‘Gava Şitil Mezin Dibin’ seyirciyle buluşuyor
‘Gava Şitil Mezin Dibin’ filmi, bugün gösterime giriyor. Film, gündelik yaşamın sadeliği içerisinde Rojava Devrimi’nin ürünü olan fedakarlığı, emeği, paylaşımı ve sevgiyi yansıtma çabasında.
‘Gava Şitil Mezin Dibin’ filmi, bugün gösterime giriyor. Film, gündelik yaşamın sadeliği içerisinde Rojava Devrimi’nin ürünü olan fedakarlığı, emeği, paylaşımı ve sevgiyi yansıtma çabasında.
Rojava Devrimi, birçok yazımsal ve görsel çalışmayla da ifadeye kavuşuyor. Total anlatımların ve büyük kahramanlık öykülerinin ardında süregiden Rojava Devrimi’nin toplumsal yaşamdaki karşılığını, sıradan insanların günlük yaşamını konu edinen “Gava Şitil Mezin Dibin” (Fidanlar Büyürken) filminin galası, bugün Kobanê Baqî Xido Kültür Merkezi’nde gerçekleşiyor. Filmin galası, geçtiğimiz haftalarda Hesekê ve Kobanê'de Türk devletinin hava saldırılarında katledilen çocuklara atfedildi.
Yönetmen Rêger Azad Kaya, devrimin toplumsal halini en yalın ve sade şekliyle ifadeye kavuşturduğu filmini ve çekim sürecini anlattı.
Filme geçmeden önce, sinema serüvenin nasıl başladı, sinemaya olan ilgin, duygularını, ideallerini sinema aracılığı ile anlatma fikri nasıl gelişti?
Her şeyden önce sanat bir ifade biçimi, bir dışavurum. Binlerce yıldan beri üretilen bütün sanat ürünleri bir şeyleri anlatma çabasında, var olma çabasında. Buradan doğru baktığımızda, benim de sinema ile olan ilişkim esasında böyle başladı. Bu, geride hatırlanmaya değer bir şeyler bırakmak gibi kabaca bir var olma çabası değil. Çok daha önemlisi daha yaşanılabilir, sevgiyle örülen bir dünya yaratma çabası ideali. Buradan doğru bir şeyler anlatma çabası, bir derdin ifadesi olarak başladı.
Henüz lise yıllarındayken tanıştığım devrimci düşünceler ve sınıf sorunları, ezilen halkların sorunları, sömürge düzeni bunlara dair bir mücadele yürütme gereksinimi vardı. Beni de bu mücadele içinde nerede olacağım, bunun nasıl parçası olabilirim diye düşüncelere sevk etmişti. Sinemayı bu anlamda biraz daha etkili bir araç olarak gördüm. Herkesin çok bildiği Yılmaz Güney filmleri, evlerde gizlice izlenen elden ele dolaşan Halil Dağ filmleri çok büyük etkiler uyandırıyordu. Bende de, çevremde de... Bunları görebiliyorduk. Bundan doğru sinema yapma istemi gelişti, peşi sıra üniversitede sinema okumaya başladım. Ardından Kürdistan’a geziler düzenleyerek, bazı TV kanallarına dokümanterler çekerek somut olarak sinemaya giriş yapmış oldum. Rojava Devrimi ile Rojava’ya gelip yerleşerek burada sinema çalışmalarına başladım. Burada da bir süredir, birçok kısa ve uzun metraj filmlerde çalıştıktan sonra 2019 yazında ‘Gava Şitil Mezin Dibin-Fidanlar Büyürken’ filmini çekmeye karar verdik.
Filmi yazmanıza ve çekmeye iten neydi, nasıl şekillendi başlangıçta bu film kafanızda?
Bu filmi çekmeye iten birçok şey var aslında; devrimci idealler, bunları sanata aktarma çabası, bunların yanında da yaşama biraz daha başka açılardan bakma çabası. Gündelik yaşam içerisinde farkında olalım ya da olmayalım, o kadar çok şey yaşıyoruz ki aslında, bunlar birbiri ile bağlı olsun olmasın gün sonunda hepsi bir duyguyu, bir düşünceyi, bir fikri oluşturuyor. Bütün bunlar bize birtakım öğretiler olarak dönüyor aslında. Öte yandan gündelik yaşamın bize getirdikleri vardı.
