Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999 Uluslararası Komplosu ile İmralı hapishanesine konulduğundan itibaren ağırlaştırılmış tecrit altında tutuluyor.
23 yıllık zaman diliminde avukatları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu ve AİHM farklı tarihlerde verdiği kararlarla Abdullah Öcalan hakkındaki ağırlaştırılmış müebbet cezasının gözden geçirilmesini istedi.
Söz konusu kararların uygulanıp uygulanmadığını inceleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye’ye “umut hakkı” kapsamında yol haritası hazırlamasını istedi.
Türkiye’nin Bakanlar Komitesi’ne sunduğu yol haritasında çok fazla soru işareti bulunuyor. Biz de Özgürlükçü Hukukçular Derneği Genel Sekreteri Av. Rengin Ergül ile bu süreci konuştuk.
İlk olarak Türkiye’de şartlı salıverilme olasılığı bulunmadan hükümlü kalmak. Bu konudan bize biraz bahsedebilir misiniz? Türkiye’nin mevzuatlarına göre bu mümkün mü?
Türkiye’de mevzuatta böyle bir durum eskiden yoktu. Şartlı salıverilme olanağı olmadan tutuklu kalmak, özellikle siyasi suçlar bakımından ömür boyu hapis cezası anlamına geliyor.
Aslında eskiden Türkiye’de ömür boyu hapis cezası yoktu, 2002 yılına kadar. Bu yıla kadar şartlı tahliye imkanı olmayan hiçbir hapis cezası yoktu.
İdam cezası alanlar dahi belli bir süre sonra serbest bırakılıyordu. Türkiye’de idam cezası vardı, ancak uygulanmıyordu.
1999 yılında Abdullah Öcalan yakalandıktan ve Türkiye’ye getirildikten sonra kendisine idam cezası verildi. Sonrasında bu karar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM( taşındı.
Bu dönem, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) giriş müzakerelerini ve AB’nin temel kriterlerine uyum sürecini de sürdürdüğü dönemdi. Bu nedenle Türkiye, AB uyum sürecine bağlı olarak yasalarında bir takım değişikliklere gidiyordu. Ve 2002 yılında, 4771 sayılı bir yasa çıkardı ve bu yasada idam cezası almış olanların cezasının, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrildiğini ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının da Abdullah Öcalan ve onun gibi yargılanan siyasi mahpuslar için ayrıca, ömür boyu hapis cezasına çevrildiğini içeren bir ibare koydu, bu 4771 sayılı kanuna.
Tam bu noktada araya gireyim. Peki biz bu yasanın Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a ilişkin olduğunu nereden çıkarıyoruz? Yasa yapılırken süren tartışmalarda böyle bir atıfta bulunulmuş mu?
Evet, bulunuluyor. Biz idam cezasının kaldırıldığı süreçte meclis tutanaklarını incelediğimizde bunu gördük. Sonra zaten 2004 yılında idam cezası tamamen kaldırılıyor. Türkiye’de idam cezasının kaldırıldığı süreçte, meclis tartışmalarında Abdullah Öcalan kastedilerek; Mehmet Ali Şahin, o dönemin Başbakan yardımcısı ve sonra Adalet Bakanının tutanaklarda direkt şöyle bir ifadesi var: “Şu an Öcalan 3 yıldır tutuklu, 33 yıl sonra serbest kalacak. Biz onun serbest kalmasını engellemek istiyoruz. Onun dışarı çıkabileceği bütün yolları kapatmak istiyoruz.”
Bu şekilde Meclis tutanaklarına geçmiş bir ifadesi var. Yine yıllar sonra verdiği bir röportajda -bu sefer milletvekiliyken verdiği bir röportaj bu-, “Bir insana idam cezası verirseniz bir kere öldürürsünüz ama ömür boyu hapse tıkarsanız her gün öldürürsünüz” diye bir ifadesi var.
Dolayısıyla bu süreçlerde yapılan yasa değişikliğinin hem idam cezasının, uygulanmayan idam cezasının kaldırılması, AB müzakereleri giriş sürecine denk geliyor. Ama aynı zamanda
Abdullah Öcalan’a idam cezası verilmesi ve sonrasında 2004 yılında AİHM’in bu kararla ilgili olarak ihlal kararı vermesi, aslında bu yasanın Abdullah Öcalan’a bağlı olarak şekillendiğini ortaya koyuyor.
