Kürt sanatçılar görmezden gelinemez
Kürt sanatçıların Rojava direnişi duruşunun çok anlamlı olduğunu belirten Tev-Çand Komitesi Üyesi Dersim Arjin, “Hiçbir Kürt siyasi hareketi, Kürt sanatçıların duruşunu görmezlikten gelemez” dedi.
Kürt sanatçıların Rojava direnişi duruşunun çok anlamlı olduğunu belirten Tev-Çand Komitesi Üyesi Dersim Arjin, “Hiçbir Kürt siyasi hareketi, Kürt sanatçıların duruşunu görmezlikten gelemez” dedi.
Özünde yaşanan savaşın aynı zaman da kültürel olduğunu kaydeden Tev-Çand Komitesi Üyesi Dersim Arjin, Kürt halkının vicdanı ve yeni yaşamının yaratıcısı olan sanatçıların Rojava direniş etrafından kenetlenmesinin, Kürt halkının birliğinde ve ortak mücadele içerisine girmesinde çok etkili olacağını vurguladı. Kürt siyasi hareketlerinin, Kürt halkının özgür geleceğinin duygularını yaratan sanatçıların, aydınların, yazarların duruşunu görmezlikten gelemeyeceğini vurgulayan Arjen, şunun altını çizdi: “Kürt sanatçıları halkın vicdanıysa o zaman Kürt siyasi güçlerinin bu doğrultuda hareket etme sorumluluğu bulunmaktadır.”
Medya Savunma Alanları’nda buluştuğumuz Tev-Çand Komitesi üyeleri Dersim Arjin ve Têkoşîn Cûdî ile kültür sanat devrimi, TC soykırım sistemi, Mem û Zîn ve Kürt sanatçıların soykırım ve işgal karşısındaki duruşu üzerine konuştuk…
Kültür devrimi, toplumsal devrimin en güçlü dayanağıdır. Bu konuda ulaşılan düzey ve gelinen aşama nedir, kültür sanat devrimi yapacak bir zihniyet yenilenmesi yaşandı mı, bunun için neler yapmak lazım?
DERSİM ARJİN: Toplumsal devrim, zaten özü itibariyle kültür devrimidir. Kültürün kendisi ihtiyaçtan doğar. Toplumsal yaşam biçimi de ihtiyaçtan kaynaklı açığa çıkmıştır. İnsanın ve yaşadığı toplumsal gerçeklik ise içinde bulunduğu zaman ve mekan kapsamında ihtiyaçlarını belirleyip bunları karşılamanın uğraşı içerisine girmiştir. Bu ihtiyaçların bir kısmı dönemsel olduğundan işlevlerini gördükten sonra ya unutulmuş ya da yok olmuştur. Ancak çok uzun toplumsal tarihe rağmen toplumun hem maddi hem de manevi olarak kalıcılığını sağlayan ihtiyaçlar birikmiştir. Örneğin yerleşik yaşama geçiş ve tarım zaman ve mekana göre farklık gösterse de öz itibarıyla (köy, kasaba, şehir vb.) yerleşik yaşam maddi olarak hep kalmıştır. Aynı şey manevi olarak da örneklemek mümkündür. Mesela demokratik komünal toplumun (sevgi, saygı, paylaşım, armağan vb.) temel kültürel değer yargıları olmaksızın bugün de toplumu bir arada tutmak mümkün değildir. Bugün de aslında toplumu ayakta tutan bu temel kültürel ahlaki değer yargılardır. Tarihsel süreç içerisinde hiyerarşik devletçi kapitalist sistemler tarafından tüm bu toplumsal değer yargılarımız bozularak dağıtılmıştır. Buna karşı tarihte olduğu gibi günümüzde de hareketimiz demokratik komünal toplumun temel kültürel değer yargılarına bağlı kalarak mevcut sistemlere karşı çok kapsamlı bir direniş ve ideolojik mücadele yürütmektedir. Bu mücadele ile yeniden topumun tüm hücrelerine nüfuz ederek, devam eden toplumsal devrim sürecini kalıcı kültürel değer yargılarına dönüştürerek kültür devrimine süreklilik kazandırabiliriz.
