Sabri Ok: İnkarcı zihniyette ısrar edilirse aynı sonuçlar yaşanacaktır

AKP’nin inkarcı zihniyette ısrar etmesi halinde aynı sonuçların yaşanacağını belirten KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, “Eğer AKP 2013 yılındaki gibi bir yaklaşım içinde olursa Türk devleti bir adım ilerleyemez” dedi.

SABRİ OK

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, Stêrk TV’de yayınlanan Özel Program'da gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için olumlu açıklamalar yaptığını fakat AKP’nin sürece ciddi yaklaşmadığını söyleyen Sabri Ok, “Mesela geçen gün Ömer Çelik, pazarlık yok, müzakere yok, bilmem ne yok diyor. Peki, sormazlar mı o zaman ne var diye? Sadece PKK silah bıraksın, Rêber Apo silahı bırakın desin diyorlar. Rêber Apo 2013 yılında da söyledi, bugün de söylüyor; eğer özgür olmazsa, ağır tecrit kalkmazsa, koşulları değişmezse o zaman bir adım atılamaz. Türk devleti, AKP bir şeyler yapmak istiyorsa ya da özellikle Rêber Apo’nun büyük emekler sonucu geliştirdiği demokratik çözüme anlam veriyorsa her şeyden önce ciddi olmalılar. Kürt halkının 100 yıldır acılar yaşamasına sebep olan, Türkiye’ye faturası ağır olan bir meseleye ciddi yaklaşmaları lazım” diye konuştu.

Türk devleti ve SMO çetelerinin Rojava’ya yönelik saldırılarına da değinen Sabri Ok, özellikle Tişrîn Barajı’nda aralarında kadınların ve çocukların da olduğu sivillerin bombalanarak katledildiğini vurguladı. DAİŞ çetelerine karşı insanlık değerlerini savunan Rojava’ya destek verilmesi gerektiğini ifade eden Ok, Kuzey ve Doğu Suriye halkının çok büyük bir direniş sergilediğini ve herkese bu direnişe sahip çıkma çağrısında bulundu.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok’un Stêrk TV’de yayınlanan röportajı şöyle:

DEM Parti heyeti Rêber Apo ile ikinci bir görüşme gerçekleştirdi. Bir yanda Rêber Apo’nun çözüme ilişkin çabaları var, diğer yanda ise AKP iktidarının, ‘Pazarlık yok, taviz yok, silahlarını bıraksınlar’ yaklaşımı var. Rêber Apo ile yapılan son görüşmeyi ve AKP’nin bu yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Birkaç gün önce Ömer Çelik de yaptığı bir konuşmada, ‘Pazarlık yok, müzakere, taviz yok. PKK silah bıraksın’ dedi. Bu konuşmaların temelinde Kürt halkının varlığını, haklarını reddetme, inkar etme var. Tarihte de bu zihniyet Kürt halkına karşı asimilasyon, soykırım ve katliam politikaları uyguladı. Ömer Çelik de, AKP de çok biliyordu ki; Türkiye’nin en temel ve en ağır sorunu Kürt sorunudur. Kürt sorunu olmasaydı, Türkiye’nin durumu, sorunları farklı olurdu. Bu inkarcı zihniyet 100 yıldır Kürt halkına çok büyük acılar çektirdi. Katliam, soykırım, sürgün, idam, binlerce köyün yakılması, talan edilmesi bu zihniyetin sonucudur. Bunun Türkiye’ye ve Türk devletine de faturası ağır oldu. Türk devleti bugün derin bir kriz yaşıyorsa, uluslararası sisteme boyun eğiyorsa, Türkiye toplumu ekonomik, sosyal hatta siyasi olarak derin sorunlar yaşıyorsa bunun sebebi Kürt sorununun çözülmemesidir. Tarihten bu yana devam eden inkarcı zihniyette ısrar ederlerse aynı sonuç yaşanacaktır. Şüphesiz bunu tehlikeli görüyoruz.

