Kürtlerin en eski tiyatro eseri, Ecel-i Kaza

Kürtlerin en eski tiyatro eseri, Ecel-i Kaza

Orta Anadolu Kürtlerinden Ebuzziya Mehmet Tevfik tarafından 1872 yılında yazılan “Ecel-i Kaza (Kaza Ýle Gelen Ölüm-Talihsiz Ölüm)” adlı tiyatro eseri, Serhat’ın Kürt aşiretlerinden birine mensup bir haneden ailenin miri Pertev Bey’in, Kürt karşıtı Erzurum Valisi Laz Ahmet Paşa’nın kızı Nimet Hanım’a olan aşkını konu alıyor. Eser, Osmanlı devletinde Kürtlere dair ilk yerli piyes olma özelliðini taşıyor.

T.C Kültür Bakanlıðı, Ebuzziya Mehmet Tevfik’i Türk yazar ve yazdıklarını da Türk eserleri olarak lanse etse de, yazar bir Orta Anadolu Kürdüdür ve yazdıðı Ecel-i Kaza da Kürtlerin ilk tiyatro eseri olarak bilinir.

TEVFÝK’ÝN AÝLESÝ

1849 yılında Ýstanbul’da doðan Ebüzziya Mehmet Tevfik, Serhat kökenli Kürt Şerefli Aşireti’nin Hespkêşan boyuna mensup. Hespkêşan ise Konya’nın Cihanbeyli ilçesinin eski ismidir. Yöre Kürtleri arasında Tevfik’in ailesi Heci Heseni olarak biliniyor. Hacı Hasan’ın,13’üncü yüzyılda Sivas beyi Ýbn-i Kürd Konya’yı aldıðında ailesiyle birlikte Konya’nın Koçhisar nahiyesine yerleştiði tahmin ediliyor. Takip eden yıllarda Şerefli aşiretinin bu nahiyeye göç etmesiyle birlikte nahiyenin ismi Şereflikoçhisar olarak deðişir.

Ebüzziya Mehmet Tevfik, Kürtçe ve Türkçenin yanı sıra Arapça, Farsça ve Fransızcayı da iyi derecede bilmektedir. 1866 da ülkeye meşrutiyet getirmek isteyen “Yeni Osmanlılar” cemiyetine katılan Ebüzziya, 1872’de ilk eseri olan Ecel-i Kaza’yı yazar. Birkaç ay sonra da Sultan Abdülaziz tarafından Rodos’a sürgün edilir. Sürgün nedenin Ebüzziya’nın çıkarmış olduðu “Sıraç” adlı gazete olduðu görüşü edebiyat tarihçileri tarafından savunuluyor olsa da, asıl nedenin Ecel-i Kaza adlı piyesi olduðu da ifade edilmektedir.

ÝZLENEN ÝLK YERLÝ PÝYES

Ecel-i Kaza, Kürtler üzerinden Osmanlı devletine yapılabilmiş en sert eleştiridir. Eser, dönemin bazı Tanzimatçı edebiyatçıları tarafından Shakespeare’nin Romeo-Jülyet’i ile mukayese edilecek kadar ileri varılmıştır. Eser yayınlandıðı yılın kasım ayında, ilk defa “Gedikpaşa Osmanlı Tiyatrosu”nda sahnelenir. Bu özelliðiyle de Osmanlı toplumunca seyredilen ilk yerli piyestir. Romantik dram özelliði taşıyan Ecel-i Kaza, beş fasıl, beş perde ve yirmi üç meclisten oluşur.

KONUSU, KÜRT SORUNU!

Piyes’in ana figürü Serhat’ın Kürt aşiretlerinden birine mensup bir haneden ailenin miri Pertev Bey’dir. Konusu Pertev Bey’in Erzurum valisi Laz Ahmet Paşa’nın kızı Nimet Hanım’a olan aşkı, Erzurum Valisi’nin Kürt aşiretine karşı giriştiði katliam ve sürüp giden kan davasıdır. Bu özelliðiyle Osmanlı devletinde Kürtlere dair ilk piyestir.