Bu anlamda geliştirilen ya da geliştirilecek her devrim, ancak kendisini kültürleştirdiği oranda kalıcılaşır. Bir yaşam tarzına, kültüre dönüşmeyen devrimler kalıcı olmayacağı gibi dağılmakla yüz yüze kalmaktan kurtulamayacaktır. Nitekim tarihte bunun örnekleri mevcuttur. O nedenle bir devrimin gerçek başarısı, onun bir yaşam tarzı olarak topluma nüfuzla kalıcılaştırılması temelinde olur. Bu olmazsa sadece kendi başına elde edilecek olan siyasi ve askeri başarılar her ne kadar devrim niteliğinde gelişmeler açığa çıkarsa da uzun ömürlü olamazlar. Dolayısıyla demokratik toplumsal devrimler bağlamında konuya eğildiğimizde siyasi ve askeri başarıların kalıcılığı, ancak onun yeni bir yaşam tarzı ile kültüre dönüşmesi temelinde mümkündür.
Mücadelemiz somutunda konuyu irdelediğimizde bu durumu daha net olarak görebiliriz. 40 yılı aşan mücadelemiz; ideolojik, teorik, felsefi, siyasi, askeri, kültürel olarak devam etmektedir. “Direnmek yaşamaktır” şiarıyla kültürel soykırım rejiminin bütün kirli yüzleri açığa çıkarılarak, zindanların en dip köşesinde bile soykırımcı rejimlere darbe vuruldu. Bütün bunlarla soykırım rejimi tarafından kaybettirilen Kürt ve Kürdistan gerçeği yeniden açığa çıkarıldı. Bu temelde toplumsal devrim dediğimiz bir süreç gelişti. Özellikle kadın özgürlük ideolojisi kapsamında yaşanan gelişmeler ile toplumsal devrim gerçek ve anlamlı boyuta ulaştı. Elbette ulaşılan başarı düzeyi ile faşist soykırımcı rejimler tam olarak yenilmedi. Fakat şu da bir gerçek ki; soykırım rejimine karşı devrimci mücadelemizde kesintisiz bir şekilde devam ediyor. Yeni bir ruh ve bilinç gelişiyor. İşte bu ruh ve bilinç topumun tüm hücrelerine nüfuz ettiği oranda gerekli zihniyet dönüşümü de tamamlanıp devrim kendisini kalıcı hale getirecektir.
Mevcut durumda devrim, direnme temelinde kendi yaşam kültürünü oluştursa da bunu toplumun tüm hücrelerine yayma noktasında eksiklikler mevcuttur. Bugün Rojava Devrimi ağırlıklı olarak ideolojik, teorik, kültürel, siyasi ve askeri temelde oldukça başarılı bir süreci geride bıraktı. Lakin toplumsal-kültürel devrimini halen tamamlamış değil. Bu nedenle elde edilen tüm devrimsel birikimlerimizi özellikle de sanat ve edebiyatın yeniden şekillendiren, değiştiren-dönüştüren gücüyle bireyi ve toplumu özgür yaşam temelinde yeniden inşa etmeliyiz. Bu içerisinde bulunduğumuz somut devrim şartları itibariyle olmazsa olmaz bir koşuldur. Çünkü devrimi kalıcılaştırmanın temel şartı onu kültür haline getirmekten geçmektedir. Bu da kültür-sanat çalışmalarımızın temel hedefi ve görevlerindendir. Bu konuda şimdiye kadar Kürdistan’ın dört bir yanında ve yurt dışında önemli adımlar atıldı. Önderliğimizin paradigması öncülüğünde kültür-sanat çalışmalarımızda belli bir zihniyet yenilenmesi oldu. Ancak bir soykırım sistemi olan kapitalist modernitenin yaşam tarzına karşı, özgür yaşamı inşada halen istenen sonucu elde etmiş değiliz. O nedenle mücadelemizi kültür-sanat yolu ile derinleştirerek toplumdaki her bireyin ruhuna, duygusuna hitap edecek, onu yeniden şekillendirecek, etkili sanatsal çalışmalara ihtiyacımız vardır. Bu da biz devrimci kültür emekçilerinin, sanatçıların, edebiyatçıların temel görevidir. Bu bilinçle biz de çalışmalarımızı örgütleyip somut planlamalar temelinde faaliyetlerimizi geliştirip pratikleştirme çabasındayız. Yeni özgürlükçü toplum modelini inşa, zihniyet işidir. Bu eğitimle olur. İdeolojik, teorik, felsefi eğitimlerin zihniyet oluşumunda önemi tartışmasızdır. Bu eğitimi asıl tamamlayan ise onun sanat ve edebiyat boyutudur. Bireyin ve toplumun duygu, ruh, zihniyet ve anlam dünyası bu yolla gerçekleşir. Kişilik kazandırıyor. Şekil biçim veriyor.