Yani buradan yola çıkarak şunu söyleyebilir miyiz? Türkiye’de infaz yasasında bir değişiklik olunca, yeni infaz yasası, “Abdullah Öcalan bundan yararlanacak mı yararlanmayacak mı?” sorusu üzerinden mi gelişiyor?
Kesinlikle öyle. Yeni değişikliklerden bahsettikçe de bunu yine vurgulayacağım yeri geldiğinde.
Her infaz yasası değiştiğinde yapılan bütün değişiklikler Abdullah Öcalan’a uygulandığında nasıl olacağı hesaplanarak yapılıyor.
Tamamen onu dışarıda bırakacak bir mekanizma kurulmaya çalışılıyor.
Abdullah Öcalan’ı dışarıda bırakan bir mekanizma, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında yargılananları da dışarıda bıraktığı için, topyekûn Kürt halkını ve toplumsal muhalefeti mağdur eden bir düzenleme ortaya çıkıyor.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar, şartlı salıverilme olasılığını elde edemiyor. Bunun da en büyük örneği Kürt Halk Önderi. Bu durum hangi yönüyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı?
2004 yılında idam cezası verildikten sonra, bu karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınıyor ve AİHM aynı yıl, idam cezası kararıyla ilgili ihlal kararı veriyor.
Bu sefer Türkiye dosya üzerinden Öcalan yargılamasını yeniden yapıp, idam cezasını ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çeviriyor.
Öcalan’ın avukatları, ağırlaştırılmış müebbet kararının da AİHS’nin 3. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle, kararı tekrar AİHM’ne taşıyorlar ve AİHM, 2014 yılında ömür boyu hapis cezası anlamına gelen, “ölünceye kadar hapis cezası” anlamına gelen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını 3. maddenin ihlali olarak tespit ediyor.
AİHM burada dört tane ilke ortaya koyuyor. Aslında bu dört ilkeyi biz ‘umut hakkı’ olarak değerlendiriyoruz. Yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kaba tabiriyle diyor ki; sen herhangi bir tutuklunun günün birinde hapisten çıkmasını olanaklı kılacak düzenlemeyi yapmak zorundasın. Ben sana o kişiyi mutlaka tahliye edeceksin demiyorum. Ama sen o tahliye imkanını yasada düzenleyeceksin. Tahliyesini hukuken mümkün kılacaksın. Hukuken mümkün kıldıktan sonra bunu fiilen de uygulayacaksın.
Ben senin uygulamalarından bunu fiilen uyguladığını tespit edebileceğim. Üçüncü ilke olarak da diyor ki sen bu süreçlerde kişiye usuli güvenceler sağlayacaksın. Yani bu mekanizmadan nasıl yararlanacağı, yararlanırken ne gibi hakları olduğu gibi güvenceler vermek zorundasın.
Ve dördüncüsü, tutma koşulları... Bir insanı cezalandırma sebebi, kişiyi topluma yeniden kazandırmak olduğu için, tutulma koşulları kişinin yeniden resosyalizasyonuna uygun olacak.
Yani kaba tabiriyle, tecrit altında tutmayacaksın, diyor. Bu dört ilke hukukta, umut hakkının ilkesel olarak karşılığı oluyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin burada dört ilke açısından da eksiği var. Türkiye’nin yasalarında, TMK kapsamında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar, ölünceye kadar hapis cezası almış oluyorlar. Bu hukuken düzenlenmiş değil. Hukuken düzenlenmemiş bir şeyin zaten fiilen uygulanması mümkün değil. Tutulma koşulları kişinin topluma yeniden kazandırılmasına uygun değil. Bu süreçlerde kişinin bir usuli güvencesi yok.
Ceza veriliyor, sonra dosya kapanıyor ve kişi ölünceye kadar hapiste kalacak. Onu denetleyen bir mekanizma yok.
