Şakar: Tüm krizler tecritle bağlantılıdır, kolektif direnişle aşılır

Avukat Mahmut Şakar, İmralı’daki modelin tüm hapishanelere ve oradan da tüm Türkiye’ye yayıldığına işaret ederek, “Tecrit, savaş, hasta tutsakların durumu ve ekonomik kriz, kolektif direnişle aşılır" dedi.

Avukat Mahmut Şakar, 1999 tarihinde inşa edilen İmralı sistemi ve AKP-MHP'nin savaş politikalarını ANF'ye değerlendirdi.

İmralı'da mevcut hukukun dahi işlemediğini belirten Avukat Şakar, Abdullah Öcalan’ın ilk ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü olduğunu hatırlatarak, bu “ceza”nın diğer siyasi tutsaklara da uygulanan bir sistem halini aldığını, giderek bir model olarak tüm Türkiye’ye yayıldığını söyledi.  

Mahmut Şakar, şöyle konuştu: "Türkiye, İmralı'da uyguladığı sistemi bir model olarak tüm Türkiye’ye yaydı. Kürt halkı açısından Abdullah Öcalan’ın taşıdığı siyasal anlam ve temsiliyet dikkate alındığında Kürt halkına reva görülen İmralı sistemini bir model olarak düşündüğünü görebiliyoruz. Hukuki açıdan önemli olan kısım şu: Esaretinin ilk gününden beri özel bazı hukuksal uygulamalar getirilerek -ki biz bunu, "Öcalan Yasaları" olarak adlandırıyoruz. Sadece Abdullah Öcalan için oluşturulan yasalar ya da bazı yasalarda onun istisna olarak bırakılması, yasa uygulamalarının dışında tutulması, idari-pratik yaklaşımlarla hukuki hiçbir açıklama getirmeden olağanüstü hal durumu sürdürüldü. Bu 22 yıllık olağanüstü hal, 2015-2016 tarihinde tüm Türkiye’ye yayılmaya başladı. Ağırlaştırılmış müebbet Abdullah Öcalan ile bağlantılıdır. Onun da tarif ettiği gibi "İmralı Tiyatrosu" yargılama sonrasında idam cezasına çarptırılması ve Yargıtay’da onanması ile birlikte adım adım, parça parça idam cezası müebbet cezasına evirildi. Türkiye belirli anayasal düzenlemeler ile ağırlaştırılmış müebbet sistemi ismini aldı. Bu şekilde Abdullah Öcalan, ilk ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü oldu. Bu Türkiye’de siyasi tutsaklara uygulanan bir sistem halini aldı. Onun şahsında geliştirilen bu sistem yüzlerce, binlerce siyasi tutsağın ceza almasına sebep oldu. Ağırlaştırılmış müebbedin temel özelliği, şartlı tahliye içermemesi; yani ölünceye kadar tutsaklığının sürmesi demektir.”

AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET DÖRT DOSYA İLE SINIRLI DEĞİL

Ağırlaştırılmış müebbet hapsi verilenlerin özel uygulamalara tabi tutulduğunu ifade eden Şakar, “Örneğin tek hücrede kalmaları, günde bir saat havalandırmaya çıkma ve spor yapma, on beş günde bir on dakikayı geçmemek şartı ile telefon hakkı (ki Abdullah Öcalan’ın bu hakkı da elinden alınmış) ağırlaştırılmış müebbet ile uygulandı. Abdullah Öcalan ile getirilen bu model, daha sonra Kaytan, Boltan ve Gurban dosyalarına da uygulandı ve bu dosyalar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınarak gündeme geldi. Fakat Abdullah Öcalan ile başlayan bu ceza sisteminin dört dosya ile sınırlı olmadığını, onlarca, belki de yüzlerce tutsağa da uygulandığını düşünüyoruz" diye konuştu.

BAKANLAR KOMİTESİ YASAL DÜZENLEME İSTEDİ

Ağırlaştırılmış müebbet hapsin AİHM'in kararları çerçevesinde 3 maddenin ihlali olarak sayıldığını hatırlatan Şakar, bu durumun işkence ve kötü muamele olarak görüldüğünü söyledi. 

Türkiye’de verilmiş ilk ağırlaştırılmış müebbet kararının Abdullah Öcalan’a yönelik olduğunu yineleyen  Şakar, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin karar sürecini aktardı: "AİHM’in 2014 tarihinde Türkiye’yi mahkum ettiği ilk karar dosyası da budur. Ardından AİHM diğer üç dosya için de aynı düzeyde karar verdi. AİHM, bu maddenin bir insanın tahliye umudu (Umut Hakkı) olmadan, yani cezasının nasıl gözden geçirdiğini belirlenmeden ömür boyu cezaevinde kalmasını işkence ve kötü muamele olarak görüyor. İlgili hükümetleri bu konuda düzenleme yapmaya zorluyor, belli bir süre cezaevinde kaldıktan sonra bir insanın cezasının yeniden gözden geçirileceğini, şartlı tahliye koşullarının önceden belirlenmesi gerektiğini ve bu koşulların ne zaman gözden geçirileceğini bilmesi gerektiğini belirtiyor. Bu sadece Abdullah Öcalan ve diğer üç dosya için değil uluslararası alanda İngiltere, Macaristan gibi ülkeler için de bu yönlü kararlar verildi.

