GÖRÜNTÜLÜ

Kalkan: Önder Apo’nun olmadığı kongre silah bırakma kararı alamaz

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Önder Apo’nun katılmadığı bir kongrenin silah bırakma kararı alamayacağını belirterek, “Bunu gerçekleştirebilecek tek kişi Önder Apo'dur. Bu kararları PKK'ye sadece Önder Apo aldırtabilir” dedi.

DURAN KALKAN

Medya Haber Televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Önder Apo’nun çağrısının ardından yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.

Önder Apo’nun 27 Şubat çağrısının ardından Kürt hareketinin yapması gereken her şeyi yaptığını, buna karşın hükümetin verdiği sözlerin hiçbirinin yerine getirilmediğini belirten Duran Kalkan, devletin ateşkesi bile kabul etmediğine dikkat çekti.  

Çağrının ardından İmralı’da Önder Apo’nun koşullarında hiçbir iyileşme olmadığını, umut hakkı gibi konularda yasal düzenlemeler için girişimlerde bulunulmadığını belirten Duran Kalkan, mevcut durumda iktidarın oyalama ve hile yapar bir konumda olduğunu söyledi.

PKK’nin savaşçılarına silahı sadece Önder Apo’nun bıraktırabileceğinin altını çizen Kalkan, “Bu savaşçılar fedai savaşçılar. Şimdiye kadar herkes gördü. Kendilerini binlerce kez kanıtlamış savaşçılar. Onlardan silahı ancak Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü alabilir” dedi.

Kalkan, PKK’nin, çağrı ardından ateşkes ilan ederek sürecin pratikleşmesinin önünü açmak istediğini ancak devletin buna da karşı çıktığını belirterek “Ateşkese karşıysanız daha neyi yapabileceksiniz? Nasıl bu süreci ilerleteceksiniz?” sorularını sordu.

Duran Kalkan’ın konuşmasının tamamı şöyle:

“Bu Newroz her zamankinden biraz daha farklı. Yeni bir Newroz yaşanıyor ama 2025 Newroz'u diğer Newrozlardan çok farklı. Meydanlar Newroz coşkusu ve heyecanıyla dolu. Dört parça Kürdistan, dünyanın dört bir yanı bu biçimde. Diyorlar ya coşku ve heyecan dorukta. Gerçekten öyle. Gençler, kadınlar, yaşlılar, işçi, emekçiler, Kürt halkı ve dostları herkes Newroz meydanlarını dolduruyor.

Newroz'un adını Önder Apo koydu. Barış ve “Demokratik Toplum Newroz'u” dedi. Dönemi böyle tanımladı. Halkımız da diyor, Önder Apo'nun Özgürlük Newroz'u. Bu Newroz Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü getirecek. Yeni Newroz yılında bu fiziki özgürlük sağlanacak. Bu temelde daha anlamlı ve daha güzel bir Newroz yaşanıyor.

Öncelikle Newrozları Newroz yapan, Newroz halkını dirilten, öncülük eden Önder Apo'nun Newroz'unu kutluyorum. Yeni Newroz yılının Önder Apo'nun fiziki özgürlük yılı olmasını diliyorum.

Yine tüm yoldaşların, kadınların ve gençlerin, gerilla güçlerimizin, halkımızın ve dostlarımızın Newroz Özgürlük Bayramlarını kutluyorum. Newrozları güncelleştiren, özgürlük bayrağını Demirci Kawa'dan devralarak günümüze taşıyan Çağdaş Kawa Mazlum Doğan şahsında tüm Newroz şehitlerimizi, Bêrîvanları, Zekiyeleri, Rahşanları, Ronahîleri, tüm Newroz şehitlerimizi, Mazlum Doğan'dan Sakine Ana'ya kadar bütün kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Amaçlarını başarma, anılarını yaşatma sözümüzü yineliyorum.

HERKES ÖNDER APO’NUN İMRALI’DAN ÇIKMASI GEREKTİĞİNİ HAYKIRIYOR

2025 Newroz'unun diğerlerinden farkı ne? İfade ettik, Önder Apo tanımladı Newroz'u. Newroz çağrısını aslında Önder Apo yaptı. Kadınlar, gençler, halkımız, dostlarımız, Önder Apo'nun verdiği mesajı iyi aldı. Görev ve sorumluluklarının bilincine vardı. Bu temelde gerçekten tüm zamanların en coşkulu, heyecanlı, en anlamlı, özgürlük taleplerinin en güçlü haykırıldığı bir Newroz oluyor. Meydanlar dolup taşıyor.

Newroz meydanlarını dolduranların anlamı, talepleri, sloganları çok net. Herkes Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünün sağlanmasını istiyor. Bu Newroz'un adını “Önder Apo'ya fiziki özgürlük Newroz'u” olarak koyuyor. Özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasını istiyor. İmralı işkence ve tecrit sisteminin parçalanmasını, lağvedilmesini talep ediyor. Bu çok net bir durum.

Önder Apo'nun İmralı’dan artık çıkması gerektiğini herkes en yüksek bir biçimde sahipleniyor ve haykırıyor. Dünya alem de bunu duyuyor. Umut ediyoruz bunun önünde engel oluşturanlar, Kürt halkının, dostlarının, kadınlarının ve gençlerinin verdiği bu mesajı biraz olsun alırlar. Oradan kendileri için bir şeyler çıkarırlar.

Bu halk ne istiyor gerçekten? Niye bu kadar meydanları dolduruyor? Yemiyor, içmiyor, onurdan, itibardan, bilinçten, ruhtan başka herhangi bir şey kazanmıyor ama Newroz'dan bu kadar heyecan duyuyor. Meydanları dolduruyor ve Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü talep ediyor.

Umut ediyoruz herkes bu gerçeği biraz daha iyi görür. Özellikle de yürekleri ziftleşmiş, Newrozları karanlık haline getirmeye çalışan eski Dehaklar demeyeceğim ama onlara benzer şeyleri günümüzde yaşatmak isteyenlerin de o zift bağlamış kalpleri Kürt halkının, kadınlarının, gençlerinin taleplerine, coşkularına bakarak biraz aydınlanır, biraz değişir. Umudumuz, talebimiz bu. Biraz insanlaşırlar yani. Newroz bu anlamda gerçekten de özgürlüğü, demokrasiyi olduğu kadar insanlaşmayı da temsil ediyor.

Önder Apo, “Newrozlar PKK’yle daha güzel” dedi. Boşuna biz bugüne PKK’yle başlamadık. Newroz coşkusunu ne anlama geldiğini iyi ortaya koydu. Gerilla, kahraman şehitler temelinde yürüttüğü mücadeleyle Newrozları gerçek anlamına kavuşturdu. Bugüne geldik. Umut ediyoruz, gerçekten de yeni Newroz yılı Önder Apo'nun fiziki özgürlüğüne kavuştuğu yıl olur. Bu temelde Kürdistan özgürleşir. Türkiye ve Ortadoğu demokratikleşir. Dünyada insanlık daha özgür ve demokratik yaşar hale gelir. Umudumuz, dileğimiz bu. Bunun için yaşıyor, mücadele ediyoruz.

Bu temelde de başta kadınlar, gençler, tüm halkımızı, Türkiye, Ortadoğu halklarını, tüm dostlarımızı Newroz meydanlarını daha çok doldurmaya, Newroz'u daha büyük bir coşku ve heyecanla kutlamaya, Newroz meydanlarında Önder Apo'nun fiziki özgürlüğüne daha yüksek sesle ve daha güçlü sahip çıkmaya çağırıyorum.

ORTADA SÖZ VAR, PRATİK YOK

Newroz'un bu hale gelmesinde Önder Apo'nun 27 Şubat'ta görüşen heyet tarafından yayınlanan Barış ve Demokratik Toplum çağrısı belirleyici rol oynadı. 19-20 günü buluyor. Bu süreçte neler yaşandı, ne tür gelişmeler oldu?

Şubat'ın ilk haftasında Önder Apo'dan bir mektup bize ulaştı. Biz sanıyorum 8 Şubat'ta cevap verdik mektuba. Onun dışında bir de 27 Şubat günü basına, kamuoyuna açık yayınlanan çağrı oldu. Onu dinledik, okuduk. Bunun dışında bize gelmiş herhangi bir şey yok.

