Zehra Doğan: Sessizliği yıkmalıyız

Yaptığı haberler ve resimler yüzünden tutuklanan ve yakın zamanda tahliye olan Zehra Doğan, Leyla Güven öncülüğündeki direnişe dikkat çekerek, bu 8 Mart’ın Kürt kadınları için önemini vurguladı ve “Bu sessizliği yıkmamız gerek” dedi.

Gazeteci ve ressam Zehra Doğan, neden kadın resimleri çizdiğini, kadın gazeteciliğinin kendisine kattıklarını, Leyla Güven’in başlattığı açlık grevinin kadınlar için ne anlama geldiğini anlattı.

KHK ile kapatılan Jin Haber Ajansı (JİNHA) muhabiri Zehra Doğan, Mardin’in Nusaybin ilçesinde sokağa çıkma yasağı döneminde yaptığı haberler ve sosyal medyadan paylaştığı resimler gerekçe gösteriler “örgüt üyeliği’ ve “örgüt propagandası” suçlamalarıyla tutuklandı. Aralık 2016’da görülen ilk duruşmada serbest bırakıldı. Hakkındaki “örgüt üyeliği” suçlaması düşse de “örgüt propagandası”ndan verilen hapis cezası kesinleşti ve 2 Haziran 2017’de yeniden tutuklanarak Diyarbakır Cezaevi’ne gönderildi. Cezaevinde boyalar verilmeyince birçok yöntemle resimler çizdi ve dışarıya ulaştırdı. Leyla Güven, Sîsê Bingöl ve daha birçok kadını, resimleriyle anlattı.

GURBETELLİ ERSÖZLER’İN MİRASI

“Zehra neden hep kadınları çiziyorsun” diyenlere ‘Yüzyılladır köleleştirilen ve kendi öz dinamiğini ortaya koyanları çizmek istiyorum’ diye cevap veriyor. Zehra’nın resimlerinin odağına kadını koyan şey ise hem mücadelesini verdiği hem de haberini yaptığı ‘kadın gazeteciliği’ süreci oluyor. “Gurbetelli Ersözler ve Şilan Araslardan aldığımız bir mirastı bu” dediği kadın gazeteciğini şöyle anlatıyor: “Kadın odaklı gazetecilik yapmak üzere 8 Mart 2012’de JİNHA kuruldu, ilk olarak beş kişiyle başlamıştık. Bizim için hem zorlu hem de iddiası büyük olan bir girişimdi. Çünkü Gurbetelli Ersöz’ün, Şilan Aras’ın bu proje üzerine kafa yorduğunu ve bunu hayata geçirmek için birçok şey yaptığını ama ne yazık ki gerçekleştiremediklerini biliyorduk. Onların ve daha birçok kadının mirası diyebileceğimiz bir adımdı bu. Ajans kurmak başlı başına zorken sadece kadın haberleri ve beyanlarının yer aldığı bir ajans kurmak hem çok zorlu hem de heyecan verici bir süreçti. Çünkü Türkiye’de bir ilktik; hatta dünyada da öyle, çünkü herhangi bir örneğini görmediğimiz için en azından böyle diyoruz. Biz ilk başladığımızda aslında yoğun bir katılım ve heyecan da bekliyorduk ama bu olmadı. Zorlu bir süreçti, bu yüzden beş kişi başladık bu işe. İşimiz daha da zorlaştı.”

KADIN HABERCİLİĞİ MÜCADELE ALANIDIR

Zehra, gazeteciliği sadece meslek olarak görmediğinin altını çiziyor. Kürt kadın hareketinden gelen bir mücadele alanı onun için kadın odaklı haber yapmak. Zorluğu da buradan geliyor. Zira habere ilk gittiklerinde “erkeklerin gözü üzerimizdeydi” diyor ve anlatmaya devam ediyor yaşadıkları süreci: “Hep bizi izliyorlardı ‘nasıl yapıyorlar acaba’ diye. Daha kamerayı koyarken bile gelip ‘Yanlış yaptın, şöyle konulur, böyle tutulur’ diye daha habere başlamadan müdahale ediyorlardı. Hal böyleyken haberlerimiz çok göz önünde olmuyordu. Kadın haber yaptıysa muhakkak doğruluk payı yoktur gözüyle bakılıyordu. Bunu yapabileceğimize dair güven azdı ama kırmak için çok çalıştık. Erkekler günde 6-7 saat çalışıyorsa biz tüm günümüzü verdik. Sonrasında kadınlar gelmeye, bizimle çalışmak istemeye başladı. Aradan geçen bir yılın sonunda artık bir kadın haber ajansından söz eder olmuştuk, diğer kadınların da katılımıyla. Kendi haberlerimizi, kendi kavramlarımızı yarattık, içi boşaltılmış kavramların ne kadar tehlikeli olduğunu anlattık bir şekilde. Hem mücadelesini verip hem de haberini yaptık. Biz sadece gazeteci olarak bakmıyorduk, aynı zamanda kadın hakları için mücadele veren kadınlardık, elbette Kürt kadın hareketinden doğru.”

