Aydın, onurunu baş üstünde gezdirendir

Arkadaşı Sibel Çapraz, ölüm orucundaki Şükran Aydın’ın onurunu baş üstünde gezdiren; yaşamı, uğruna ölecek kadar seven yoldaşların yoldaşı olduğunu söyledi.

DBP’li Hakkari İl Genel Meclisi üyesiyken Türk güçleri tarafından vurulan ve tedavisi yapılmadan tutuklanan Sibel Çapraz, aynı koğuşu paylaştığı Şükran Aydın’ın tereddütsüz bir yoldaş olduğunu belirtti. Zindanda insanı ayakta tutanın dayanışma, paylaşım ve yoldaşlık olduğunun altını çizen Çapraz, tecridin ise bunları imha üzerine kurulduğunu vurgulayarak, direnişin haklılığına dikkat çekti.

Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde 30 Nisan’dan beri ölüm orucunu sürdüren Şükran Aydın’ı, yol arkadaşı Sibel Çapraz anlattı. Çapraz, DBP’li Hakkari İl Genel Meclisi üyesiyken, 27 Kasım 2015’te Gever’de polis tarafından vuruldu. Tedavisi tamamlanmadan tutuklanan Çapraz, aylarca Şükran Aydın ile aynı koğuşu paylaştı. Çapraz, gönderdiği mektupta Aydın’ı anlattı. Çapraz’ın mektubu şöyle:

BİLGİYİ REHBER EDİNMİŞTİ

“Şükran arkadaşı biz Serhildan ismi ile biliriz. ‘Serhıldan’, ismi gibi haksızlığa boyun eğmeyen, başkaldıran ve bunun için hayatını mücadeleye adamış değerli bir arkadaş, yoldaştır. Onu 3 buçuk ay yaralı halde tecritte kaldığım Menemen R Tipi Cezaevi’nden tekrar Bakırköy’e gelirken tanıdım. Kendisi de Alanya L Tipi’nden sürgün edilmişti, kısa bir zaman birlikte (4 ay) kalmışsak da çok şey sığdıran, yanındaki arkadaşlarına hep candan yaklaşan bir insandı. Serhildan arkadaşı yalnız yakalamak mümkün değildi. Herkesle sürekli bir paylaşım ve dayanışma içerisindeydi. Mesela avluda yalnız volta atanı görse hemen yoldaşı olurdu. Küçük bir bedeni ama kocaman bir yüreği vardı. İçine güzel olan her şeyi sığdırmış, bilgiyi kendine rehber edinmişti. Kütüphane gibiydi. Paylaşımı çok severdi. Çok okumuş ve çok geliştirmişti kendini. Gözleri Mezopotamya gibiydi, coşkun nehirler dört mevsim baharı barındırıyordu. O derinliği yakalamak çok kolaydı. Çünkü yanındaki herkese sıcak ve yoldaş tavırlarıyla bunu gösteriyordu.

KABUK BAĞLAYAN YARASINA DEĞDİ

İlk başlarda dikkatimi çeken benimle göz göze gelmekten kaçan bakışları oldu. Önceleri içerlendim tabi ama yine de yakınlaşma çabam devam ediyordu. Bir kaç gün böyle devam edince dayanamadım ‘sen benden niye kaçıyorsun’ dedim. Göz göze geldik bir süre. Sadece sustu. Akşam kaldığım odaya geldi. Çok ama çok mutlu olmuştum, onunla yalnız kaldığım için tabi. Sonra başladık sohbet etmeye, bana gözlerini kaçırma sebebini izah etti. Meğer benim yaralarım onun yaralarına değip derinleştiriyormuş. Birimiz taze yara diğeri ise kabuk bağlayandı. Hayatın bizi buluşturduğu an ve mekan, özgür tutsaklık çerçevesinde aslında duvarları delip sonsuz bir yaşamın kollarına bırakıyordu kendini. Yaralı bir yoldaşının derdini iyi bilen ve dayanışmayı çok iyi sağlayan biriydi. Hasta arkadaşlarını en iyi anlayandı. Bu temelde paylaşmayı esirgemezdi.

ONURUNU BAŞ ÜSTÜNDE GEZDİREN

Serhildan, insan kalabilmek için onurunu baş üstünde gezdiren biri. Bu uğurda yaşamı uğruna ölecek kadar seven yoldaşların yoldaşıdır. Zindanda insanı ayakta tutan dayanışmadır, paylaşımdır, yoldaşlıktır… Bunlardan biri eksildiğinde nefes almaktan soyutlanıyorsunuz.

TECRİT İNSANLIĞA İHANETTİR

Tecrit, bu üç kavramı imha üzerine kurulmuş, insanlık dışı bir sistemdir. Bunu kısa süreli de olsa bizzat yaşadım. Üstelik yaralı ve bakıma muhtaç haldeyken. Halen aynı durumu tekrar tekrar yaşatan bir zihniyet mevcut. Tecrit özelde İmralı’da, genelde tüm Türk cezaevlerinde sistematik bir şekilde uygulanıyor, ağır hasta tutsaklara bile. Bir gün, bir saat bile olsa yaşam haklarından mahrum bırakılmak insanlığa ihanettir. Bunun uygulayıcıları da hiçbir zaman ‘ben insanım’ dememeli. Zaten cezaevindeki mahpusları yargılıyorsun, üstüne yaşam haklarından mahrum bırakıp ayrıca cezalandırmak neyin öfkesidir? Sadece yasalarına sahip çıkıp uygulasalar sorunları en aza indirecekler ama yapmıyorlar.”