İmralı heyeti belli çalışmalar yürüttü. İzliyoruz, takip ediyoruz. Partilerle görüşmeler yaptılar. Sonra DEM Parti eş başkanları mecliste grubu olan tüm partilerle bir kere daha görüşmeler yaptı. Belli bir tartışma var çeşitli biçimlerde. Farklı farklı içerikli olan tartışmalar. Karşıt olanlar da var, kendine göre değerlendirmeye çalışanlar da var fakat sorunu gerçekten anlamaya çalışanlar da var. Böyle bir tartışma düzeyi de var.

Bunun ötesinde bir şey var mı? Şu an pratikleşmiş bir durum yoktur yani. Söz var, pratik yok.

Dış dünyada yankı yaptı Önder Apo'nun tutumu, çağrısı. Herkes açıklama yaptı. ABD'den Çin'e kadar bütün devletler açıklama yaptı. Temennileri içeriyor. Temenniden öte politik olarak gerçekte ne yapıyorlar, tam bilinmiyor. Pratikte ortaya çıkmış herhangi bir şey yok.

Türkiye cephesi açısından da partiler konuştular. Temennide bulunuyorlar. Biz varız, diyorlar ama neye varlar? Bu işi kim yapacak? Üslenen yok. Neye var olduklarını açıklayan yok. Sadece var oldukları söyleniyor. Temenniler oluyor. Bazı çevreler tarafından olumlu bir hava veriliyor. Onun ötesinde bir şey yok. Bir pratikleşme olmadı.

BİZİM CEPHEMİZDE YAPILMAYAN KALMADI

Biz anlamaya ve anladığımız kadar da anlatmaya çalıştık. Kendi açımızdan bu geçen iki buçuk haftalık dönemi boş geçirmedik. Önder Apo'nun asrın çağrısı ya da çağın manifestosu diye tanımlanan kısa ama çok özlü Barış ve Demokratik Toplum çağrısı başlıklı manifestosunu anlamak için araştırdık, inceledik, tartışmalar yürüttük. Anladığımız kadarıyla parti içinde yoldaşlarla tartıştık. Halkımıza anladıklarımızı yansıtmaya çalıştık. Bir çabamız var. Zaten öyle rahat, kolay bir ortam yok. Hiçbir yerde yok. Kürtler arasında da yok. Toplum içinde de yok, parti içinde de yok. Anlamak, daha derinden anlamak ve daha çok anlatmak gerekiyor. Bu çabalarımızı sürdürüyoruz.

Önder Apo 27 Şubat çağrısını yaptıktan sonra, 1 Mart’ta, yönetimimiz Önder Apo'nun çağrılarına uyacağını ve uygulayacağını açıkladı kamuoyuna. Bunun önünü açmak için ateşkes ilan ettiğini belirtti.  Bu temelde çeşitli değerlendirmeler, açıklamalar oldu. Yine birkaç gün önce yönetimimiz biraz da bu söz olup pratiğe geçmeyen durumu eleştirmek, kamuoyunu bu konuda bilgilendirmek üzere Newroz açıklamasında bazı bilgilendirmeler, uyarılar yaptı.

Şunu söyleyebiliriz bu çerçevede. Üç hafta dolacak. Bizim cephemizden yapılmayan kalmadı. Başlangıç itibariyle yapılması öngörülenler yapıldı. Hiç kimse Önder Apo'nun bu biçimde bir çağrı yapacağını beklemiyordu, inanmıyorlardı. Böyle olmaz diyorlardı. Ama hiç kimsenin inanmadığını, beklemediğini Önder Apo yaptı. Çağrısını yaptı. Yönetimimiz de değerlendirmeler, tartışmalar yaparak bazı koşulların yerine getirilmesi kaydıyla bu çağrıyı uygulayabileceğini belirtti.

O koşullar da netti. Aslında Önder Apo'ya verilen mektupta da ifade edilmişti. 2013-2014 sürecinde de Önder Apo'ya ifade etmiştik. Biz savaşın yönetimi olabiliriz. Bir savaş yürütebiliriz ama barışın yönetimi olamayız. Barışı ancak Önder Apo sağlayabilir. Önder Apo barış sürecini yönetebilir. Dolayısıyla bu konuda bizden fazla bir şey beklenmemeli. Bu mektupta da aynı şeyi ifade ettik. Mektupta ifade ettiklerimizi 1 Mart açıklamasında olduğu gibi kamuoyuna da ifade ettik.

HİÇBİR PRATİK ADIM ATMADILAR

Kongre yapılacaksa, PKK'nin feshi, silahın bırakılması, tartışılacak, kararlaştırılacaksa bunu ancak ve ancak Önder Apo yapabilir. Başka kimse yapamaz. Başka kimseden de bunun yapması beklenmemeli. Bu anlamda çağrıdan önce de devlet de biliyordu, Önder Apo da biliyordu bizim tutumumuzu, durumumuzu. Kamuoyuna da açıkladık. Kamuoyu da biliyor. Böylece yani çağrı yapıldı, PKK cevap verdi. Olumlu bir hava yaratıldı. Bizden yana birtakım şeyler yapıldı. Ama karşı taraftan hiçbir şey yapılmadı.

Hala diyorlar PKK yapsın. Oysa bize gelen bilgilere göre, Önder Apo'nun çağrısı yapıldığı hafta içinde İmralı'daki koşullarda değişiklik olacaktı. Önder Apo'nun özgür yaşar ve özgür çalışır koşullara kavuşması için adımlar atılacaktı. Bunu biliyoruz. Bunu, bu süreci yürütenler de biliyorlar. Kimse sanmasın ki hiç kimse bilmiyor. Ama 20 gün geçti; değil İmralı'da koşulların değişmesi, İmralı hakkında, İmralı'da ne olup bittiğine dair bu 20 gündür, hiç kimsenin, hiçbirimizin bir haberi bile yok. İmralı işkence sistemini tutanlar dışında, yönetenler dışında hiç kimsenin bilgisi yok.

Bu bakımdan Önder Apo çağrıyı yapınca, “birtakım şeyler biz de yapacağız” diyenler, yapmadılar. Hiçbir pratik adım atmadılar. İktidar, devlet çevreleri verdikleri sözün gereğini tutmadı. Devlet Bahçeli çağrı yapmıştı. “Çağrısını gelip mecliste, DEM Parti grubunda ilan etsin” demişti. Değil meclise gelme, mecliste konuşma, bir görüntülü açıklamaya bile izin vermediler. Ondan sonra da eski sistem olduğu gibi devam ediyor.

İKTİDARIN OYALAMA DURUMUNDA OLDUĞU GÖRÜLÜYOR

Öyle anlaşılıyor ki, sanki PKK mevcut durumundan memnun değil, usanmış artık. Bırakıp gidiyor her şeyi. Bıraksın gitsin de kurtulalım” der gibi bir hava var. Bu yanlış bir hava, yanlış bir tutum yani. Böyle bir şey yok. Karşılıklı iradeler konuşacaktı ve bu çağrı başta iktidardan geldi. Karşı taraftan geldi. Devlet Bahçeli'den ve AKP çevrelerinden geldi. Önder Apo bu temelde devreye girdi ve biz de Önder Apo'nun çağrılarına gerekli yanıtı verdik.

Kısaca şimdi durum bu biçimde. Hala görüşmeler oluyor, konuşuluyor. Ne konuşuyorlar, bilemiyoruz ama İmralı koşullarında herhangi bir değişiklik yok, mecliste herhangi bir faaliyet yok.  Örneğin komisyon oluşturma, yeni yasalar çıkartma deniliyordu, umut hakkından söz ediliyordu. Yasal, anayasal durum gözden geçirilecek deniliyordu. Bu basit bir şey değil ki! Fakat bunlara dair hiçbir pratik gelişme gözlemlenmiyor. Ortada DEM Parti'nin faaliyetleri var. DEM Parti'yi reddetmeyen, ona güler yüz gösteren partilerin duruşu var. O genel merkezler basının önüne çıkıyorlar, zehir gibi her türlü şeyi söylüyorlar. Eski politikalarını çok fazla değiştirmediklerini de ortaya koyuyorlar. Bunu da görüyoruz.

