Savaşan halk gerçekliği
Savaşan halk gerçekliği, sistem ile arasında var olan gemileri yakan, yaşamını sisteme rağmen inşa etmeyi ve bunun için bedel vermeyi göze alan halk gerçekliğidir.
Savaşan halk gerçekliği, sistem ile arasında var olan gemileri yakan, yaşamını sisteme rağmen inşa etmeyi ve bunun için bedel vermeyi göze alan halk gerçekliğidir.
Hz. İsa, 'sevgi ateşlerden sonra gelir' demişti. Yaşam deneyimlerinden, acılardan süzülen bu tespit sevginin, iyiliğin ancak büyük zorluklar ve acılar bedeli yaratılabileceğini anlatıyordu. Nitekim Hz. İsa, sevginin, kardeşliğin, zulme diğer yüzünü uzatacak kadar, iyilikte ısrarlı olmanın bedelini çarmıhı omuzlayarak ödemişti. Keşke koşullar bunu zorunlu kılmasaydı. Zira yaşam, oluşum her zaman bir mücadeleyi, emek vermeyi gerektirse de varoluşun, iyiliğin, sevginin, özgürlüğün can bedeli olması, Hz. İsa'nın deyimiyle, sevginin ateşlerden sonra gelmesi, zulme ve özgürlüksüzlüğe işaret eder.
BÜYÜK BEDELLER İSTİYOR
Çağımız; özgürlüksüzlüğün, sevgisizliğin, kötülüğün çok fazla olduğu ama bunun kolay anlaşılamadığı bir çağdır. Kapitalizmin, neoliberalizmin yarattığı sisler arasında yaşanan sevgisizliği, yaşayan kötülüğü görebilmek, ayırt edebilmek zordur. Bu durum, sevgiyi, iyiliği, özgürlüğü daha kolay ulaşılır kılmamıştır. Tersine bu toplumsal özgürlük değerlerine ulaşmak ve yaratmak daha çok zorlaşmış, çetrefilli hale gelmiştir. Şimdi sevgi, iyilik, özgürlük çok daha büyük bedeller ödemeyi gerektirmektedir. Bazen bu bedel bireyi, bir halkı, bir toplumu yok olmayla yüz yüze getirecek kadar büyük ve yakıcıdır.
TIŞRÎNDEKİ SARSICI GERÇEKLİK
Bize bu sorgulamaları, bu tanımlamaları yaptıran gerçeklik; Tişrîn Barajı’nda elinde sapan bile olmamasına rağmen verdiği şehit sayısı her gün artmasına rağmen, her gün bombalanmasına rağmen durmayan, direnişi sürdüren Kuzey ve Doğu Suriye halklarıdır. Her an bombalanabileceğini bilmesine rağmen halaylarla, marşlarla, sloganlarla direnişini sürdüren Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, Türkmen ve diğer halkların sergilediği sarsıcı gerçekliktir. Şüphesiz sadece Tişrîn Barajı’nda direnmiyor bu halk. Her gün sokakları, meydanları direniş alanına dönüştürüyor. Yani bulunduğu her yerde tehlikeleri, zulmü çatalyürek karşılıyor. Geliştirdiği bütün etkinlikler, bütün faaliyetler bu direnişe akıyor. Bunları hepimiz konuşuyoruz, konuşuluyor. 'Bu halk ne yiyip içiyor, bu halkın evi barkı, çoluk çocuğu, işi, dükkanı yok mu?' türünden nice sorular soruluyor. İşte savaşan halk gerçekliğinin verilerini sergileyen toplumsal hakikat kendisini bize böyle tartıştırıyor. Bizi savaşan halk gerçekliği ile tanıştırıyor.
Yarım yüzyıldır bölgemizde savaşan halk gerçekliğinden bahsedildiğinde ilk akla gelen, Filistin halkı olmuştur. Filistin halkı direngenliğiyle, verdiği bedellerle bunu hak ediyor. Savaşı yaşamıyla, yaşamı direnişle ve savaşla beraber ele alması, her türlü zulme, katliama rağmen topraklarını terk etmemesi takdire şayandır. Bu halkın öncülerinin, öncülük adına yola çıkanların bu halkın savaşkanlığına, direngenliğine layık olmak bir yana, acılarının çoğalmasına neden olması başka bir değerlendirme konusudur.
KÜRT HALKININ ÖNCÜ POZİSYONU
Bölgemizde 'savaşan halk gerçekliği' ile tanımlanabilecek diğer halk Kürtlerdir. Filistin halkıyla karşılaştırmamak gerekir. Çünkü Önderlik gerçekliği, direniş çizgisiyle başka bir yerde durmaktadır. Kürt halkının sahip olduğu Önderlik gerçekliği ve direniş çizgisi, onu savaşan halk gerçekliği tanımlamasında öncü pozisyonuna getirmiştir. Bugün Tişrîn Barajı’nda ve demokratik öz yönetimin inşa edildiği her yerde, diğer halklarla beraber bu hakikati sergiliyor. Her gelişim düzeyi, yenilik, her mücadele adımı incelenmeyi ve doğru tanımlanmayı gerektirmekte, hak etmektedir. Bu, aynı zamanda Önderlik paradigmasının gerçekleşmesi, hakikatin gerçekliğe kavuşması anlamına gelmektedir.
