Ayça Damgacı: Haberler, dizilerden daha çok uyuşturuyor

Ayça Damgacı: Haberler, dizilerden daha çok uyuşturuyor

Oyuncu Ayça Damgacı, televizyon dizilerinin izleyiciyi uyuşturduðunu ancak bunu, ana akım medyanın haberlerle daha iyi başardıðını söylüyor. ANF'ye konuşan Damgacı, bir oyuncu olarak, 'muhafazakarlıðın oluşturacaðı sansür ortamı'ndan endişe duyduðunu belirterek, 2009'daki bir anısını anlatıyor: "...Bir bürokrat sadece filmin broşür yazısını okudu ve ‘daha 2 gün önce 11 şehit verdiðimiz bir ülkede Türk kızının bir Kürde aşık olduðu film programda yer alamaz’ dedi."

Sinema, tiyatro ve dizi oyuncusu Ayça Damgacı ile sanat ve egemen siyasetin sanat üzerindeki etkisini konuştuk...

- Ýktisat okurken, tiyatroya geçiş yaptınız. Sanatın hangi çekici yanına kapıldınız da; bugün bir ekonomist deðilsiniz?

Ben iktisat okuyamayacaðımı ve iktisatçı olamayacaðımı herhalde okulun ilk 6 ayı içerisinde anlamıştım. Ama 2 sene kadar dikiş tutturmaya çalıştım. Sonra okulu bıraktım ve çalışma hayatına atıldım. Para kazanmak için. Ama ‘neci’ olacaðıma karar vermem ya da bir ışık görmem epey zaman aldı. Kendimi Beyoðlu’nun arka sokaklarına atıverdim. Aynı benim gibi ne olacaðına karar verememiş, müzik yapan sanatsal uðraşlar içinde olan bir grup insanla tanıştım. Ben ve benim gibi özgürleşmenin yollarını sokakta arayan insanlar topluluðu diyelim. Çok farklı etnik-sosyo-ekonomik çevrelerden bir sürü genç insan… Özgürlük ve kendini özgürce ifade etmek, meşk etmek, şarapla ya da sanatla kendinden geçmek, zamanın ve ailenin ve okulun aðırlıðını unutabilmek mümkün müydü ki? Ýşte böyle gecelerden birinde o zamanlar hemen her anı beraber geçirdiðim arkadaşlarımdan birine, bir rock grubu sahneye çıkma hazırlıkları içindeyken aslında tek hayalimin orada olma olduðunu söyledim. Öylece çıkıverdi aðzımdan. Sonra sokaklardan tanıştıðımız diðer arkadaşlarım seferber oldu; birlikte şarkı söyleyebileceðim grup ve kişiler bulmak için. Böyle başladı.

-Peki, tiyatroya katılım?

Sonra bu bahsettiðim gruplardan biri müzikal yapmak istiyordu. Bu durumda işin içine sahnede oynamak da girdi ve derken, nerede tiyatro yapabilirim diye araştırırken kendimi terk ettiðim iktisat fakültesinin öðrenci kulübünde buldum. Yani ÖKM’de başladı her şey. ÖKM o dönem Metin Göktepe’nin fotoðraf kulübünde olduðu, sinema kulübünde Pasolini’lerin gösterildiði altın dönemini yaşıyordu. Yani aslında müzik yapıyor, şarkı söylüyor olmak hayali ile başladı ki sonra bir müzik grubu kurduk ve Kürtçe, Ermenice, Rumca, Çingenece şarkılar söylüyorduk. Göçebe Şarkılar'dı grubumuzun adı. Aslında bir sanatçı doðuda olduðu gibi komple bir sanatçı olmalı. Ozan, müzisyen, yazar… Ýran’a ve Irak Kürdistan’ına baktıðında çoðu sanatçı böyle. Hem de çok yetenekliler her dalda. Hayallerin şarkısı da olur, yazısı da şiiri de aynı anda, yeter ki bunları dile getireceðin bir gelenek içinde yaşa. Yoksa Ýstanbul gibi bir metropolde, Kemalist tornadan ve orta sınıf ahlakından geçmişsen; geçmiş olsun. Kendini keşfedebilmek için ne içsen az...