Bu bakımdan herkes bekliyor. Toplum, kamuoyu bekliyor. Bu çağrıya karşı birtakım adımlar iktidar tarafından atılır beklentisi vardı. Fakat hiçbir şey yapılmadı. Artık bilmem “falan zaman yapılabilir. Bayramdan sonra” diyorlar. Bir dahaki bayrama kadar ne kadar zaman geçecek?  Mevcut durumda iktidarın oyalama içinde olduğu, hile yapar bir konumda olduğu görülüyor. Çünkü ilk hafta içinde yapacaklarına söz verdikleri şeyleri yapmadılar. Bunu herkes bilmeli.

TÜRKİYE NEDEN BU SÜRECİ BAŞLATTI?

Bu sürece nasıl gelindi? Süreci Önder Apo başlattı falan deniliyor; doğru değildir. Kürt cephesinden değerlendirirken de doğru değerlendirmek lazım. Bu sürece nasıl gelindi? Bunun 100 yıllık bir geçmişi var. 40 yıllık bir PKK'nin yürüttüğü savaş geçmişi var. Bir de 10 yıllık çöktürme eylem planı temelinde, PKK'nin yok edilmesi için Türkiye'nin her türlü imkanlarını seferber ederek saldırdığı bir imha ve tasfiye etme süreci var. AKP iktidarı ABD'den, NATO'dan, Rusya'dan, İran'a kadar herkesten aldığı güçle PKK'yi imha edebilmek, gerillayı ezebilmek için Türkiye'nin tüm imkanlarını kullandı. Tek amacı; ezmek, imha etmekti.

24 Temmuz 2015'ten itibaren o çöktürme eylem planı temelindeki saldırıları düşünelim. Buna MHP katıldı, yetmedi KDP katıldı, yetmedi Irak katıldı. Ne kadar iç dış imkan varsa TC devleti PKK'yi imha ve tasfiye etmek amaçlı saldırıya sevk etti. Bir yılda yapacaktı olmadı. İkinci yıl, üçüncü yıl, on yıl geçti; bitti. Kredisi bitti artık. Başaramadı. Gerillayı ezme, PKK'yi imha ve tasfiye etme amacını başaramadı. Bunu kabul etmesi lazım. Evet, biz söylüyoruz; biz de silahlı mücadeleyle Türkiye'de devleti yıkan, çökerten olamadık ama Türkiye'nin yaşadığı bütün krizlerin altında; siyasi, ekonomik her türlü krizin altında bu savaş var. Bunu herkes biliyor. Çöküş noktasına geldi AKP iktidarı. Sistem çöküş noktasına geldi. Artık kaldıramaz, yürütemez hale geldi.

Gerillanın öncülüğünde kadınların, gençlerin, halkımızın, dostlarımızın direnişi, 10 Ekim 2023'te başlatılan küresel özgürlük hamlesinin etkileri, AKP eliyle yürütülen imha ve tasfiye saldırılarının tümünü boşa çıkardı, başarısız kıldı. Bir yanı budur.

Diğer yandan Ortadoğu'daki gelişmeler var. Ta 90'lardan başlayıp günümüze gelen 3. Dünya Savaşı denen süreç var. Bu savaş Irak'ta, Kuveyt'te başladı. Irak Savaşı olarak başladı. Körfez Savaşı'ydı. Döndü, dolaştı, geldi. Irak'ta rejimi yıktı, Mısır'da rejimi yıktı, Kuzey Afrika'nın birçok ülkesinde yıktı. Döndü, 7 Ekim 2023'te itibaren Gazze Savaşı'na dönüştü. Hamas’ı darbeledi. Gazze'yi katliamdan geçirdi. Oradan Lübnan'a, Hizbullah'a geldi. Lübnan Hizbullah'ını ezdi. Sonunda Şam'a geldi. Suriye BAAS iktidarının da 2024 Aralık başında, ilk haftasında çöküşünü getirdi. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra Arap sahasında oluşturulan ulus devlet sistemlerinin hepsi yıkıldı. Suriye'deki BAAS rejiminin yıkılışı bunu ilan etti.

Bu ne demekti? Ortadoğu'daki bütün ulus devlet sistemlerinin artık yıkılacağı demekti. Sıra Türkiye ve İran'a dayandı. İsrail'in kontrolünde Hindistan'dan Yunanistan'a uzanan, Doğu Akdeniz kıyılarından geçen enerji yolu örgütlüyorlar. Onun yol temizliği yapıldı ve sıra Türkiye'ye geldi, Kıbrıs'a geldi. Suriye'de BAAS rejimi yıkılınca Türkiye telaşa düştü. O olmadan Hizbullah yıkılınca, Türkiye büyük bir telaş yaşadı. Umut ediyordu, Hizbullah yıkılmaz, İran destekler, İran-İsrail savaşı olur, ben de bundan yarar sağlarım diye. Hizbullah'la İsrail arasındaki savaşı uzun süre tahrik etti aslında. Ama kısa sürede Hizbullah ezilince ve İran dayanamayınca, İran-İsrail'le savaşmayınca, Suriye'deki BAAS yönetiminin dayanağı ortadan kalkınca bu sefer telaşa düştü. Ondan sonra nasıl ona dahil olurum arayışına girdi. Bu, bir panik, telaş yarattı.

Bir yandan Ortadoğu'daki ulus devlet statükoculuğunu yıkmayı öngören, Ortadoğu'nun yeni hegemonu olarak İsrail hegemonyasının Türkiye'yi tehdit eden yönü, diğer yandan 10 yıl çöktürme eylem planı temelindeki saldırılarla rağmen başarılı olamayan AKP, Türkiye'nin mevcut rejimi Türkiye'nin durumunu ciddi biçimde tehdit eder hale geldi. Bunun verdiği telaşla AKP-MHP iktidarı buna karşı direnebilmek için içte birliği korumak gerekiyor, sloganıyla Türk-Kürt kardeşliği söylemine başladılar. Ve Önder Apo'ya başvurdular.

BAHÇELİ’NİN ÇAĞRILARINI UNUTTULAR

Devlet Bahçeli, 1 Ekim'de DEM Partililerle görüştü, çıktı ondan sonra Önder Apo'nun gelip mecliste DEM Parti grubunda konuşmasını, Türk-Kürt tarihi kardeşliğinin yaratılmasını, dönemin birlik dönemi olduğunu ifade etti. Ve Önder Apo da bunu değerlendirdi, buna cevap verdi. 23 Ekim'de yeğeni Ömer Öcalan görüşmeye götürülünce -ki 4 yıl aradan sonra ilk görüşme oluyordu bu- “Bu sorunu şiddet ve çatışma zemininden hukuk ve siyaset zeminine taşıyabilirim. Koşullar oluşturulursa, yaratılırsa bunu gerçekleştirmeye yetecek teorik ve pratik gücüm var” diyerek yanıt verdi. “Koşulları oluşturulsun, durumu şiddet ve çatışma ortamından hukuk ve siyaset zeminine çekelim dedi. Ben de buna öncülük edeyim, bu konuda çalışayım” dedi.

Bu süreç böyle başladı. Ardından DEM Parti heyeti oluşturuldu, görüşmeye gitti, görüşüldü Önderlik'le. Sonuçta 27 Şubat tarihli açıklama geldi. Bu sürecin -ki çoğu süreç de demiyor-, ortaya çıkışının altında bunlar yatıyor. Bunlar var yani. Heyet gitti bir görüştü, bir tartıştı, iki tartıştı; ondan sonra Önderlik dedi, “ben çağrı yapacağım”. Tartışmalar oldu ve görüşmeler yapıldı. Devletin görüşme yaptığına dair açıklamalar oldu sonuçta. Bu çağrı gündeme geldi.

Bunun üzerine tartışmalar ne düzeyde oluyor? Bu gerçekler unutulmuş durumda. Devlet Bahçeli'nin sözleri, çağrıları, Türk-Kürt kardeşliği, Kürtlerin asli bir unsur olma durumu, Önder Apo'nun gelip mecliste konuşma yapması, yani İmralı rehine sisteminin ortadan kalkarak Önder Apo'nun özgür olması gibi şeylerin hepsi unutulmuş. Tek tartışılan şey, “PKK ne zaman kongre yapacak, kendini feshedecek, silahı bırakacak, bu iş bitecek” diyorlar. Böyle olmaz. Yanlışlıklar var.

