda, evet sonuç çıkardım. Büyük zenginlik. Şimdi olanca açıklığıyla şunu söyleyebilirim; PKK’de açlık yoktur. PKK bu biçimiyle yürürse hiçbir zaman aç kalmaz. Aç kalan PKK’li değildir. Çalışmayı bilmiyor. Çalışmayı bilmediği için PKK’li olamaz. PKK’li olmayı bilirse kesin o maddi değerleri en büyük yaratır. Cinsellik çok düşürülmüş. Eğer o gerçek bir PKK’li ise cinsellik büyük bir yüceliktir, büyük bir kuvvettir, büyük bir siyasettir. Ona dönüştürün. Düşman açlıkla bizi esir almak istedi. Aç olan insan kolay teslim alınır. Ben onu büyük güce dönüştürmeyi bildiğim gibi, daha sonra cinsellik darboğazından bütün geleneksel toplumlar ve sömürgeci düzenler halkları tutsak almak isterler. Ben onu da parçaladım. Şimdi bütün bunları, tabii büyük bir duygu patlamasıdır. İsterim yani bu patlamayı, herkes şahsında gerçekleştirsin. Yoldaşını, halkını büyük doyuran önderler haline getirsin. Bunu da ben sadece şimdi yapmıyorum. Çocukluğumdan beri ben böyleyim. Onlara heyecan vermek, onlara maddi değerlerle bir küçük yol aldırma görevini erkenden yaptım ve şimdi baktığımda bu ülke adına en büyük duyan, en duygulu insan olmayı becerdik. Büyük duygu olmazsa bu halkın geneli kavranabilir mi? Bu kadar çirkinlik az çok güzelliğe çevrilebilir mi? Bunlar büyük duygularla ancak mümkündür. Tabii benim üzüntüm şu; biz bunu kimseyle fazla paylaşamıyoruz. Arkadaşlarımız çok duygusuz, heyecansız, kinsiz, sevinçsiz, çok bencil kalıyorlar böyle. Birazcık kendilerinin olsun, ne olursa olsun. Küçük bir sevgileri olsun yeter. Küçücük heyecanlar ve hatta duygusuzluk, ölü gibi ruhlar, ayaktaki ölüler çok normal karşılanıyor ve bu bana göre insana hakarettir. Bu büyük savaş, büyük bir duygu savaşıydı. Neden halen duygulanamıyorlar?

EN BÜYÜK RUHSAL DEVRİMLERDEN BİRİDİR

Tabii ben bunu halkımız için inkar etmiyorum, şimdi büyük bir sel gibi halkımız duygulanmıştır. Yüz binler artık sel halinde yürüyor. Bu bizim zaten zaferimizi gösterir ama bana göre hala yetersiz. Duygu düzeyimle karşılaştırdığımda her şey yürekler acısı. Duygular çok zayıf, sönük ve en önemlisi de temel gerçeklere bağlanmamışlar ve yüce duygu olan aşk duygusu da yok. Benim sıkça kullandığım bir söz var; ben aşkı da gerçekleştirdim diye. Ahmedê Xanê’nin 300. yıl dönümü dolayısıyla bir anma yılı olarak, bu yılı karşılıyoruz. O da büyük bir duygu adamıydı. Mem û Zîn çok duygulu bir destandır. Onu da biz çözümledik. Ahmedê Xanê sadece yazabildi, yüreğinde duyabildi ama biz onun zaferini sağladık. Ardına kadar aşkın koşulları ortaya çıktı ama kim yaşamak istiyor ki. Herkes en alçak biçimi deniyor. Aşkın zaferini, kara sevdayı ve onun ihanet sonuçlarını dayatmak istiyorlar. Bu tabii çok büyük bir yazık olmadır ama başardığım için çok mutluyum, çünkü bu tarihi bir intikamdır. Sömürgecilik halklara aynı zamanda büyük duygusuzluğu, aşksızlığı egemen kılar. Ben onu parçaladım ve bu tepeden tırnağa ulusaldır, kitleseldir, aşk bilimsel değildir ve olmayacaktır da. Şimdi herkes büyük bir duygu egemenliği, diktatörlüğü altında adeta. Olsun. Bu iyi bir şeydir. Bu kadar duygusuz bir halkın duygu atmosferine çekilmesi gereklidir. Şimdi herkes çarpıcı ve heyecanlıdır, yaşam neredeyse bir heyecana dönüştürülmüştür. Bu bir devrimdir. Hatta en büyük ruhsal devrimlerden birisidir. Kürt olayında bu var. Daha da büyütmek isteyeceğim, herkes bu konuda hazırlıklı olmalı, tüm halkımız o küçücük duygularını aşmalıdır, derim. Siyasete bağlanmamış, savaşa bağlanmamış, yurtseverliğe özellikle örgütlenmeye bağlanmamış duygular yerine -ki hepsi bireycidir ve kaçar- yüce duygular edinilmelidir.

