TSK kaybı: Yüzde 20 subay, mevcudun dört katı asker

Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Karayılan’la ANF kapsamlı bir söyleşi yaptı. Bu söyleşi, eğer yanılmıyorsam PKK’nin gerilla tarihi açısından en kapsamlı söyleşidir.

Devlet orduları hiçbir zaman kendi tarihlerine özeleştirel açıdan yaklaşmaz. Onların askerler karşısındaki propagandası yalnızca “zaferleri” anlatır, ordularının “yenilmezliği” hakkında tümüyle uydurma bir tarih anlayışına dayanır. Örneğin Türk Ordusu’nun tarihi yalnız “zaferlerin” tarihi değil, esas olarak yenilgiler tarihidir aynı zamanda.

Karayılan’ın PKK savaş tarihine, Abdullah Öcalan tarafından geliştirilen askeri doktrin temelinde eleştirel yaklaşımını bu söyleşide farkedince, aklıma çocuk yıllarım geldi. 1950 yılının Kasım sonuydu. Bundan 68 yıl önce. Okumayı henüz sökmüştüm. Babamın eve getirdiği Vatan Gazetesinde (şimdi battı ve dijitale geçti) nal gibi manşeti heceleyerek okumuştum: Kunu-ri Zaferi. Kunu-ri’de “Mehmetçik Kızıl Çin’i perişan etmişti.” Sonra gerçek ortaya çıktı. Türk Tugay’ı o savaşta çembere alınmış ve neredeyse imha edilmişti. Savaştan sonra Tugay Komutanı Tahsin Yazıcı ile Alay Komutanı Celal Dora saç saça baş başa kavgaya tutuştu. Hezimetten dolayı birbirlerini suçluyorlardı. Kısa zaman sonra General Yazıcı DP’den, Albay Dora CHP’den vekil seçildi. Kavga devam etti gitti. Bugün hala “Kunu-ri zaferinden” söz edilir.

İki askeri güç arasında kendi gücüne eleştirel yaklaşım bakımından fark, savaş koşullarında sanılandan çok daha büyük bir önem taşır. Çünkü asker ya da gerilla gerçekle yüz yüzedir. Neyin doğru gittiğini, neyin yanlış gittiğini bilir. Öyle olunca TSK saflarındaki “hamaset” savaş koşullarında asker için alay konusudur. Hatta Ordu genelgelerindeki palavralar askerde moral yıkıntıya yol açar. Çünkü “anlaşıldığında yalan” en yıkıcı etkiye sahiptir. Gerilla komutanlarının gerçeği açıkça dile getirmesi, zayiflıkları, hataları cesaretle sergilemesi, “komutanla gerilla” arasında her türlü “yabancılaşmayı” önleyen, sanırım en önemli etkenlerden biri.

Karayılan ARGK’den HPG’ye geçişin anlamını çok iyi anlatmış. “İktidar” gücü olmak yerine “meşru savunma gücü” olmanın önemini özellikle vurgulamış.

Savaşın kırk yıldır sürüyor olması kimilerinin kafasında “bu savaş kazanılmaz” karamsarlığına yol açıyor. Güneydeki federal kazanım ve Rojava devriminin başarısı ile Kuzey’deki savaşı kıyaslama hatası bu karamsarlığın sebebidir.