ÖNCE FESİH SONRA ÇÖZÜM, KÖYLÜ KURNAZLIĞIDIR

Özel savaş sistemi aslında bu tartışma sürecini yönlendirdi. Bu medya gerçekten çok etkili. Diyorlar, sorun PKK sorunudur. PKK sorunu filan değil. Sorun 50 yıllık değil, 100 yıllık sorundur. Bir defa her şeyi doğru koymak lazım. Bu sorun 50 yıllık bir sorun değil; 100 yıllık sorundur. PKK sorun değil. Bu sorun PKK'yi ortaya çıkardı. Ve PKK sorunu ortaya çıkartmak üzere ortaya çıktı. Çözülmesi gerektiğini herkese dayattı. Şimdi de bazıları diyor ki, biz çözeriz. PKK diyor ki “buyurun çözün, ben kendimi feshedeyim.” Çözmüyorlar. Öyle bir şey yok. “Sen kendini feshet, biz ondan sonra ne yapacağımızı biliriz” diyorlar. Buna köylü kurnazlığı denir. Öyle bir şey yok.

Kürtler bu kadar kandırılacak durumda değiller artık. Önder Apo'nun en temel ilkeleri aldatmamak, aldanmamak. Hiç kimse artık Kürtleri eskisi gibi kandıracağını, aldatacağını, şunu bunu sanmasın.

Bu bakımdan bir defa sorunun doğru tartışılması gerekiyor. Sorun 100 yıllık sorundur. Adına diyorlar, “Kürt sorunu”. Kürt sorunu deyince sanki Kürtler sorun yaratmış gibi anlaşılıyor. Kürtlerin yarattığı bir sorun değil. Sorun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 1924'ten itibaren başlattığı, Kürt halkını yok sayan ve yok etmek isteyen zihniyetinin ve siyasetinin varlığı sorunudur. Sorun olan bu zihniyet ve siyasettir. Kürt’ü yok sayan ve yok etmek isteyen zihniyet ve siyaset sorundur. Buna soykırımcı zihniyet ve siyaset deniliyor.

ÖNDER APO SON ŞANSLARIDIR

Kürt sorunu aslında Türk zihniyeti, TC'deki Kürt’ü yok sayan ve yok etmek isteyen zihniyet ve siyaset sorunu. Çözümü bu zihniyet ve siyasetin ortadan kaldırılmasıdır. Bu yönlü bir değişim var mı? Hiçbir şey yok. Hiçbir iz bile görünmüyor. Bu tarihe kimse dokunmuyor bile. “Biz de 100 yıldır bu kadar Kürt katliamı yaptık. PKK'den önce de bilmem Amed'de yaptık, Bingöl'de yaptık, Dersim'de yaptık, Ağrı'da yaptık, Botan'da yaptık. Yüz binlerce, milyonlarca Kürt’ü katlettik” demiyorlar. Tayyip Erdoğan Kemal Kılıçdaroğlu'nu eleştirirken diyordu; “Dersim'de soykırım oldu, Kürtler soykırımdan geçti, sen onlara da sahip çıkmıyorsun.” Unuttu şimdi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan o zamanki sözlerini. Peki Dersim'deki soykırımı PKK mi yaptı? PKK mi vardı o zaman? Niye o sözü unutuyor şimdi? Böyle olamaz.

O bakımdan bir defa sorun ortaya doğru konmalı. PKK bu sorunu yaratan değil, PKK'yi bu sorun ortaya çıkardı. PKK de sorunu açığa çıkarıp çözümünü dayatmak için oldu. Dolayısıyla PKK'nin tarihi rolünü oynadığı, benzeri değerlendirmeler arkadaşlar çok yapıyorlar. Tarihi rolünü oynaması, sorunu açığa çıkartıp çözüm güçlerini yaratarak çözümü dayatmasıdır. Kırk defa Önder Apo da PKK yönetiminden yoldaşlar da söylediler. “Siz çözün Kürt sorununu, Kürt halkının varlığını, özgürlüğünün haklarını tanıyın, Türkiye'yi demokratikleştirin; PKK hiçbir şey istemiyor kendine” dediler. Şimdi de istemiyor. Mevcut Önder Apo'nun çağrısı o anlama geliyor.

Ama şimdi deniliyor ki “hele sen kendini feshet.” Öyle bir şey tartışılıyor. Sorun PKK’nin feshi falan değil. “Dünyanın neresinde Kürt adına bir küçük örgüt, bir dernek bile varsa PKK ile ilintilidir. Hepsi fesih olmalı. Hepsi kendini dağıtmalı. Kürt adına hiçbir örgüt kalmamalı” diyorlar.  Ya böyle olur mu? Bu ne biçim demokratik bir anlayış? Bu ne biçim Kürt sorununun çözümü? Buna köylü kurnazlığı bile denemez.

Bununla zaman kazanacağını sanıyorsa mevcut iktidar çevreleri, kendilerini kandırıyorlar. Önder Apo son şanslarıdır. Kürt özgürlüğü temelinde demokratikleşme, Türkiye'nin mevcut varlığını, birliğini koruması için son şansıdır.

Nereden çıktı bu süreç? Bu düzeyde Kürdistan da, Türkiye de artık savaşın merkezi. Kürt sorunuyla ilgilenen birçok çevre var. Herkes etkili olmak istiyorlar. Türkiye eğer Önder Apo'nun çağrısının gereklerini yerine getirmez, Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde adımlar atmazsa sonu ne olur hiç bilemez ve bunu Kürtlerden ve PKK'den bilmemeli.

Kürtler Türkiye'ye, Türklere hiç kötülük yapmadılar. Önder Apo, tarihte Kürt-Türk ilişkilerini ortaya koyuyor. Birinci Dünya Savaşı'nda da yanlarındaydılar, Çanakkale Savaşı'nda da yanlarındaydılar, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda da Kürtler yanlarındaydılar. Peki TC devleti Kürtlere ne yaptı? 1924'ten bu yana, son 100 yıldır Kürdistan'da bu devletin yaptıkları ortaya konsun, yüzleşilsin. Biz onu istiyoruz, açığa çıksın her şey. Böyle olmaz.

İMRALI KOŞULLARINDA HİÇBİR DEĞİŞİKLİK YOK

Somut olarak da Önder Apo'nun çağrısı, “hukuki ve siyasi koşullarının yerine getirilmesi” diyordu.  Bunu kimse tartışmıyor şimdi. PKK'ye dönüp “çağrılar gerçekleşsin” diyorlar. Ama PKK'ye dönüp çağrıların yerine gelebilmesi için Önder Apo'nun özgür yaşar ve çalışır koşullarda olması, çaba harcayabilmesi gerekiyordu. Onun gereklerini kendileri hiç yerine getirmiyorlar. Devlet Bahçeli’ydi çağrı yapan, “meclise gelsin” diyen. Peki nasıl gelsin Önder Apo? İmralı'daki mutlak rehine koşullarında küçücük bir değişiklik yok. Sanki keyfine kalıyor İmralı'da. Sanki kendi kendisini tutuklatmış, rehine haline koymuş gibi hareket ediyorlar. Bu kadar da olmaz artık. Hem suçlu hem güçlü. Böyle olmaz.

Leş kargası gibi bazıları tartışıyorlar. “PKK’nin arşivi nerede, parası nerede? Konamaz mısınız?” diyorlar. Şimdi de o kadar çok leş kargası çıkmış ki ortaya! Nereden PKK'nin yarattığı imkanlara konarız, arayışına giriyorlar. Avucunuzu yalarsınız. Onlara söyleyeceğimiz tek şey o.

Önder Apo da çağrı yaptı. Önce mektupta da bunlar vardı. Mektuba cevap olarak bir açıklamamız da vardı. Şunu biz net söyledik. Biz hatası, eksiği doğrusuyla bir savaş yürüttük şimdiye kadar, bunun yönetimi olduk. Artık iyisi kötüsü değerlendirilir. Fakat aynı yönetimi barış süreci, çözüm sürecinde yapamayız. Buna bizim gücümüz yetmez. Bunu ancak Önder Apo yapar. Onun için hareketimiz açıklamada da ifade etti; kongre toplama, silahlı mücadele hakkında, silah bırakma hakkında karar alma durumlarını gerçekleştirebilecek tek kişi Önder Apo'dur. Kongreyi toplar, Önder Apo yönlendirir. Bu kararları PKK'ye sadece Önder Apo aldırtabilir.