ÇOCUKLARI SEVSELER HALKINDAN KAÇMAZ

Sözüm ona sevmek olmaz, dedim. Dolayısıyla ne anamın beni fazla sevmesine fırsat verdim ne de ben fazla anamı sevme çirkinliğini gösterdim. Bu da güzel bir şeydi, çünkü sevgileri, duyguları çok yanlıştı bana göre. Ondan kalkarak ben bugün herkesi, çocukları doğru sevmeye çağırıyorum. Çocukları biraz doğru sevebilseler hiç kimse ülkesinden, halkından böyle ucuz kaçmaz. Sözüm ona kadınlar erkeklerini, erkekler kadınlarını sevdiklerini söylerler. Biraz doğru sevebilseler, ne erkekler böyle çirkinleşir, ne kolayca sevgi ölür, ne kadınlar böyle çirkinleşir, yine ne de kolayca sevgi ölür. Çünkü bilmiyorlar sevmesini. Ben bunu çözdüm, inanmayan araştırsın bulur. Bunun büyük savaşını yürütüyorum. Yalnız bu iki duygu bile başarılsa bizim insanımızda o büyük bir değer olur. Mem û Zîn zamanında büyük bir çözümsüzlüktür ve sonuç yanmadır, yakınmadır, bir mezardan yine öyküde de öyle geçer, filizlenerek çıkmadır, biz onu başardık, bunu duymak gerekir. Varsa yüreğiniz, varsa yiğitliğiniz, uyarsanız, ben duygularınızın geliştiğine emin olabilirim. Şu anda çok açıkça söyleyeyim ki ben soylu duyguların büyük savaşçısıyım ve temsilcisiyim. Gerek ulusal düzey için, gerek çocuklar için, gerek kadınlar için, gerek yiğit erkek insanlar için doğru bir temelde yüce duygulara sahip olmaları için tüm dikkatimi en az savaş kadar kullanıyorum. En az siyasi, askeri cephelerdeki gelişmeler kadar, bu duygular cephesindeki gelişmelere de yüksek değer biçiyorum, bu temelde gerçekten tüm insanlarımızı duygu büyüklüğünü yakalamaya ve yaşamaya çağırıyorum.

Sayın Başkan, yaşanan mevcut savaşta; baştan günümüze kadar her iki taraftan da çok kan döküldü. Çözümsüzlük var gibi. Gerçi barış ve diyalog çağrılarınızı defalarca tekrarladınız ama olumlu cevap verilmedi. Şu an için yeni önerileriniz var mı?

Benim şu an önerim; kör şiddet politikasına tanrı emri gibi inanmış bu özel savaş çılgınlarına karşı, şiddet olayında yenilmemektir. Türkiye düzeniyle olsun, halkıyla olsun ilişkileri tartışmayla değerlendirmeyi ve son derece yeni siyasal düzenlemeleri bu tartışmalar genelinde geliştirmeyi isterdik ve her zaman buna açık olmuşumdur. Başlangıçta hiç de şiddet esas değildi. Çok kısa süre sonra anlaşıldı ki, senin bu özgürlük arayışın karşısında amansız bir düzen bulur, zaten onu da kısa sürede görmezlikten gelemezdik. Şiddet düzenini, hem de amansız biçimiyle, yok eden biçimiyle gördük. Bir halk için bir insanı nasıl yok eder olduğunu kavradım. Buna karşı kutsal şiddeti geliştirmenin büyük önemini de kavradım.