MAĞDUR DEĞİL, DİRENİŞÇİ BİREY

“Şengal Katliamı, Kobanê direnişinde kadınlar olarak daha iddialı olmaya başladık. Çünkü Rojava bir kadın devrimiydi. Hatta JİNHA olarak oraya giden ilk gazetecilerdeniz. Şengal’i de çok yakından takip ettik. Orada köleleştirilmiş, tecavüze maruz kalmış Êzidî kadınların izini sürmek için çok emek verdi” diyen Zehra, Şengal sürecini anlatırken özellikle kadınlara yönelik kullanılan haber diline dikkat çekiyor. Bu haber dilini büyük oranda engellediklerinin de altını çiziyor: “Özellikle Êzidî kadınlar üzerinden çok tehlikeli haberler yapılıyordu. Tecavüz ayrıntılı bir şekilde anlatılıyordu, magazinsel boyutları ön plana çıkarılıyordu. Bunlar da sadece çok okunması için yapılan şeylerdi. Ben eminim ki bu dönemde JİNHA olmasaydı çok daha kötü yayınlar ortaya çıkardı. Bunu Kürt basını için de söylüyorum. JİNHA buna engel oldu. Magazinsel tarafını katmadan, kadının öz direnişini ortaya çıkaran ve tecavüze maruz kalsa da köleleştirilmiş olsa da aslında o kadının zavallı olmadığını, direnişçi ve birey olduğunu yayınlarımızda hissettirdik.”

KADINI ÇİZMEK BENİM TERCİHİMDİ

Konu elbette cezaevinde ve öncesinde çizdiği resimlere geliyor. Resimlerde neden sadece kadın olduğunu, neden resim çizdiğini anlatırken kadın gazeteciliği ve mücadelesinin bundaki etkisini özellikle belirtiyor: “Çünkü sen kendine sadece bir gazeteci değil, mücadele kimliği ile bakıyorsun. Benim de oradaki arkadaşlarımın algısı da haliyle bu yönde oldu. Şengal’i çizerken oradaki kadını anlatmak istedim ya da Cizre’de, Nusaybin’de… Evet, orada erkekler vardı ama ana tema ve vurgu kadınlardı. Birçok kişi soruyor ‘neden erkekleri de çizmiyorsun?’ diye. Hayır, çiziyorum ama odakta kadın var. Bu zaten benim kendi seçimim. Yüzyıllardır köleleştirilmiş ama buna rağmen kendi öz dinamiğini de gerçekleştirmiş kadından bahsediyoruz. Mücadeleci kadınların var olduğunu ben de naçizane çizgilerimle göstermeye çalışıyorum. Herkes kendi yeteneği doğrultusunda zaten bu mücadeleye bir şeyler katıyor.”

JİNHA’DAN DOLAYI ORADAYDIM

Zehra’nın resim çizmek için birçok yöntemi kullandığını, bunu yapmak için inat ettiğini ve resimlerini dışarıya ulaştırdığını biliyoruz. Zehra, bunun sadece kendi inadı olmadığının altını çiziyor. Orada Zehra olarak değil, JİNHA olarak bulunduğunu belirterek, şöyle izah ediyor: “Gazeteci ya da JİNHA gibi bir kurumda olmasaydım yine resim yapmak konusunda inatçı olacaktım ama bu şekilde yansımazdı. Çünkü ben tutuklandığımda orada Zehra olarak bulunmuyordum. Ben JİNHA’dan dolayı oradaydım. Ben asla kendime tek başına Zehra gözüyle bakmadım, kadın mücadelesi içerisinde yer alan biri olarak baktım. Dolayısıyla bir mücadelede yer alan kadın ne yapabilir, onu düşündüm ve o doğrultuda hareket ettim. Ben orada da JİNHA’yı ve arkadaşlarımı temsil etmeye çalıştım. Evet resim yaptığım gibi çok absürt bir gerekçeyle içerideydim, bu üzülecek bir durum ama JİNHA bunun aksini öğretti bana. Hatta orada çalışmış bu şekilde tutuklanmış hiçbir arkadaşımız bunun hüznünü, çaresizliğini hissetmedi. Ben de yaşamadım.”

