Demokratik Bölgeler Partisi (DEM) Hukukçu Milletvekili Ömer Faruk Hülakü ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Amed Şube Başkanı Ercan Yılmaz, Önder Apo’nun Kürt sorununun çözümü için somut adım atabilmesi adına fiziki özgürlüğünün sağlanması, umut hakkından yararlanması ve hukukun normal işleyişine uygun şekilde özgür kalması gerektiğini belirtti. İmralı’da yapılan görüşmelerin tecridin sona erdiği anlamına gelmediğine dikkat çeken Hülakü ve Yılmaz, Önder Apo’nun iletişim, avukat ve aile görüşme haklarının hala engellendiğini ifade ederek, tecridin bir an önce kaldırılması ve fiziki özgürlüğünün sağlanması çağrısında bulundu.
‘TECRİT DEVAM EDİYOR’
Ömer Faruk Hülakü, “Sayın Öcalan ile yapılan görüşmelerin Kürt sorununun çözümüne dair önemli öneriler içermesi, Türkiye’nin demokratikleşme süreci açısından kritik bir önem taşımaktadır; fakat bu sürecin sağlıklı ve kalıcı bir sonuca ulaşabilmesi için temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, hukukun adil ve tarafsız bir şekilde uygulanması vazgeçilmezdir. Sayın Öcalan’ın temel haklarının korunması meselesine ulusal ve uluslararası hukuk perspektifinden bakıldığında, birkaç önemli nokta ön plana çıkmaktadır. Öncelikle, Türkiye Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) gibi ulusal ve uluslararası normlar, herkesin adil yargılanma, avukat ve aile görüşme hakkını güvence altına almaktadır; ancak İmralı’daki uygulamalar, bu temel hakların ihlal edildiği bir durum ortaya koymaktadır. Düzenli avukat ve aile görüşmelerinin engellenmesi hem iç hukuka hem de uluslararası yükümlülüklere açıkça aykırıdır” dedi.
‘UMUT HAKKI DERHAL UYGULANMALI’
Önder Apo’ya yönelik umut hakkının derhal uygulanması gerekliliğini vurgulayan Faruk Hülakü, şöyle devam etti: “AİHM kararları, müebbet hapis cezası alan bireylerin dahi yeniden değerlendirilmeye tabi tutulma ve özgürlük umudu taşıma hakkına sahip olduğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda, Sayın Öcalan için de ‘umut hakkı’nın tanınması hem hukuki bir gereklilik hem de çözüm sürecine katkı sağlayacak çok önemli bir adım niteliğindedir. Fiziki özgürlüğünün önündeki hukuki engellerin kaldırılması meselesine gelince, bu durumun çözüm sürecine yapacağı katkı, geçmiş deneyimlerle de sabittir. Geçmiş dönemlerde Sayın Öcalan’ın aktif bir şekilde barış ve diyalog süreçlerine katılımı, sürece hızlandırıcı ve olumlu bir etki yaratmıştır. Bunun sağlanabilmesi için hukuki prosedürlerin adil ve şeffaf bir şekilde işletilmesi gerekmektedir. Sayın Öcalan’ın tecrit koşullarının kaldırılması, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümüne yönelik önemli bir adım olacaktır. Bu mesele, aynı zamanda toplumsal barış ve demokrasi meselesidir. Sayın Öcalan’a yönelik uygulamalar, Türkiye’nin hukuka saygısı ve uluslararası normlara uyumu açısından da bir test niteliği taşımaktadır. Bu noktada, hukukun üstünlüğü ilkesinin işletilmesi, temel hak ve özgürlüklerin korunması, Kürt sorununun çözümüne yönelik atılacak adımları güçlendirecek ve toplumsal barış için de önemli bir zemin hazırlayacaktır.”
‘YASAL DÜZENLEMELER DERHAL YAPILMALI’
İHD Amed Şube Başkanı Ercan Yılmaz da umut hakkı konusunu değerlendirerek, umut hakkının uzun yıllardır insan hakları savunucularının gündeminde olduğunu hatırlattı. Konunun, Türkiye kamuoyunda özelikle Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’a ilişkin grup konuşmasında bu meseleyi gündeme taşımasıyla daha geniş bir tartışma konusu haline geldiğini söyledi.