Rastlantılarda bir takım derin manalar vardı. Aslında iyi irdelenirse gündelik yaşam içerisinde denk geldiğimiz, tesadüf olarak gördüğümüz şeylerin çok derin manaları oluşabiliyor. Gündelik yaşam içerisinde de kaçırdığımız şeyleri bir görebilme çabası. Bunlarla birlikte devrimin var ettiği değer, emek bugün neye tekabül ediyor, burada yaşayan insanların, devrimin temel dinamiklerinin devrime dair tartışmaları, bunları anlatma istemiydi. Filmin ilk çıkış noktası böyle oldu. 2019’da öykü olarak başladım bu filme. Öyküyü tamamladıktan sonra şu an filmin sanat ve görüntü yönetmenleri olan Deniz Derya ve M. Emin Engizek arkadaşlarla birlikte senaryo yazmaya başladık. 2019 yazında çekimlerine başladık.
Filmin hikayesi neydi?
Film, Kobanê’de yaşayan bir ailenin; baba ve kızının günlük köyden şehre gelip yoğurt satma hikayesini anlatıyor. Onların bir günlük bu yolculuğuna Hemudê diye bir çocuğun tesadüfen katılımıyla birlikte bir taraftan yoğurtlarını satma çabasını, bir taraftan da Hemudê’nin sorunlarına çözüm olma çabasını anlatıyor. Tab,i onların bir günü, devrim içinde süren temel dinamiklere rast geliyor. Onların hikayelerini görüyor, onların yaşam öğretilerine kulak veriyor. Onlarla birlikte biz aslında Kobanê’nin bir günlük portresini de görmüş oluyoruz.
Sanırım filmdeki tüm oyuncular amatör, belki de ilk oyunculuk deneyimleri. Oyuncu seçimini nasıl yaptınız, oyuncuları filme ve rollerine hazırlamak bu anlamda zorlayıcı olmadı mı?
Rojava’da sinema henüz yeni gelişiyor. Bunun için profesyonel oyuncular yok diyemeyeceğimiz kadar az. Biz de bu film için ilk oyuncu arayışına girdiğimizde tabii ki profesyonel oyuncu bulacağız diye bir arayışımız, kaygımız yoktu. Bunun için buradaki koşulları da gözeterek dışarıda gezen, sokakta evlerinin önünde oturan insanlara bakmaya başladık. O dönem tanıştığım bir aile vardı, şu an filmde oynayan Zelal karakteri, Hemudê ve Hüseyin karakterlerinin hepsi bir ailenin fertleri. Gerçekte Zelal ve Hemudê, kardeşler. Babalarını Halep savaşında kaybediyorlar. Filmde yer alan Hüseyin karakteri ise gerçekte onların dayısı oluyor. Yine aynı şekilde filmde Hüseyin’in eşi Beri de Hüseyin’in gerçekteki eşi aslında. Böyle olunca bütün ailenin bir anda, bir filme girme durumu oldu. Tabii ki bunun birtakım zorlanmaları oldu. Sonuç olarak, amatör oyunculuklar. Biz olabildiğince doğal çekmeye çalıştık, olabildiğince doğal oyunculuk yaratmaya çalıştık. Tabii ki istenilen düzeyde elde edemeyebiliyorsun. Sonuç olarak çok uzun süre çalışmaları gerektiriyor. Oyuncu yönetimi olarak, bilgi deneyim birikimi olarak yönetmenin de buna yeterli olması gerekiyor. Benim o zaman bildiğim kadarıyla oydu, onu yapabildim. Olabildiğince onlara bu duyguyu vermeye çalıştım, onların doğal hareket etmelerini sağlamaya çalıştım. Onlar da tabii ki bütün bu yaşananların, filmde anlatılan hikayenin çok uzağında değiller. Aslında kendi gerçek yaşamlarıyla birçok açıdan uyuşuyor. Toplumsal ilişkilenmelerinden savaşın yarattığı etkiler, o duygu, o atmosfer, birçok açıdan onların gerçek yaşamlarıyla örtüşüyordu. Bu açıdan çok büyük zorlanmalar yaşamadılar aslında, çünkü hepsi savaş sürecini burada görüp yaşadılar. Onlar da filmde anlatılan hikayelerin birçoğunu etraflarından duydu ya da birebir içerisinde yer aldı. Bunları bir şekilde filme aktarmaya çalıştık. Bu açıdan oyunculuğun verdiği birtakım avantajlar da oldu. Bunların dışında da filmde yer alan yan karakterler, sahne trafiğinde yer alan oyuncuların hepsi kendi gündelik yaşamı içerisinde çekildi, orada çok farklı bir oyunculuk yoktu. Ayakkabı tamircisinden komün toplantısına kadar, yine tünel çalışmalarındaki karakterlere kadar hepsi bu durumları önceden yaşamış ya da hala o işleri yapan insanlar. Olabildiğince kendi gerçek yaşamları içerisinde onları çekmeye çalıştık.