Soykırım sistemi, kültür-sanat üzerinden büyük saldırılar yapıyor. Buna karşı devrimci tedbir nedir, bu tedbirler nasıl yaygınlaştırılıp toplumsallaşmalı?
DERSİM ARJİN: Merkezi uygarlık sistemi özü itibarıyla bir kültür kırım, soykırım sistemidir. Doğal olarak varlığını sürdürebilmesi için tarihte olduğu gibi günümüzde de demokratik komünal toplumun değer yargılarına dayalı yeni özgürlükçü toplumun inşasını engelleme çabasını aralıksız sürdürmektedir. Bunun için toplumu dağıtmak, bireyi kendi toplumsal değer yargılarından uzaklaştırıp koparmak için sayısız derecede korkunç yol ve yöntem denemiş ve bunu devam ettirmektedir.
Soykırım; merkezi uygarlık sisteminin toplum(lar) üzerinde pervasızca uyguladığı ahlak dışı, toplum karşıtı bir faaliyettir. Tarih boyunca hakim sistemler fiziki, siyasi, askeri, ekonomik vb. akla gelebilecek toplumsal faaliyetlerin olduğu her alanda çeşitli biçimlerde uygulanmıştır. Fakat günümüzde gerçekleştirilme biçimi tarihin her döneminde uygulanan soykırımların en pervasızıdır. O da kültürel soykırımdır. Bu soykırım girişimini önderliğimiz savunmalarında şu çarpıcı cümlelerle dile getiriyor: “Kültürel soykırım fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür. Yarattığı sonuçlar fiziki soykırımdan daha felaketlidir; bir halk veya herhangi bir topluluk için yaşamda karşılaşabileceği en büyük felaket niteliğindedir. Varlığını, kimliğini, toplum doğasının tüm maddi ve manevi kültürel unsurlarını terk etmeye zorlanmak, uzun sürece yayılmış kitlesel çarmıha gerilmekle özdeştir.”
O halde çarmıhı icat edip çarmıha gerenleri, çarmıha germek bizim esas faaliyetimiz olacaktır. Bunu gerçekleştirmenin biricik yolu ise tarihsel-toplumsal-kültürel varlığımızı sürdürmektir. Bu bir mücadele alanı, savaş alanıdır. Zaten özünde yaşanan savaşta, kültüreldir.
Soykırım sistemi kültür sanat alanına yönelik çok amansız saldırılar geliştiriyor. Kültürü, sanatı gerçek özünden boşaltıp, onu kendi hakikatinden uzaklaştırıyor. Asıl hedefine ulaşmak için kültürü, sanatı en çirkin şekilde kullanıyor. Burada asıl üzerinde duracağımız konu, soykırımcı sistemlerin kullandığı bu çirkin uygulamalarını izah etme yerine, bunların zaten bilindiğini bilerek, asıl buna karşı nelerin yapılacağına dönük olacaktır. Özellikle günümüzde sanat ve sanatçı kavramlarının kendi hakikati ile anlaşılıp, toplumda öyle uygulanması şarttır. Soykırımcı sisteme karşı bunun bilincini gerektirip topluma mal ederek, onu kendi tarihsel, toplumsal, kültürel varlığımızla anlamsız hale getirebiliriz.
Toplumsallığın gelişmesinde sanatın yeri vazgeçilmezdir. Çünkü sanat, toplumsal yaşamı en güzel ifade etme biçimidir. Doğrudan insanların ruhuna, duygularına hitap ediyor. İnsana, içinde yaşadığı topluma anlam kazandırıyor. Toplumun manevi dünyasını oluşturuyor. Bireye, içinde bulunduğu topluma şekil veriyor, biçim kazandırıyor. Hakikatle buluşturuyor. Toplumun ermişleri, hozanları da (xwezan) hep bu yolla toplumsal yaşamın güzelliklerini, vazgeçilmezliğini insanlara anlatarak kavratmışlar. Bugün sanatçı olarak ifade ettiğimiz hozanlar, tarihin her döneminde doğruyu, hakikati temsil etmeleri ve yol göstericilikleri nedeni ile toplum, onları kendi kutsalları olarak tanımıştır. Onlar her zaman özgür yaşamın ifade gücü olmuş, öncülük etmiştir. Gümümüz sanatçıları da gerçek sanat ile buluşmak ve bu yolla topluma yol göstermek istiyorsa bu hakikati bilmelidir. Bu bilinç ve zihniyet düzeyi ile hakikatin gerçek yolcusu olmalıdır.
