Erkmen: Çîrok toplumun ruhudur
Çîrokbêj Ayhan Erkmen, toplumun ruhu olan ‘çîrok’un, hafızasının ve bilincinin diri tutulmasına da vesile olduğunu söyledi.
Çîrokbêj Ayhan Erkmen, toplumun ruhu olan ‘çîrok’un, hafızasının ve bilincinin diri tutulmasına da vesile olduğunu söyledi.
Binlerce yıldır Kürtlerin yaşadığı acıları, sevinçleri, kahramanlıkları; tüm duyguları günümüze kadar getiren bir sözlü edebiyat geleceğidir çîrok (masal) ve çirokbêjî (masal anlatıcılığı). Kürtler, bu çîrokları, köy odalarında çîrokbêjlerin anlatımları sayesinde günümüze kadar taşımayı başardı. Binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan bu sözlü edebiyat, bugün belki köy odalarında anlatılmıyor ama teknolojiyle birlikte yüz binlerce kişiye bir anda ulaştırılabiliyor. Bu kadim geleneği günümüzde yaşatan ve kitlelere ulaştıran önemli isimlerden biridir Ayhan Erkmen.
1973’te Kars’ın Digor ilçesinin Dağpınar beldesinde doğan Ayhan Erkmen, Hukuk Fakültesi’nden mezuniyetinin ardından Kars merkezde dört yıl avukatlık yaptı. Doğduğu belde olan Dağpınar’da belediye başkanlığını kazanan Erkmen, belediye başkanlığı yaptığı 2011’de tutuklandı.
Erkmen, uzun süredir çîroklar üzerine çalışıyor; hem yazılı hem de sözlü paylaşıyor. Erkmen ile çîrok ve çîrokbêjlik üzerine konuştuk.
Çîrokbêjlik fikri nereden çıktı, binlerce yıldır devam eden bu geleneği sürdürmeye çalışmanız nasıl bir duygu?
Doğduğum köyde elektrik yoktu. Köydeki odalarda dengbêjler stranlarını, çîrokbêjler öykülerini anlatıyordu. Meselelerini anlatıyorlardı, tarihten bahsediyorlardı. O bir şanstı benim için. O köy odası aslında benim için okul öncesi eğitimlerim diyebilirim. İlk öykü seanslarım köy odalarında başladı. Sonra köy odasında dinlediğim öyküleri, odadan döndükten sonra diğer ev halkına ben anlatırdım. Unuttuğum yerlere de yamalar yapıyordum. Yaptığım bu yamalar da beğeniliyordu. Kardeşlerim ve annem, söylediklerimi beğeniyordu. Böylelikle öykü anlatmak yaşamımın bir parçası oldu.
Yaşamın ilerleyen dönemlerinde, kendilerinden öykü dinlediğim çîrokbêjlere olan vefa borcumdan çîrokbêjlik yapmaya yeltendim. Öyküleri yazmıştım aslında ve kitap olarak çıkartacaktım fakat sosyal paylaşım ağlarında, bu işin paylaşılması bana çok etkileyici geldi. Kendimi anlatmak için bir platformdu. İnsanlar okumaktan çok bunları takip ediyordu. Ben de o vesileyle youtube üzerinde öykülerimi anlatmaya başladım. Bir süre sonra insanların dikkatini çekip geri dönüşler başlayınca bu beni daha çok motive etti. Böylelikle çîrokbêjliğe başlamış oldum. Öncesinde dediğim gibi aileme anlatıyordum, büyüdükten sonra eş, dostlara sohbetlerinde sürekli öykü vardı yaşamımda ve sürekli öykü anlatıyordum.
Çîrok ve çîrokbêjlik Kürt halkı için önemli yer tutuyor, bir çîrokbêj olarak bu sözlü kültürün gelecek kuşaklara aktarılması konuşunda bir endişeniz var mı?
Yaptığımız öykü etkinlerinde daha çok gençlerin katılması, ilgili olmaları, sormaları sürekli benimle ilişki içinde olmaları bana ümit veriyor. Şu an belki göz önünde bulunan çîrokbêj olarak bir tek ben gözükebilirim ama onlarca genç öyküler anlatmaya başladı, sürekli bir alışveriş ilişkisi var. Salonları dolduran gençler dediğim gibi bana daha çok güç veriyor, daha çok anlatma, daha çok araştırma şevki veriyor. O anlamda çîrokbêjliğin geleceği açısından da ümitliyim. Tamam, yüzlerce dengbêjimiz var, stranlar söylüyor ama çîrokbêjlerimiz az. Onu çoğaltmamız gerekiyor.