Yılmaz, umut hakkının ne anlama geldiğini şu ifadelerle açıkladı: “Umut hakkı, en yalın ifadeyle mahpusların bir gün hapishaneden çıkabileceklerine dair bir ihtimalin varlığını hissetmeleridir. Eğer bir mahpus, tekrar topluma dönebileceğini düşünüyorsa umut hakkının varlığından söz edebiliriz. Ancak yasal mevzuatta, mahpusun ancak yaşamını yitirdikten sonra hapishaneden çıkabileceği ifade ediliyorsa, burada umut hakkının olmadığını net bir şekilde söyleyebiliriz. Türkiye’deki temel sorunlarında biri budur”
AİHM’in umut hakkına ilişkin Türkiye aleyhine dört ihlal kararı verdiğini de hatırlatan Yılmaz, bu kararlardan ilkinin 2014’te Önder Apo hakkında verildiğini vurguladı. Ardından Kaytan, Gurban ve Boltan hakkında da aynı kararların verildiğini aktaran Yılmaz, “Aradan geçen yıllara rağmen Türkiye, bu kararların gereğini yerine getirecek bir yasal düzenleme yapmış değil” dedi.
‘TÜRKİYE HALA DÜZENLEME YAPMADI’
AİHM’in umut hakkının tanınmamasını işkence ve kötü muamele yasağının ihlali olarak değerlendirdiğini belirten Yılmaz, uluslararası hukuk açısından bu durumun “ölüm koridoru” benzetmesiyle ifade edildiğini söyledi: “AİHM, bu tür bir ceza rejimini dolaylı bir ölüm cezası olarak değerlendiriyor. Siz ölüm cezasını kaldırmış olabilirsiniz ama mahpusları ömür boyu hapiste tutarak aslında dolaylı yoldan ölüm cezasını uygulamış oluyorsunuz. Bu süreçte mahpuslar, cezaevinde adeta bir ölüm koridorunda zamanın geçmesini bekler hale geliyor.”
TÜRKİYE'NİN YASAL MEVZUATI SORUNUN KAYNAĞI
Yılmaz, Türkiye’deki mevcut yasal düzenlemelerin umut hakkının ihlaline zemin hazırladığını vurgulayarak, Terörle Mücadele Kanunu’nun 17’nci maddesine dikkat çekti: “Bu madde, idam cezasının kaldırılmasının ardından bu cezaya çarptırılmış mahpusların cezalarının ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilmesini öngörüyor. Ancak burada temel sorun, ağırlaştırılmış müebbet cezası alan mahpusların, yaşamlarının sonuna kadar hapishanede tutulacağına hükmedilmesi. Bu hem insan hakları standartlarına hem de evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır. Sayın Abdullah Öcalan üzerinden tartışılan umut hakkı konusu, aslında binlerce mahpusu ilgilendiriyor. Kürt meselesi bağlamında cezaevinde binlerce mahpus var. Kürt meselesinin ortaya çıkardığı sorunlardan biri de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan mahpusların durumudur. Eğer Kürt meselesinin çözümüne yönelik bir girişim başlatılacaksa, bu mahpusların durumunun da evrensel hukuk standartlarına uygun şekilde değerlendirilmesi gerekiyor.”
‘26 YIL SÜREN TECRİT, HUKUKA AYKIRIDIR’
Önder Apo’nun İmralı Cezaevi’nde 26’inci yılını yakında geride bırakacağını hatırlatan Yılmaz, “Avrupa’da birçok bir ülkede, bu kadar uzun bir sürenin cezanın infazı açısından yeterli görüldüğü bilinmektedir. Ancak Sayın Öcalan, bu süre boyunca ciddi bir tecrit ve izolasyona maruz kalmıştır. Çok uzun süre kendisiyle iletişim kurulamamış, avukat ve aile görüşleri engellenmiştir. Yakın zamanda yapılan kısa bir temas dışında, bu tecridin tamamen kaldırılıp kaldırılmayacağı kamuoyunda ciddi bir soru işaretidir. Bu bağlamda Türkiye’nin, AİHM’in bağlayıcı kararlarını tanıma zorunluluğu bulunduğu hatırlatılmalıdır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ve CPT’nin tavsiye kararlarını dikkate almak, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin gereğidir. Umut hakkının yasal düzenlemelerle tanınması hem insan hakları standartlarına uygunluk hem de Türkiye’nin uluslararası hukuk çerçevesindeki yükümlülüklerini yerine getirmesi açısından elzemdir” dedi.