Demokratik toplum paradigması temelinde bu derinliği yakalamak mümkündür. Paradigmayı doğru kavramak, yaşam düzeyinin ona göre olmasını gerektirir. Özün ve sözün birliği ile eylemi gerekli kılar. Bu asıl görev olarak bilinip, sanatçının kendisini çalışmasına feda etmeyi göze alması gerekir. Buna cesaret etmek, soykırım sistemine karşı devrimci bir çizgiyi gerekli kılar. Sıradan ölçülerle bu gerçekleştirilemez. Hele özgür toplum hiç inşa edilemez. O nedenle sanatçı kendisini sürekli eğitimle yenilemeli, akademik düzey edinmeli, tüm yüzeyselliklerini aşmalı, derinlik kazanmalıdır. Kapitalist modernitenin yaşam tarzına karşı, özgür yaşamı inşa edecek öncülüğü, özgür toplumun yaşam duruşu ve sanatıyla yapmalıdır. Soykırımcı sisteme karşı öncelikle böylesi bir zihniyet düzeyi ile tedbir almalı, yaratıcı, zengin yol ve yöntemlerle bunu topluma mal ederek özgür birey ve toplumun inşasına katılmalıdır. Bu örgütlenmeyle olur. Örgütsüz hiçbir çalışma toplumsal çalışma olamaz. Toplumsal olan her faaliyet örgütlü faaliyettir. Bir de bu sanat faaliyeti olursa örgütlenme olmazsa olmazdır. Sanat faaliyeti tamamen bir örgütsel faaliyettir. Onu geliştirecek, yetkin kılacak, profesyonel, akademik kurumsal çalışmalar kadar, her türlü toplumsal ihtiyacı giderecek sanatsal örgütlenmelere de ihtiyaç vardır. Bu kurumlarda çalışmaları değerlendirecek, yetkin kılacak, sıçrama yaptıracak eleştirel bir bakış açısı ile sürekli doğrultu kazanıp kazandıracak, yaygın bir örgütlenmeye ihtiyaç vardır. Soykırımcı sisteme, özgür toplum sanatçıları olarak ancak böyle cevap verebiliriz. Bunun dışında geliştirilecek bireysel ve lokal tepkiler ile soykırımcı sistemin, özellikle de kültür ve sanat yolu ile toplum üzerinde uyguladığı saldırıları bertaraf edemeyiz. Bu sistemi yenmenin en etkili yolu, sanatın bütün dallarında, toplumsal yaşamın güzelliklerini, sanatın incelikleri ile topluma kavratmak için bütün devrimci, emekçi, toplumcu sanatçılar olarak örgütlenip yekvücut olmalıyız.
Dengbêjlerin toplum tarafından sahiplenilmesi konusunda eleştiriler var. Siz bu konularda ne söylersiniz?
DERSİM ARJİN: Dengbêjler; Kürt toplumunun sözlü edebiyatçıları, hozanlarıdır. Tarihsel, toplumsal, kültürel değer yargılarımızın günümüze taşırılmasında rolleri tartışmasızdır. Dengbêjlik; özellikle soykırım sisteminin her türlü baskı ve asimilasyoncu politikalarına karşı Kürt kültürünü, kimliğini, varlığını kendisine özgü sanatsal yorumuyla günümüze taşıyarak korumuştur. Bu edebi sanatsal çalışmayı yapan halk ozanları, her zaman toplumun yaşam ve çalışmasını, acılarını, sevinçlerini, aşklarını, savaşlarını, kısacası hayatın her anını, değişik ezgilerle kendi seslerinden teatral bir şekilde dile getirmişlerdir. Bu yolla toplumun ışığı olmuş, hem yol göstermiş hem de yaşamı anlamlı ve akışkan kılmışlardır.