Sizce dengbêjlik ile çîrokbêjlik arasında bir bağ var mı yoksa her ikisi de farklı bir alan mı taşıyor?
Her dengbêj, aslında bir çîrokbêjdir ama her çîrokbêj bir dengbêj değil. Çîrokbêj sadece öyküsünü bilir, stranını söylemez. İkisi sürekli birbirini beslemiş. Çîrokbêjin anlattığı bir çîroktan etkilenen bir dengbêj, ona stran yapmıştır. Benim son dönemde duyduğum, yazdığım ve dinlendirdiğim Siyo ile Zelêxa diye anlattığım dramatik bir öykü var. Ben o öyküyü paylaştığımdan sonra dengbêj Apê Zahir, ona bir stran yaptı. Bu yüzden sürekli iki kültür elçisi arasında alışveriş var, diyebiliriz.
Kürt kültüründe çîrokların çıkış noktası nedir? Toplumun hafızasında korunması neyin sonucu?
Aslında her halkın bir sözlü edebiyatı var. Belki diğer halklar çok erkenden bunu yazıya dökme şartlarına kavuştu. Onlar sözlü edebiyatı Kürtlerden daha önce çekmişler ama bizim halkımızın devletsizliği, yaşam tarzları, belki eğitimin çok yaygınlaşmaması vesilesiyle o sözlü kültür, çok erken yazıyla buluşmamış ama anlatılagelmiş. Dengbêjler, çîrokbêjler, bu anlamda büyük rol oynamış. Dilden dile yayıldıkça da her dengbêj, her çîrokbêj kendi formunu da yaratmış. Bu bir zenginlik aslından. Memê Alan Destanı’na baktığımızda sadece bir Memê Alan Destanı yoktur, birçok versiyonu vardır. Keza Derwêşê Evdê yine öyle. Birkaç versiyonu vardır. Yasaklar da bunu etkilemiş. Son dönemde Kürtçe üzerindeki yasaklar, Kürtçe yazdığınız her şeyin ele geçirilmesi, imha edilmesi bu sefer ezbere daha çok yük bindiriyordu. Bu da sözlü geleneğin ilerlemesine sebep olmuş. Konumuz Kürt edebiyatı ama misal, şair Ahmed Arif’in bile baskılardan dolayı şiirlerini yazıya dökmediğini biliyoruz. Sürekli akılda tuttuğunu, karar kıldıktan sonra yazıya döktüğünü biliyoruz. Kürtler de böyle. Edebiyatla uğraşan çoğu kişinin yazma yeteneği de yok aslında. Şu an bile çoğu dengbêj, okul yüzü görmemiş ama yüzlerce stranı, çîroku ezbere bilir. Dediğim gibi sözlü kültürle kalması, öykülere , destanlara, stranlara bir zenginlik katmış, onlardan bir şey götürmemiş. Aynı öykünün, aynı stranın birden fazla versiyonu var.
Her çîrok birer tarihi belge, her çîrokbêj de birer tarihçi olarak görülebilir mi?
Her çîrokun tarihsel arka planı var. Daha çok geleneksel öyküler toplamanın ötesinde son yüzyılda yaşanmışlıkları öyküleştiriyorum. Bunu öyküleştirirken de anlatıcıların bana anlattıklarının yanında bir de tarihi okumalar yapıyorum. Yani iki giysiyi birlikte giydiriyorum o bedene. Geleneksel öykü formatımızda, içeriğinde de öyle. Derwêşê Evdî’nin öyküsünün bir tarihsel okuması var. Kela Dimdimê’nin tarihsel arka planı var, iskelet odur. Sonra da çîrokbêj/dengbêj ona kendi formunu vermiştir. Formunu verirken de o tarihsel iskelete bağlı kalmıştır. Bu anlamda çîrokbêjler ve dengbêjler tarihe çok ciddi katkı sunmuşlar. Kürtler için bu yüzde 100 böyledir. Dediğimiz gibi yazılı tarihi olmayan bir halkın kendisini anlatmasının yegane aracı sözlü kültürün, sözlü edebiyatın taşıyıcıları olan dengbêjler ve çîrokbêjlerdir.