Kürt halkı dört parçada egemen devletlerin gücüyle savaşmakta. Ama bu savaşın hedefi o devletlerin Başkentlerini işgal etmek değil. Kendi anayurtlarında özgürce yaşamak. Sömürgeci başkentler güçlerini koruduğu sürece bu savaş sürer. Bu başkentler güçten düştüğü zaman zaferin yolu açılır. Güney’de federal bölge, Bağdat’ın çökmesinden sonra gerçekleşti. Rojava devrimi Şam’ın neredeyse düşmek üzere olduğu koşullarda zafere yürüdü. Ankara ise henüz ayakta. Tahran da. Buradaki rejimler yıkılmadıkça savaşın sürmesinden daha doğal hiçbir şey olamaz. Angola’daki gerilla savaşı, Portekiz faşizminin yıkılmasında büyük rol oynadı ve Salazar’ın devrilmesiyle de zafere ulaştı. Karayılan’ın dediği gibi o nedenle “demokrasi mücadelesi ile gerilla savaşı” birbirinden ayrılmaz. Şunu söyleyebiliriz: Metropollerdeki demokrasi mücadelesi gerilla mücadelesinin, gerilla mücadelesi de metropollerdeki demokrasi mücadelesinin ayrılmaz, organik parçalarıdır. Zafer “ortak” bir zafer olacaktır. “Kurtuluş yok tek başına-Ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganının içeriği ancak böyle doldurulabilir.

Benim dikkatimi çeken bir husus da şu: Karayılan’ın anlatımından öğreniyoruz ki, PKK gerillası vaktiyle Sovyetler’de, ÇHC’nde ve diğer sosyalist ülke ordularında uygulanan “komutan ve politik komiser” yönetimini de bir bakıma taklit etmiş. Söyleşide bu uygulama eleştiriliyor. Kısa zamanda da uygulamadan kaldırılmış. Sovyetler’de bu uygulama subayların Çarlık Rusyasından devralınmasıyla ilgiliydi. Bunların çoğu partisizdi. O nedenle bu komutanlar “askerlik” alanında yetkiliyken, politik komiserler orduda parti çizgisini gerçekleştiriyordu.

Gerilla gerçekliği ise kökten farklı. Karayılan’ın dediği gibi, bu bir “parti” hareketi. Partileşme gerillalaşmayı, gerillalaşma partileşmeyi doğurmakta. Karayılan’ın bu eleştirisini okuyunca, Kürdistan’daki kitle hareketlerinde “PKK halktır, halk burada” sloganının derin içeriğini de farkettim. PKK’nin “öncülük” misyonu ile “halklaşması” arasında diyalektik bir ilişki var. Komünistler “öncü” ile “kitle” arasında aşırı bir ayrım yaptılar. Hatta bu sınırın silikleşme tehlikesini öylesine abarttılar ki, “öncüyle” “kitle” arasında “aşılmaz duvarlar” örüldü. Devrim sürecinde “öncüye” hayranlık duyulmasını sağlayan bu “abartılı” yaklaşım, devrimden sosyalist kuruculuğa geçildiğinde “öncüye” yönelik öldürücü bir “yabancılaşmaya” neden oldu. Bizde, yani tek bir devrim yaşamamış, halk çoğunluğunu hiçbir zaman kazanamamış olan sosyalist hareketimizde, “öncülük” bir bakıma “halktan izole olmuşluğun” “devrimci kılıfı” sayıldı. Karayılan “izole öncülük” yanlışına ağır bir darbe indiriyor; mücadelenin “halk ayağı”ndan söz etmesi, “öncü gerillayla halk arasındaki” derin ilişkiyi anlatıyor. Örneğin “PKK üyeliği” ile “Apoculuk” aynı şeyler değildir. Ama eğer her biri farklı dünya görüşlerine sahip olsalar da, Kürdistan halklarının ve giderek Ortadoğu halklarının “Apoculaşması”, PKK’yi “idari ve örgütsel öncü” olma darlığından çıkarıyor, halkın “organik öncüsü” haline getiriyor.  Herkes böylesi amansız savaş koşullarında “legal siyasi hareketin” “askeri ve politik yasa dışı” hareketten “daha geniş olacağını” bekler. Kürdistan’da böyle değildir. “PKK’lilik”, (PKK üyeliği değil) legal partilerin tabanlarından kıyaslanmaz ölçüde geniştir. “Organik öncülük” anlayışının başarısıdır bu. 