Rêber Apo bu zihniyete karşı Kürt sorununu her zaman siyasi, demokratik ve müzakere yolu ile çözmek istedi. Özal, bu sorunu anlamak ve ciddi bir şekilde yaklaşmak istedi ama başına ne geldiği ve yaşamını nasıl yitirdiği biliniyor. O dönem Sayın Talabani arabulucu olmuştu, Rêber Apo da bir süreç geliştirmek istiyordu. O süreçten sonra çok büyük ve ahlaksız bir savaş yürütüldü. PKK de her anlamda büyük bir irade ve fedai bir ruhla direndi. Bugün de hala direniyor. En son 2013 yılında Rêber Apo bir kez daha siyasi, hukuki bir çözüm zemini oluşturmak istedi. Türk devleti, AKP de buna katıldı. O dönem de Rêber Apo çok önemli noktalara dikkat çekti; TBMM’nin bu sorunu gündemine alması, komisyonların kurulması, yasal değişikliklerin yapılması ve en önemlisi de sürecin hukuki olarak kabul edilmesi gerektiğini vurguladı. Hatta Rêber Apo’nun o kadar çok şüpheleri vardı ki; yanına gidip-gelen heyete, ‘Eğer bu sürecin hukuki ve yasal bir zemini oluşturulmazsa ileride sizi tutuklayıp, zindana atabilirler’ dedi. Öyle de oldu.

Şu an baktığımızda yine böyle bir şeyin yaşandığını görüyoruz. Ömer Çelik, pazarlık yok, müzakere yok, bilmem ne yok. Peki, sormazlar mı o zaman ne var diye? Sadece PKK silah bıraksın, Rêber Apo silahı bırakın desin. Rêber Apo 2013 yılında da söyledi, bugün de söylüyor; eğer özgür olmazsa, ağır tecrit kalkmazsa, koşulları değişmezse o zaman bir adım atılamaz. Türk devleti, AKP bir şeyler yapmak istiyorsa ya da özellikle Rêber Apo’nun büyük emekler sonucu geliştirdiği demokratik çözüme anlam veriyorsa her şeyden önce ciddi olmalılar. Kürt halkının 100 yıldır acılar yaşamasına sebep olan, Türkiye’ye faturası ağır olan bir meseleye ciddi yaklaşmaları lazım. Rêber Apo son konuşmasında, ‘Ekonomik, siyasi prangalarını ortadan kaldırmak istiyorum. Türkiye’nin önünü açmak istiyorum, Türkiye demokratikleşir. Komşuları için tehdit, baskı veya uluslararası güçler karşısında iradesiz olmamalı’ diyor. Rêber Apo bunu yapmak istiyor ama diğer yandan AKP, üsten bir yaklaşım sergilerse hatta yo şöyle olur, ya böyle olur diye kılıç sallarsa, bu akıllı bir yol değil ve hiçbir şekilde çözüme hizmet etmez. Bundan dolayı her şeyden önce AKP’nin ciddi olması lazım, tecridin sona ermesi lazım.

AKP ŞİMDİYE KADAR OLUMSUZ İŞARETLER VERDİ

Rêber Apo’nun rolünü oynayabilmesi için hiçbir baskının olmaması, rahat bir şekilde yoldaşlarıyla, DEM Parti ile farklı kişilerle görüşmeler yapabilmesi gerekir. Bu şekilde tarihi rolünü oynayarak Türkiye’nin önünü açabilir. Rêber Apo’nun talepleri çok makul, Türkiye’nin demokratikleşmesi, demokrasinin gelişmesi. Ben insanım, insanlık değerlerine bağlıyım, demokratım diyen bir kişi buna karşı çıkabilir mi? Ama AKP şu ana kadar olumsuz işaretler veriyor. Rêber Apo 2013 yılında da uyarılarda bulunmuştu; ‘Türkiye ve Kürt halkının demokratik bir şekilde birlikte ve özgür yaşaması için ben bu kadar rol oynamak, emek vermek hatta risk almak istiyorum ama Türk devleti beni bir araç olarak görüyor, ciddi değil’ demişti. Aynı şeylerin tekrar yaşanmasını istemiyoruz ama Rêber Apo’yu bir araç olarak kullanırlarsa Türk devleti bir adım ilerleyemez ve her şey altüst olur. Bu yüzden Türk devletinin her şeyden önce ciddi olması ve Rêber Apo’ya cevap olması lazım. Biz de, Kürt halkı ve dostları da şunu biliyoruz; Rêber Apo onurlu, demokratik bir çözüm için ne söylerse, pratikte nasıl bir adım atarsa kesinlikle gerekli şeyler söylüyor ve gerekli adımlar atıyordur.

Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt halkının özgürlüğü, Rêber Apo’nun bunun dışında hiçbir önerisi olmaz, bunun dışında hiçbir adım atmaz. Hareket ve Kürt halkı olarak Rêber Apo’ya her zaman bağlıyız, bundan sonra da böyle olacaktır. Ama devletin de şunu anlaması lazım; devlet dışında kurumların, Türkiye toplumu ve Kürt halkının geleceği için sorumluluk almak isteyenlerin de bir arayışı olmalı, bir tavır sergilememeliler. Soykırımcı ve inkarcı zihniyete karşı mücadele etmeliler. Bunlar olmadığı taktirde o zaman aynı şeyler tekrar yaşanır. Daha geçen gün yine Siirt Belediyesi’ne kayyum atadılar. Basın çalışanlarını, gazetecileri gözaltına alıp zindana attılar. Böyle Toplum üzerinde bir baskı kuruyorlar. Özellikle Kürt siyasetinin nefes almasını bile engelliyorlar. Yine Rojava’da 24 saat aralıksız bir savaş yürütüyorlar. Kanun, ahlak, uluslararası hukuk tanımıyorlar, her yeri bombalıyorlar, aralarında kadınları ve çocukların da olduğu sivilleri katlediyorlar. Ama diğer yanda ise bir süreç gelişsin istiyorlar. Ama bunlar zıt şeyler.

AKP’nin Kürt halkının aklıyla, iradesiyle oynamak istemesi akıllıca bir şey değil. Kürt halkı büyük bedeller ödemiş, tecrübeli ve bilinçli bir halktır. PKK de aynı şekilde. Zaten Rêber Apo’ya saygılı ve ciddi bir şekilde yaklaşmak zorundalar. Çünkü Rêber Apo ciddidir, söylediği her şeyi yapar, dürüsttür. Muhataplarının da öyle olması lazım. Dediğim gibi 2013 ve öncesindeki gibi bir yaklaşım içerisinde olurlarsa Türk devletinde bir kırılma yaşanır. Hareketimiz, halkımız ve dostlarımız bu gerçeği görmelidir; bu sürece gafil bir şekilde yaklaşmayacağız. Rêber Apo süreci nasıl ciddi bir şekilde geliştirmek istiyorsa, biz de ciddi taleplere sahip olursak süreç ilerler. Fakat hiçbir zaman rehavete kapılmamalıyız, her yerde aralıksız bir şekilde mücadelemizi yükseltmeliyiz. Mesela Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için başlatılan hamle sadece Avrupa, Afrika, Latin Amerika ülkelerinde değil, Ortadoğu, Türkiye, Kürdistan her yerde daha güçlü bir şekilde geliştirilmeli. Toplumsal, siyasal tüm çalışmalar aralıksız bir şekilde devam etmeli. Böylelikle Türk devleti, bu halkın, direnişini, mücadelesini ve iradesini bir kez daha görecektir. Yine Rêber Apo’nun da eli güçlenecektir. Belki bu şekilde bir süreç gelişir. Yani her şey mücadelenin büyütülmesine bağlıdır.

Türk devlet yetkilileri sürekli bir arayış içerisindeler. Örneğin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Bağdat’ta, MİT Başkanı İbrahim Kalın da Şam’da. Sizce amaçları nedir ve nasıl bir konsept devrede?