PKK’NİNKİ EN KUTSAL ŞİDDETTİR

Hemen bu arada belirteyim ki, bizim köylüler halen bilirler; ben kötü canlıları, mesela yılanları, çıyanları, öldürmekten hoşlanırdım ama sadece bunlar insan düşmanı oldukları için öldürdüm. Karıncalar bile insanı ısırmasına rağmen ben kolay öldürmezdim, yeşillikleri bile fazla ezmemek için dikkatli davranırdım. İnsanları etkilemek için hatta köy ortamında, karşıt ailelerin çocuklarıyla bile arkadaş olmaya en büyük özeni, ilgiyi gösterirdim. Bu tutumum bile benim erkenden ne kadar barışçıl bir insan olduğumu gösterir. Tarihe mal olmuştur, uyduruyor değilim. Benim kadar silahın sesinden çekinen adam köy ortamında yoktu. Benim kadar köyün birlik ve bütünlük içinde bulunması için yüreğini ortaya koyan insanda yoktu ama buna rağmen ben kendimi en amansız savaşın bir tarafı ve onun amansız bir önder kişisi olarak görüyorum. Nasıl oldu bu? İlerde tarihler bunu çok yazar. Belki bu işlere en az hazır olan insan bendim. Een duyarlı insanın bazı temel özelliklerine bağlı olmaktan vazgeçemediğim, kısaca insan olmaktan vazgeçmek istemediğim için savaş, hiçbir kişide belki de tarihte mevcut olanaklar dahilinde gerçekleşmeyecek kadar bende gerçekleşti. Ben kim, savaş kim? Ben kim, silah kim? Ama şimdi görüyorsunuz ki, işte en büyük dünya jandarması olan ABD bile bizi en büyük terörist olarak değerlendiriyor, bir nolu terör örgütü ve başı olarak değerlendiriyor. Bu ne büyük bir çelişki! Tabii böyle olmaktan en ufacık bir kaygım, üzüntüm yok. Tam tersine bu amansız, kör şiddeti, insanlık suçu olan bu şiddeti, bu kendini çok güçlü ve her şeye muktedir sanan, bu bir halk da olsa, onun en vazgeçilmez hakları da olsa, yok etmekte hiçbir sakınca görmeyenler, bir tanrı hükmüymüş gibi, bir halkı imha etmekte tereddüt etmeyenler, belki de hiçbir çağda görülmemiş biçimiyle bunu yapanlar kendileridir. Tabii ki ben vicdanlıysam, biraz duyarlıysam, bir halktan kolay vazgeçmek istemiyorsam, bu anlamda biraz namusluysam, bir şeyler yapmam gerekiyordu ve bunun adı oldu PKK terörizmi!.. Ben buna en kutsal şiddet, diyorum. Tarihte bazı kutsal şiddetler vardır. Dinler bunu çokça söyler. Bizimki çağdaş, en kutsal şiddettir. Ben kolay kolay işlere imzamı atmam ama bu işe tereddütsüz ve kesin en kutsal iştir biçiminde imzamı atıyorum.