Soykırım sistemi; kapitalist modernitenin yaşam ve sanat anlayışını özellikle gençler üzerinde geliştirerek, toplumun bu en kutsal çalışmasını ve bu çalışmayı yürüten gerçek halk ozanlarını geri görüp, anlamsız kılma çabasındadır. Maalesef günümüzde toplumun belli bir kesimi sistemin geliştirmiş olduğu “sanat” anlayışından etkilenerek, dengbêjlik gibi manevi bir dünyayı ve onun ozanlarını önemsemez duruma gelmiştir. Bu durumda bize ve kendisine halk ozanı diyen herkese düşen görev oldukça net ve somuttur. Dengbêjlik gibi edebi, sanatsal, manevi, kültürel dünyayı ve bu geleneğin günümüzdeki yürütücüleri olan halk ozanlarını sahiplenip korumalıyız. Onlarla bu geleneği, yeni nesillere aktarmalıyız. Onlar, yaşayan ve yaşatılan kültürel geleneklerimizin temsilcileridir. Bize düşen ise bu geleneği ilgiyle, sevgiyle, aşkla sürdürmektir. Kürdistan’ın dört bir yanında ve özellikle Ermenistan, Rusya, Bağdat ve Avrupa’da yaşamının yitiren dengbêjler oldu. Onların anısına bağlılığın ve bu kültürü günümüze taşıyarak halen canlı tutan dengbêjlerin sahiplenilerek, dile getirdikleri sanatsal, edebi eseri, birçok alanda başlattığımız arşiv çalışması ile ölümsüzleştirip, onları gerçek özünden koparmadan, günümüze taşırarak, tarihsel hafızamızı sürekli canlı tutmanın çabası içinde olacağız.
TÊKOŞÎN CÛDÎ: Dengbêjlik kültürü bizim tarihimizdir. Bu anlamda tarihine sahip çıkma ve canlandırma devrimci görevimizdir. Soykırım kıskacında olan bir halkın ve toplumun esas mücadele alanı kültür sanattır. Bizim kültürümüzü koruyan ve günümüze kadar taşıyan dengbêjlerimize borçluyuz. Kürt aşkını, Kürt isyanlarını, Kürt direnişlerini ve Kürt toplumunun örf adetlerini; dilini, giyim kuşamlarını, önemli olayları günümüz de tarihleştiren stranlarımız ve bu stranları canlandıran dengbêjlerimizdir. Bu anlamda denbêjlerimize sahib çıkma tarihimize ve özgürlük mücadelemize sahip çıkma ve canlandırmadır.
Sanatçı ve sanata saygısı olan herkes, kültür değer yargıları çerçevesinde günümüzde bunu canlandırmalıdır. Bazen direniş tarihimizi anlatan bazı stranlarımız özünden çıkartılıp oynak bir havayla kitleye ve topluma sunulmaktadır. Bazen de yaslarımızı anlatan Kürtçede (STRANÊN ŞÎNÊ) diyoruz bu stranlara, sanata güya kendini adamış insanlarımız bu stranları asimilasyon makinasından geçirmektedir. Bunun farkında olmayabilirler, onlara göre kültürlerine sahip çıkıyorlarmış gibi çalışsalar bile asimilasyonun değirmenine su taşıdıklarını unutmasınlar. Kuşkusuz kültürünü canlı tutup sahiplenip günümüze taşımak bir mücadeledir, bu mücadele sahasını boş bırakmamak gerekir ama özünü kuruyarak canlandırmak anlamlıdır. Hakikat taklit edilmez özüyle yaşamsallaştırılır. Bu anlamda dengbêjliğe sahip çıkma tarihine ve hakikatine sahip çıkmaktır. Bunun için Önder Apo’nun dengbêjlik üzerindeki çözümlemelerini okumalarını bütün sanatçı yoldaşlarıma önermekteyim. Önder Apo’nun kültür ve sanat tanımı hakikatin kendisidir. Bu toplumun sanatçıları olma kararını vermişsek hakikat yolunda yürümeliyiz.
Devrimin ve Kürt kültürünün kadın sesine, kadın rengine yapılan saldırılar devam ediyor. Siz bu saldırıları zindanlarda bulunan Ozan Canê ve daha birçok sanatçının direnişini nasıl değerlendiriyorsunuz?
TÊKOŞÎN CÛDÎ: Direniş kültürünün öncüsü kadındır. Tarihten bu yana kültürümüzü günümüze taşıyan ve var olan gericiliğe, egemen sisteme karşı bu direniş kültürünü canlı tutan kadınlar olmuştur. Ozan kadınlarının genelde geçmişine baktığımızda egemen sisteme karşı müthiş bir direniş içindeler. Yakılmışlar, asılmışlar sürgün edilmişler ama kültüründen ve sanatından vaz geçmemişler. Meryem Xan, Eyşe Şan ve bize dengbêjlik mirasını devreden kadın ozan şehit Mizginlere kadar ve günümüzde topluma öncülük yapan bütün kadınlara ışık olmuşlardır. Sadece Ozan Canê değil düşmana, egemen sisteme karşı direnen kadın ruhunu günümüzde canlandıran Önder Apo’dur. Direniş özgürlüğe giden yoldur. Direniş kültürünün öncüsü aynı zamanda toplumun rengi, sesi, ruhu ve duygusudur. Öncüleri sanatçılardır. Ozan Canê dengbêjlerin aynı zamanda devrimci direnişinin öncüsü olan Hozan Mizginlerin mirasıyla direnmektedir. Zindanda direnen bütün yoldaşlarımız bizim için direniş çizgisidirler.