Hukuken bir karadelik söz konusu yani?
Aynen öyle. Bir karadelik söz konusu ve Türkiye, bu yönüyle kararı uygulamıyor. 2014’te bu ihlal kararı verildi ve Türkiye o günden beri, ki bu karardan sonra Kaytan, Gurban ve Boltan AİHM kararları da verildi. Aynı konu. Üçünde de “Öcalan 2” kararı diye geçen karardaki ilkeleri, kıstasları hatırlatarak Türkiye’yi yeniden mahkum etti.
Siz Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD) ve diğer sivil toplum kuruluşları, bu sürece nasıl dahil oldunuz? Biraz bahsedebilir misiniz?
AİHM karar verdikten sonra, o kararın sözleşmeci devlet tarafından uygulanıp uygulanmadığını denetleyen, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi isimli bir oluşum var. Bakanlar Komitesi’nin haftalık ve üç aylık periyotlarla düzenli toplantıları var. Özellikle üç aylık toplantılarında, ülkelerle ilgili verilen ihlal kararlarını gündemlerine alıp tartışıyorlar ve ülkelerden eylem planı istiyorlar. İkili bürokratik ilişkilerde ya da bu toplantılarda uluslararası hukukun güvencelerini kullanarak ülkelere baskı uyguluyorlar.
Dolayısıyla Öcalan, Gurban, Botan ve Kaytan, bir dava grubu aslında.
Bakanlar Komitesi, aynı konudaki dosyaları bir dava grubu yapıyor ve bir dava grubu olarak 2014’ten beri aslında Bakanlar Komitesi‘ne taşınmış olması gereken bir dosya.
2015’te Bakanlar Komitesi, “Öcalan 2” kararını genişletilmiş prosedür olarak ele alıyor. Bir standart prosedür var, bir de genişletilmiş prosedür var.
Yani aslında genişletilmiş prosedür o kararın takibi ve incelenmesi konusunda Bakanlar Komitesinin öncelik verdiği anlamına geliyor.
Ancak 2014’ten bugün 2021’deyiz hala bir gelişme yok. Onun dışında Türkiye 2015 yılında bir eylem planı sundu. Bu eylem planında Türkiye AİHM’e şunu söyledi: “Biz sizin verdiğiniz ihlal kararını çevirdik, bütün mahkemelere yolladık, biz sizin kararınızı uyguluyoruz.”
Uyguluyor mu?
Uygulamıyor tabii. Kararı çevirip mahkemelere yollamakla olacak bir şey değil. Yasanı değiştirmen gerekiyor, yasanı değiştirmediğin müddetçe, mahkeme AİHM kararını esas alıp karar verdiğinde, o karar yeniden Türk hukukundaki bir mekanizmaya takılacak. O yüzden daha sonrasında 2015’ten sonra Abdullah Öcalan’ın avukatları, birden fazla kez avukatların yapmaya yetkili olduğu kural dokuza bir başvuru yapıp, Türkiye’nin bu ihlal kararını uygulamadığını ve yasasında değişikliğe gitmediğine dair bildirimlerde bulundular.
Türkiye, bu bildirimlerden birine cevap verip yeniden aynı şeyleri tekrar etti ve devamında dosyada hiçbir gelişme olmadı. 2015’ten yana avukatların yaptığı başvurular ve bildirimler dışında hiçbir gelişme olmadı diyebiliriz yani.
Biz 27 Temmuz 2021 tarihinde ÖHD, İHD, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı ile beraber,
Kural 9’a iki başvurusu yaptık. Bu Kural 9’a iki de, Bakanlar Komitesi önünde bekleyen dosyalara, STK’ların yapabildiği bildirimler anlamına geliyor.