DÜŞMANA; GEL KONUŞARAK ANLAŞALIM

Üzüldüğüm nokta; aslında ortaya çıkardığım şiddet imkanları bir halk için, bir parti için neden kullanılamıyor? Siyasal şiddet için, örgütsel şiddet için, askeri şiddet için imkanlar yaratıldı, kutsal imkanlar. Söz de gerektiğinde iyi bir şiddettir, neden iyi kullanılamıyor? Diller çok kötü konuşuyor, silahlar çok yanlış çalışıyor, hedefi bir türlü tutmuyor. Örgüt bir türlü yürümüyor, yürütülmüyor, siyasal şiddet bile anlamını fazla bulmamış. Tabii neyi nasıl yaptığımı bildiğim için üzülüyorum, bu insanlar kendilerini kurtaracak şiddeti her düzeyde neden kullanamıyor? Dediğim gibi sözün keskinliği de, sözün şiddetidir. Diller çok kekeme, çok iddiasız. Silahı vermişiz binbir emekle, çürütüyor. Örgüt vermiş eline, dağıtıyor. Buna üzülüyorum ama kendine saygılı olan bir insanım ben, düşmanımı bütün yönleriyle tanırım ve mutlaka ona bir şeyler yapma gereğini duyarım. Aslında bazıları diyebilir ki, sen çok yaptın, şöyle yaptın, böyle yaptın. Ben aslında az yaptım veya istediğim gibi yaptıramadım. Bunu söylemek gerekiyor. Bunu da söylerken tabii bir terör tutkunu değiliz, halen yüreğim teröre dayanmaz, şiddete yani... Bu halk ya bu haliyle yerin dibine girecektir ya da amansız şiddetiyle bu düşmanın şiddetini püskürtecektir. Ben gerektiğinde bunun bir tanrısal iradesi kadar da güçlü olmayı bileceğim. Bunu hepiniz bilmelisiniz. Keşke düşman biraz şiddet teşkil etmeyen yöntemlerden anlayabilseydi. Buna her zaman hazırım diyorum. Düşmanı bir çırpıda belki de bir günde imha edecek imkanlar elime geçtiği zaman bile ona bu son çağrıyı yaparım. Gel seninle konuşarak anlaşalım. Kesinlikle bu bende bir ilkedir, bir taktik değildir. Ama anlamazsa, şimdiye kadar gerçekleştirdiklerimi göz önüne getirirseniz...

O GENERALLER ÇOK ZAVALLIDIR

Eğer yaşarsam diyorum; her doğan varlığın bir sonu vardır. Şüphesiz fiziki anlamda benim de bir sorunum olabilir. Tabii mezarda da ben bu işi geliştireceğime inanıyorum ama daha da somut fiziki anlamda da yaşıyorsam, bu işin fiziki sonuçlarını da bu düşmana, bütün dünya arkasında olsa da ona anlatacağım. “Sen çok tapındığın bu yöntemle sonuç alamazsın. Çok ısrar edersen belki de yenilirsin.” Bunu göstereceğim. Bunu gösterdiğimde diğer öneriler zaten gelişir. Siyasi çözüm önerileri, bilmem onun çok çeşitli biçimleri devreye her zaman girebilir. Şimdi yapılması gereken bu şiddete tapınan generallere anlatabilmektir. Ki çok böyle anlı şanlı geçinirler, insan geçinirler. Onlar bir çocuk bile olamazlar, onlar çok zavallıdırlar. Şu apoletli generaller var ya onların böbürlenmelerine bakmayın, onlar kadar cüce, onlar kadar korkak, bu dünyada kimse yok. Çünkü hiçbir düşünceleri yok. Hiçbir yürekten anlama durumları yok. İşte ben bunlara bazı şeyler anlatacağım ve bu bende bir tutkudur. Mustafa Kemal karşımda olsaydı, buna daha fazla sevinirdim. O da güce çok tapınırdı. Şimdi bazı sözüm ona generalleri var, onlara anlatmak da benim için bir zevk işi, çünkü insanlığı bunda bulacağım, kendimi bulacağım, halkımı bulacağım. Hatta Türk insanı da bu temelde kendine gelebilecek.

En büyük çözüm önerisi budur, dönüştürmek gerekiyor. Anlayıncaya kadar bu terörü, bu şiddeti belki de en yaratıcı bir halk savaşı biçiminde geliştirmek gerekiyor. Biraz geliştirdim doğruyu, iyi bilemediği için üzgünüm. Ama daha fazla geliştirmek için, bundan sonrası için tabii ki son derece hareketli olmaya çalışacağım. Yine başta partililer, komuta düzeyindekiler olmak üzere, tüm halkımızın ve biraz da düşmanımızın, insanlıktan anlayan yine dostlarımızın anlamaları, mümkünse üzerlerine düşenleri biraz daha beceri ile yerine getirmelerini bekliyor, onları buna çağırıyorum.

Siyasal yöntemlerin de devreye girebileceğinden söz ettiniz. Diyelim ki barışçıl bir süreç açıldı, gerilla bu sürece adapte olabilecek midir ya da gerilla bu süreci kabul edebilecek midir? Daha da açarsak; barış süreci kişi somutunda bile başka simalar ve başka yetenekler demektir. Görevi savaşmak olan ve yeteneği savaş olan gerilla geride durmayı hazmedecek midir?

