Kürt-Türk ilişkilerinin kırılma anları: Nakşibendi Tarikatı -V-

1924 Anayasası, Türk ulusal kimliğini tek egemen kimlik olarak kabul ederken, diğer etnik kimliklere yer bırakmamıştı. Kürt halkının içinde köklü geçmişe sahip olan Nakşibendi Tarikatı’nın bunu takip eden ayaklanmadaki etkisini ve rolünü inceleyeceğiz.

NAKŞİBENDİ TARİKATI

1925 Şêx Said Ayaklanması, 1924’teki toplumsal ve siyasal dönüşüm süreçlerinden beslenmiş ve tüm bu unsurların bir araya geldiği bir ayaklanma halini almıştır. Kemalist yönetimin Kürt halkına yönelik asimilasyon politikaları, dini ve kültürel kurumlara yönelik baskılar ile ulusal kimliği yok etme çabaları, Kürtlerin bu ayaklanma için hazırlıksız olmasına rağmen geniş çaplı bir direniş başlatmalarına neden olmuştur.

Bu ayaklanma, sadece Türk egemenlik sistemine karşı bir isyan değil, aynı zamanda Kürtlerin ulusal kimliklerini savunma mücadelesi olarak ortaya çıktı. Kürt halkı, yeni şekillenen Türk egemenliğinin dayattığı kültürel, dini ve toplumsal baskılara karşı direnirken, aynı zamanda kendi kimliğini yaşatma çabası içindeydi. Bu mücadelenin ardında, özelikle Nakşibendi Tarikatı’nın sosyolojik etkisi önemli bir rol oynamıştı. Nakşibendi Tarikatı, özelikle Kürdistan’ın kırsal alanlarında halkın toplumsal yapısını şekillendiren güçlü bir faktördü ve direnişi manevi bir temele dayandırıyordu.

Bu bağlamda Şêx Said’in bölgedeki etkisi, direnişi sadece dini değil, aynı zamanda ulusal bir mücadeleye dönüştüren belirleyici bir faktördü. Şêx Said hem ulusal hem de dini kimliği temsilen halkı harekete geçiren güçlü bir liderlik rolü üstlenmişti. Ayaklanmanın bu kadar geniş bir alana yayılmasının temelinde yalnızca AZADÎ örgütünün çabaları değil, Kürt halkının köklü direniş geleneği ve bu geleneği besleyen toplumsal, dini ve kültürel dinamiklerin birleşimi bulunuyordu.

HİLAFETİN KALDIRILMASI VE 1924 ANAYASASI

Hilafetin kaldırılması, Kürtler için yalnızca dini bir otoritenin sonu değil, aynı zamanda Kürt ve Türk halkları arasındaki bağın kopması anlamına da geliyordu. Osmanlı döneminde hilafet, Kürtlerle Türkler arasında dini bir birlik sağlıyordu. Kemalist yönetimin bu kurumu lağvetmesi, Kürtlerin dini bağlılıklarıyla beslenen sosyal yapılarının yok sayılmasına yol açtı. Kürtlerin dinsel yaşamını ve kültürel kurumlarını doğrudan hedef alırken, aynı zamanda Türk ve Kürt halkları arasındaki farkları da belirginleştiren bir adım oldu. 1924 Anayasası, Türk etnik kimliğini merkeze alan bir anlayış benimsemiş, Kürtlerin kimlik ve kültürünü yok saymış, resmî ideolojiye uygun bir ulus yaratmayı esas almıştı. Kürdistan’daki medreseler kapatılarak, Kürtçenin ve Kürt kültürünün taşındığı eğitim kurumları ortadan kaldırılmıştı. Medreseler, Kürt dilinin ve edebiyatının gelişmesine olanak tanıyan, ulusal ve kültürel kimliğinin korunmasını sağlıyordu. Kürdistan’da tek eğitim sistemi olan medreselerin kapatılması yerine Türk etnik kimliğine dayalı bir eğitim sisteminin yerleştirilme çabası, Kürtlerin ulusal ve kültürel kimliklerinin yok edilmesinin bir parçasıydı.