BİR TÜRK-KÜRT BARIŞINI SAĞLAYACAK TEK GÜÇ ÖNDER APO’DUR

Bunu bazıları herhalde yanlış anlıyor. Biz mi meramımızı tam anlatamadık, PKK'yi mi tam anlamıyorlar; bilemiyorum. Böyle hemen çok kolay karar alınırmış sanıyorlar. Gerçekten öyle bir şey yok. Ben aleni söylüyorum. Hiç kimse yapamaz bunu PKK'de. PKK'nin kendisi yapamaz. Yapabilecek tek kişi Önder Apo’dur. Onun için hep şunu söyledik. Olacaksa bir Türk-Kürt barışı, bunu sağlayacak tek güç Önder Apo’dur. Başka kimse sağlayamaz.

Bunu söylerken bir mübalağa yapmak, birilerini kandırmak gibi bir niyetimiz yoktu. Sadece yalın bir gerçeği ifade ediyorduk. Şimdi aynı gerçek geçerliğini koruyor. Bunu böyle bilmeleri lazım. Önder Apo'nun olmadığı, toplamadığı, yönlendirmediği, ikna etmediği bir PKK kongresinden silah bırakma, partiyi feshetme kararı çıkmaz. Hiç kimse çıkartamaz bu kararı. Ancak Önder Apo çıkartabilir. Şimdi insan şaşıyor. Diyorlar ki, “PKK'nin feshini istiyoruz biz. Silah bırakmasını istiyoruz.” Önder Apo da diyor ki “ben bunu yaptırabilirim.” “Tamam yapılsın” diyor AKP, MHP, Türkiye'nin siyasi çevreleri. Eğer samimiyseniz Önder Apo da diyor ki ben yaptırırım. Bırakın gelsin, toplasın kongresini, fesih kararını da aldırsın. Silah bırakma kararını da aldırsın. PKK de fesholsun, silah da bırakılsın.

Eğer amacınız PKK'nin feshi, silah bırakmaysa, o zaman bunu Önder Apo yapabilir. Niye Önder Apo’yu İmralı'da rehine koşullarında tutuyorsunuz hala? Niye tutuyorsunuz? Bu da gösteriyor ki niyetleri farklı. Aslında oyalamaya çalışıyorlar. Zaman kazanmaya çalışıyorlar.Alttan alta ne tür görüşmeler yapıyorlar çok belli değil. Samimi olmadıkları, tutarlı olmadıkları ortaya çıkıyor. Bunları söylemek istemezdik ama ne yazık ki gerçeklik bu.

ÖNDER APO’NUN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜ GÖRÜLMEDEN SİLAH BIRAKILMAZ

Üç hafta az bir zaman değil. Önder Apo dedi ki, “Her türlü provokasyon olabilir. Süreç hızla ilerlemeli.” Sürecin hızla ilerlemesi için Önder Apo 27 Şubat'ta açıklama yaptı. PKK 1 Mart'ta açıklama yaptı. 1 Mart'tan bu yana 18 gün geçti. Peki iktidar, devlet ne yaptı? Hiçbir şey. Konuşmaktan, söz söylemekten öteye yapılmış hiçbir şey yok.

Bu bakımdan bir kere daha tekrarlıyorum. Herkes bilsin; Önder Apo'nun özgür olmadığı, yönlendirmediği, katılmadığı bir PKK kongresi, hiçbir zaman ne silah bırakma ne de fesih kararı alabilir! Alamaz, hiç kimse aldırtamaz! Bunu sadece ve sadece Önder Apo aldırtabilir! Niye bunu anlamıyorlar? Buna şaşıyorum. Aslında anlıyorlar da işin içinde hile var. Yapmak istemiyorlar. Gerçekten de tutarlı olsalar, istekli olsalar yaparlar.

Diğer yandan silah bırakma... Şimdi silahı elinde olan herkes Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü kazanmak için silahı eline aldı. Yemini bunun için etti. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü görmeden silahı elinde olan bir kişiye bile kimse silah bıraktıramaz. Hiç kimse! Bizim yönetimimiz HPG Komutanlığı, Merkez Karargah, hiç kimse bıraktıramaz! Onlar ancak silahlarını Önder Apo’ya verirler. Halk da kabul etmez zaten. Halk da diyor, “Önder Apo özgür olacak.” Bu savaşçılar, fedai savaşçılar. Şimdiye kadar herkes gördü. Kendilerini binlerce kez kanıtlamış savaşçılar. Onlardan silahı ancak Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü alabilir. Başka hiç kimse silah bıraktıramaz.

Bu bir tehdit değil, şart değil, şantaj değil. Hiç kimse öyle anlamasın. Bir gerçeğin ifadesi. Artık başka türlü anlaşılmadığı için böyle açık ifade etmek durumunda kaldık. Belki şöyle anlıyor olabilirler: “Siz PKK yönetimisiniz, yapmak istemiyorsunuz; yapın.” Yapamayız! İsteriz, istemeyiz o ayrı bir konu. Ben şimdi onu burada söylemem. Ama yapamayız, mümkün değil. Böyle bir gücü yok yönetimimizin. PKK öyle kolay karar alınabilen, istediğinin istediği kararı aldırtabildiği bir örgüt değil ki! PKK'den ne anlaşılmış; insan şaşıyor yani.

PKK'ye ilişkin konuşuyorlar. Herkes konuşuyor. PKK ile kimse konuşmuyor. Bakıyorsun herkes PKK hakkında konuşuyor ama PKK ile hiç kimse konuşmuyor. PKK'ye dair herkes bir sürü öneri sunuyor, karar alıyor. Ya PKK buna uyar mı, uymaz mı? Bir de bu PKK’lilere soralım” diye kimse sormuyor. Sadece Önder Apo'ya sorduklarını söylüyorlar. Önder Apo'yu da İmralı'nın mutlak rehine koşullarına koymuşlar. Bu biçimde yapılana samimiyet, tutarlılık denmez. Gerçekten samimi tutarlı olacaklarsa, çağrılarında samimilerse o zaman gereğini yaparlar.

Ortada hiçbir şey yokken Devlet Bahçeli meclise davet etmişti Önderliği. Bıraksınlar Kandil'e gelsin Önderlik, kongresini toplasın. Önder Apo, “İstedikleri zamanda, istedikleri kararları ben aldırtırım” dedi zaten. “Bunu yapabilirim” diye söz verdi. Biz o sözü veremiyoruz mesela. Yapsın Önder Apo. Niye engelliyorlar? Demek ki arkasında başka nedenler var.

ATEŞKESE BİLE KARŞI ÇIKTILAR

Ateşkese bile karşı çıktılar. Önder Apo'dan mektup geldi, biz cevap verdik. Açıklama oldu, cevap verdik ve hep şunu söyledik. Silahlı mücadeleyi durdurmak, silah bırakmak, kongre kararı gerektirir. Bir kongrede bu kararları sadece Önder Apo aldırtabilir, biz aldırtamayız. Bunu herkes biliyor. Buna rağmen çağrı oldu. Biz hiçbir şey yokken düşündük, oturduk tartıştık. Şimdi bu tarihi çağrıya olumlu nasıl cevap verelim? Bir katkımız olsun; ateşkes ilan edelim, pratikleşmesinin önünü açalım, silahların bizden yana durdurulmasını sağlayalım. Hiç olmazsa rahat konuşulsun, tartışılsın dedik. Tuhaf, karşı taraf buna karşı çıktı!

Önce iyi döndü, birkaç gün sonra ne olduysa herhalde alttan alta soykırımcı merkez var; öyle anlaşılıyor. Kürt düşmanı merkez, özel savaş merkezi, Devlet Bahçeli'ye kadar “biz ateşkesi tanımıyoruz” dedirterek kendi sözünü değiştirecek açıklama yaptırdılar. Biz nasıl inanalım buna? Peki ateşkese karşıysanız daha neyi yapabileceksiniz? Nasıl bu süreci ilerleteceksiniz? Akıl alacak gibi bir durum değil. “Ateşkes şu bu yok, PKK silah bırakmalı teslim olmalı” diyorlar.

Özellikle bir savunma bakanı var; Yaşar Güler midir nedir? O generaller var. Yani 41 yıldır savaştınız. Yendiysen PKK ortadan yok olmuştu. Niye zaferini ilan edemedin? Şimdi PKK ateşkes ilan edince “ben zafer kazandım” diyor. PKK ateşkes ilan edince mi senin zafer kazandığın aklına geldi? Niye önce zaferini ilan edemedin? Gerçekten kazandın mı sen? Öyle bir durum yok.