Şimdi soru benimle ilgiliyse bu gerilla öyle fazla gerilla olduğunu da anlamış değil. Sadece gerillanın adı var, uygulanması sınırlıdır. Keşke iyi bir gerilla haline gelebilseydik. İyi bir gerillanın, çok iyi bir yaşam öncüsü olduğuna inanıyorum, gerilla siyasi amaçlar için gerilladır. Bunun dışında bir gerillalık tanımı anlamsızdır. Bilmem savaşa alışmıştır, dolayısıyla savaş dışında bir şeyden anlamaz. O gerilla değil, çapulcudur, savaş ağasıdır. Ben savaş ağalarına karşı da tüm tedbirlerimi almışım. PKK’nin kendisi bir tedbirdir. Savaş tarzımız bir tedbirdir. Zaten günlük olarak da gerillayı böyle anlamak isteyenlere karşı da savaşıyorum. Bu savaş bazıları tarafından saptırılsa; PKK, PKK olmaktan çıkarsa, onun şiddet anlayışı da siyasi anlayışına bağlı olmaktan çıkarılırsa, bu tehlikeli bir hale gelebilir. Şimdilik ben bunun tehlikelerini görmüyorum, tam tersine tedbirler son derece güçlüdür ve gerillayı bir günde müthiş bir ekonomik inşa faaliyetine çekebilir, PKK gerillası şimdi de çok iyi bir ekonomik üreticidir, çok iyi bir sosyal üretici olabilir, çok iyi bir siyasal adaptasyona, dönüşüme uğrayabilir. Bu bizim örgütümüzün gerçeğiyle bağlantılıdır. Onun için hiçbir tehlikesi yoktur. Tam tersine gerilla ne kadar gelişirse; ekonomik, sosyal, siyasal inşa o kadar gerçekleşir.

GERİLLA EN BÜYÜK ÜRETİCİ GÜÇTÜR

Gerillayı bu anlamda geliştirirken, o en büyük üretici güçtür. Ekonomik, sosyal, siyasal hatta bilimsel üretici güçtür, diyorum. Benim gerilla tanımım budur. Gerçekleşen de bu temeldedir. Bununla tezat teşkil eden zaten örgüt içi mücadeleyle aşılıyor. En az dış cephedeki savaşım kadar, örgüt içindeki savaşım gerillayı böyle güçlü bir üretici kaynağa dönüştürmektedir. Bu konuda halkımız da, dostlarımız da emin olabilirler. Gosyal, siyasal üretimde, hatta bilimde temel bir üretici kaynak olduğunu, bu temelde PKK gerillasının düşünüldüğünü, tasarlandığını, hayata geçirdiğini belirtiyor ve bu temelde gerillayı kendini derinleştirmeye ve sonuna kadar bu temelde olmak için, gücünü seferber etmeye çağırıyorum. Bunun dışında gerillacılığına kabul görmeyeceğini, hiçbir zaman PKK’nin de bunu kabul etmeyeceğini, halkımızın gerçekten kabul etmeyeceğini ve insanlığın da rayından çıkmış bir gerillaya pek de anlam vermeyeceğini bir kez daha vurguluyor ve bu temelde gerillamızın da en iddialı halklar için olsun, insanlık için olsun, halkımız için olsun en üretici bir değer olduğuna inanıyorum. Bu, her zamankinden daha fazla önümüzdeki süreçte açığa çıkacaktır.

Yine gerillayla ilgili bir sorumuz olacak. Zaman zaman kamuoyuna iradeniz dışında bazı gerilla komutanlarınızın eylemler yaptığı yansıyor. Bu tür olaylar oluyor mu?

Olsa da bu tür olaylar, fazla çizgiyi aşan nitelikte değildir. Başına buyruk komuta kişilikleri birçok çizgi dışılıklarda bulunuyor, keyiflerince uzun süre eylemsizlik kadar, yanlış eylemsel tutumlar içinde de oluyorlar. Bu gerçekten ciddi sorunlar da doğuruyor. Demin bahsettiğim gibi doğru gerilla üzerinde yoğunlaştığımız oranda, çözümü yine ortaya çıkardığımız oranda, kural dışı, taktik dışı eylemlerin önüne geçiyoruz. Eskiden belki bu biraz daha fazlaydı. Şimdi gittikçe azalıyor. Daha fazla azalması için hiç şüphesiz gerillayı yoğunlaştırmak gerekiyor.