HAKİKATLİ OLMANIN DURUŞU
Açık ki halklarımızda ortaya çıkan fedailik düzeyinin nedeni ekmek-su kadar özgürlüğe susamışlığının yanında kendisine yönelen zulmün düzeyiyle ilgilidir. Karşısındaki soykırımcı, inkarcı, imhacı sistem gerçekliği, böylesi bir fedailiği ve savaşkanlığı farz kılmaktadır. Başka türlü bir mücadele ile özgürlük, yeni yaşamı inşa etmek mümkün değildir. Demek ki savaşan halk gerçekliği, egemen sistem karşısında kendini kandırmamanın, gerçekçi ve hakikatli olmanın duruşudur.
BÜYÜK İRADE GEREKTİRİR
Liberal felsefe ve politikaların sanki özgürlük, demokrasi kolaymış, kolay kazanılabilinirmiş gibi ezilenleri en çok yanılttığı bir çağdayız. Bu gerçeklik yaygın şekilde yaşanırken buna karşı koymak, sistemle gemileri yakmak, sistemle mücadele eder duruma gelmek çok zordur, büyük irade gerektirir. Tersi yanılsama, birçok toplumda; güçten düşüren, ölümcül bir bağımlılığa, iradesizleşmeye yol açmaktadır. Batı toplumlarının devrim yapamaz duruma getirilmesinin bu gerçeklikle bağı vardır. Bu anlamda başta Kürt halkı olmak üzere direnen Ortadoğu halkları, ezilen halklar olarak taşıdığımız toplumsal özün, devrimci-özgürlükçü karakteri nasıl bir tarihsel şans olduğunu bilme sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Bu gurur ve onur konusu olduğu gibi, insanlığın geleceği açısından sorumluluktur da.
EN GENİŞ ANLAMDA TOPLUMSALLAŞMA
Bu tespitlerden ve başta Tişrîn Barajı olmak üzere Kuzey ve Doğu Suriye halklarının her yerde sergilediği benzersiz direnişten şu sonuca varıyoruz; savaşan halk gerçekliği, sistem ile arasında var olan gemileri yakan, yaşamını sisteme rağmen inşa etmeyi ve bunun için bedel vermeyi göze alan halk gerçekliğidir. Tişrîn Barajı’nda direnen ve her gün sokaklarda yürüyen halk için sorulan 'bu halk ne yiyip içiyor, evi-barkı, çoluk çocuğu, işi gücü yok mu?' soruları karşısında savaşan halk gerçekliğinin aynı zamanda bireyciliği, dar çıkarları, dar aidiyetleri aşma, en geniş anlamda toplumsallaşma, komünalleşme anlamına geldiğini görüyoruz. Söz konusu dar çıkar ve aidiyetleri aşamayan bir halk Tişrîn Barajı’nda gördüğümüz duruşu ve ruhu yaşayamaz, sergileyemez.
ONLAR SORUMLULUK SAHİBİDİR
Kimileri şunu da diyebilir; 'orada savaşçılar var, onlar adına savaşanlar var, neden onlar katledilmeyi göze alarak Tişrîn barajına geldiler?' Doğru, onların geleceği, özgürlüğü için savaşan çocukları, öncüleri var. Bu öncülerin varlığı onlar için büyük güven, güç ve onur kaynağıdır ama onlar, geleceklerinin, özgürlüklerinin sorumluluğunu çocukları da olsa salt birilerinin omuzlarına bırakmayacak kadar sorumluluk sahibidirler aynı zamanda. Bu da savaşan halk gerçekliğinin diğer bir hakikatidir.
YENECEK HİÇBİR GÜÇ VE ZULÜM YOKTUR
Bir halk sadece direnmek zorunda olduğu için direnmez. Tüm işgal, soykırım saldırılarına rağmen bu insanlar da bireysel kurtuluş yoluna başvurup liberalizmin merkezlerine göçebilirdi. Orada olmayı, kendi topraklarında kalmayı tercih ettiler, ediyorlar. Tüm tehlikelere, zorluklara, acı ve ağır bedellere rağmen kalmakta ve direnmekte ısrar ettiler, ediyorlar. Giderlerse artık kendileri olmayacaklarını kavramış durumdadırlar. Hiçbir şeyin özgürlükten daha değerli olmadığını, özgürlüğün ise ancak savaşan halk gerçekliğine ulaşmakla mümkün olduğunu idrak etmişler, derinden duyumsuyorlar. Bu nedenle savaşan halk gerçekliği, özgürlük yoluna girmiş, özgürlük yolunda iradeleşmiş, daha şimdiden özgürlüğünü yaşamsallaştırmış halk gerçekliğidir. Bu nedenle onu yenecek hiçbir güç, zulüm ve bomba yoktur. Bunu görüyor ve buna inanıyorlar. Bununla her gün daha da yüceliyor, insanlığın alnını yıldızlara değdirerek aydınlatıyorlar.