Hikayenin Kobanê’de geçmesinin, yani Kobanê seçiminin özel bir anlamı var mıydı?
Hikayemiz Kobanê’de geçiyor. Mutlaka Kobanê’nin çok özel bir anlamı, özel bir yeri var mücadele tarihinde. Direniş geleneğinin öncü karakteristik bir şehri aslında Kobanê. Bunun için biz de filmin Kobanê’de olmasını istedik. Bir yanıyla savaşın bir yüzünü anlatıyor oluşu, bir yanıyla hep bilinen Kobanê’nin normal günlük yaşantısı ve bunların merakı. Bunları anlatma istemi de bizi bu filmi çekmeye iten temel unsur oldu. Bunun için filmi Kobanê’de çekmeye başladık. Oyuncuların hepsi de Kobanêliydi.
Filmi nasıl bir ortamda çektin, nasıl bir bileşimle çalıştın, süregiden savaş nasıl etkiledi, nasıl zorluklara yol açtı çekimleriniz açısından?
Mutlaka film çekmek zor bir iş. Sinema zor bir sanat alanı. Bir çok şeyin hazırlığını yapma zorunluluğu, çekim içerisinde karşılaşabileceğin sorunlara alternatifler üretmek zorundasın. Uygun çekim koşulunu, atmosferini oluşturmak zorundasın. Bu açıdan karşılaştığımız sorunlar oldu. Çok cüzi bir bütçeyle, neredeyse yok diyebileceğimiz bir bütçeyle başladık. Yine tekniğimiz de normal dünya standartlarında bir sinema filmini karşılayabilecek teknik değildi. Bunlar bizim için sorun değildi, çünkü anlatacağımız bir hikaye ve bize bir kamera yetiyordu. Öz gücümüz yeterliydi bu filmi çekebilmek için, bu açıdan ciddi bir zorlanmamız olmadı. Bizi zorlayan esas mesele savaşın varlığı. Şu an da geçmişte de hep böyle. Sürekli Rojava’da bir savaş gündeminin olması. Bu ister istemez sinema gibi uzun çalışma sürelerini kapsayan sanat çalışmalarını etkiliyor. Filmi çekmeye başlarken Türkiye’nin Rojava üzerindeki işgal tehditleri devam ediyordu. Hatta biz filmi çekerken bazı çevre köylere saldırılar oluyordu. Rojava’nın başka yerlerindeki alanlara saldırılar gelişiyordu. Şu kesin görünüyordu, büyük bir savaş başlayacak. Biz de bunun içerisinde filmi tamamlama çabası içerisindeydik. Özerk Yönetim’in bize uyarıları olmuştu. En son uyarıları; filmi iki gün içerisinde tamamlayabilirseniz çok iyi, çünkü tehditler artıyor ve savaşın başlama ihtimali çok yüksek, demişlerdi. Buna göre Rojava’nın da savaş hazırlığı, bir savunma mekanizması içerisinde vardı. Biz hala filmi bitirememiştik, çok zor sahnelerimiz kalmıştı, final sahnelerini çekememiştik. Sıcaklardan, birtakım koşullardan kaynaklı istediğimiz düzeyde çalışamayabiliyorduk bazı günler. İki gün içerisinde hızlıca kalan sahnelerimiz ile birlikte filmi tamamladık. Ardından 2019 yazı Türkiye’nin Serêkaniyê ve Girê Spî işgal saldırıları başladı. Savaş, bütün Rojava’ya yayıldı, her yerde bu savaşın etkileri görüldü. Biz de bundan kaynaklı filmin kurgu aşamasına geçemedik. Çekimlerini tamamladık ve filmi güvenli bir alana çektik.
Aylar sonrasında, savaş biraz durulduğu vakit tekrar filmin çalışmalarına devam ettik. Kurgu süreci başladı. Kurguyu tamamladıktan sonra post prodüksiyon çalışmalarına geçmemiz gerekiyordu. Post prodüksiyon çalışmalarını istediğimiz oranda Rojava’da yürütemiyoruz. Bunun için bir takım tekniğe ve birikime ihtiyaç var. Bunun için filmi dışarıya göndermemiz gerekiyordu.