Bakın, bu savaşı biz de yürüttük. Öncesi de vardı. 15 Ağustos 1984'ten bu yana da kesintisiz bir gerilla savaşı var oldu, geldi. Çeşitli dönemlerde planlar yaptık. Bizim de hedeflerimiz oldu. Dönem dönem işte 98'de değerlendirdi Önder Apo, 2000'lerde değerlendirdi, şimdi değerlendiriyor. Biz şunu kabul ediyoruz; silahlı mücadeleyle bir yere kadar gelişme yarattık. Bütün bu gelişmeler silahlı mücadeleyle oldu. Ama karşı tarafı tümden yenilgiye uğratma, Kürt sorununun tümünü silahlı mücadeleyle çözme mümkün olmadı. Bunu başaramadık. Bunda ısrar etmenin çok anlamlı ve gerekli olduğunda da kararlı değiliz. Vazgeçiyoruz bundan. Doğru bulmuyoruz örneğin. Buraya kadar gerçekleştirdik. Yeterlidir diyoruz. Bundan ötesi siyasetle, hukukla olabiliyorsa daha iyidir. Biz demiyoruz zafer kazandık, şu oldu bu oldu. Önder Apo 98'de dedi, “Durum patadır; ne zafer ne yenilgi var.” İki taraf için de durum bu. Şimdi de aynı durum var. Ve biz bunu kabul ediyoruz savaşı yürüten bir taraf olarak. Ama yani zafer kazanamamış bazı generaller var; “Biz kazandık” diye ateşkes ilan ettikten sonra ortaya çıktılar, “teslim ol” çağrıları yapıyorlar.

YAŞAR GÜLER, HAKAN FİDAN VE ZAFER KAZANAMIŞ GENERALLER BU İŞİ BOZMAYA ÇALIŞIYOR

Bence bu Savunma Bakanı Yaşar Güler ile Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bu işi bozmaya çalışıyorlar. Suriye'ye geldiler, Irak’a gidiyorlar. Dünyayı fır dönüyorlar. Ne yaptıklarını biliyoruz. Bize bilgi geliyor. Gittikleri hiçbir yerde Kürtlerin lehine, Kürtlerin yararına hiçbir şey konuşmuyorlar. Hep Kürt karşıtı, Kürt düşmanı çalışıyorlar.

Son olarak Suriye'ye de Şam'daki anlaşmadan sonra giden heyet, -MİT Müsteşarı da buna dahil oldu-, Kürtleri engellemek için gittiler. Söylediler de açıktan zaten. Kürt karşıtı olarak geliyorlar, bir de Türkiye'de Kürt sorunu çözmekle uğraşıyor gibi gösteriyor. Bazılarını da yanıltıyorlar. Biz o kadar cahil değiliz. Biz de bilgiler alıyoruz. Bu ekip, Kürt karşıtı ekiptir. Israr ediyorlar. Bunu Türkiye kamuoyu bilmeli. AKP-MHP yöneticileri de bilmeli. MHP'liler geçmişte ordunun böyle yaklaşımlarına karşı çıkmışlardı. AKP de bazen çıkıyordu. Şimdi kendilerine dayalı generaller midir; nedense bunlara hiç şey yapmıyorlar. Halbuki öyle bir durum yoktur. Bunlar Kürt gerillası karşısında zafer kazanamamış generaller. Bunu itiraf edecekler, kabul edecekler. “Yenilmediler, direndiler” diyecekler. Bunu biz söylüyoruz. Ama kazanamadılar da. O halde “silahla bu kadar yapıyoruz, ötesi olmaz” diyerek hukuka ve siyasete fırsat tanıyacaklar.

Hala hukukun ve siyasetin önünü kapatmaya çalışıyorlar. Sanki bir darbe kliği gibi hareket ediyorlar. Onlar kesinlikle bu sürecin lehine çalışmıyorlar. Biz öyle görmüyoruz. Herkes de açık olarak görüyor. Bu bakımdan “yendik, zafer kazandık gelip teslim olacaklar”; bunlar boş laflardır. Öyle bir şey yoktur. Bunu herkes de görüyor. Bu bir kompleks. Savaşmış, zafer kazanamamış olan, böyle ucuzdan “zafer kazandım” havası vermeye çalışıyor. Psikolojisi bozulmuş, psikolojisini rahatlatmak istiyor. Gerçekle bir alakası yok bunun. Herkes bilmeli. Onun için bunlardan vazgeçilmeli.

Biz ateşkes ilan ettik. Sürecin pratik işlemesinin önünü açmak, ona yardımcı olmak için. Bu kadardı. Başka hiçbir şeyimiz yoktu. Yani ısrar ediyoruz, kolay olmadığını biliyoruz. Öyle kolay hüküm vermiyoruz. Bizi de zorlamamalı kimse. Sabrımızı da zorlamamalı.

PKK belki yenilebilir, ezilebilir de. Önder Apo hiçbir zaman “mutlak zafer kazanacağız” demedi. Yani “zafer de var” dedi, “onurlu şerefimizle direnerek şehit de düşebiliriz” dedi. Hep böyle yürüdük. Şimdiye kadar da böyle oldu bu. Bunu yürütecek, direnecek gücümüz vardır.

Bu bakımdan savaşla sabote etmeye çalışıyorlar. Vurdular Kobanê’de bir aileyi, katlettiler 9 kişiyi. (Aynı saldırıda yaralanan ve daha sonra kurtarılamayan çocukla birlikte toplam sayı 10’a yükseldi) Bunun sorumlusu kim, bulunsun deniliyor. Savunma Bakanı'ndan başka kimse yapamaz. Emir veriyorlar, yaptırıyorlar. Zaten kendi ordularına emir vermiyor ki! Aynı şekilde PKK'ye de emir veriyorlar. “Derhal silahlarını getirip teslim olsunlar” diyor. Sen kime emrediyorsun? Nereden çıktı bu? Haddini bilmek lazım. Ciddiyet sorunu var. Kompleks var kompleks! Kazanamamış bir defa. İtiraf edemiyor kendisini. Ucuz zafer arayışında. Ucuz zafer kazananın bu topluma, ülkeye bir faydası olmaz. Devlete de olmaz. Devleti yöneten siyasi çevreler, bu ucuz zafer arayışını şey olarak görmeliler.

Kaldı ki gerilla da açıkladı; Kandil'de hiç düşürülemez denilen Akıncı’yı vurduklarını açıkladılar. “Bu bir uyarı” diyor HPG. Bir değil ki! Bu kaçıncı keşif uçağı oldu! Hepsini Türkiye kamuoyundan sakladılar. Önder Apo'dan da saklıyorlar. Biz bunu tehdit yapmadık.

Biz direndik. Onların planlarını boşa çıkardık. Gerillayı ezemediler, PKK'yi yenemediler, tasfiye edemediler. Bunu kabul edecekler. Önder Apo'nun çağrısında da var bu. “Bütün saldırılara rağmen yenilemeyen, ezilemeyen hareket” diyor. Bunu PKK için kullanıyor. Direnerek yaptık bunu.

Süreç tehlikeli. Gelişmeler ortada. Dünya savaşının şeyi ortada. Kürtler bundan zarar görebilirler fakat daha çok Türkiye zarar görür. Bunu herkes bilmeli. Arkadaşlar da ifade ettiler. Biz Türkiye'nin böyle bir zarar görmesini istemiyoruz. Önder Apo açıkça dedi ki, “biz bu zarara fırsat vermeyelim.” Onun için diyoruz; Önder Apo Türkiye'nin demokratikleşmesinin, birliğini korumasının tek şansı. Bu şansı iyi değerlendirin.

Niye böyle yapmıyorlar? PKK baştan beri böyleydi. Evet, Kürt özgürlüğü için mücadele etti ama her zaman Kürt özgürlüğünü Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde ele aldı. Kürdistan'daki özgürlük mücadelesi, aynı zamanda Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesiydi. Böyle olmasaydı benim ne işim vardı PKK'de? Onlarca, yüzlerce Türkiyeli genç var; şehit düştüler PKK saflarında. Ne işleri vardı bunların Türkiye'nin demokrasi mücadelesi olmasaydı. İmralı'da da idam cezasını verdiklerinde, Önder Apo, “biz Türkiye'nin demokratikleşmesi için mücadele ettik, ihanet falan kabul etmiyorum” dedi. Doğru tutum, tek tutum buydu yani. Bu böyledir.

