Bugün bana rehberlik yapan bir arkadaşla artık sayıları gittikçe azalan birini ziyarete gidiyoruz. Êzîdî Kürt şair Mirazê Cemal. “Deli” de deniliyormuş kendisine. PEN ve Kürt Yazarlar Birliği üyesi. Şiirleri Ermenice ve Fransızcaya çevrilmiş.
Onu bulmak için Erivan’ın yükseklerine tırmanıyoruz. Daha önce yakınından geçtiğim kartal yuvasına benzer panel bloklardan birinde kalıyor. Bu bloklar yüksekten bakınca CCCP harflerinin yani Sovyetler Birliği’nin baş harflerini sembolize eder şekilde yapılmış. Bloklara yaklaşınca aradaki koridorlar dışarının kızgın sıcağından bize kaçış olanağı sunsa da yine de bakımsızlık ve yoksulluk kokan bir havası var.
Bir de on beş kat çıkacağımızı düşünün. Şair sahiden bir kartal yuvasında oturuyormuş. Ben her halinden epey eski olduğu belli olan asansöre bakınca, arkadaşım güven veriyor, bakma böyle olduğuna depremde bir burası sallanmamış diyor. Pek inanmasam da gülümseyip devam ediyorum.
Şair Mirazê Cemal bizi bütün sevecenliğiyle asansörün kapısında karşılıyor. İlk sarılmadan sonra benim Kürtçe bilmediğimi fark ediyor. Biraz şaşkın, hele benim Türk olduğumu öğrenince hafiften geriliyor, ama bu fazla uzun sürmüyor, gülümseyerek “amaan onlardan da iyileri var” deyip bizi içeriye davet ediyor.
Söze başlarken gözlüğünü takıp önceden hazır ettiği şiirlerinden birini bize ağır ağır okuyor, ülkesini doğasını anlatıyor.
ESKERE BOYIK'TEN ETKİLENDİM
Mirazê Cemal artık 73 yaşında. Evinin hali hatıralarıyla yaşadığını gösteriyor. Ama politika konuşmaya başlayınca canlanıyor. Ben yine de önce şiire nasıl merak saldığını öğrenmek istiyorum. ‘’Çocukken’’ diyor, ‘’kendi kendime taşlamalar söyledim. Şiirlerimle alay ettiğim kişiler çok kızardı. Yine de ben bundan zevk alırdım. Belki ilk şiir söylediğim zamanlar 6-7 yaşıma denk geliyordu. Küçükken hiç şair olacağımı düşünmemiştim, Biraz doğal yetenek. Sonraları akademisyenliğinin yanı sıra yazar ve şair olan Eskerê Boyik’ten etkilendim. O alay etmek yerine yeteneğimi daha iyi kullanmam gerektiğini anlattı. Ben de öyle yapmaya çalıştım. Şiirlerimi hep Kürtçe yazdım. Başlangıçta gazetelerde yayınlandı. Şiirlerimden şarkılar yapanlar oldu diye anılarına dalıyor.
Düzenli yazmaya başladığında kimlerden etkilendiği soruyorum, başlıyor saymaya eskilerden Nizami, Hafız, Majakowski, Shakespeare, Cegerxwîn gibi… Ama diyor asıl kendi kendimi okuyarak eğittim. Bunda biz Kürtler arasında dengbêjlerin, hikaye anlatıcılarının katıldığı toplantılar çok önemliydi. Oralarda dinleyerek çok şey öğrendim. Bu toplantılarda Êzîdî büyükleri Şeyh Kamil gibi insanlar da vardı. Onun gibi kişileri dinlemek ben de çok değerli izler bıraktı. Şimdilerde öyleleri kalmadı.
Kürtlükle büyüdüm, yurtsever bir aileydik, Êzîdîyiz aramızda anam tam Kürttü. Onun sayesinde evde kültürümüzü yaşattık. Anam babam her sabah güneşe karşı dua ederdi: “Tanrıya güneşimizi eksik etme ama önce 72 millete ver en son bize” diye dua ederlerdi.