Türk devleti fırsatçılık yaparak bazı şeyle elde etmek istiyor. Ortadoğu’da bir süreç gelişti, Hamas-Filistin-İsrail ile başladı, Hizbullah, Lübnan ve son olarak Suriye’de Beşar Esad rejiminin yıkılması ile devam etti. Bu sürecin Irak hatta İran ile devam edeceği söyleniyor. Türk devleti, Irak’ın bir korkusu varsa bunu nasıl kullanabiliriz diye hesap yapıyor ve bu şekilde Irak üzerinde baskı kuruyor. Hakan Fidan bu yüzden Irak’a gidiyor. Basında da çıktı, ‘Iraklı yetkililerden rica ediyorum PKK’yi terörist ilan edin’ diyor. Her şeyleri PKK’nin tasfiye edilmesi içindir. Bizim de buna karşı hem mücadelemizi yükseltmemiz gerekir. Hakan Fidan yine PKK’nin Irak’ın güvenliği için bir tehdit oluşturduğunu söylüyor. ‘Yavuz hırsız ev sahibini bastırır’ derler. Kendileri Irak ve Başûrê Kürdistan topraklarını yüzlerce kilometre işgal etmiş, binlerce gücünü buraya yerleştirmiş, yüzlerce üs kurmuş, 24 saat bombardıman yapıyor ama Iraklı yetkililere de PKK Irak’ın güvenliğini tehdit ediyor diyor. Bu ikiyüzlülüktür, ahlaksızlıktır. Herhalde Irak devleti de bunu görecektir. Irak tavizler vererek bir şey başaramaz.

Ankara ve Bağdat arasında yapılan anlaşmayı Türk devletinin nasıl kullandığını herkes gördü. İnanıyorum ki Irak devleti de bundan bir sonuç çıkaracaktır. Türk devleti Suriye’de yaşananların Irak’ta yaşanması halinde Irak devleti üzerinde baskı kurmak istiyor. Irak devleti de bunu görmelidir. Bu yüzden bir kez daha söylüyoruz; Irak Türk devletine taviz vermekten vazgeçmelidir. İradeli bir devlet olmalı ve Türk devletine her şeyden önce Başika’da ne işin var, oraya neden güçlerini yerleştirmişsin demelidir. Türk devleti PKK’yi gerekçe yapıyor ya ama PKK orada yok. Bu yüzden Irak devleti, Türk devletine binlerce askerinle topraklarımda ne işin var, asıl tehlike sensin demelidir. Böyle bir tavır almalılar. Hakan Fidan da bu süreçte PKK’ye nasıl baskı kurarım, Irak’tan nasıl taviz koparırım derdinde. Böyle bir fırsatçılık yapıyor.

Aynı şeyleri İbrahim Kalın da Şam’da Colani üzerinden yapmak istiyor. Rojava ve Şam’ın görüşmeler yapma, sorunlarını siyasi yolla çözme ihtimali olabilir. Türk devleti bu ihtimalden bile rahatsız oluyor ve rahatsızlığını hemen açık bir şekilde ortaya koyarak Şam’a baskı kurmak istiyor. Şam’a ‘Aman sakın Rojava ile, Kürtlerle görüşme veya farklı şeyler yapmayın’ diyor. Provokasyon yaratmak ve bunun sonucunda Rojava’da kaos yaşanmasını hedefliyorlar. Şam üzerinden Rojava’da PKK var, ‘teröristler’ bilmem ne algısı yaratmak istiyor. Fakat tüm dünya biliyor ve biz de görüyoruz, SMO hangi uluslararası hukuka göre Rojava’ya saldırıyor ve savaşıyor? Türk devleti de bunları destekliyor. Bunlar üzerinden Rojava’da bir savaş yürütüyor.

Diğer yandan HTŞ için de İdlip’te yıllarca biz destekledik, finansal kaynak sağladık. Bundan sonra Suriye’de ekonomik, siyasi ağırlığımız olmalı diyorlar. Halbuki uluslararası güçler hiçbir zaman Türk devletinin Suriye üzerinde bir ağırlık kurmasına izin vermeyeceklerdir. Bu mümkün değil. Tarihte Osmanlı imparatorluğunun nasıl dağıldığını Arap devletleri, Arap toplumu çok iyi biliyor. Türk devletinin Suriye’de etkili olmasını asla istemeyeceklerdir. Ekonomik ve siyasi anlamda da Arap devletleri Türk devletine imkan tanımazlar. Bu yüzden Türk devletinin Suriye üzerindeki hesaplarının gerçekleşmesi zor. İbrahim Kalın’ın da bu arayışları bana göre sonuçsuz kalacaktır.

Süreçlerin gelişmesinde basın olumlu bir rol oynayabilir. Bu süreçte özellikle Türk basınının kullandığı dil çözüme mi hizmet ediyor yoksa sorunları daha da derinleştiriyor mu?