Oyunda birbirini ölesiye seven Kürt Pertev Bey ile Nimet Hanım’ın aileleri arasında bulunan kan davası yüzünden birbirilerine kavuşamamaktadırlar. Bu iki gencin arasındaki romantik aşkın bir araç olduðu düşünülürse, Erzurum Valisi Laz Ahmet Paşa’nın zalim bir idareci oluşu vesilesiyle özgürlük–esaret mücadelesine yönelik bir mesaj verdiði söylenebilir.

Eserin konusu, Kürdistan’ın Serhat bölgesinin Erzurum şehrinde geçmektedir. Vaka zamanı tahminlere göre, II. Mahmut’un Kürdistan mirlerini tasfiye ettiði dönemin sonrasına denk geliyor. Hatırlanacaðı üzere Osmanlı padişahı II. Mahmut merkezi otoriteyi güçlendirmek adına Kürdistan hanlarını ve mirlerini tasfiye etmiş, yerlerine valiler tayin etmiştir. Kürt aşiretleri bu tasfiye hareketine karşı direnişler sergileyip, valileri tanımamışlardır. Böylece oluşan otorite boşluðunda Kürt din adamları Kürt aşiretleri nezdinde baðlayıcı olmuşlardır. Piyesteki örneði Şeyh Hulusi efendi’dir. Hulusi Efendi yeri geldiðinde Laz Ahmet Paşa’yı yerden yere vurmakta, öldürdüðü Kürtlerin şehit olduðunu belirtmektedir. Ayrıca kan davası aleyhinde fikirler içeren piyeste Osmanlı imparatorluðu bünyesindeki Kürtlerin yaşayışlarına, dini ve ahlaki inançlarına ve olaylara yaklaşım tarzlarında da yer verilmiştir.

LAZ AHMETÝN KÜRT KATLÝAMI

Piyesin merkezi figürü 22 yaşındaki Pertev Bey, Kürt elbiseleriyle verilmektedir, arkasında sırmalı bir kat başıbozuk esvabı, başında bir sırmalı gecelik serpuşu, belinde bir çift gümüşlü tabanca, bir hançer, boynunda bir altın kılıç, hepsinin üzerinde bir yaðmurluk. Pertev üç yüz yıllık bir Kürt hanedanına mensup, ömrünün çoðu saraylarda, rahatlık içinde deðil, çadırlarda, daðlarda ve zor şartlarda geçmiştir. Kürt din adamı Hulusi Efendi’den ders almış bir Serhat Kürt delikanlısıdır. Babası ve kardeşleri dâhil aynı aşiretten 40-50 Kürt, Laz Ahmet Paşa’nın emriyle Serhat daðlarının eteklerindeki bir yaylada öldürülmüştür. Kürt aşireti de Laz Ahmet Paşa’nın babasını öldürmüştür.

“BÜYÜKLÜK KÜRDE YAKIŞMAZ!”

Piyeste yer yer Kürtlüðü rencide eden “Büyüklük bir Kürt oðlundan ziyade bana yakışır”gibi diyaloglar da mevcut. Laz Ahmet Paşa, Kürtlerin can düşmanıdır. Ona göre Kürtler ilkel bir topluluktur. Göçebe halleri ise cahilliklerinin ve vahşiliklerinin bir göstergesidir. Bu durumdan dolayı kızı Nimet’in Kürt Pertev Bey ile evlenmesini düşünmek bile istemez. Bunu şöyle ifade etmektedir; “Hanedanının saraylarını bırakıp da Kürt çadırlarında yatacak... Utanmaz senin büyükbaban onların elinde öldü. Ben kimim? Pertev kim? Ben bugün padişahın bir veziriyim... O bir Kürt... Bir kanlı kopeðin oðlu... Bir asi... Bir haydut. Daha babamın kanı kullandıðı kılıçta duruyor.. Ona vereceðime kara topraðın ne suçu var? Gebersin.”