Çîrok ve çîrokbêjin Kürt halkı ve edebiyatı açısından önemi nedir?
Kürtlerde öykü anlatıcılığı ile diğer halkların öykü anlatıcılığı aynı serüveni paylaşıyor. Şöyle ki; insanlar yaşadıklarını, yaşananları anlatma ihtiyacı duyuyor. Kahramanları anlatmak toplumu diri tutuyor veya hüznü anlatmak insanlara ders oluyor, bahtı anlatmak bir vefa borcu. Bu anlatma ihtiyacı çîrokbêjliğin gelişmesine vesile olmuş. İşte mitolojinin halklar üzerindeki etkisi müthiştir. Newroz öyküsü, Demirci Kawa’nın çıkışı şimdi bile anlatıldığında binlerce yıl sonra insanları etkiliyor, insanlar sokağa dökülüyor, insanlara eylem yaptırabiliyor. İnsanlara bir ruh veriyor. O yüzden toplumun hafızasının, bilincinin diri tutulmasına da vesile oluyor. Toplumun ruhudur çîroklar, stranlar. O ruhla soluk alır verir toplum.
Siz bu çîrokları nasıl buluyorsunuz ve bu konuda nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?
Doğrusu ilk başlarda ben öykü peşine düşüyordum, öykü avcılığı yapıyordum. Son dönemde, son bir buçuk yıl diyebilirim ki, insanlar bana öykü taşıyor. Hiç abartısız, söylemesem vefasızlık olur; dünyanın dört bir yanından öykü taşıyorlar. Yani büyüklerinin seslerini taşıyorlar, büyüklerinin geçmişte tutukları günlükleri taşıyorlar. Bunu bazen sözle, bazen yazıyla gönderiyorlar. Yani bir şekilde bana ulaştırıyorlar. Her öykü anlattığımda çok ciddi geri dönüşler oluyor. Masamın üstünde ilgilenmem gereken yüzlerce öykü var desem abartmış olmam. Kanîreş’in Kargapazar’ında Kasım Demiralp, 1925’lerde doğmuş birisi. Ailesi onun ses kayıtlarını, el yazmalarını, 20 yıl önce kayıt altına tutuklarını benimle paylaştığınca müthiş etkilendim. Yani müthiş bir hazine. Ararat diye gazeteci bir arkadaş var. O bundan 20 yıl önce Zilan bölgesinde köy köy dolaşıp kayıt yapmış. Bugün uğraşmadığından dolayı bu kayıtları benimle paylaştı. Yani bu müthiş bir hazine. Onunla birlikte insana büyük bir yük, büyük bir sorumluluk biçiyor. Bundan dolayı sürekli çalışmanız gerekiyor. O katkıya, o emeğe layık olmak gerekiyor. İnsanlar hazinelerini sizinle paylaşıyor. Yani Kasım Amca’nın yazdıkları bir hazine, paha biçilmez bir şey. Ararat’ın paylaştıkları bir hazine. Diyebilirim ki, yüzlerce insan böyle katkı sağlıyor, destek veriyor.
Yukarıda sözlü edebiyatın/tarihin güçlülüğünün nedenlerini biraz anlattınız ama egemenlerin tutumu ve onlardan korunma çabası da yok mu?
Elbette var. Yasaklar, baskılar sürekli zihinde diri tutmayı gerektirmiş. Egemenliğin ve baskının altındaysanız kendi tarihinizi yazdığınızda ölüm tehlikesi, yargılanma tehlikesi var. Bu yüzden Kürtlerde sürekli bu tarih bilinci yazıdan çok sözlü aktarımla bugüne kadar gelmiş. Şimdi bile ev baskınlarında Kürt tarihi üzerinde yazdığınız en ufak bir materyale el konulabiliyor, imha edilebiliyor, size geri verilmiyor. Bugün bile tarihi birçok şeyi ezberlemek gerekiyor, başka yolu yok. Egemenlerin baskıları, Kürtlerde sözlü tarih, sözlü kültür, sözlü edebiyatın yaygın ve güçlü olmasına vesile olmuştur.