Türk basınının yüzde doksanı AKP’nin elinde. Radyo, TV, gazete vb. basının çoğu AKP’nin elinde. Diğer yanda ise kendilerine muhalif basın diyenler var. Bir de özgür basın var. 3 çizgi var, AKP’nin elinde olan, muhalif olarak adlandırılan ve özgür basın. Baktığımızda; AKP basınının ağzından zehir akıyor. Toplumun anlayacağı bir şey, demokratik ya da sürece hizmet edecek olumlu tartışmalar yok AKP basınında. Sürekli karalama, inkar var, tam olarak iktidar gücünü kullanıyorlar. Bu hiç bir şeye hizmet etmez. Belki tüm dünyada basının tamamen olduğu bir yer yok ama ilkeleri de var, Reuters, BBC vb. gibi. Onların da devletle ilişkileri var, çıkarları var ama bir yandan kendilerini özgür de görüyorlar. Fakat Türkiye’de hangi kanalı açarsanız, hangi gazeteye bakarsanız sadece AKP ne demiş, ne yapmak istiyor yazıları var. Demokrasi güçlerine, Kürt halkına karşı ise zehirli bir dil kullanıyorlar. Bu Türkiye toplumuna hizmet etmiyor tam tersi çelişkileri daha da derinleştiriyor. Bu dilden vazgeçmeliler, eleştirebilirler, rahatsızlıklarını da dile getirebilirler ama düşmanlığın bile bir ahlakı, bir üslubu var. Bunların hiçbir ölçüsü, ilkesi yok, yalan, manipülasyon, sahtekarlık her şeyi yapıyorlar.

Kendilerine muhalif basınız diyenler de daha çok CHP etrafında bir araya gelenlere, bazen de demokratik güçlere yer verenlerdir. Bir yanda onların da üzerinde AKP baskısı var, diğer yanda tam olarak demokratik ve özgür bir tutum sergileyemiyorlar. Onlar da arada gidip geliyorlar. Daha iyi bir rol oynayabilirler. Az da olsa bazı kanallarda çalışanlar gerçekten böyle bir rol da oynamak istiyorlar ama daha cesur olmalılar, daha fazla direnmeliler, hakikate daha fazla bağlı olmalılar, daha stratejik düşünmeliler. Her şeyin bugünkü gibi olacağını düşünmemeliler, birçok şey değişecektir, Türkiye bir gün demokratik olacaktır, Kürt halkı özgürleşecektir. Bundan güç ve cesaret almalılar, kendilerine inanmalılar. Dediğim gibi olumlu bir rolleri de var ama daha iyi bir rol oynamalılar. Onlara yönelik baskılar da göz önündedir, gözaltı, tutuklama, soruşturma, dava. Bazen dünyada basın sıralaması yapıyorlar Türkiye özgürlük konusunda en son sıralarda. Bu Türkiye’nin özgürlükten ve demokrasiden ne kadar uzak olduğunu gösteriyor.

Üçüncü çizgide ise özgür basın var. Bildiğiniz gibi Apê Musa’dan, Gurbetelli Ersöz’e kadar birçok şehidi var. Bu vesileyle Rojava ve Başûr’daki basın şehitleri şahsında tüm basın şehitlerini saygıyla anıyorum. Özgür basın çalışanları büyük bedeller ödediler, çok büyük baskılara maruz kaldılar. Binaları bombalandı, kaçırıldılar, katledildiler, tutuklandılar her şeyi yaptılar. Fakat özgür basın çalışanları hakikatte ısrar ettiler, çok büyük bir iradeye sahiptiler. Hala bu irade ile çalışmalarını sürdürüyorlar. İmkanları kısıtlı da olsa, çok fazla baskı da görseler özgür basın önemli bir rol oynuyor. Daha iyi bir şekilde rol almaları da mümkün ama basın kriterlerine göre şu an Türkiye’de rolünü en iyi şekilde yerine getiren de özgür basındır. Devlet tabii ki onlara engel olmak istiyor, her gün gözaltına alıyor, tutukluyor, baskı uyguluyor. Özgür basın çalışanları da buna karşı direniyor, direnmeye de devam etmeliler. Bu vesileyle onları da selamlıyorum. Her zaman çizgilerinde ısrar etmeli ve mücadelelerini sürdürmeliler.