Gerilla olmak o kadar kolay bir iş değil. Şunu unutmamak gerekir ki, bizim insanlar daha doğru dürüst insan olmasını, sivil bir insan olmasını bilmiyorlar, nasıl gerilla olacaklar? Gerilla olmak zor bir iş. Bunun bilincindeyiz ve dediğim gibi bu gerillayı geliştirmekle, aslında en temel insani özellikleri geliştirmeyi de başarmış olacağız. Bu yanlışlıkların giderilmesi böylelikle mümkündür. Bir gelişme olduğu için eylemlerde de TC’yle kıyasladığınızda onun özel savaş birlikleriyle savaşta, savaş yasalarına mükemmel bir bağlılığımız var. Çok az istisna olmuştur ve ben onları da, PKK etkisini kötü kullanmak, PKK’nin şiddetini kötü kullanmak, hatta provokasyon olarak değerlendiriyorum. Bunu önlemek için de zaten savaş var. Gücümüz ve etkimizi taktik dışı kullanılması, çarçur edilmesi, yanlış hedeflere, en az düşman kadar bizim karşı olduğumuz bir husustur ve her gün üzerine gidiyoruz.

BİZ KURALSIZ SAVAŞA ASLA BULAŞMAYACAĞIZ

Kaldı ki düşman bu tavırları teşvik ediyor. Bu kuralsız savaşı bize dayatıyor, ama biz insanlık suçu olan bu kuralsız savaşa asla bulaşmayacağız. Ve yanlış yapılan eylemleri de hızla düzeltmeye ve yapanlardan da er geç hesap sormaya devam edeceğiz. Yapılagelen budur. Bundan sonra da öyle sanıyorum ki kural dışı fazla yanlış eylemler gelişmeyecektir. Bizi zorlayan eylemler gelişmeyecektir. Gelişmemesi için her zamankinden daha fazla duyarlı olacağız. Özellikle düşmanın dayatmış olduğu kuralsız savaşı kurallı savaşa dönüştüreceğiz. Özel savaşın tüm tahrik edici insanlık dışı yönlerini kabul edilebilir sınırlara çekeceğiz. Bunu az çok başarmadık değil. Daha fazla başarmak için bundan sonra gücümüzü de yüksek bir sorumluluk altında kullanacağız. Uluslararası insan hakları kuruluşlarının bunu görmelerini bekliyorum. Düşmanın da yine bu savaşta kuralları göz önüne getirmeye, özellikle esirlere karşı, sivillere karşı, kadınların, çocukların, ihtiyarların geleceklerine karşı dikkatli olmalarını vurguluyorum. Bizi amansız vurabilir, ama savaşçı olmayanlara sıradan bir insan olana belki de insanlığının en gerekliliğine bağlı kalmaya çalışanlara, çirkin kirli savaşın hükmünü uygulamasın. Özellikle buna çağırıyorum. Bizi istediğiniz kadar vurabilir, işkence edebilir, imha edebilirsiniz ama gerçekten savaşçı olmayanlara uygulanan böyle vahşice, kirlice bir devlet politikası haline getirdiğiniz bu ölüm tarzını bırakın, derim. Bırakmazsanız buna karşı intikamımız da büyük olacaktır.

TÜRK HALKI KİRLİ SAVAŞA ALET OLMASIN

Türk halkına da söylüyorum, kirli savaşa alet olmasınlar. Çünkü suçu size de bulaşıyor, bir halkı yok etmeye kadar gitmek, kendi yok oluşuna zemin hazırlamaktır. Kesinlikle Türk halkının buna alet olmaması için bu noktada mutlaka direnmesi gerektiğini söylüyorum; kendisi için sadece bir destek ve dayanışması için değil. Çünkü kendisi tehlikeye gidiyor. Biz gelişebiliriz, gelişirsek bu kirli savaşa bulaştığı oranda Türk halkı da hedef olacaktır. Hedef olmaması için daha iyi düşünmesi ve tavrını koymasını önemle vurguluyorum.

