Kürt dili üzerindeki baskılar gün geçtikçe artarak devam ediyor. Birçok insan, Kürtçe konuştuğu veya Kürtçe şarkı söylediği için ya işkenceden geçiriliyor ya da tutuklanıyor. Toplum içerisinde de Kürtçenin giderek asimile ve yok olması için yoğun bir çaba yürütülüyor. Türk devleti, toplum kırım çalışmalarının bir ürünü olarak Kürtçeyi yok edemese de asimile etmeye, dejenere etmeye çalışıyor.
Kürt halkının değerleri, dizilerle, değiştirilmiş şarkılarla ve dejenere edilmiş sözcüklerle yok edilmeye çalışılıyor. Toplum kırım çalışmalarını ve toplum mühendisliğini çok iyi kullanan Türk devleti, Kürtçenin bir dil, bir yaşam biçimi olmasını engellemek için yoğun bir çaba gösteriyor.
Kürtçe üzerindeki baskı ve asimilasyon politikalarını ANF’ye değerlendiren Kürt Araştırmaları Derneği (Komeleya Lêkolînên Kurdî) üyesi Remziye Alparslan, Kürtçe üzerindeki baskıların kimlik ile alakalı olduğunu belirterek, Türkiye Cumhuriyeti sürecinin Kürtlere yönelik kıyım ve hak ihlalleri ile dolu olduğunu dile getirdi: “Dil, ayrışmamızı ya da yakınlığımızı belirten bir işarettir ve etrafımızdaki toplumların kimliğini yansıtır. Bu ayrışma ya da yakınlık, kültürel bir olgudur ve tarih ile ortak bir yaşamı işaret eder; Kürtler arasındaki tartışmaların yanı sıra, kimliğin tanınması ve bu kimliğin bir parçası olan farklılıklar üzerinde durur. Bu, kendine özgü bir kimlik ve baskıcı bir kimlik (egemen ve tahakküm eden kimlik) ile ilişkili bir durumdur.
Aynı zamanda, bu durum, yapı ve sahipleri üzerinde bir şeyler gerektirir; bu gerçekliğin görülmesini istemez ve her zaman, açık ya da örtük bir şekilde inkâr ederler. Bu da korkularını artırır. Kısacası, Kürtçe, Kürtlerin kimliğini ve taleplerini gözler önüne sererken, ulusal dil duvarı (ki bu da sistem ve onu koruyanlar açısından her zaman Türkçe’dir) oluşturur. Bu nedenle, Kürtçe üzerindeki baskılar ve saldırılar, kimliğin tutarsızlığı ve Kürtçe ile bağlantılıdır. Kürtçe ve Kürtler üzerindeki baskı ve saldırıların tarihi, bizim için herkesin gördüğü bir durumdur; bunu sıklıkla dile getiririz.
‘SALDIRILARIN AMACI TOPLUMUN DİLDEN UZAKLAŞMASIDIR’
Osmanlı Devleti’nin modernleşme çabalarıyla başlayan süreç, o dönemde ulus-devlet ideolojisi ve ulusçuluğun, aydınlar ve yönetici elitler arasında yolunu bulmasını sağladı. Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti dönemi, Kürtlere yönelik kıyımlar ve tüm hakların ihlali ile karışık bir yapıdadır. O günlerden bu yana Kürtlerin direnişleri ve ayaklanmaları gün yüzüne çıkmış ve bu süreç, on beş yıllık bir döneme kadar (yeni bir norm oluşturma ve tanımlama sürecine dayanarak) yoğun bir şekilde devam etmiştir. Bu inkâr ve kabul edilmezlik, Kürtler üzerinde baskı, yok sayma ve asimilasyon hedefleriyle planlı ve sistematik bir şekilde yürütülmüş; bugün de tüm resmi yapılar ve kuruluşlarda sürmektedir. Bu nedenle farklı türlerde baskılar; dil kurumlarında yasaklar, kitapların yasaklanması, şarkıcıların gözaltına alınması ya da dansçıların üzerinde baskı yaparak yargılanmaları gibi durumlar meydana gelmekte ve bu şekilde bir mekanizma oluşturmaya çalışılmaktadır.