AKP iktidarı Türkiye’deki muhalefetin zayıflığından yaralanarak her tarafta at koşturuyor. Özellikle CHP neden etkili bir muhalefet yapamıyor?

Özellikle Türkiye’nin kuruluşundan bu yana muhalefet kimdir, ne yapmıştır, kim muhalefet olmuş diye baktığımızda kimseyi göremiyoruz, muhalefet yok yani. Dünyaya, Avrupa’ya baktığımızda sistemdeki muhalefetin bile bir şeyler yapmak için çabaları var. İktidarlara karşı mücadele ediyorlar. Türkiye’de böyle bir kültür yok. Topluma sırtını dayayıp iktidara karşı çıkacak bir muhalefet yok. CHP Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana olan bir partidir. Şüphesiz değişime de uğramıştır ama bugün CHP’nin AKP karşısında güçlü bir şekilde muhalefet yapacağı bir ortam var. Zaten DEM Parti, sosyalist, demokrat, devrimci güçler yıllardır büyük bedeller ödeyerek mücadele ediyorlar onlar ayrı ama sistemdeki muhalefet partilerinden biri de CHP’dir. Fakat CHP’nin canına minnet, AKP neyi gündem yapıyorsa CHP de o gündemin etrafında dolanıyor. Kendileri bir gündem yaratamıyorlar, bir duruş sergileyemiyorlar. AKP’ye bu rahatlığı sağlıyorlar.

Mesela CHP’nin Kürt sorununun çözümü için stratejisi, projesi nedir? Demokratik güçler özellikle de Kürt halkı CHP’nin Kürt sorununun çözümüne ilişkin projesinin ne olduğunu nasıl bilecek. Kimse bilmiyor. Kürt sorununun çözümü dışında Türkiye’nin demokratikleşmesi mümkün müdür? Dediğim gibi Türkiye’deki temel mesele Kürt sorunudur eğer bu soruna gözlerini kapatıp biz muhalefet partisi olamazlar. Bu yüzden Kürt sorununun çözümüne ilişkin CHP’nin projesi, perspektifi, stratejisi nedir bilinmelidir. CHP bu noktada cesur olmalıdır. Önerim budur demelidir. Ya korkuyor, ya çekiniyor ya da zihniyetleri açık bir tavır sergilemelerine engel oluyor. O zaman bu konuda bir sonuç alamaz. Yine Türkiye’nin demokratikleşmesinde CHP’nin stratejisi, projesi nedir? Bu konuda da bir şey yok. Toplumun ekonomik, eğitim, siyasi, sağlık sorunlarına ilişkin çözümü ne bu da bilinmiyor. CHP genellikle projesi, stratejisi, yol haritası olmayan bir parti.

Bu da AKP’ye büyük imkanlar yaratıyor ve sizin de belirttiğiniz gibi AKP de bu şekilde at koşturuyor. Elbette CHP zaman zaman yaşananlar karşısında bir tavır alıyor bunu tümden yok saymıyoruz ama istikrarlı değil, Türkiye’nin değişimi için, Kürt sorununun çözümü için bir projeye, bir stratejiye sahip değil. Eğer Kürt sorunu gerçekliğini ortaya koymalı, sorun çözüldüğü taktirde Türkiye’nin nasıl demokratikleşeceğini anlatmalı ve toplumu da yönetmelidir. Toplumu ayaklandırmalı, sessiz kalmamalı. Sadece şikayet etmemeliler, demokratik bir şekilde mücadele yürütmeliler. CHP’den çok bir şey istenmiyor, dünyada iktidarlara karşı böyle muhalefet ediliyor. Fakat CHP bunu yapmıyor. Tüm demokrasi güçleri, özgürlükçü güçler hep birlikte haksızlıklara mücadele etmeliler.

Son günlerde Türk devleti ve ona bağlı SMO çetelerinin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları daha da artmış durumda. Bu saldırılarda insanlık suçu da işleniyor. Bu saldırılar hangi amaçla yapılıyor?