Kendi içimizdeki gerillaya da savaşımızın kuralları olduğunu, gerektiğinde bir damla kanın boşa dökülmemesi, ne kendi bir damla kanını boşa dökmesi ne de suçsuz insanların, vurulmaması gereken insanların bir damla kanının boşa dökülmemesi için oldukça dikkatli olmalarını hatırlatıyor ve istisnalara karşı da çok duyarlı olmalarını, bu vesileyle bir kez daha önemle vurguluyorum.

Son bir soru; TC’nin tüm engellerine karşı gerillalarınızı nasıl hazırlıyorsunuz?

Kendimi hazırlayarak... En büyük gerillayı hazırlamak kendimi hazırlamaktır. Bunun tılsımı budur. Çok isterdim kendi dışımda gerillayı hazırlamayı ama baktım ki, bu iş kendimi iyi hazırlamaktan geçiyor. Belki de zor geliyor. Tabii kimsenin başarmadığı bir gerilla hazırlanması vardır. En yapamaz bir insanı bu işe hazır hale getirebiliyorum. Bu da bende büyük bir tutkudur. Bu kadar başkalarının savaş arabasına koşmuş, hatta savaş eşeği olmuş bir halk gerçeğinden sonra bu insanları nasıl kendi askeri yapacağım? Başkalarının işine bu kadar koşan ama kendi işlerinden ise bu kadar kaçan insanları, nasıl kendi işlerinin askeri yapacağım? Bu tabii çok önemli ve mutlak gerekenlerinin yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Büyük öfkelerim var. Kolay değil başkalarının eşek gibi askeri ve karkeri olmak. Çünkü kendini tüketiyorsun, hem de kendine karşı. Eğer iddia buysa o zaman sen gerillaya büyük sarılırsın. Gerilla, dediğim gibi ekonomik, sosyal, örgütsel insan üretimidir ve en zevkli, en verimli iştir. Karın doyurmaktan tutalım, duygu yüceliğine kadar hepsinin anası gerilla tarzı bir gelişmeyse bu iş çok tatlı bir iştir. Dolayısıyla onun gereklerine de kendini amansız vermekten niye çekineceğim? Duygu, düşünce böyle büyük olduktan sonra, çaba da büyük olur. Amaç bu kadar kesin, net olduktan sonra çaba da yine büyük olur.

BELİRLEYİCİ OLAN AMACIN BÜYÜKLÜĞÜDÜR

Belirleyici olan amacın büyüklüğüdür. O amaçta gizli olan vazgeçilmez yaşam seçeneğidir. Bu gerillayla başarılacak, o halde biz o aracı niye müthiş geliştirmeyeceğiz? İşte ben bu amaçla, inançla bu insanları savaşa kazandırmak gerektiğini anladım ve daha sonra bütün çabalarımı tek bu noktaya yoğunlaştırdım. Herkesin ilgileri çabaları değişik yöne akabilir. Gerilladan kopuk da olabilir ama benim için adeta bir ışık gibi, bir lazer ışını gibi. Bütün enerjimi gerilla odağına dönüştürme yeteneğim vardır. Bütün bir halkın yaşamını şimdi gerillaya bağlamışım. Bütün parti yaşamını gerillaya bağlamışım. Gerillanın da en doğru tarzına bağlanmışım. Bu dediğim gibi amacın büyüklüğüne bağlanmaktan, inanmaktan geçiyor. Bu olduktan sonra gerisi kendiliğinden geliyor. Neden iyi gerillacı olamıyor arkadaşlarımız? Gerillaya yakışmayan birçok kural dışılık sonucu kaybediyorlar. Onlarda amaç büyüklüğü yok. Onlarda amaca kendini bağlama yok. Yaşamı bununla kazanacağına taktik dışı kalıyorlar. Gerilla ordusu haline gelemiyorlar. Sorun ideolojik, siyasal ve moral temeldedir. Gerillayı geliştirmek mi istiyorsun; ideolojik, siyasal ve moral kimliğini geliştir. Nedir bu? Onu yurtsever, siyasal, parti örgütüne bağla bu anlamda moralini en üst düzeye çıkar. Ardından gerilla gelişir. Teknikler işte, şu silah eğitim, şu dağ üslenmesi, şu bilinen gerilla taktikleri, kendiliğinden gelir zor değil. Bu gelişme böyle ortaya çıkmıştır fakat tam amacı özümsetemediğimiz için zorluklar var. Dolayısıyla gerilla tekniğine hakim olamama var. Onun giderilmesi için de son yürüttüğüm çalışma amaç büyüklüğüne insanları çözümleyerek bağlama doğrultusundadır. Bunda bir ilerleme var ve sanıyorum en yakın dönemde de bir ilerleme daha yetkin bir gerillanın her koşul altında savaşan ve başaran bir gerillanın ortaya çıkmasına yol açacaktır. Yürüttüğüm hazırlıklar daha iddialı ve başarılı bir gerillayı kesinleştirecek cinstendir.

