Kürtçe şarkılarla halay çektikleri gerekçesiyle şimdiye kadar 12 kişi tutuklandı. 27 Temmuz’da İstanbul’da yapılan ev baskınlarında 19 kişi, farklı tarihlerdeki düğünlerde Kürtçe şarkılarla halay çektikleri gerekçesiyle gözaltına alındı. Bunlardan 7’si serbest bırakılırken 12’si tutuklandı.
Tutuklananlar önce sanal medyadan hedef gösteriliyor ve daha sonra da bilgileri paylaşılarak tutuklanmaları sağlanıyor. Bu anlamda organize bir tablo da söz konusu.
Yıllardır Kürtlerin halay dışında kullandığı renkler, müzikleri, elbiseleri, dili hep bu yasak kapsamına alınmaya çalışıldı. Tutuklamalara ise “Bijî Serok Apo” gibi AYM tarafından suç olarak kabul edilmeyen sloganlar gerekçe gösteriliyor. Bir nevi bir siyasi operasyona dönüşen bu “halay tutuklamalarını” DEM Parti Dil ve Kültür Komisyonu Eş Sözcüsü Avukat Cemile Turhallı Balsak, ANF’ye değerlendirdi.
İKTİDARDAN CESARET ALIYORLAR
Cemile Turhallı Balsak, kendini Türklük ve Sünni kimliği içinde görmeyen herkesin iktidarın kışkırtmaları çerçevesinde saldırıya uğradığını şöyle ifade etti: “Türkiye’de yaşayan halklara karşı ciddi bir ayrımcılık ve katı bir inkâr var. Bunu son birkaç gün içinde de görüyoruz. Kendini Türklük ve Sünni kimliği içinde görmeyen her bir inanç ve etnik gruba karşı ciddi saldırılar oldu, oluyor da. Maraş, Çorum’daki kitlesel saldırılardan tutun da Kürtlerin kolektif haklarını bir hak mücadelesine dönüştüren tüm kesimler şu ana kadar her şekilde saldırılara uğruyor. Yerleşim yerlerinin çok rahat bombalanmasından tutun da sokaktaki yargısız infazlara kadar.
Cezaevlerini bir tehdit aracı olarak kullanan iktidar, bugün de sokakta politik bir Kürt olmasa bile Kürtçe konuşan bireylere, hastanelerde ailelere saldırabiliyor. Bu toplum bu cesareti nereden alabiliyor diye düşünüyorsak; elbette iktidarın ırkçı, saldırgan dilini de kendisi için doğalında Kürtleri bir hedef gösterme nedeni olarak görüyor.
Kürtlere karşı işlenen onlarca katliam ve ağır hak ihlali ile yüzleşmesi gereken devlet ve onun somuta indirgenmiş iktidar pratiği Kürtlere saldırmayı marifet sayıyor ve güç gösterisine dönüştürüyor. Elbette mevcut iktidarın yaklaşımı bugün kendini yargı ile daha iyi görünür kılıyor. Türkiye’de yargı hiçbir zaman mazlumu, ötekiyi koruyan bir yerde durmadı. Siyasetin aldığı kararların gereğini yaptı. Devletin cebir yetkisini hukuksal kılıf ile insanları daha çok kutuplaştırmanın, ötekiyi ve dezavantajlıya had bildirmek için kullandı.”
STRANLARIMIZDA DİRENİŞ VAR
Kürtlerin stranlarında da halay coşkularında da direnişin izlerinin olduğunu ifade eden Cemile Turhallı Balsak, asıl tahammülsüzlüğün bundan kaynaklandığını belirterek şöyle devam etti: “Şunu kabul edelim; Kürtler bu ülkenin temel bir vatandaşlık haklarından yararlanmıyorlar. Dilleri yasak, kültürleri yasak, gerçek bir seçme ve seçilme hakları yok, haliyle govendleri de yasak. Çünkü bunların hepsi bir ulusun, kendini özgüvenli bir şekilde; “Ez livirim - ben buradayım” diyerek ifade ettiği kolektif kimliklerin birer parçası. Ezilen bir ulusun stranları yaşadığı acıları, sözünü, direniş tarihini ve gücünü ortaya koyar.
Bizim govendlerimiz binlerce yıldır tarihsel direniş heyecanını içinde taşıyarak, direniş sözleri ile herkesi bir başkaldırıya davet eder. Burada elbette klasik bir halay çekmeye karşı bir saldırı yok. Halayın yarattığı duygu dünyasının direniş sözlerine karşı bir tahammülsüzlük var. Halay sizi coşturduğu oranda bir anlamı vardır. Kürtlerin halayı kendi direniş hafızasının sözleri ile coşkuya dönüşüyor. Kabullenemedikleri şey bu direniş ve coşkulu hal elbette. Çünkü onlara sorsanız dilinizi konuşmanız sorun değil, sorun ne konuştuğunuz. Yani iktidar sizin nasıl düşüneceğinize karar vermek istiyor. Oysaki siz onun gibi düşünmediğinizi ve düşünmeyeceğinizi tutumunuzla ortaya koymuş oluyorsunuz.”
