‘Hepimizin hikayesi bu’
Tiyatro İmge’nin sahnelediği “Benim Adım” adlı oyun, dört kuşak kadını anlatıyor. Kadınlar kendilerine biçilen rolün altında eziliyor ama tüm bunların üstesinden gelip özgürleşiyor da…
Tiyatro İmge’nin sahnelediği “Benim Adım” adlı oyun, dört kuşak kadını anlatıyor. Kadınlar kendilerine biçilen rolün altında eziliyor ama tüm bunların üstesinden gelip özgürleşiyor da…
BEKSAV bünyesinde 20 yıldır çalışmalarını sürdüren Tiyatro İmge’nin sahnelediği “Benim Adım” oyunu, benzer şeyleri yaşayan dört kuşak kadının hayatını anlatıyor. Kadınlar dört kuşak boyunca toplumun onlara dayattığı hayatı ve erkek şiddetini yaşıyor ama daha da önemlisi bu dört kadın bir şekilde kendi mücadelesini de veriyor.
İnadına dağlarda türkü söyleyen Deli Hatçe’den babaannesinin bir şekilde koruduğu Hatçe’nin kızı Meyrem’e ve Meyrem’den canı pahasına, özsavunmasını yapıp koruduğu kızı Gülsüm’e akıyor hikaye. Kadınların her biri ya ailelerinin adıyla anılıyor ki kendilerini de öyle tanıtıyorlar ya da delilikleriyle… Ama bu hikayenin son halkası Gülsüm, onu bugüne getiren annesinin adıyla tanımlıyor adını: “Benim adım Gülsüm, Meyrem’in Gülsümü…”
“Benim Adım” adlı oyunun hem yazarı hem de Meyrem’i canlandıran Ayşenur Demir, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Oyunun çıkış noktası ne oldu?
Ben başıma gelen iki olaydan yola çıkarak yazdım oyunu. Oyunu yazdığım dönem de yine kadın cinayetlerinin maalesef çok fazla olduğu ve bir sıkışmışlık içinde de hissettiğim bir zamandı. Hep bir şeyler yapmalıyım “ama ne?” diye soruyordum kendime. Çünkü her insan elinden geldiğince mücadele verir. Ben de bunu sanatla ifade etmek için kafa yoruyordum ve bir gün yaşadığım bir olay bunun patlama noktası oldu. Ümraniye’deki evime giderken Üsküdar’da bir taksici tarafından sözlü taciz edildim. Naif görünüşlü olduğum için bu erkek benden bir tepki beklemiyordu muhtemelen ama sert bir tepki verdim. Hatta beni taciz edip taksiye müşteri almak için ilerledi, fakat ben müdahale ettim. İnsanlara “bu tacizcinin arabasına mı bineceksiniz” dedim ve olay büyüdü. Ardından o sinirle otobüse bindim, orada da çok güzel alımlı bir kadını bir şekilde taciz eden iki genç erkeği görünce önceki olayla da birlikte daha da sinirlendim.
O gece uyuyamadım ve bir sayfalık oyun yazdım. Başta oyunu bir tirat olarak yazdım. Meyrem’in hikayesiydi ve bunu sokakta oynamaya başladık.
Sonrasında bu kadınların hikayelerini genişletsek mi diye konuştuk ve kısa, tek perdelik bir oyuna döndü.
Aslında öfkenin bir şekilde ortaya çıkardığı bir oyun da oldu diyebilirim.
Oyunda kadınların toplum tarafından kodlanmaları ya da erkek şiddetinin tüm unsurlarının hepsi olduğu gibi aynı zamanda “özsavunma” da var. Sadece olana boyun eğen kadınlar da diyemeyiz sanırım bu kadınlar için, değil mi?
Evet, esasında bir özsavunma hikayesi “Benim Adım” oyunu. Meyrem özsavunmasını yapıyor ve hapse giriyor. Aslında oyun hem bununla başlıyor hem de bitiyor gibi. Ayrıca dört kadından yaşayan tek karakter Meyrem’in kızı Gülsüm. Seyirci onun hayali ve anlattıklarından izliyor oyunu. O yüzden birkaç sahne dışında kadınlar hiç karşılaşmıyor. Bu aslında hepimizin hikayesi. Kadın olarak doğmak ve büyümek ne demek, bunları duyuyor seyirci. Çünkü kadın olarak ‘büyümek’ diye bir şey var. Hele ki kırsal bir kesimde daha fazla yoğun hissediliyor. Çünkü daha muhafazakar oluyor yaşam. Örneğin Hatçe cebinde taşlarla gezdiğini anlatıyor köy yerinde. Çünkü belli bir yaştan sonra birçok kişi onun yaşamını ve onurunu tehdit etmeye başlıyor. Büyümeye başladığını hissetmesinden bu yana kendisini korumaya alıyor. Bunu bugün hepimiz yaşıyoruz. Bir apartmanda kapısını çalıp da benzer hikayeleri duymayacağınız kadın neredeyse yoktur. Hiç olmazsa ekonomik ya da psikolojik şiddete maruz kalıyordur. Oyunun içinde de bunların hepsi var; taciz, manipülasyon, psikolojik şiddet, tecavüz…
Kadınların akraba olmasına da gerek yok yani. Kadınlar kuşaklardır bunu yaşıyor…
Evet, kesinlikle o karakterler bir sürü kadının temsili aslında. Önceki günlerde oyunu sahnelememiz ardından konuşma yapan Sinem arkadaşımız şunu demişti “Oyun başlamadan önce 10 ayda, 340 civarında kadın öldürülmüştü ve şu an tekrar bakmaya korkuyorum sayı artmış mıdır diye.” Bu durum çok gerçek ve bu gerçek bizi yakıyor. Hele ki 25 Kasım’a doğru giderken bu sesi duyurmak elzem oluyor.