Abdullah Öcalan dosyası ve diğer dosyalar için gerekli başvurular yapıldı ancak reddedildi. Ret gerekçelerinden birinin yasalarda düzenlenmemiş olmasıdır. Mevcut yasalarda "ölünceye kadar tutsaklığı devam edeceği, şartlı tahliye geçerli değildir" ibareleri olduğu sürece Türkiye hukuk sisteminde karşılık bulmayacaktır. Türkiye, AİHM kararlarını uygulamama noktasında Avrupa ile karşı karşıya gelmiş durumda. Bunlardan Kavala ve Demirtaş dosyası ön plana çıkmış olsa da pek çok dosyada hak ihlalleri mevcut. Türkiye AİHM kararlarını uygulamama noktasında bir tutum içerisine girmiş olsa da, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Abdullah Öcalan ve diğer üç siyasi tutsağın dosyasına ilişkin ilk kararı verdi.

İki nokta üzerinde duran Bakanlar Komitesi, bunun yapısal bir sorun olduğunu ve yasal düzenlemeye gidilmesi gerektiğini belirterek Eylül 2022 tarihine kadar süre verdi. İkinci karar da Eylül ayına kadar Türkiye’nin yasal bir düzenleme veya benzeri bir uygulama yönüyle bir çerçeve çizmesi idi. Yani çözüme dönük bir konsept sunmasını istedi. Mevcut durumda dört dosya görünüyor olsa bile yüzlerce ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü var, bu dosyaların sayısı istendi. Bu süreç öyle kısa vadede olacak bir durum değil.”  

NEDEN 7 YIL SONRA ELE ALDI?

Gerek AİHM’in gerekse Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin avukatların başvurusuna neden geç cevap verdiğine dair ise; “AİHM kararları 2019 tarihinde verilmesine rağmen Bakanlar Komitesi 2020'de ele aldı. Avukatların Bakanlar Komitesi’ne defalarca başvuru yapmasına rağmen 7 yıl sonra ele alınan dosya, işin ciddiyeti ile bağdaşmayan bir yaklaşımın olduğunu gösteriyor. Şunu da belirtmekte fayda var; Bakanlar Komitesi siyasi ilişkilere açık bir kurum olduğundan dolayı, bu denli siyasi dosyaları geciktirici bir yaklaşımda bulunabiliyor" cevabını verdi. 

TÜRKİYE REJİMİ BİR SAVAŞ REJİMİNE DÖNÜŞTÜ

İmralı sisteminin baştan beri tecrit sistemi olarak oluşturulduğunu ancak özellikle 2014’ten sonra müzakere sürecinin bozulması ile birlikte çok derinlikli bir fotoğraf çizdiğini ifade eden Avukat Mahmut Şakar, “İmralı'daki tecrit ve olağanüstü hal durumu Kürdistan topraklarına yayılarak, 2015-2016’da Kürdistan şehirlerinin adeta tecrit edilmesi, hiçbir hukuki dayanağı olmadan aylarca olağanüstü hal durumu, Kürt halkına ve insanlığa karşı büyük suçların işlenmesi bu sürecin bir parçası olarak gelişti. İmralı’dan başlayarak hukuksal politik konsept, tüm Türkiye’ye yayılmış durumda. İmralı’da uygulanan model tüm hapishanelere yayılmış durumda” dedi ve ekledi: 

KOLEKTİF BİR DİRENİŞLE AŞILIR

“2016’da ilan edilen OHAL, tüm Türkiye’ye yayıldı ve Türkiye bir savaş hükümetine dönüştü. Türkiye rejimi bir savaş rejimine dönüşmüş aslında. Tüm bu meseleler iç içe geçmiş durumda. Yani Abdullah Öcalan’ın tecridi ile başlayan bu süreç, Kürdistan şehirlerini yıkma, katliamlarla, işgallerle devam eden rejim, Türkiye’yi bir krize soktu. Bu krizin altında da Türkiye’deki hukuksal problemler ve buna yaklaşımlar yatıyor. Dolayısıyla bunun çözülebilir olması tecridin aşılması, ağırlaştırılmış müebbedin yasal düzenlemelere uğraması, bugün hayati bir boyut taşıyan hasta tutsakların durumu, son bir haftada 7 siyasi tutsağın adeta katledilmesi gibi temel meseleler aşılırsa eğer, Türkiye’nin mevcut krizi de, anayasal kriz de aşılacaktır.

AKP-MHP rejimi kriz üretiyor, savaş üretiyor, şiddet üretiyor. Dolayısıyla AİHM ve Bakanlar Komitesi gibi mekanizmalar ile de açıktan çatışarak mevcut uygulamalarını, mevcut sistemini sürdürmek istiyor. Bunun aşılması ortak bir mücadeleye dayanıyor. Tecridin, ağırlaştırılmış müebbet meselesinin, hapishanedeki hasta tutsakların adım adım ölüme götürülmesi, aslında fiili bir idam cezasının yürürlükte olması, mevcut AKP-MHP'nin siyasetidir, çöktürme planıdır. Tecrit, savaş, hasta tutsakların durumu ve ekonomik kriz, toplu bir yaklaşım, toplu bir mücadele ile, kolektif bir direnişle aşılacaktır. Aksi takdirde başta Kürt halkı olmak üzere bütün halklara çok daha fazla zararlar vereceği şüphesizdir."