SANAL MEDYA SOKAKTAN DAHA TEHLİKELİ
DEM Parti Dil ve Kültür Komisyonu Eş Sözcüsü Avukat Cemile Turhallı Balsak, sanal medyanın artık sokaktan dahi daha tehlikeli hale geldiğine işaret ederek, iktidarın sokakları kontrol edemeyince buradan hedef göstermeye çalıştığını söyledi. Cemile Turhallı Balsak, “Gençleri de hedef gösterme de baş eğmeyen, teslim olmayan Kürtlere ve folkloruna bir saldırı oluyor esasında. Yine topluma korku salarak folklorunuza da saldırmış oluyor. Sanal medya sokaktan da artık daha çok etkili bir mecraya dönüşmüş durumda. Bu mecrayı kendi kontrolünde tutamayan iktidar hedef göstermekte, saldırmakta ve tutuklamakta çözümü bulmaya çalışıyor. Gençlerin tutuklama nedenlerinin de örgüt propagandası olduğunu düşündüğümüzde bu da alt sınırı 1 yıl olan bir ceza için çoğunlukla başvurulmayan bir neden. Çünkü propagandadan dolayı tutuklama çok istisnaidir. Hedef gösterilen gençlerin hepsinin tutuklanması, otobüslerde “ölürüm Türkiyem” şarkılarının dinletilmesi bunun planlı bir şekilde gerçekleştiğini gösteriyor. Adalet Bakanı bile bugün bu hedef göstermeden oldukça memnun, zira kendisinin de bu koronun içinde yer aldığı şüphe götürmez bir gerçek” dedi.
SİYASET YARGILAŞTI, YARGI DA KARARLARI TEBLİĞ EDİYOR
Son olarak tutuklama gerekçesinin de aslında hukuken bir temeli olmadığını belirten Avukat Cemile Turhallı Balsak şunları anlattı: “Bijî Serok Apo” ifadesi hem AİHM gibi uluslararası mahkeme kararı ile hem de Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarına göre suç kabul edilmiyor. Yargının bu kararlarının olduğunu tutuklama kararını isteyen savcı da kararı veren hâkim de biliyor. Sorun şu ki, bu kararları onlar vermiyorlar. Yargının ve bürokrasinin içinde MHP’li kadroların temel isteği yıllarca kendilerine destur belledikleri “Taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayacağız” anlayışı, bu kanatta çok daha yerleşik. Yargı kararların aksine kendi siyasal içtihatlarını yargı içtihatlarına dönüştürmeyi marifet sayıyorlar. Siyaset yargılaştı, yargı da kararları tebliğ ediyor o kadar. Davalar açılsa bile bunlar beraat kararları ile sonuçlanacak yargılamalar olduğunu göreceğiz. Cezalandırma kararı da olsa buna şaşırmayacağız çünkü 'yargı biziz' diyen bir siyasi anlayışın bunu zorlaması da olası durumlardan biri.
Türkiye gibi totaliter devletlerde öteki kimliklere karşı devletin iki yönlü uygulaması gerçekleşir. Birincisi önlem devlet, yani kendini hiçbir hukuki kural ile bağlı saymayan devlet pratiği ikincisi de norm devlet, yani ayrımcı pratikleri kılıfına uydurduğu devlet uygulamalarıdır. Kürtçe dilinin yasaklandığı bir ülkede Kürtçe halay çekmek de suç, folklorik kimliğinizi yansıtan kıyafetleri giymeniz de yasak. Bunlar temel bir hakkın konusu fakat onlar için bunların hepsi terörizmin konusu olarak bir suçlamaya dönüştürülür.
İktidarın şekli anlamda Kürtçe konuşma veya ulusal kıyafete sorun çıkarmadığı görülse de özünde bu kimliğe ve kültüre bir düşmanlık var. Çünkü bu kültürün var olmasını kendisi için bir tehdit olarak görüyor. Bir kültürün ve kimliğin devamlılığı ancak politik bir simge ve içerikle sürdürülebilir. Kimse inkâr dilini geleneksel bir yaklaşım ile sahiplenmez, yasaklanan dilinizi, kültürünüzü, varlığınızı güçlü bir politik söylem ve direniş sözleri ile var kılabilirsiniz. Şu anda Kürtlerin halaylarının dünyası bu direniş kimliğinin sembolleri ve ifadeleriyle dolu. Çünkü kültürünüzün ve dilinizin varlığını, söylem gücünü sağlayarak süreklileştirebilirsiniz.”