AŞÝRETLERÝ BÝRBÝRÝNE DÜŞÜRME PLANI

Osmanlı sahasındaki Kürdistan’da mirlerin tasfiyesi sonrası gelişen otorite boşluðunu ve yerel yöneticilerin aşiretler üzerinde hâkimiyet kurma ve ulusallaşmalarını engelleme çabalarını da eserin satır aralarında görmek mümkün; “Şimdi Şoregol isyanda iken, Pertev'i öldürüp de onun aşiretini de ayaklandırmak münasip deðildir. Burası hudut... Devletin hudut üzerinde olan münazaralardan ne kadar ihtiraz ettiðini efendimizden öðrenmiştim... Ýki aşiret bir yere gelirse elbette kuvvet bulur.” Bazı yerlerde de Laz Ahmet Paşa’nın Kürt aşireti ile Kars dolaylarında yaşayan Türkmen aşireti olan Karapapakları birbirine düşürme çabaları var; “Fazıl begle Pertev'e haber göndereyim... Ýkna edeyim... Aşiretine yazsın... Birkaç yüz atlı istesin... Sabahleyin ben de kendisini alayım... Beraber çıkayım... Ýsteyeceði atlılar Karıştıran'a ancak üç güne kadar gelebilir... Biz o vakide dek Şoregol atlısıyla çarpışırız... En evvelki kavgada adam tertip ederim... Pertev'i vururlar… Sonra Şoregolliler vurdu deriz... Hazır bu bahane ile aşireti hem bize isyan etmez hem Şoregollinin üzerine kalkar… Onların terbiyesinde bize bir büyük kuvvet olur.”



ESERÝN VERDÝÐÝ MESAJ

Piyesin sonunda Nimet Hanım ölür. Bunu gören Pertev de canına kıyar. Nimet, gece karanlıðında gördüðü gölgenin babasın gölgesi olduðunu sanarak, korkudan ölür. Nimet’in öldüðünü gören Pertev’de gümüş işlemeli tabancasıyla intihar eder.

Eserin toplumsal mesaj yönü düşünüldüðünde, figürlerin ve fikirlerin temsiliyeti konumunda Nimet, özgürlük isteyen, fakat otoritenin gölgesini bile gördüðünde korkudan ölen o günkü Osmanlı toplumudur. Kürt Pertev’i ise iki konumda düşünmek mümkündür. Birincisi gerçek konumudur ki, o asi bir Kürt civanıdır. Mekânı heybetli dað doruklarıdır. Özgür bir yaşamın delisidir. Osmanlının otoritesine boyun eðmez, bunun için de fazlasıyla bedel öder. Ýkinci konumu “yeni Osmanlıların” şahsıdır ki, yazar mensubu olduðu “yeni Osmanlılar cemiyetinin” bireylerini asi ve cesur bir Kürt delikanlısının şahsında idealize eder.

Eserdeki bu hazin son ister istemez Mem û Zîn’i de hatırlatıyor. Ebüzziya, eserin konusuna son derece hâkimdir. Kaldı ki Şoregol, Elegez, Elejgır (Eleşkirt) Kalesi gibi yer adlarına ve Kürt geleneklerine vakıftır. Kürt olması itibariyle zorluk çekmediðini 1900lerin başında kendisi şöyle diyor, “Eserin üzerinde çok çalıştım. Özellikle Kürt Pertev’in şivesi üzerinde..”

Eserde, Osmanlının baskıcı rejimine karşı, özgürlüðü sembol eden Kürt Pertev beyin merkezi figür olması, Osmanlı sultanını fazlasıyla korkutmuş olmalı ki, aynı yıl Ebüzziya’yı, Girit adasının hemen yanındaki Rodos adasına sürgün etti. Burada üç yıl zindanda yatan Ebüzziya 1876 yılında Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle tekrar Ýstanbul’a döner. Bu sırada Kürdizade Ahmet Ramiz’le tanışır. Nitekim Kürdizade Ahmet Ramiz birkaç eserini Ebüzziya Tevfik Bey’in matbaasında basar. Nihayet Ebüzziya 1900 yılında Konya’ya sürgün edilir. Meşrutiyet taraftarı bu Kürt aydını üzerinde yeterince araştırma yapılmamıştır.

ANF NEWS AGENCY