Biraz dağınık bir şekilde yaptığım bu yoruma şunu eklemeliyim:

Söyleşiden öğrendiğimize göre gerilla çağdaş savaş teknolojisine uygun yeni bir atılımın eşiğinde. Türk ordusu ise  krizde. Onun düne kadar “Kemalizm” denen, fakat “Nutuk” adlı “fraksiyon kavgalarının tarihi” diyebileceğim kitaptan başka kitabı olmayan bir “ideolojisi” vardı. Bugün bu da yok. “İslamcılık, Osmanlıcılık” eğilimleri ise, sadece Ordunun krizini derinleştiriyor. “Komünizme karşı Hür Dünya” ideolojisi artık anlamını yitirdi. Şimdi Ordu “negatif ideolojiyle” yönetiliyor: “Kürt düşmanlığı”. Ordunun topluma anlatacağı tek bir pozitif ideolojik sözü yok.

Ondandır ki, bu ordu gerillayla “kara savaşlarını” kaybetti. Karayılan’ın dediği gibi bütün yatırımını “hava savaşlarına” yaptı.

Yaptı da ne oldu? Ordunun krizi en ağır şekilde Türk Hava Kuvvetlerini vurdu. NATO yanlısı yüzlerce savaş pilotu şimdi hapiste. Mevcut pilotlar tutuklanacakları günü beklerken Kürdü bombalıyor.

Karayılan söz konusu söyleşide çağdaş savaş teknolojisindeki yeniliklerden söz ediyor ve “21. Yüzyılın gerillasının” nasıl örgütlendiğini ve eğitildiğini detaylarıyla anlatıyor. 

O halde bir de “karada savaşamayan” ve “havada savaşan” TSK’nın durumuna bir bakalım:

Aşağıdaki haber medyada yer aldı:

“Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 15 Temmuz 2016’dan itibaren TSK’dan 15 bin 153 personelin ihraç edildiğini açıkladı. Bu rakama askeri okul öğrencileri ve Jandarma Genel Komutanlığı’da gerçekleştirilen ihraçlar dahil değil.”

TSK’da yaklaşık 90 bin subay ve astsubay var. Generallerin yarısı şu anda hapiste. Çoğu hapsedilen bu 15 bin 153 subay, toplam subayların yaklaşık yüzde 20’sidir. Tasfiye edilenler Batı yanlısı subaylar. Ve bunlar Ergenekonculardan farklı olarak, “PKK’yi yok etme” amacından ayrılmasalar da, savaşın çıkmaz yol olduğunu ve bunun Batı İttifakına zarar verdiğini düşünen subaylar. O halde şu açık bir gerçektir: TSK, HPG ile yürüttüğü savaş nedeniyle subay mevcudunun yüzde yirmisini kaybetmiştir. 

Daha ağır kayıpları da var. Haberi okuyalım:

“Meclis’te Plan ve Bütçe Komisyonu’nda konuşan Akar, bedelli askerliğe başvuranların sayısının 724.144’e yükseldiğini ifade etti.”

“Bedelli askerlik” nedir? Askerlikten para karşılığı firar etmektir. Savaşın korkunç gerçekleri, Türk gençlerini öylesine derinden etkilemiştir ki, “Peygamber Ocağı” iddiaları, “Her Türk asker doğar” sloganları artık bu gençleri “gönüllü” olarak askerliğe özendirmek şöyle dursun, onların kitlesel olarak “paralı firarını” bile önleyemez olmuştur.

724 bin bedelli müthiş bir gerçekliktir. Şu anda TSK’nın “er” mevcudu, subayların, astsubayların ve paralı askerlerin dışında, toplam sadece 200 bindir. Yani mevcudun neredeyse dört katı Türk genci, askerlikten, gerçekte ise “savaştan” kaçmıştır. TSK askere gitmesi gereken 700 bin erden, para karşılığı mahrum kalmıştır. Ordu için bu 700 bin erlik kayıp, gerçekte HPG’ye karşı savaşta verilen kayıptır. Gençler ister kurşunla, ister donarak ölmek istemiyor.

Evet. Türk ordusu krizde ve gerilla 21. Yüzyılın gerillası olma yolunda.