Bu bakımdan bu askeri tahriklerden, saldırılardan vazgeçilmeli. Ateşkesi doğru anlamak, doğru değerlendirmek gerekli. En azından kamuoyu buna sahip çıksın. Ve yani bunu bir bozgunculuk aracı olarak kullanmak isteyenlere, sabote edicilere fırsat verilmesin. Bizim bütün dileğimiz bu. Fakat şu da bilinsin; ilelebet böyle değil, biz de takip ediyoruz. Ne kadar sürer tek yanlı, bu böyle nereye gider; şimdiden bir şey diyemeyiz.

ALEVİ KATLİAMININ ARKASINDA TÜRKİYELİ ÇEVRELERİN OLDUĞU SÖYLENİYOR

Kobanê'deki katliam var. Yedi tane çocuk katledilmiş. Suriye'ye apar topar giden heyet, tamamen QSD ile HTŞ arasında imzalanan anlaşmada Kürtlerin lehine bir uygulama çıkmasını engellemek için gittiler. Bu temelde tehdit ettiler. Zaten daha gitmeden korkudan Ahmet Şara, demokrasi karşıtı bir anayasa taslağı imzaladı. Bir sürü güvence de verdi, gidip baskı yaptılar. Tehdit ettiler yani. Tek amaçları vardı. Kürtlerin yararına burada herhangi bir şey olmasın! Bunu engellemeye gittiler. Gerçekten de Savunma Bakanı ile Dışişleri Bakanı tam bir Kürt karşıtı, demokrasi karşıtı çalışma yürütüyorlar. Bunu herkes görüyor. Öyle kimse kimseyi kandıramaz.

Ondan ötesi bize gelen bilgiler var. Deniliyor ki, Alevi katliamı bu anlaşmayı sabote etmek isteyenler tarafından yapıldı. Bazı çevrelerden Alevi katliamının arkasında çeşitli Türkiyeli çevrelerin olduğu ifade ediliyor.

Onun dışında evet, bir anlaşma imzalandı. Herkes değerlendirdi. Çatışmaları durdurmak için böyle bir anlaşmayı biz anlamlı bulduk. Taraflar bilirler nasıl pratikleşeceğini. Tabii uzun bir mücadele işi. Bazı tartışmalar, eleştiriler oluyor. Bizim de eleştirdiğimiz, doğru bulmadığımız şeyler vardır. Ama yapanlar nasıl pratikleştirecekler; ona bakmak lazım.

Ben burada iki şey söylemek istiyorum. Bir tanesi; Suriye'de bu kadar çok çaba harcamaya gerek yok. Yani Suriye'de kendi başına bir çözüm olmaz. Türkiye gitti, mevcut yönetime bir şeyler dayattı. Ondan önce de bazıları; Amerika, İsrail dayattılar, anlaşmayı imzalattılar. Bazı çevreleri değerlendiriyorlar. Evet, Türkiye bazı baskılar yaptı ama çok fazla sonuç alamadı. Öyle Suriye üzerinde her zaman ve çok yeterli etkili olabilecek konumda değil. Suriye'de kalıcı bir şey çıkmaz; yani sistem gelişmez. Ortadoğu'ya emsal olacak kalıcı düzeyde bir çözüm bulmak zordur. Fakat emareleri, başlangıçları olabilir. Onun için de çalışılıyor, mücadele ediliyor. Bu önemli. Mücadele etmek lazım.

Suriye'yi Ortadoğu'dan kopuk ele almamak gerekli. Bir de demokratikleşmek için, demokratik bir Suriye oluşturmak için mücadele etmek lazım. Ama bunun kalıcı bir sisteme kavuşmasının çevreyle, bölgeyle birlikte olacağını da bilmek, bölgesel mücadeleden de kopmamak lazım. Biz Suriye’nin konumunu böyle görüyoruz.

Bunu gerçekleştirebilmek için de çoğulcu bütün kimlikleri gözeten, kadın özgürlüğünü gözeten bir demokrasiyi savunmak lazım. Arap demokratların, kadınların, Dürzilerin, Süryanilerin, Alevilerin ve Kürtlerin birbiriyle ilişkisi, halkların birbiriyle ilişkisi, ittifakı çok önemli. Bunu geliştirmek gerekli. Buna dayanmak lazım. Demokrasi böyle olur. Yukarıdan aşağıya inşa edilmez. Aşağıdan, tabandan halk örgütlenmesiyle geliştirilirse bu sağlam olur, kalıcı olur, anlamlı olur. Bu bakımdan bu ilişki ve ittifak oluşturmaya önem vermek gerekli.

Devletlerle de ilişkiler olmalı herkes açısından. Görüşmeler de olabiliyor. Ama böyle devletlerden, Türkiye'den, İsrail'den, diğer şeylerden çözüm bulmak, “devletler bizi kurtarır” gibi görmek isteyenler sonunda yanılabilirler. Onu söyleyebiliriz.

İkinci belirtmek istediğim husus; gerçekten de vahşi bir Alevi katliamı oldu. İntikam alınıyor. BAAS rejimi Alevi toplumunun rejimi değildi. Öyle görülemez. Kaldı ki mevcut yönetim BAAS’tan ne kadar kopuklar, çok belli değil yani. Öyle ne kadar BAAS karşıtıydılar, o da belli değil. Dolayısıyla BAAS iktidarının yaptıklarını Alevi toplumuna baskı olarak dönüştürme, Alevi katliamına dönüştürme çok tehlikeli. Buna herkes karşı çıkmalı. Dolayısıyla biz kınıyoruz Alevi katliamını. Alevi toplumu uyanık olmalı, direnmeli. Kürtler, demokratik çevreler, Süryaniler, Ermeniler, Kuzey ve Doğu Suriye halkları Dürzi toplumuna, Suriye'nin demokratik çevrelerine, kadınlarına destek verdikleri gibi Alevi toplumuna da destek vermeliler.

Kaldı ki bu, Türkiye ile de bağlantılı biraz. Aslında Türkiye, yani uzantısı Alevi Arap toplumunun durumundan da böyle bir intikam alır gibi hareket ediyor. Bir intikam saldırısı gibi bu. Tehlikeli bir durum. Buna kesinlikle karşı çıkmak, halkların demokratik ilişki ittifakını, birliğini korumak, yaratmak gerek. Demokrat olmanın asgari ölçüsü bu. Ben demokratım diyen herkesin böyle yapması zorunlu. Böyle yapmaya da davet ediyorum.

Kuzeydoğu Suriye'nin, bütün Suriye genelinde yürütülen demokrasi, özgürlük mücadelelerini de selamlıyorum.

TÜRKİYE TARAFINDA PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ GEREKLİ

Sürecin geleceğinde ne olabilir? Bu gerçekten biraz belirsiz. Daha doğrusu aslında Önder Apo ve bizden yana çok belirgindi. Biz gerçekten çok samimi ve tutarlı yaklaşmak istedik. Hala da o tutumdayız. Çünkü Önder Apo'nun tutumu böyleydi. Başta söyledik ya, çok kararlı ve net. Biz de o kararlılığı, netliği aldık. O samimiyet ve tutarlılığı sürdürmek istiyoruz.

Önder Apo bir çıkış yapmak, Türkler için de Türkiye halkları için de yeni bir gelecek yaratmak istiyor ki, bu yüzyılın, bin yılın temellerinin atılması dediğimizde heyecan duyduk. Buna sonuna kadar sahip çıkıyoruz. Bu bakımdan herhangi bir şey yok.

Fakat aynı tutumu şimdiye kadar karşı taraftan göremedik. Diyemiyoruz hemen her şey bitti fakat yapılması gerekenler de zamanında yapılmadı. Bunun da altını kalın çizgilerle çizmek istiyoruz. Halkımız, herkes bilmeli.

Ne gerekli? Bu durumdan nasıl çıkılabilir? Önder Apo, paradigma değişiminden söz etti. Devlet Bahçeli'nin çağrısını, Türk kardeşliği üzerine sözlerini paradigma değişimi olarak tanımladı. Neydi bu paradigma değişimi? Kürt’ü inkar ve imha etmeden Türk'ü kabul etmeye ve kardeş görmeye dönük bir zihniyet ve siyaset değişimiydi. Kürt düşmanlığından, Kürt kardeşliğine dönük bir zihniyet ve siyaset değişimiydi.