'ANAHABER BÜLTENLERÝ DÝZÝLERDEN DAHA FAZLA UYUŞTURUYOR'

-Tiyatro, sinema ve televizyon dizilerinde de, rol üstleniyorsunuz. Galiba, dizilerde rol alan pek çok oyuncu televizyonu, kendini ifade edemediði alan olarak kabul ediyor. Sizin için fark nedir?

Bu konuda kararım kesin: Oyuncu her yerde aynı titizliði göstermekle yükümlü. Seçeceksin, seçici olacaksın. Tiyatro eðer 1 numaralı uðraş ise ve bir oyundaki rolü seçerken/icra ederken nasıl titizleniyorsan sinemada da böyle olmak lazım. Televizyon daha farklı görünebilir. Ama mesela ben totaliter, milliyetçi, homofobik, transfobik hiçbir şeyde oynamam. Oynayamam. Çekim günü hasta falan olurum ya da yolda otobüs çarpar. Bunun dışında orta düzeyde bir iş bile olsa kendi yorumunu, katkını sunarak alın akıyla çıkılabilir diye düşünüyorum. Aslında ahkam kesmeyeyim hiç başıma gelmedi ama epey proje reddettiðim oldu içindeki bir cümle ya da durum yüzünden…

-Televizyon dizilerinin sayısındaki yoðunluk, malum. Hem de sürelerinin, izleyenin 'gününü bitirecek kadar' uzun olduðu aşikar. Klasik bir kabulden yola çıkalım; bir uyuşturucu görevi mi hakim?

Bana göre ana haber bültenleri daha fazla uyuşturuyor çünkü ana akım medyanın kartelinde neyi haber yapıp neyi yapmayacakları. Bir dolu bilgi bombardımanı, ajitasyon, pompalanan milliyetçilik çok daha zararlı. Hiç olmazsa dizi zararsız. militarist ve milliyetçi dizileri tenzih ederek söylüyorum.

-Buna raðmen, oyuncu için dizi 'ticaretin sanatı maðlup etmesi' niteliði taşır mı?

Ben 'dizi gelse de para kazansam' diye düşünmüyorum. Şöyle güzel bir proje olsa da bol bol çalışsam diye arzuluyorum. Tiyatrodan da emeðimin karşılıðını almak istiyorum sinemadan da diziden de. Ha birinde 10 kazanırsın diðerinden 3. Ama bile isteye severek oynadıðın bir iş olur. Kimse hiçbir şeye mecbur edilmiyor bir kere. Sadece insanlar çok para kazanmak istiyor. Bir ev daha, bir araba daha, bir arsa daha... Hayatını idame ettirecek kadar kazanmak diye bir mefhum kalmadı bence. Sürekli yukarıya çekilen bir çıta. Beri yandan da kimin sigortası ödeniyor ki acaba? Devlet ya da Şehir Tiyatroları oyuncusu deðilsen nereden emekli olacaksın? Hiçbir dalda sosyal güvencen yok ki. Böyle bir güvensizlik ortamında sanat yapmak adına ‘düşük bütçeli’ işlerde bedava mı çalışılsın yani? Sinemada mesela her şeye (para var (ışık, dekor, yönetmen, ekipman kirası vs.) para var ama oyuncuya gelindiðinde, bütçe yok! O zaman animasyon çeksinler ne diyeyim... Tiyatro ise hepten fena. Tiyatro yapabilmek için dizilerde oynamak daha da saçma! Realite bu da olsa bence herkes emeðinin karşılanacaðı bir dünya üzerinde ısrar etmeli. Sen oynamazsan başkası oynayacak duygusu yaşamamalı. Bu insan/şirket parasını vermezse kimse oynamaz diye bir inanç olmalı.