Gerçekten yoğun çalışmalarınız içerisinde MED-TV’ye zaman ayırdığınız için size teşekkür eder, selam ve saygılarımızı sunarız.

Ben de bu vesileyle 15 Ağustos Atılımı’nın 11. yılını geride bırakıp 12. yılına girerken, bu yürürlükteki savaşın anlam ve önemini bu kısa değerlendirmeler temelinde MED TV kanalıyla tüm halkımıza ve dostlarımıza kısaca da olsa iletmekten mutluyum.

DÜŞMAN ANLAYAMAYACAK KADAR BARBAR

Yine bu vesileyle tüm halkımız ve dostlarımızın bilmesi gereken şudur: Savaş 12. yılda da gerçekten rayına, kurallarına, komutanlarına ve askerine kavuşmuş olarak gelişecektir. Tüm çağrılarımıza rağmen özel savaş kurmayları bir türlü halkların çıkarına olan, demokratik olan, siyasal olan yola itibar etmediler. Ya bitireceğiz ya bitireceğiz saplantısına daha fazla kendilerini batırdılar. Onlar artık şimdi de anlıyor ki, bir çıkmaz yoldu fakat kurtulamıyorlar. Biz sadece savaşı derinleştirmekle onları daha da batağa batıracağız. Güney’e yöneldiler daha fazla battılar. Kuzey’e, Dersim’e yöneldiler, daha da fazla batıyorlar. Ortaya yöneliyorlar, kenara, köşeye yöneliyorlar, daha da zorlanıyorlar. 12. savaş yılında bu yönlü gelişmeleri biz daha da hızlandıracağız. Dolayısıyla ne kadar demokratik, siyasal, barışçıl yollara hazır isek de halkımıza, dostlarımıza sesleniyorum; en az onun kadar ve ağırlıklı olarak daha şimdiden bu 12. savaş yılında, 15 Ağustos Atılımı’nın daha fazlasına hazırlıklı olmaya, herkesi kendi cephesinde savaşı geliştirmeye, yapacaklarımızın asıl şimdi daha çok olacağına, küçük başlangıçlarla şimdi bu savaşa katılmaya, daha büyüğünü bu önümüzdeki yıl ve yıllarda yerine getirmeye, büyük sonuç alacaklarına daha fazla inanmaya, her şeyden önce yine onun gereklerine aile içinde, fabrika, tarlada, dağda, kentte, yurt içinde, yurt dışında, dil gücünden tutalım, taş, sopa ile ve en ateşli silaha kadar, gücüne göre, içinde bulunduğun duruma göre herkesi bu silahları daha iyi kullanmaya çağırıyorum. Bunun dışında yaşam seçeneklerinin olmadığına eminim. Ben kendim oldukça açığa vurmaya çalıştım. Çok verdim. Çocukluğumdan beri de barışçıl yolla çok büyük bir uyum içinde sorunları çözmeyi çok isterdim ama bu düşman anlamıyor, sizi anlamak istemiyor, sizi kabul etmek istemiyor. Bu kadar gaddar, barbar. Eğer öyleyse zaten biz de savaşmaktan başka beş para etmez duruma gelmişiz. Hatta hani derler, proletaryanın, emekçilerin kaybedecekleri zincirleri de yok. Bizim zincirlerimizden başka bir şey yok. Evet, ellerimizde kaybedeceğimiz bir zincirimiz bile yok. Yani biz zincirsiziz, en tehlikeli bir biçimde köleliğe bağlanmış bir halkız.