Amaç belli; Türk devleti ne Rojava’da, ne Bakûr’da, ne yerde, ne gökte Kürt halkının bir statüsü olsun istemiyor. Kuzey ve Doğu Suriye’de var olan statüyü yok etmeyi hedefliyor. Rojava insanlık onurudur, DAİŞ’e karşı böyle bir direniş sergilemeselerdi sadece Ortadoğu değil, Avrupa dahi güvende olamazdı. Her gün bir yerlerde patlamalar, katliamlar olurdu. Türk devleti şu an böyle bir yere saldırıyor, aslında insanlık değerlerine saldırıyor. Bu yüzden SMO’yu kullanıyor. Oradan, buradan topladığı çeteleri kullanarak Kürt halkına saldırıyor. Basında görüyoruz; bu çeteler QSD, YPJ ve Rojava halkının iradesi karşısında duramıyorlar da, patır patır öldürülüyorlar, oraya, buraya kaçıyorlar. Savaş iradeleri ve motivasyonları da yok. Mesela bazıları Hama’dan, bakıyorlar ki Esad gitti, onlara göre Hama özgürleşti, burada ne işim var diyorlar.

Bu çeteler sonuç alamayınca Türk devleti devreye giriyor, uluslararası bütün kanunları ayaklar altına alarak Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırıyor, sivilleri bombalıyor, katlediyor. Tişrîn Barajı’nı ele geçirmek istiyor. Aralıksız bir şekilde Tişrîn’e, Qereqozax’a saldırıyor ama burada perişan olmuşlar. QSD, YPJ ve halk çok büyük, çok onurlu, çok önemli ve heybetli bir direniş sergiliyor. Türk devleti Suriye’deki sorunlar henüz çözülmemişken bundan yararlanıp sonuç almak istiyor. Kürt halkının kazanım elde etmesini hazmedemiyor. Rojava halkı da tüm bu saldırılara karşı direniyor, insanlık onurunu temsil ediyorlar. Bundan dolayı insanlığın da saldırılar karşısında ayaklanması lazım. Rojava’ya her anlamda destek vermeliler. Türk devletine baskı kurmalılar. Bu yönde çabalar da var. Burada Rojava’nın iradesini de görmek gerekir.

Basından takip ediyoruz, geçtiğimiz günlerde bir kadın, ‘Biz ölümden daha büyüğüz’ dedi. Tarihi bir sözdür, önemlidir. Bir başkası ise ‘Bizim irademiz sizin teknolojinizde, silahlarınızdan daha güçlüdür’ dedi. Böyle bir toplum bilinçli ve inançlı bir şekilde direniyor. Türk devleti bu insanlar karşısında sonuç alamaz. 4 parça Kürdistan’da, yurtdışında bu onurlu direnişe destek verilmeli, herkes kendi direnişi olarak görmeli ve sahip çıkmalıdır. Hukuki, siyasi her anlamda uluslararası alanda mücadele edilmeli, Türk devletinin katliamlarını teşhir edilmeli. Kuzey ve Doğu Suriye tarihte çok az görülen demokratik bir modele sahiptir. Ortadoğu’da bir benzeri yok, Kürt, Arap, Hıristiyan, Ermeni, Süryani, Êzidî, Türkmen hepsi birlikte demokratik bir şekilde, kendi kimlikleri onurlu bir yaşam sürdürüyorlar. Yaklaşık 13 yıldır bu sistemde yaşıyorlar. Türk devleti bundan rahatsız. Böyle olumlu, demokratik bir sistem kurulursa bu Türkiye’yi de etkiler diye düşünüyor. Bu yüzden herkesin Kuzey ve Doğu Suriye’deki demokratik sisteme sahip çıkması gerekir.

Ulusal birliğin sağlanması için son dönemlerde KNK’nin çabaları artmış durumda. Kürtler arasında ulusal birliğin sağlanması için nasıl bir çalışmaya ihtiyaç var?