Biz ilk bildirimde, Türkiye’nin bu dört ilkeye karşılık gelen bir uygulamasının olmadığı ve yasasının da denk gelmediğini, yasada değişiklik yapmadığını, yasada değişiklik yapmadığı gibi ağırlaştırılmış müebbet cezasında daha fazla yargılamalar yaptığını ve daha fazla ceza verdiğin, ulaşabildiğimiz bazı istatistiklerle ortaya koyduk. Ve yine Türkiye’nin 2014’ten beri bizimle herhangi bir istatistik paylaşmadığını, bizim kaç ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü var ya da kaç ağırlaştırılmış müebbet yargılaması var diye sorduğumuz bilgi edinme başvurularına da olumlu cevap vermediğini, mecliste de HDP’nin, kimi zaman CHP’nin yaptığı yasa değişikliği tekliflerine ya da veri isteme tekliflerine olumsuz yanıt verdiğini, bunu gündemine almadığını ortaya koyan bir bildirimde bulunduk. Bizim bu bildirimimize karşı Türkiye, önce Eylül,2021’de bir cevap verdi.
Bu cevapta Türkiye’de koşullu salıverilmenin teknik olarak mümkün olduğu ancak bazı istisnalarının olduğu belirtildi. Saydığı istisnalar zaten bizim Bakanlar Komitesi’nin önüne, bakın buralarda uygulanmıyor diye verdiğimiz istisnalar...
Bir de, biz 13 sayfalık bildirimimizde sadece bir paragrafta İmralı koşullarında ihlal olduğunu söyledik.
Türkiye, verdiği cevabın yarısında İmralı’da ihlal olmadığını ve bu ihlalin olmadığı noktasında CPT raporlarına bakılabileceğini belirtti. Aslında Türkiye iki yönden yanıltmaya çalıştı.
Bir, Türkiye’de koşullu salıverilme mümkün diyerek bir yanıltma var. Evet, Türkiye’de koşullu salıverme mümkün, biz zaten Türkiye’de tümüyle koşullu salıverme mümkün değil demiyoruz.
TMK kapsamındaki suçlar bakımından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alıyorsanız ölünceye kadar hapiste kalıyorsunuz. Bu da kesin, ortada.
Bunu ortaya koyan bir cevap vermedi. İkinci olarak, İmralı’da ihlal yok diyerek atıfta bulunduğu CPT raporlarının işine gelen kısımlarını alıntılayıp, CPT’nin aslında İmralı’da ihlal olduğu, İmralı’da avukat görüşü noktasında hükümetin adım atması gerektiği, aile görüşmesi yapılması noktasında adım atması gerektiği ve yine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar hapis cezasının aslında yasal olarak ortadan kaldırılması gerektiğini ortaya koyduğu kısımlarına yer vermedi.
Daha sonra Bakanlar Komitesi Eylül ayındaki 1411. toplantısından sonra, 3 ay sonraki diğer toplantısının gündemlerini açıkladı.
Bu gündemlerden birisi umut hakkı bağlamında Öcalan, Gurban, Kaytan ve Boltan dosyası oldu. Türkiye yeniden bir eylem planı hazırladı ve sundu.
Bu eylem planında neler var?
Türkiye’nin yeniden hazırladığı eylem planında, Türkiye yeniden bizde teknik olarak koşullu salıverilme mümkün ancak bunun istisnaları var diyor.
Onun dışında şunu söylüyor, bizde aynı zamanda af var. Cumhurbaşkanlığının af yetkisi var.
Onun dışında bir diğer söylediği, biz 51 kere af yasası çıkardık, Türkiye’de affedilme koşulları da var.
51 kere çıkarılan Af Yasası Meclis tarafından mı çıkarıldı?
Evet. Biz Nisan 2020’de 7242 sayılı bir af yasası çıkardık, orada ceza oranlarında değişikliğe gittik, koşullu salıvermeyle ilgili düzenlemeler yaptık, diyor. Bir de İmralı koşullarında ihlal yok, diye bir cevap verdi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şu anda ailesiyle, avukatlarıyla görüşebiliyor mu? Ya da mektup yollayabiliyor mu?
Şu an Abdullah Öcalan’ın ne ailesiyle telefonlaşma, ne ailesi ya da diğer mahpuslarla mektuplaşma, haberleşme hürriyeti var, ne de ailesiyle cezaevinde kapalı ya da açık görüş yapma imkanı var.
Bu zaman zaman disiplin cezası adı altında “hukuka uygun” olarak uygulanıyor, zaman zaman da cevapsız bırakılarak fiilen bir şekilde engelleniyor.