'BÝR TÜRK KADININ KÜRDE AŞIK OLMASINA, FÝLMDE BÝLE TAHAMMÜL YOK'

-Sanat, doðarken bile medeniyetin sadece deðerli deðil, etkili unsuruydu da. Antik Yunan'da örneðin... Devlet insanlarının tiyatroda sergilenenlerden, ülke yönetimindeki önemli basamaklarda yararlandıðını görüyoruz. Bugünse, mümkün deðil gibi. Gerilemeyi neye borçluyuz?

Bu konuyu hangi coðrafyada tartıştıðınızın önemi var. Totaliter bir siyasi sistemden bahsediyorsak zaten kendi ideolojik aygıtlarıyla halkının tepesine dikilmiş hiçbir hükümetin bir sanat yapıtından etkilenmesi söz konusu olamaz. Antik Yunan’da ise tek kitlesel araç tiyatro idi, onun da arındırıcı bir etkisi vardı. Tanrılarla yarış edilemeyeceðini ya da tanrı yazgısına karşı çıkmanın trajik hataları gözler önüne serilirdi. Ama mesela komedyalarda da sonuna kadar hiciv edilirdi. Ama işte orası bir arınma yeriydi belki mizahla, baskıya ve adaletsizliklere tahammül etmeyi öðreniyorlardı. Ya da Shakespeare döneminde… Öyle bir oyun seyrediliyordu ki seyirciler halkla birleşip kralın sarayına karşı yürüyüşe geçebiliyordu. Ama burada tiyatronun beden bedene yaşanan o diriltici tecrübesini yabana atmamak lazım. Sinema için aynı şeyi söyleyemem. Karanlık bir salonda kendinle baş başasın. Daha pasifize eden bir yanı var sinemanın.

Sanırım bir ayrışma çaðındayız. Her şey farklı ve birbiriyle baðlantısı olmayan kutucuklara hapsedilmiş. Kaç tane siyaset insanı sanatsal faaliyetlere katılıyor ki mesela? Olsa olsa gazeteden falan okuyorlardır hangi film ya da oyunda ne eleştiriliyor diye. Hiç unutmam; 2009 senesinde 'Gitmek' filmi Ýsviçre’de bir festivale katılacaktı TC Kültür Bakanlıðı'nın katkısıyla gerçekleşen. Bir bürokrat sadece filmin broşür yazısını okuyor ve ‘daha 2 gün önce 11 şehit verdiðimiz bir ülkede Türk kızının bir Kürde aşık olduðu film programda yer alamaz’ diyor. Ve vahim olan da festivali yapan Ýsviçreli kurum paracıklardan olmamak için bunu kabul ediyor. Ama olayı, filmleri gösterecek olan sinema salonları ifşa ediyor ve büyük bir kriz patlıyor. Bu sebeple bir yapıtın siyaseti etkileyebilmesi için önce görünür olması gerekiyor. Yani görünürlüðünün kabul edilmesi. Mesela benim Recep Tayyip Erdoðan ve sinema konusunda tek hatırladıðım, ‘Babam ve Oðlum’ filmine gidip halktan bir sürü kişi gibi aðlamış olduðunu belirtmesi. Yani o zaman bir yarış vardı ya o film için kimileri dram seviyesi yüzünden nefret ediyor kimileri de aðlıyordu. Siyasetçiler çok meşgul sanatla ilgilenmek için başka öncelikleri var!

'ŞÝDDETÝN ALLAHINI GÖRENLER!'

-'Kürt karakteri' ya komedi unsuru, ya da acınacak-perişan haliyle seyrediyoruz, sadece. Herhalde haksız bir gözlem deðil...

Kesinlikle deðil. Bundan ben de rahatsızım. Sadece etnik farklılıklar üzerinden de kurulmuyor. Şişmansan yine komedi unsurusun, sarışınsan aptalsın, kelsen şöyle, gözlüklüysen böyle… Orta oyunu sanki. Her şey iki boyutlu. Aynı şey eşcinseller için de geçerli, karakteri komik yapmak istiyorsan ‘nonoş’ yapacaksın, travesti yapacaksın. Ya da Kürt yapacaksın aðır bir aksan ile konuşan, ya da peltek... Zaten hayatta 'şiddetin Allah’ını gören' insanları bir de komedi unsuru yapmak tam da egemen orta sınıf eðlence anlayışına yakışır bir şey. Onları marjinalize edeceksin ki kendinin ‘normal’ olduðunu bir kere daha teyit edesin…

-Sanatın 'devletle ilişkisi' kadar, halkla teması da önemli. Sanatın halklaşması için öneriniz nedir?