Şiirlerimin odağında Kürtler ve tarihi var. Acılarımızı, yüz yıllardır bize karşı süren zulmü anlatıyorum. Bu sadece Kürtlük meselesi değil, herkesin sorunu, evrensel. Benim milliyetçiliğim ilkel milliyetçilik değil. Bir gün İran’a gitmiştim, bir toplantıya. Bir İranlı siz milliyetçisiniz dedi. Ben de evet öyle biz başkalarının dilini yasakladık, başkalarının toprağını işgal ettik dedim.’’
KARŞIDAKİLERE KÜRTÇE SESLENİRDİM
Laf dönüp dolaşıp sosyalizm zamanına geliyor. Gözleri ışıldıyor. ’’Sovyetler zamanında özgürlük vardı, yazarlara, şairlere değer verilirdi, milliyet ayrımı yapılmazdı, kardeşlik eşitlik içinde yaşıyorduk’’ derken, arada bana çevrilmese de kapitalizme bir iki küfür salladığını anlıyorum.
Devam ediyor, ‘’Sovyet döneminde okumaya yazmaya teşvik vardı. Unutmuyorum, eğitim bakanı Kürtçe eğitim gördüğümüz okula geldi, mutlaka kendi kültürünüzü öğrenin diye bize öğüt verdi. Stalin şimdilerde kötülense de o olmasa belki bu coğrafya hiç ayakta kalamazdı. Hele savaştan sonra gelişmemize çok ön ayak oldu. Ben gençken arasıra Türkiye sınırının olduğu yere giderdim. Yasaktı ama bazen karşıdakilere Kürtçe seslenirdim. Halleri perişandı. Biz ise o dönemde çok rahattık.’’
Ermeni aydınlarıyla ilişkilerini soruyorum, Hovannes Shiraz; Haçiyan Koçar gibileri takdirle anıyor. Onların 1930 Mart’ında Latin alfabesiyle Erivan’da basılan (halen devam eden) R’ya T’eze gazetesinin editörleri arasında yer aldığını söylüyor. Benim açımdan ilginç bilgiler sıralamaya devam ediyor. Örneğin 1921 yılından itibaren Ermeni alfabesiyle Kürtçe eğitime başlandığını, bu konuda Apê Lazo dediği bir Ermeni aydının öncülük yaptığını söylüyor. Ermenilerin Kürt kültürünün gelişmesini desteklediklerinin altını çiziyor.
KÜRTÇE YAZAN, ÇİZEN AZALDI
Ancak 1955’ten itibaren R’ya T’eze Kiril alfabesinde basılmaya başlanmış. Çocukluğumda R’ya T’eze elimize geçince koklardık, bizim için çok önemliydi diyor. Ermenistan’ın bağımsızlığından sonra, şimdilerde ise R’ya T’eze Latin alfabesine geri dönmüş.
Yine aklı eskilere dalıp gidiyor. Sovyetlerin yıkılması Kürtlerle ilgili kültürel çalışmaları çok zayıflattı. Şimdilerde Kürtçe yazan, çizen azaldı. Bir Kurdoloji bölümü var ama eskisiyle karşılaştırınca hiç bir şey. Eskiden sadece tiyatro alanında yüzlerce Kürt sanatçı vardı, şimdi yok. Çok üzgünüm tek ben kaldım Kürtçe yazan şair olarak buralarda….
Arada karşı taraftaki Ağrı dağına bakarak gözlerini gezdiriyor. Bugün biraz sisli iyi görünmüyor. Ama onun aklı orada olanlarda. Orada bir savaş var, her gün katliam var, orada ölen askerlerin de anası ağlıyor. Yazık! Özgür, barışçıl bir dünya olsun yeter artık diyor. Arada büyük özlemini de dile getiriyor. Barış ve eşitliğin olduğu bir dünyada bizim de bir bayrağımız, vatanımız olsun ama yine de hepimiz bir arada özgürce yaşayalım.
Bitirirken yine sözlerini yine bir şiirle bağlıyor, bu kez şiir Kürt coğrafyası üzerine kurulu…
AYKAN SEVER-YENİ ÖZGÜR POLİTİKA