Aynı şekilde biliyorsunuz, 2018-2019 açlık grevleri yaşandı ve bu açlık grevlerinin gündemi İmralı’daki tecritti. Ana talep İmralı’daki tecridin kaldırılmasıydı.
Bu açlık grevi sonrasında hükümet geri adım atmak ve İmralı’da avukat görüşü yapmak zorunda kaldı ve avukatlar bir dizi görüşmeler yaptı.
Ancak hükümet yeniden keyfi bir şekilde avukatların görüşme taleplerini ya yanıtsız bırakarak ya da reddederek yeniden imkansız kıldı. Dolayısıyla şu anda İmralı’da hem Sn. Abdullah Öcalan, hem de diğer 3 mahpusun ne avukatla görüş hakkı sağlanıyor ne aileyle görüşü. Ne telefonlaşma ne de haberleşme hakkı sağlanıyor. Hamili Yıldırım ve diğer iki mahpus, Öcalan’la avukat görüşü yapıldığı dönemde dahi avukat görüşü yapamadılar. Bir de böyle bir boyutu var.
Sonuç olarak, Kasım ayında Bakanlar Komitesi, "umut hakkı çerçevesinde Abdullah Öcalan ve diğerleriyle ilgili görüşme yapacak dediniz. Bu noktada, Türkiye’nin, Bakanlar Komitesi’ni yanılttığına ilişkin sivil toplum kuruluşlarının bir hazırlığı var mı?
Bu duruma ilişkin 2 Ekim’de yeni bir bildirim sunduk. Bildirimde detaylı bir şekilde Türkiye’de infaz yasasında yapılan bütün değişikliklerde, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargılananların dışarıda bırakıldığını ve bunu besleyen en temel saikin, Öcalan’a özgü yasalar çıkartmak olduğunu,
Öcalan’a özgü bir infaz rejiminin zaten kişisel olarak uygulandığını, Türkiye’de yasada yapılan değişikliklerin, koşullu salıvermeyi daha zor hale getirdiğini, süreli hapis cezaları için bile daha zor hale getirdiğini, ağırlaştırılmış müebbetler için bir koşullu salıverme imkanı içermediğini ve yine ağırlaştırılmış müebbetin,
yani koşullu salıverme imkanı olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının sürelerinin de çok uzun olduğunu, bunun dünyadaki teamül olan 25 yılın çok üzerinde olduğunu ortaya koyan bir bildirim daha sunduk. Türkiye’nin Bakanlar Komitesi’ni yanılttığını,
bizimle hala veri paylaşmadığını, yasa değişikliği yapmak konusunda bir adım atmadığını ve bu konudaki adımlara da olumsuz yaklaştığını ortaya koyduk.
Ayrıca Bakanlar Komitesi‘ne bu dosyaların gündemde tutulmaya devam edilmesi, bu dosyalarla ilgili bürokratik görüşmelerin hükümetle ve diğer konsey üyeleriyle yapılmaya devam edilmesi, Türkiye’nin sunduğu eylem planının talepleri karşılamadığı ve bu yüzden yeniden gözden geçirilerek Türkiye’den yeni bir eylem planı istenmesi, Komitenin Türkiye’den ağırlaştırılmış müebbet hükümlülerine dair istatistiki bilgi istemesi ve Türkiye’nin bu konuda yasal değişiklik yapması noktasında komitenin baskı gücünü kullanması, yine İmralı’daki tecrit ve izolasyona son verilmesi noktasında komitenin baskı gücünü kullanıp, girişimlerde bulunmasına ilişkin tavsiyelerde bulunduk.
Bunu, bu bildirimi yapan dört kurum da toplantıya kadar ve devamında gündeminde tutmaya devam ediyor. Bununla ilgili savunuculuk yapmaya devam edeceğiz.
Yeri geldiğinde röportajlar, yeri geldiğinde makaleler yazarak ya da başka mekanizmalarda, başka uluslararası toplantılarda dile getirerek, hem kendi gündemimizde hem de diğer insan hakları örgütlerinin gündeminde tutmaya devam edeceğiz.