Peki, oyun sonrası kadınlar gelip yanınıza bir şekilde kendi hikayelerini anlatıyor mu? Böylesi geri dönüşler aldığınız oldu mu?
Bir defasında bir arkadaş, ki çok da yakın olduğum biri değildi ama oyundan sonra özel olarak başına gelen taciz hikayesini anlatmıştı. Bir kere de Kadıköy Kalkedon Meydanı’nda üç kişi oynamıştık. Kadınlar da az ilerimizde bildiri dağıtıyordu. Orada çok ilgi görmüştü oyun. Özellikle erkeklerin yüzlerinden hayreti okunuyordu.
Evet, kadınların izlemesi çok önemli ama bana göre erkeklerin de izlemesi çok önemli. Çünkü kadın zaten o hikayenin içinden çıkan kişi ve bunu biliyor. Misal ilk oyunumuz, yine sokak sahnesinde oynadığımızda bir adam iki kız çocuğuyla yanımıza geldi: “Oyunu çok beğendim ama en sonunda kocama “öldürdüm” demeseydiniz. Her koca da bu kadar kötü olmaz” dedi. Ben orada şunu fark ettim; oyun istediğimiz etkiyi yaratmış. Evet, bu durum onu rahatsız ettiyse demek ki içinde mücadele etmesi gereken eril bir durumu var. Ya kendisi o şiddet tür ve davranışlarını hayatının belli bir bölümünde uygulamış ya da tasvip etmiş.
Diğer yanıyla kadınlara kendi hikayelerini de açmak için yol gösteren bir tarzı var oyunun. Kadınların başlarına geleni anlatamadığı kolay kolay bir coğrafyada hatta dünyada buna bir şekilde vesile olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Her kadının bir özgürleşmesi vardır. Politik ya da apolitik olsun veya okumuş/okumamış tüm kadınların bir özgürleşme mücadelesi var. Hayatımdaki farklı profilden birçok kadına baktığımda bunu görüyorum. Biz bu mücadeleye minicik bir taş attıysak ne mutlu bize. Hatta attık ve atmaya devam edeceğiz. İnsanların mücadelesine etki etmesi için daha da yayılmasını umuyoruz, çünkü bunu görüyoruz.
Kadıköy PTT önünde özsavunmasını yapan kadın tutsaklar için bir eylem yapılmıştı orada. Ben de Meyrem’i oynadım. Çok soğuktu, az kişi izledi ama yaşlı bir teyze geldi. Ellerinde ağır poşetler, yere koydu ve pür dikkat izledi. Orada şunu hissetmişim; o teyzenin yaşamının bir evresine dokundum.
Oyunda biz özgürleşmeyi anlatıyoruz. Deli Hatçe’nin inadına türkü söyleyip dağlarda gezmesi, belki bunun hayatına mal olması ama yine de inadıyla kazanması. Ayrıca özsavunmanın bir hak olduğunu vurgulamak istedik. Özsavunma Meyrem, Çilem ya da başka kadınlar için neden hak oluyor, onu da göstermek istedik.
Başta taşralı kadınlardan bahsettiniz ama Gülsüm ise şehirde büyümüş. Siz de dediniz; sosyo-ekonomik olarak aslında farklılaşsak da hepimizin hikayesi bu diye. Dikkati çeken bir durum vardı. Kadınlar hep kendilerine biçilen ad ile anlattı kendisini fakat Gülsüm, “Ben Meyrem’in Gülsümü” diyordu. Onu burada ayıran, sadece şehirde olması değildi sanırım...
Köyde de şehirde de doğup büyüsen, sistem seni kadın olarak bir şekilde çaresiz bırakıyor. Köleleştiriyor, eve hapsediyor, şiddet döngüsü içerisinde bırakıyor vs. Öte yandan aslında onlara verilen o sıfatlar onları özgürleştiren şeyler aynı zamanda. Gülsüm’ü Gülsüm yapan şey annesi Meyrem: Zira Meyrem’in özsavunması olmasa zaten Gülsüm hayatta kalamayacak. İşte o yüzden “Meyrem’in Gülsümü.” Meyrem’i Meyrem yapansa, annesi Hatçe. Ayrıca Deli Hatçe, o sıfatı biraz da tek başına verdiği mücadele ile alıyor. Aslında orada bir kadın dayanışması var, hikaye anlatıldıkça ortaya çıkan.