Kürt kültürünü ve sanatını direnen sanatçı yoldaşlarımızın şahsında toplumsallaştıracağız.
Mem û Zîn konusu, Öcalan’ın değerlendirmeleriyle yeniden gündeme girdi ve yeni tarihsel, toplumsal, sanatsal yorumlara açıldı. Sizler bu destan bağlamında, Kürt edebiyatı ve sanatının, aynı zamanda gerçek sanatçının tarihselliği-güncelliği üzerine ne söylersiniz?
DERSİM ARJİN: Gerçek sanatçının tarihselliği ve güncelliği hakkından yeterince değerlendirme yapıldığı kanısındayız. Önemli olan sanatçının, soykırım sistemine karşı demokratik toplum sanatını ve sanatçı anlayışını mı, yoksa kapitalist modernitenin geliştirmiş olduğu toplum kırım “sanatı” ve “sanatçısını” mı esas alacağıdır? Bunları bilerek, bunlarda yapılacak tercih sanatçının yaşam ve sanat duruşunu belirleyecektir.
Edebiyat konusu ise zaten sanatın temelinde vardır. Çünkü edebiyatsız sanat yoktur. Sanat, edebiyatsız düşünülemeyeceği gibi, her edebi düşünüş, mutlaka bir sanat dalı ile vücut bulur. Eyleme dönüşür. Biri olmadan diğeri de olamaz. Anlam bulamaz. Toplumu anlamlı kılan, yaşamı güzelleştirin, doğayı, toplumu en harika biçimde dile getiren, insanı tüm baskı ve saldırılara rağmen, özgür tercihlere sevk eden, ona duygu, ruh veren, manevi-anlam dünyasını yaratan en temel faaliyettir. Özcesi edebiyat ve sanat bireyi ve toplumu inşa eden en temel faaliyettir.
Edebiyat tarih boyunca sözlü ve yazılı olarak gelişmiş, toplumsal tarihin ve toplumun aydınlatılmasında, yeniden şekillendirilmesinde belirgin bir rol oynamıştır. Nehirlerin akışı ve birleşmesi misali, o da sürekli tarih içerisinde akıp birbirine eklenerek kendisini büyütmüş, yenilemiştir. Hep içinde bulunduğu zaman ve mekanda topluma yol göstermiş, geleceğe öğretici, tarihi derslerle dolu ciddi bir miras bırakmıştır. Mem û Zîn de böylesine öğretici, geleceğe ışık tutan, edebi, tarihsel bir mirastır. Sosyolojik olarak çözümlendiğinde dönemin ve günümüzün soykırım sistemini dile getirmek kadar, aşiretlere, mirlere dayalı parçalanmış, cinsiyetçi toplumsal gerçekliği ve onun gerçek yüzünü ne kadar çarpıcı dile getirildiği görülecektir. Yine ihanetle parçalanan, bozulan toplumun ahlaki dokusunu dile getirerek, ona karşı toplumun temel kültürel-ahlaki değer yargılarında bir ve birlik olup özgür ülke ve toplum aşkını, büyük bir direnme azmi ile günümüzde de diri tutmuştur.
Soykırım sistemi tarihsel toplumsal tüm değer yargılarımızı çarpıttığı gibi günümüzde de Mem û Zîn gibi büyük tarihsel edebi bir eseri de çarpıtarak, onu kendi özünden boşaltıp, toplumun duygu ve ruh dünyasını, yine kendi istediği gibi biçimlendirmek, şekil vermek istiyor. Bugün soykırım sisteminin hayata geçirmek istediği bu kirli girişimler, 40 yılı aşkın mücadelemizle gün yüzüne çıkarıldığı gibi, sanat ve edebiyat alanında da artık gerekli karşılığı yine sanat ve edebiyatın gücüyle verilmektedir. Günümüzde Amed şehir tiyatrosunun Mem û Zîn gibi bir destanı yeniden güncelleyerek, müzikal bir şekilde sahnelemeleri oldukça önemlidir. Tabi böylesine büyük edebi bir eseri sadece müzikal bir tiyatro ile vermek elbette yetmeyecektir. O nedenle bunu yeniden bir başlangıç olarak kabul edip, sanatın daha birçok dalında yeniden güncelleyerek, onu kendi ruhuna ve hakikatine uygun bir şekilde yansıtmak, bizlerin ve tüm toplum sanatçılarının görevi olmaktadır.