NAKŞİBENDİ TARİKATI’NIN 1925 AYAKLANMASINDAKİ ROLÜ

1924 Anayasası, Türk ulusal kimliğini tek egemen kimlik olarak kabul ederken, diğer etnik kimliklere yer bırakmamıştı. Bu durum, Kürt halkı arasında endişe ve kuşkuya yol açmış, Kürt direnişini daha sert bir biçime dönüştürmüştü. Tam bu noktada, Kürt halkının içinde köklü bir geçmişe sahip olan Nakşibendi Tarikatı’nın ayaklanmadaki etkisini ve rolünü incelemekte fayda var. Tarikat, sadece bir dini yapılanma değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da sağlayan bir güç olarak ayaklanmada önemli bir rol oynadı.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar Kürt toplumunda güçlü bir yer edinmiş olan Nakşibendi Tarikatı, dini liderliğin ötesinde, halkın sorunlarını çözen ve otoriteyle halk arasında bağ kuran bir yapıyı temsil ediyordu. Cumhuriyet’in laikleşme adı altında dini kurumlara yönelik müdahaleleri, Nakşibendi Şêxleri arasında tepkiye yol açtı. Bu dönemde, Nakşibendi Tarikatı’nın en etkili aileleri, Seyit Taha ve Seyit Abdülkadir (Şemdinli) ile Şêx Aliyê Palo soyundan gelen Şêx Said ailesiydi. Her iki aile de tarikatın postnişiydi. (Ruhani liderlik)

Şêx Said ve Seyit Abdülkadir, Kemalist yönetimin Kürtlerin dini ve kültürel yapısını yok etmeye çalıştığını düşünerek, Kürtlerin kendi kaderini tayin etmesi gerektiğini savundu. Bu mücadele hem kimlik haklarının hem de dini değerlerin korunması temelinde şekillenmişti. Ancak bu, Nakşibendi Tarikatı hiyerarşisi içinde ayrışmaya yol açmış, 1925 Ayaklanmasının gidişatını doğrudan etkilemiş ve Kürt halkının mücadelesini bölen bir faktör olmuştu. Şêx Said ile Seyit Abdülkadir ve bunların manevi etkisinde olan birçok şêx ayaklanmada aktif rol alırken, bunların dışında kalan bazı şêxler de Kemalist yönetim ile iş birliği yaparak ayaklanmaya karşı durmuşlardı. Bu ayrışma, halkın moral ve motivasyonunu etkileyerek, mücadelenin halk arasında yayılmasını engellemiş ve mücadelenin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuştu. 

MEDRESELERİN KAPATILMASI: KÜRTLER İÇİN BİR DÖNÜM NOKTASI

Kürdistan’da medreseler, tek ve bağımsız bir eğitim sistemi konumundaydı. Osmanlı döneminde Kürt beyleri ve dini liderler tarafından desteklenen bu eğitim sistemi, Kürt dili ve edebiyatının yaşatılmasında kritik bir rol oynamıştı. Medreselerin kapatılması, Kürtlerin eğitim hakkını tamamen ortadan kaldırırken, asimilasyon süreci de Türkçe eğitim sistemini Kürtlere dayatmanın başlangıcı olmuştu. Bu eğitim sistemin yasaklanması hem Sünni hem de Alevi Kürtler üzerinde derin bir etki bırakmıştı. Kürt Alevilerin dergâhlarının kapatılması, onların kendi dillerinde inanç pratiklerini yaşamasını ve öğretme süreçlerini engellemişti. Bu şekilde, Kürtlerin anadilde eğitim alma şansı ortadan kaldırıldı.

Medreselerin yasaklanması sadece dini eğitimi etkilemekle kalmamış, aynı zamanda Kürtlerin kültürel kimliğini ve aidiyetini tehdit eden bir dönüm noktasına dönüşmüştü. Kürt halkına, Türk etnik kimliğini dayatan eğitim sistemi dayatılmıştı. Medreselerin kapatılmasına tepki gösteren Şêx Said, “Hem dilimiz hem de dinimiz elden gidiyor” demiştir.

TARİKAT İÇİNDEKİ BÖLÜNME: KİM, NEREDE DURDU?