Geçtiğimiz yüzyılda büyük acılar oldu. Kötülükler yapıldı. Onların tarihsel hesabı verilmeli tabii. Ama çözümleyip tarihe bırakabiliriz. Şimdi geleceğe bakmak üzere biraz özeleştirel bir yaklaşımla oradan çıkılabilir. Bu paradigma değişimi olabilir. Yeni gelişmenin olabilmesi için paradigma değişimi şart. Kürt düşmanlığından Kürt kardeşliğine dönük bir zihniyet ve siyaset değişimi gerek. Bu olmadan yapılacak şeylerin hepsi alavere dalavere olur. Yani kandırma, politik hesap, fırsat bulduğunda vurma amacını ifade eder ki, oradan bir şey çıkmaz.

Kürtler de güç oldular. Artık bölgenin önemli bir gücüdürler. Sadece Türkiye sınırları içinde değiller, Ortadoğu'nun her tarafındalar. Dünyaya yayıldılar. Kürtleri ve Kürt özgürlük mücadelesini bütün dünya tanıyor. Bir de tarihten gelen en kadim halk.

Bunu geçmişte de söyledim. Artık bu devletin Kürtleri ezmesi, yok etmesi mümkün değil. Gerisi Kürt'e zulüm, katliam olduğu gibi, Türk'ün imkanlarının da Kürt katliamında tüketilmesi olur. Kürt'e zarar vereceğim derken kendisine de zarar vermek olur. Akrebin kendisini sokması gibi oluyor. Bundan vazgeçilmeli. Böyle anlaşılır, vazgeçilirse hızla da önemli gelişmeler olabilir.

Ben geçmişte şunu söyledim. Kürt sorunu hem zor bir sorun hem çok kolay çözülecek bir sorun. Zorluğu böyle bir zihniyet ve siyaset değiştirebilmekte, öz eleştiri yapabilmekte, yanlış yaptığını kabul edebilmekte. Bu kabul edilebilirse, Kürt düşmanlığından Kürt kardeşliğine geçiş olursa çözümden kolay hiçbir şey yok. En kolay çözüm, Kürt sorununda olur. Yeter ki bir zihniyet ve siyaset değişimi olsun. Bu zorunlu. Zihniyet değişimi sadece Kürtler için gerekli değil ki! Türkiye'nin demokratikleşmesi, Türk insanlarının demokratik bir yönetim altında yaşayabilmeleri için de gerekli. Bu çok çok önemli. Bunu gerçekleştirebilmek için ne gerekiyor? Çok açık ki mücadele gerekiyor.

Halkımız, dostlarımız nasıl yaklaşmalılar? Arkadaşlar geniş geniş değerlendirdiler. PKK'nin geçmişini, ne olduğunu, ne kazandırdığını, ne yarattığını... Bunu tekrar tekrar okuyalım, değerlendirelim. Yani hiçbir şey boşa gitmemiştir. Hiçbir çaba, emek değersiz kalmamıştır. Dökülen kan kesinlikle anlam bulmuştur. Diriliş gerçekleşti, varlık gerçekleşti. Bugün işte Newrozlar ortada. Bütün insanlık Kürt coşkusu, heyecanıyla ayrı bir dünyayı yaşıyor. Yoksa bu kapitalist modernite sisteminin, iktidar ve devlet güçlerinin çıkarcı yaklaşımları altında insanlık neredeyse boğulacak. Kanserleşiyor herkes. Her gün hastalık altında. Biraz nefes alıyorlarsa, biraz gelecek öngörebiliyorlarsa, PKK'nin yarattığı Kürt dirilişiyle oluyor bu. Kürt direnişinin ortaya çıkardığı sonuçlarla oluyor.

Dolayısıyla kahraman şehitlerimiz, Önderlik çalışmaları, kadınların, analarımızın, halkımızın büyük mücadelesi yeni bir dünya yarattı. Kadın özgürlüğü temelinde eşit, adil, yaşanacak bir dünya. Hile hurdanın, çıkarın olmadığı, insanların kardeşçe, gerçekten dayanışma içerisinde kaynaşarak, paylaşarak yaşadığı yeni bir dünya; alternatif bir dünya yarattılar ve bu dünya gerçek bir dünya, yaşanan bir dünya.

MÜCADELENİN GÜNCEL HEDEFİ ÖNDER APO’NUN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SAĞLANMASI

Dolayısıyla bu gerçekleri görelim. Ama mevcut durumda da mücadele gerekiyor. Önder Apo bir mücadele süreci açtı. Zaten bir dönem tanımladı; barış ve demokratik toplum dönemi. Barış cephesi Türkiye'den gelişmek durumunda; çünkü savaşı Türkiye yürütüyor. Demokratik toplumu ise Kürtler geliştirdiler, Türkiye'ye yayacaklar. Demokratik toplumun öncüsü Kürtlerdir. Demokratik ulusa öncülük ediyorlar. Demokratik toplumu daha çok geliştirmek lazım. Yani kendi iç örgütlülüğümüzü, eğitimimizi, bilincimizi daha çok geliştirmeliyiz. Gençlik olarak, kadınlar olarak, emekçiler, işçiler olarak, yerel yönetimler olarak, mahallede, köyde, kasabadaki bütün yaşamı demokratik toplum ölçüleri temelinde; yani kadın özgürlüğünü, ekolojik yaşamı, esas alan ahlaki politik toplum ölçülerine göre kardeşçe dayanışma içerisinde yaşayan bir toplum haline getirmek gerekli. Bunun için de mücadele etmek lazım.

Buna karşı olanların hepsine karşı mücadele sürüyor. Mücadelenin güncel hedefi; Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünün sağlanmasıdır. Küresel özgürlük hamlemiz bu temelde devam ediyor. Bunu Newroz'da da, Newroz sonrası 4 Nisan'a, 1 Mayıs'a kadarki süreçte meydanlarda sürekli kılacağız ve kesinlikle karşıtlara Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü dayatacağız. Bundan usanma, yılma olmayacak. Mücadeleyle bir de zihniyet ve siyaset değişimi yaratılacak. Başka türlü olmaz. Anlamayana anlatmak lazım. Türkiye'de dostluklar edinmek, Kürt’e bu kadar düşman edilen insanlara, Kürtlerin bu kadar Türklere zarar vermediğini, düşman olmadığını anlatacak, onlarla dostluk kazanacak çalışmalar yürütmek lazım. Mücadele etmek, anlatabilmek gerekli. Bunun için yol yöntem aramamız lazım.

Kısaca, hep mücadeleydi zaten. Sara arkadaş da dedi; “Hep kavgaydı yaşamım.” PKK mücadeledir. Her şeyi mücadeleyle kazandı. Arkadaşlar belirttiler. Hiç de öyle kolay mücadelelerle değil. Belki de bu yeni bir mücadele hamlesi, geçmiştekilerden hiç de zor bir hamle değil. Ama çok daha uyanık olmak lazım. Çok dikkatli, çok tedbirli olmalıyız. Ne olur ne olmaz. Biz tedbirlerimizi almalıyız. Siyasi cephede de almalıyız, askeri cephede de. Çözüm olmadıkça, zihniyet ve siyaset değişimi olmadıkça, bu hukuka yansımadıkça, anayasa, yasa değişiklikleri olmadıkça, güvence kendi örgütlülüğümüz ve mücadelemizdir. Halkımız, dostlarımız bu gerçeği görmeli.

Önemli bir noktaya gelindi. Bu Newroz’la her şeyi bir kere daha ortaya koyduk. Umut ediyoruz zift bağlamış yürekler biraz açılır. Taşlaşmış beyinler biraz çözülür. Kendine hak gören her şey biraz Kürt’e de hak görür insanlar, bu devlet sahibi olanlar, 20 yıl iktidar koltuğuna oturanlar, ömür boyu, bin yıllarca o koltukta oturmayacaklar. Biraz adalet akıllarına gelir. Belki yani çözüme yanaşırlar. Yanaşmazlarsa, çözüm isteyenler oraya gelirler yani. Bunu sağlayana kadar kesinlikle mücadele etmek gerekli.

Tekrar Önder Apo'nun, yoldaşlarımızın, kadınların gençlerin, tüm halkımızın ve dostlarımızın, Newroz Özgürlük Bayramı'nı kutluyor. Newroz meydanlarını doldurarak, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü, daha güçlü bir biçimde haykırmaya herkesi çağırıyorum.