Rêber Apo her zaman ulusal birliğin önemine dikkat çekiyor. Bunun için birçok kez perspektif sundu, proje geliştirdi. Büyük bir emek verdi. Aslında birçok adım da atıldı ama maalesef o adımlar hep yarıda kaldı. Kimi zaman uluslararası alandan, kimi zaman Kürtlerin içinden müdahaleler olmasından kaynaklı olmadı. Ama Kürt halkının ulusal birlik hayali her zaman canlıdır. Bölgede en fazla acı çeken, parçalanan Kürt halkıdır. Kürtler de ulusal birlik sağlanmadığı taktirde kimsenin rahatlayamayacağını biliyor. O yüzden ulusal birliğin biran önce sağlanmasını istiyor. Kürt halkının talebi budur. Kürt hareketlerinin, toplumu etkileyen, tanınan kişilerin Kürt halkının hayalini görmeli, saygı duymalı ve bu konuda rol üstlenmeliler. Bugün bu durum farzdır. Rêber Apo da, hareketimiz de daha önce birçok kez dile getirdi; bu süreçte en önemli şey ulusal bir konferansının gerçekleşmesidir.

Kürt örgütleri arasından bir koordinasyon, bir konsey oluşturulmalı. Temel, tarihi ve önemli konularda tek bir parti veya parça değil bu konsey karar vermelidir. Bu mümkün. Daha önce de dile getirdik, PKK her zaman bunun için mücadele ediyor ve ulusal birlik için her zaman hazırım demiştir. Fakat önemli olan bu çalışmaları geliştirecek olanlardır. Biz hazırız diyoruz ama adım atılmıyor. KNK’nin çalışmaları var, 4 parça Kürdistan’da ve yurtdışında kongrelerini yapıyorlar. Bu önemli ve olumludur. KNK gibi oluşumlar ulusal kongrenin veya ulusal birliğin sağlanması için toplumu harekete geçirmeliler. Mesela 4 parça Kürdistan’da toplum yürüyüşler, mitingler yapmalı, bir duruş sergilemeli, ulusal birliğin sağlanmasını istiyoruz diyerek örgütler üzerinde baskı kurmalılar. Yine Avrupa’da miting yapmalılar; mesela Avrupa’da 4 parça Kürdistan’dan hangi örgütler var ise bir araya gelmeli ve bir gün de ulusal birlik için yürüyüş, miting yapmalı.

Başûr’da da yapılmalı. Aşiretler, din insanları, partiler, gruplar hep birlikte bir tavır sergilemeliler, yürüyüş yapmalılar. Kürdistan’ın diğer parçaları da bunları yapmalı. Neden? Çünkü Kürtler arasında parçalanma olduğu sürece düşman bu kullanıyor, tarihten bu yana böyle yapıyor. Hele Türk devleti bunu çok kullanıyor bu yüzden Kürt düşmanlarına fırsat verilmemeli. Bu yüzden ulusal kongrenin, ulusal birliğin sağlanması çok önemlidir. KNK de buna öncülük edebilir.

Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Mesajım; her zaman gündemimizde olan Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünün biran önce sağlanması. Aynı zamanda Şubat ayına giriyoruz. Şubat ayı dediğimizde, Kürt halkı, dostları hatta insanlık biliyor ki; 15 Şubat’tan bahsediyoruz. Yani Ulusal Komplo’nun yapıldığı gün. Kürt halkı için karanlık bir gün. Kürt halkı için o günün karanlıktan aydınlığa dönüşmesi için, Kürt halkının özgürleşmesi ve Rêber Apo’nun fiziki olarak özgürlüğü için, komplonun ilk günlerinde zindanlarda, 4 parça Kürdistan’da, yurtdışında, Kürdistan dağlarında onlarca arkadaş bedenini ateşe verdi, kendini feda etti. Böyle önemli bir miras bıraktılar.

Bu vesileyle 15 Şubat şehitleri şahsında Kürdistan dağlarından, Rojava’ya, tüm devrim şehitlerini minnetle anıyorum, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. 15 Şubat’ta her yerde mücadelemizi yükseltilmeli, hiçbir zaman rehavete kapılmamalıyız. Sürekli söylüyoruz; rehavetten daha kötü bir şey yoktur. Zaten rehavete kapılacak bir sebep de yok. Rêber Apo hala İmralı’da esir, bize karşı yürütülen savaş göz önünde. 15 Şubat’ı Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlandığı gün yapalım. Her yerde mücadelemizi büyütmeli ve Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünde ısrar etmeliyiz.