Savaşın ardından gelişen salgın sürecinin de etkisi oldu. Salgın sürecinde de filmi bir süre bekletmek zorunda kaldık. Ardından tekrar savaş gündemleri, tekrar salgın gündemlerinden kaynaklı filmin çıkışı biraz uzun sürdü. Tabii ki bütün bunlar burada film çekmeye yönelik çok büyük engeller değil. Sonuç olarak bizim burada anlattığımız hikayeler, savaş hikayeleri. Savaşın içerisinde geçen insanların hikayeleri, onların yaşamları. Bunu çok ayrı bir atmosfer oluşturarak yapmıyoruz. Aslında kendi gerçek atmosferi bu. Rojava’nın kendi gerçek atmosferi içerisinde çekiyoruz. Çalışma koşullarımız da buna göre ayarlıyoruz. Motivasyonumuz da buna göre gelişiyor. Onun için burada gelişen savaşın burada film çekmek isteyen insanlar üzerinde çok çok büyük bir etkisi oluşmuyor aslında. Rojava’da herkesin savaşa dair bir tedbiri olduğu gibi sinemacıların da kendine göre tedbirleri var. Bu gerçek içerisinde kendi çalışma koşullarını oluşturabiliyor. Bütün bunlarla birlikte dayandığı temel dinamik, devrimin imkanları, devrimin öz gücü bir kolektif ruh oluşturuyor. Bu kolektif ruhla çalışmayı çok güzel bir şekilde yürütebiliyorsun aslında.
Film başından itibaren senaryoya uygun mu ilerledi, yoksa çalışma esnasında, mesele somutlaştıkça yeni bir anlatıma mı kavuştu?
Mutlaka filmi çekerken sonuna kadar senaryoya bağlı bir şekilde ilerlemedik, bazı günler oldu ki bazı sahnelerde anlatmak istediğimiz şeyler tümüyle değişti. Bunun birçok nedeni var. İlki; oyuncunun bunu oynarken tam olarak özümseyememesi. Ben gerçek yaşantımda böyle yapmıyorum ya da şöyle bir olay karşısında tepkim bu değildir, diyor. Şöyle anlatırsak daha iyi olabilir, dediği birtakım durumlar oldu. O zamanlarda filmi tümüyle oyuncuya bıraktık, o nasıl istiyorsa nasıl bu duyguyu daha iyi verebilirse ona bıraktık. Bununla birlikte senaryoda birtakım şeyler çekim aşamasında değişti. Bunların dışında da sonuç olarak yazdığımız hikaye bir kurguydu. Bu kurgu, gerçek yaşamdan kesitleri anlatma çabası içerisindeydi. O zaman sete çıktığım vakit gerçek bu mudur acaba diyerek, bir irdelemeye, sorgulamaya gidebiliyor insan. Bundan kaynaklı da çekim aşamasında değiştirdiğimiz, bizi gerçeğin kendi serüvenine iten birçok şey oldu. Bunların yanı sıra da hayal ettiğin gibi yazdığın, kafanda kurguladığın gibi olmuyor; olmayınca da daha farklı nasıl olabilir diye düşünmeye başlıyorsun. Birtakım koşulların etkisi, bazı imkan sorunlarından, teknik sorunlarından kaynaklı bir takım şeyleri değiştirme ihtiyacı duyuyorsun. Tabii ki, biz filmi çekerken bunu büyük bir dogma olarak ele alıp senaryo asla değişmeyecek, değişmemesi gerekir gibi ele almadığımız için filmin sonunda ortaya çıkan şey sevindirdi bizi. Bir esneklik sağlamıştık. Oyuncular ve ekip için esneklik sağlamıştık. Herkesin birtakım görüşleri, paylaşımları oluyordu sahneye dair. Bunun çok ciddi olumlu dönüşleri de oluyordu. Kolektif bir çalışmanın da esasında böyle olması gerekiyordu. Gerçekçi, toplumcu sinema yapmak istiyorsan bunun böyle olması gerekiyordu. Bu bizi sevindirdi de. Filmin sonunda ortaya çıkan ürün senaryodan çok daha iyi olmuştu.
Fidan, çocuklar ve filizlenmekte olan devrim arasında bir analoji kurulmak istenmiş gibi, neden ‘Gava Şitil Mezin Dibin’ ismi?