RESİMLERDE KOLEKTİF ENERJİ

Cezaevindeki arkadaşlarının resim yapmak konusunda kendisine çok yardımcı olduklarını ve teşvik edici yaklaştıklarını ifade eden Zehra, şunları paylaşıyor: “Birçok arkadaşım aklımın ucundan geçmeyecek renkleri bana buldu, mesela Zöhre Hoca vardı o yönlendirdi ve ‘Zerdeçaldan sarı olur’ dedi. Şimdi milletvekili olan Saliha Aydeniz, Leyla Güven hep destek verdi. O resimler, altında benim imzamı taşıyan bir ürün olarak ortaya çıksa da kesinlikle tek başına bir Zehra Doğan işi değildi, orada kolektif bir enerji ve emek vardı. Belki de bu yüzden çok dikkat çekti. Bir ayrıntıyı başka birinin önerisiyle yapıyordum ya da herhangi bir resimde ‘bu olmadı hadi yenisini yap’ diyordu bazı arkadaşlar. Belki de bu denilmeseydi ben o işi tamamlanmış olarak bırakırdım ama bunlar beni ilerletiyordu. Sürekli daha doğrusunu bulmaya sevk ettiler, resmin bir arayış olduğunu öğrettiler. Ben üniversitede resim okudum ama bunun böyle olduğunu gerçekten bilmiyordum. Ben resmin bir hakikat arayışı olduğunu cezaevinde öğrendim. Dolaysıyla onun da bir mücadele alanı olduğunu gördüm. Leyla Güven’in resmini çizdiğimde sosyal medyada nasıl bir etki yarattığını gördükçe cezaevinde çok daha farklı şeyler yapabileceğimi düşündüm. Yine Sîsê Ana’nın resmini çizdikten sonra birçok mektup aldık. Diğer birçok başka tutsak onu resmedip yolladı bize. Bu var olan devinimi daha güçlü ortaya çıkarınca elbette bundan mutluluk duyuyorsun.”

HEM ÖĞRENEN HEM DE ÖĞRETEN: LEYLA GÜVEN

Zehra, şimdi açlık grevinde olan ve Diyarbakır Cezaevi’nde birlikte kaldıkları Leyla Güven’i heyecanla anlatıyor. Onu tanımaktan onur duyduğunu vurgulayarak, şöyle konuşuyor: “Biz cezaevinde Leyla Güven’den çok şey öğrendik. Tüm deneyimlerini bizlere anlatır ve bunlardan bir yol çıkarmamızı isterdi, bize de ‘sizler de anlatın ben de bilmek ve öğrenmek istiyorum’ derdi. Hem öğrenmeye hem de öğretmeye çok açık olan bir kadın. Diyarbakır Cezaevi’ne geldiğinde bile birçok şey değişti, biz kadınlar iyi bir ortam kurmuştuk ama o geldikten sonra daha çok etkinlik, okuma birçok şey yapar olduk. Ben inanıyorum ki öğretmeye devam edecek. Leyla Güven’i son gördüğümde çok etkilendim ve oraya ziyarete giderken onu çok üzeceğimi, ağlayacağımı düşünüyordum ama onun öyle bir enerjisi var ki ve bunu öyle bir yansıtıyor ki üzülemiyorsun. Karşında açlık grevine girmiş bir insan var, sağlık açısından kasları erimeye başlamış, bambaşka biri bedende ama sana güç veriyor. Gurur duydum onu tanımaktan. O sevginin onurunu yaşadım. Sen onu seviyorsun, o da seni ve hatta tüm kadınları seviyor, bu çok gurur duyulası bir şey.”

BU 8 MART KÜRT KADINLARI İÇİN ÖNEMLİ

Zehra, kendisine ve cezaevindeki kadınlara kattıklarını anlatırken Güven’in başlattığı açlık grevine, zindanlara da daha çok sahip çıkmanın önemine işaret ediyor. Bu 8 Mart’ın, Kürt kadınları için gerçekten bambaşka olduğunu ifade ederek, şunları ekliyor: “Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan bir açlık grevi söz konusu. Leyla Güven, Kürt kadın hareketinden gelen devrimci bir kadın. Bugün zindanlarda 8 Mart çok daha farklı şekilde kutlanacak, açlık grevindeki kadın arkadaşlarımızın sayısı erkeklerden daha fazla. Leyla Güven’in talebi, hepimizin; bu yüzden cezaevlerine daha çok sahip çıkmamız gerekiyor. Buradaki tüm halkların talebi. Her ne kadar terörize edilmeye çalışılsa da çözüm sürecinde gördük ki Kürt, Ermeni, Süryani, Türk, Laz, herkes barış istiyordu. Bu sessizliği yıkmamız gerek.”