Bakurê Kurdistan’da soykırımcı sistem karşısında bir direniş var. Sizler de son süreçte direnişe dair Kürtçe-Türkçe şarkılar yaptınız, bu şarkılar sürecin ruhunu yansıtıyor ve beğeniliyor. Bu direniş sürecinde kültür sanat devrimini gerçekleştirmek için toplum içindeki sanatçılara ne söylersiniz, sanatçılar ne yapmalı?
TÊKOŞÎN CÛDÎ: Müzik alanında yaptığımız stran çalışmalarımızın beğeniliyor olması güzel ama sadece beğeniliyor olması yetmez. Önemli olan yapılan sanatsal çalışmalarımızın, sizin de belirttiğiniz gibi sürecin ruhunu yansıtması kadar, içinde bulunduğumuz direniş sürecinin, toplumun tüm kesimlerine mal edilerek, haklı talepler ile devam eden direnişe sıçrama yapmasını sağlamaktır. Bu anlamda aslında hem bizlerin hem de sanatçıların ne yapması gerektiği konusunda bazı hususları dile getirdik. Elbette hem bizim hem de tüm devrimci, demokrat sanatçılarının, kültür emekçilerinin, halk ozanlarının, edebiyatçıların, aydın ve yazarların daha yapacağı çok şey var.
Türkiye ve Kürdistan’da AKP ve MHP öncülüğünde her gün ağırlaşarak uygulanan bir soykırım politikası var. Faşist soykırımcı rejim bu uygulamalarla sadece Hareketimizi değil, demokratik toplumun bütün kesimlerini de hedefine almıştır. Geliştirdiği özel savaş yöntemleriyle tarihte eşine rastlanmamış saldırılarla toplum kırım, kültür kırım politikalarını, dünyanın gözleri önünde gerçekleştirmektedir. Maalesef toplum içinde kendisine sanatçı, edebiyatçı, aydın ve yazar diyen bazı çevreler de adeta üç maymunları oynayarak, bunca soykırımcı faşist saldırı karşısında tavırsız tepkisiz kalmaktadır. Toplumla herhangi bir bağları olmadığı için yaptıkları edebi, sanatsal çalışmalar ile toplumsal duyarlılığı geliştirme yerine, bilerek ya da bilmeyerek, toplumu kapitalist modernitenin soykırım amaçlı geliştirmiş olduğu yaşam tarzının içine çekmektedirler.
Tüm devrimci emekçi sanatçılar, edebiyatçılar, aydın ve yazarlar, soykırımcı rejimlere karşı tarihte olduğu gibi, bugün de AKP – MHP faşizmine karşı birleşip, toplum içerisindeki öncülük görevlerini yerine getirmelidir. Bu onların tarihi sorumluluğu gereğidir. Özellikle hakikatin izinde yürüyen hiçbir aydın, sanatçı, yazar ve edebiyatçının, kendisini gelişen bu sürecin dışında tutmadan, sorumluluklarını bilerek hareket etmesi gerekir. Çünkü AKP – MHP faşizmine karşı, bu onurlu var oluş mücadelesi, sadece bizlerin değil, özgürlükten yana olan her aydın ve sanatçının görevidir. Bu da toplumun vicdanı olarak sanatçı olmanın gereğidir. O halde aydın ve sanatçılar olarak, toplumun her kesiminde, özgürlüğe olan tutkuyu büyüterek, mücadele azmini yükseltecek, kültürel değerlerine bağlılığı geliştirecek, somut edebi, sanatsal faaliyetler ile gelişen direnişe katılıp, AKP – MHP faşizmine karşı özgür toplumun yaşam ve sanat duruşuyla gerekli cevabı hep birlikte verelim. Toplumsal-kültürel devrimi kalıcı kılmanın asıl yolu böylesine toplumsal duyarlılıkları geliştirecek sanatsal, edebi çalışmalarla olur. Bu bizim sanat ve sanatçı yaklaşımımızın özüdür.