Filmde çocukların gözünden yaşamı, devrimi görmeye çalıştık. Bunun özel nedenleri var. Devrimimiz de daha yeni yeni filizlenen bir ağaç gibi. Çocukların, bu devrim içerisinde çok önemli bir yeri var. Biz bugünden onlara birtakım imkanlar oluşturabiliyoruz sadece. Devrimin sürebilmesi için çocukların sahiplenmesi, çocukların yürütmesi gerekir. Bu açıdan da baktığımızda devrim içerisinde en önemli duran şey, çocuklarla devrim arasında güçlü bir bağ kurabilmek. Devrimi yaşatabilmek adına. Binlerce insanın canına mal olmuş, binlerce insanın canlarıyla ödediği, var ettiği bu devrimi korumak çocukların elinde. Bu açıdan devrimimiz de bir ağacın evreleri gibi aslında. Şu an bir fidan aşamasında, ileride büyüyecek dal budak salacak. Çocukların da çocukluğun verdiği masumiyet, çocukluğun verdiği samimiyet içerisinde onların gözüyle devrimin tartışmaları ne, onların gözüyle yaşanılan birtakım sorunlara çözüm ne olabilir. Bunu öyle çok büyük sözler söylemek yerine kendilerince buldukları çözümler. Onların kendi içlerinde besledikleri sevgi, onların paylaştıkları duygu ile bunlarla anlatma gereği duyduk. Bu bağlamda filmde çocuk devrim ve fidan bağı oluşturmak istedik. Bunu ne kadar anlatabildik, artık o izleyicinin vereceği karar.
Esinlendiğin herhangi bir yönetmen, esas aldığın sinema çizgisi, doğrultusu söz konusu mu?
Sinemada daha çok yeniyim. Bu ilk uzun metraj deneyimim. Bundan öncesinde bazı filmlerde çalışmış olsam da bunların şu ana kadar getirdiği çok büyük, çok derin birikimler olduğunu söyleyemem. Bu üretimle gelişecek bir şey. Film ürettikçe belli bir birikim aşamasında olabilirsin. Bundan sonrası için benim de temel aldığım esas bu. Film üretme gerekliliği, böyle bir dil oluşturma gerekliliği. Esinlendiğim bazı sinema filmleri var, esinlendiğim bazı yönetmenler, beslendiğim, feyz aldığım bazı filmler var mutlaka. Tabii ki bunların içerisinde en önemlisi Halil Dağ sinemasının bize kattıklarıdır. Direniş filmlerinin bize kattıkları var. Halil Dağ bir gerilla, bir yönetmen. Onun kendi imkanları, kendi koşulları içerisinde ürettiği çok büyük filmler var. Bêrîtan filmi var mesela. Bunun bize kattığı çok büyük duygular. Tekniğin aslında çok büyük bir kıstas olmadığını ifade ederken bir yandan da esas önemli olan şeyin o duyguyu filmi çekenler olarak da yaşayabilmeyi bize anlatıyor oluşu var. Bunun yanı sıra dünya sinemasından, İran sinemasından etkilendiğimi söyleyebilirim. Orada da İran filmlerinin verdiği samimi, mütevazi duygular mesajlar var. Yine aynı şekilde bunların görüntüde ifade biçimi var. Bunların oluşturduğu bir düşünce, bir fikir, bir yaşama bakış açısı var. Bizim de yaratmak istediğimiz bu aslında. Samimi bir dil, mütevazı bir bakış açısı, içten gelen duygular, herkesi dokunabileceğin evrensel birtakım duygular oluşturma çabası. Bunu anlatırken mutlaka yerelden beslenme, buradan doğru yerel ile evrenseli birleştirebilme çabası aslında. Bu şu an benim gördüğüm, benim olduğum yerden baktığım şey. Bunu çok büyük sözler söyleyerek değil de sadece Kürt sinemasının böyle bir dile, böyle bir üsluba ihtiyacı olduğunu söylüyorum. Ben henüz çok daha yeniyim. Bu açıdan bir sinema filminin nasıl olması gerektiğine dair hiçbir şey ifade edemem. Devrimin sinemasının da biraz böyle olması gerekliliğini düşünüyorum. Devrim sinemasının kendi yerelinden beslenerek bütün insanlara ulaşabilmesi için belki de böylesi hikayelere ihtiyacı vardır, diye düşünüyorum. Bunu düşünerek bu filmi yazmaya başlamıştım. Şu ana kadar da taşıdığım temel duygu budur.
Elbette bugün dünyada sinema bir sektör, bir endüstri mekanizması. Yılda binlerce film çekiliyor. Bu filmlerin de yürüttüğü bir pazar mekanizması var. Biz kendi filmlerimizi mutlaka bu pazarın bir bileşeni olarak görmüyoruz. Böyle üretmiyoruz bu filmleri. Film üretmedeki temel amaç, bunun halka ulaşabilmesi. Sonuç olarak, bir şeyler anlatma ihtiyacı duyuyorsun ve bunu kime anlatıyorsun peki, burada bir fikir paylaşımında bulunuyorsun ve bunun doğrudan halk ile bütünleşmesi gerekiyor.
Filmin fragmanı için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=Mkid800m9FE&feature=youtu.be