1925 Ayaklanması sırasında, Nakşibendi Tarikatı içinde önemli bir ayrışma yaşandı. Şêx Said ve Seyit Abdülkadir gibi isimler, Kürtlerin geleceği için mücadele ederken, bazı Nakşibendi şêxleri ise yeni rejim ile uyumlu bir tavır aldı. Özelikle Norşin’de Şêx Mahsum ailesi, Hizan’da Şêx Selahaddin ve Lice’de Şêx Selim gibi isimler ve bunların etkisinde olan birçok şêx, ayaklanmaya kaşı durarak devletin yanında yer aldı. Bu durum, Kürtlerin kendi içindeki direniş hareketini zayıflatan en önemli unsurlardan biri oldu. Kemalist rejim, bu şêxler üzerinden Kürt aşiretlerini etkileyerek, ayaklanmanın yayılmasını ve daha güçlü gelişmesini engelledi.

Şêx Said’in oğlu Ali Rıza, anılarında bu durumu şöyle anlatmış: “Eğer Kürdistan’daki devlet yanlısı şêxler ve ağalar olmasaydı, ayaklanma zaten başarıya ulaşmıştı.” Gerçekten de Nakşibendi Tarikatı içinde yaşanan bölünme, hareketin başarısız olmasında kritik bir rol oynamıştı. Büyük bir halk desteği olan bu hareket, bölgedeki diğer etkili tarikat liderlerinin karşı çıkmasıyla zayıflamıştı. Devlet, bu iç ayrışmadan faydalanarak ayaklanmayı daha kolay bastırmıştı.

ŞÊX SAİD NEDEN ULUSAL MÜCADELEYE ÖNDER OLDU?

Şêx Said, yalnızca Nakşibendi Tarikatı’nın önde gelen bir ismi değil, aynı zamanda Kürt halkının ulusal mücadelesinde önemli bir şahsiyetti. Tarikatın Kürdistan’daki etkisi, halkın dini ve kültürel kimliğini şekillendirirken, Şêx Said’in manevi otoritesini de pekiştirdi. Ancak onu sıradan bir dini liderden ayıran şey, toplumsal ve siyasi olaylara karşı duyduğu hassasiyet ve halkıyla kurduğu derin bağlardı.

Onun liderliğini pekiştiren en önemli unsurlardan biri, Kürt halkının hak ve özgürlükleri için verdiği mücadeleydi. Sadece dini bir şahsiyet olarak değil, aynı zamanda siyasi bir lider olarak da halkının yanında durmuştu. Halep, Ürdün ve Suudi Arabistan’a yaptığı dini ve ticari seyahatlerle geniş bir siyasi ve ekonomik çevre edinmişti. Osmanlı döneminde, Ermeni tehcirine karşı durarak ve bu sürecin yarattığı adaletsizliklere karşı net bir tavır alarak, sadece dini değil, insani değerlerle de hareket etmişti. Birinci Dünya Savaşı’nda Kürtlerin tarafsız kalmasını savunmuş ve Kürtlerin, Kurtuluş Savaşı’na katılımı konusunda temkinli bir yaklaşım sergilemişti. Ermeni mallarına el konulmasının haram olduğu yönünde söylem ve fetvaları, onun yalnızca dini bir öncü değil, adalet ve hakkaniyet duygusu da güçlü bir şahsiyet olduğunu göstermekteydi.

Şêx Said’in 1925’teki ayaklanmanın lideri olmasında, Nakşibendi Tarikatı’ndaki güçlü konumunun yanı sıra, AZADÎ örgütüne verdiği destek de büyük rol oynamıştı. Bu destek hem maddi hem manevi boyutlarda kendini göstermişti. Kemalist rejimin, Kürt halkının kimliğini yok sayan ve dini değerlerini etkisizleştiren politikalarına karşı duyduğu tepki, onu Kürt direnişinin doğal lideri haline getirmişti. Şêx Said, dini inancı ve ulusal bilinci birleştiren bir lider olarak 1925’teki ayaklanmada, Kürt halkının en güçlü sesi olmuştu.