Özgür toplumun sanatçıları; her şeyden önce toplumla iç içe olup, toplumun temel kültürel değer yargıları ile kendilerini beslemelidirler. Toplumun özgürlük talebine karşılık verip, sanatıyla direnişe katılmalı, öncülük etmelidir. Ölçülerinde net olup, muğlaklığa yer vermemelidir. Engelleyen değil, ön açıp teşvik eden, herkesi katarak büyüten, sürükleyen, olmalıdır. Nitekim birçok sanatçı, duruşuyla, çalışmasıyla, yarattığı sanat eserleriyle soykırımcı AKP – MHP faşizmine karşı, halkın direnişine katılarak, hakikat yolunda hem Kürt halkının hem de tüm emekçi halkların yanında yerini almış, toplumsal duyarlılığı geliştirmiştir. Tabi yapılanlar ile yetinmemek, özgürlüğün gereği olduğu kadar, devrimci, sanatçı olmanın da gereğidir.
Devrimcilik ve sanatçılık her zaman eskiyi aşıp yeniyi gerekli kılar. O nedenle yapılacak daha çok iş var deyip, kültürümüzü, devrimimizi yükselen değerler haline getirmek için sanatımızda işlenebilecek birçok konu gün gibi önümüzde durmaktadır. Bunları hemen bir çırpıda ifade edecek olursak, her şeyden önce bütün devrimci, demokrat halk ozanı ve sanatçıların kendi sanatında, toplumun otantik kültürel değer yargıları kadar, bugün de toplumun acılarını, sevinçlerini işlemelidir. Yapılan barajlarla, atılan kazan bombalarıyla tahrip edilen, yok edilen doğanın güzelliklerine ve tarihi eserlerine karşı sessiz kalınmamalı, sanatımızda işlememiz gereken konular olmalıdır. Yine özgürlük mücadelesinin büyük bedeller ödeyerek açığa çıkardığı değer yargılarını, Önderliğini, kahraman gençlerini, kadınlarını işlemelidir. Zindanın, gerillanın görkemli direnişini işlemelidir. Halkın büyük fedakârlık göstererek geliştirdiği serhildanları işlemelidir. Faşizme karşı anaların onurlu duruşlarıyla yaptıkları barış çığlıkları hep anılmalıdır. Daha yaşamın tadını alamadan kurşunlara, bombalara hedef olan çocukların özgürlük özlemleri ile panzerlerin altında ezilerek katledilen 87 yaşındaki yaşlılarımızın ahı unutulmamalıdır. Özgürlük mücadelesi ile yaşamın her alanında gelişen toplumsal değişimi, yaratılan yeni özgür toplumu ve onun güzelliklerini sanatımızda işlemek, içinde bulunduğumuz toplumsal devrim sürecini, kalıcı kültür-sanat devrimine dönüştürmek için oldukça ön açıcı öncü bir duruş olacaktır. Hep birlikte bunu başarmak mümkündür.
Son olarak Kürt sanatçılarının Rojavayê Kurdistan’a ve Kuzey-Doğu Suriye’ye dönük devam eden işgal saldırısı karşısındaki duruşunu ve tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
DERSİM ARJİN: Kürt halkının ve tüm insanlığın ayağa kalkışında tüm Kürt sanatçılarının ve dünyanın her yerindeki demokratik sanatçıların rolü ve emeği çok önemlidir. Bu açıdan tüm Kürt sanatçılarını ve dünyanın her yerindeki insanlığın vicdanı olan sanatçıları saygı ve minnetle selamlıyoruz.
Kürt sanatçıların Rojava direnişi döneminde bir araya gelişi ve ortak tutumu çok anlamlıdır. Kürt halkının vicdanı ve yeni yaşamının yaratıcısı olan sanatçıların bu tutumu Kürt halkının birliğinde ve ortak mücadele içerisine girmesinde çok etkili olacaktır. Hiçbir Kürt siyasi hareketi Kürt halkının özgür geleceğinin duygularını yaratan sanatçıların, aydınların, yazarların duruşunu görmezlikten gelemez. Kürt sanatçıları halkın vicdanıysa o zaman Kürt siyasi güçlerinin bu doğrultuda hareket etme sorumluluğu bulunmaktadır.
Kürt sanatçıların Rojava direnişini desteklemek için bir araya gelişleri ve ortak tutumları direnişçilere ve başta Rojava Kürdistan halkı olmak üzere tüm Kürt halkına büyük bir moral güç vermiştir. Tüm Kürt sanatçılarını bu tutumlarından dolayı kutluyoruz. Onların tutumunun, Kürt halkının özgürlük mücadelesinde en temel güç kaynağı olduğunu bir daha vurguluyor; bu duruşlarını saygıyla selamlıyor, bundan sonraki çalışmalarında ve çabalarında başarılar diliyoruz. Sanatçıların birliği ve Kürt ortak duygusunu yaratmadaki başarıları tüm Kürt halkının başarısı olacaktır.