Sokak kelimesi uzun zamandan beri aklımdan çıkmıyor. Ha '70’lerin ajit prop işlerinden bahsetmiyorum. Korunaklı/ayrıcalıklı alanlardan çıkıp sokaða dönmek. Yani ben bunun peşindeyim son zamanda.

-Türkiye'de, mesleðiniz bakımından bir tedirginlik döneminde misiniz?

Evet. Ciddi bir komisyon toplayıp Kültür Bakanlıðı'na gidip yeni yönetmeliðin oluşturulmasında aktif bir görev edinmeye çaba gösterilmeli. Kendini ve meslektaşlarının haklarını korumak adına. Bir uzlaşmadan bahsetmiyorum. Tam tersi iletişim dolu ama kıran kırana bir mücadeleden söz ediyorum. Diðer yandan da muhafazakarlıðın oluşturacaðı sansür ortamı beni de endişelendirmiyor deðil. Hem de bunu ilk elden yaşamış biri olarak. 2010'da Özen Yula’nın ‘Yala Ama Yutma’ oyununu sergileme serüvenimizde başımıza gelenler, malumunuz. Mesele muhafazakarlıðın her türlüsüyle mücadele etmek aslında. Sosyalist olanıyla da, Kemalist olanıyla da, Müslümanlık üzerinden kurulanıyla da…

-Kürt illerindeki sanatsal faaliyetleri takip ediyor musunuz?

Maalesef son dönem hiç takip edemiyorum. Öncelikli olarak hep savaş haberleriyle, ölümlerle, saðlar mı salimler mi onunla ilgileniyorum! Arada kısa filmler izlediðim oluyor. Bir de yakın zamanda Diyarbakır Şehir Tiyatroları'nın Antigone’sini izleme şansım oldu. Oralara gitmeden bunu takip edebilmek zaten mümkün deðil bence. Uzun zamandır da fırsatım olmadı ne yazık ki…

'ÝSTÝKLAL'DE PROTESTOYA KATILSAM BU ACIYI ANLAR MIYIM?'

-Roboski katliamı işlendiðinde, birkaç sanatçıyla katliam bölgesini ziyaret eden ekibin arasındaydınız. O günden bu yana, Roboski'nin nüfusunun azalmasıyla kaldı, her şey! Bu, umudunuzu köreltiyor mu?

Umudumu da köreltiyor bazen öfkemi de artırıyor. Ama korunaklı alanlarımızda ne kadar üzülsek, ne kadar ses çıkarsak yeterli deðil. Yeterli olan nedir onu da bilemiyorum. 25 gün boyunca çatışma altında yaşayıp evim, baðım bahçem, hayvanlarım yakılsa ne yapardım acaba? Gencecik oðullarım füzelerle vurulsa, bedenleri kömüre dönse ben ne yapardım acaba? Bu acıya nasıl katlanılır? Ben şimdi buradan imza kampanyalarına katılsam, Ýstiklal Caddesi'nde protestoya katılsam anlayabilir miyim ki bu acıyı? Bu ölümlerin yasını nasıl ve ne zaman beraberce tutabileceðiz, onu bekliyorum...

-Kısa vadede hangi işleriniz gündemde olacak?

Şimdilerde Yozgat Blues isimli bir sinema filminde oynadım, Mahmut Fazıl Coşkun’un. Sanırım festivallerde 2013 gibi belirir. Bir de bir tiyatro oyunu oluşturmak için çalışıyorum. Ýki yazar ile. Ama tam da bir önceki sorduðunuz soru ve benim verdiðim cevaplarla ilgili yazılacak bir oyun olacak. Tek kişilik bir kadın oyunu. Türkiye’nin birçok yerini gezip, meydanlarda ya da özgün mekanlarda oynamayı düşünüyorum.