Bu saldırılar ve baskılar, inkâr politikasının bir yansımasıdır ve bu tahakküm biçiminin sürdürülmesine yönelik bir çabadır. Amaç, toplum genelinde ve özellikle yeni kuşakların kendi dillerinden uzaklaşmalarını sağlamak ve kendi taleplerini birleştirmeye çalışmaktır. Kısacası, bu saldırıların amacı, dil ve kültürü kriminalize etmek ve Kürtçe ile Kürt kültürü üzerindeki çalışmaları engellemektir.”
‘KÜRT DİLİNE BİR STATÜ TANINMADI’
İktidarın ana dil ile ilgili açıklamalarına da değinen Remziye Alparslan, iktidarın bu söylemlerle kendilerini bu baskıları yapmıyor gibi göstermek istediğini söyleyerek sözlerine şöyle devam etti: “Eğer bir soru üzerine konuşursak, ‘vatandaşlar, kendi dilleri nedeniyle gerçek bir baskıya maruz kaldılar’ gibi ifadeler, bu yönetimin temel bir niteliği olarak yine karşımıza çıkıyor. Her zaman kendilerini mağdur göstermek ve tüm baskılardan uzak durmak istiyorlar. Onların her söylediğini inceleyecek olursak, bu kalıbı göreceğiz. Burada da Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerindeki baskıları tartışmak istiyorlar; ama bugüne kadar devam eden bu ayrımcılığın sonuçlarını görmek istemiyorlar be bunun sonucunda ne kadar insanın zarar gördüğü, hapislere düştüğü ya da hayatını kaybettiği önemli değil. Bence, sadece kendilerinden önceki dönemleri ve Cumhuriyet’in başlangıç yıllarını ele alarak, bu konuyu bugünkü duruma getirip irdelemek istiyorlar. Her şeyin çözümü bulundu, diller üzerindeki baskılar kaldırıldı ve artık Kürtler her şeyi özgürce yapabiliyor; bu şekilde baskıdan uzaklaşıyor ve başka bir yöne yöneliyorlar. Ancak, Kürt dili ve Kürt halkı için bir statü tanınmadığını biliyoruz. Her şey bir şekilde gelişiyor ama her alanda değişim yaşanabilir ya da keyfi yasaklarla her şey durdurulabilir. Bence bu bir manipülasyon türü. Buna karşı gerçekleri görmek zorundayız. Kürtçeye yönelik baskılar devam ediyor ve AKP hükümeti (şu an MHP ile birlikte) bu meseleyi kendi çıkarlarına göre şekillendiriyor ve son on yılda bu durumu daha da artırdı. Birçok kurum, bu kurumlarla bağlantısı olmayan teşebbüslerin eline düştü ama bu, onlara bir fırsat sunuyordu; dil kurumu kapatıldı ve toplumu etkileyen bir dil üzerine baskılar getirildi. Her ne olursa olsun, bir şekilde topluma yön verildi ve Kürtçe de bu baskı konuları arasında yer aldı. İnsanların bunları hatırlaması gerekiyor. Son olarak, MED-DER ve Payîz Yayınları çalışanları, Kürtçe dil eğitimi veren öğretmenler gözaltına alındı. Ayrıca, Kürtçe öğretmeni ve bizim derneğimizin (Kürt Araştırmaları Derneği) eski başkanı öğretmen Eyüp Subaşı da ceza aldı. İddianameyi incelediğimizde; Kürtçe dergiler, Kürtçe çalışmalar ve edebiyatı ile Kürt tarihini suçlama konuları olarak görüyoruz. Bu, bizim için başka bir gerçeği ifade ediyor ve bu onların açıklamalarından farklı bir durum. Bu yüzden, eğer bir şeyler yapmak istiyorlarsa veya kendilerini önceki durumdan farklı göstereceklerse, bu durumu kendi eylemleriyle kanıtlamak zorundalar ve bu baskılardan uzak durmalılar.”
‘ASİMİLASYON POLİTİKALARININ AMACI FARKLI KİMLİKLERİ YOK ETMEK İÇİNDİR’
Asimilasyon politikalarıyla amacın farklı kimlik ve halkları yok etmek olduğunu dile getiren Remziye Alparslan, Türk toplumunun gözündeki Kürt algısının diziler, filmler ve kitaplarla oluşturulduğunu sözlerine ekleyerek şunları söyledi: “Asimilasyon, varoluşa ve kimliğe karşı bir saldırıdır. Amaç, farklı toplumları ve halkları yok etmektir; buna karşı duruşumuz açık ve net olmalıdır. Bu tartışmalar şüphesiz önemli, ancak bazı ifadelerin durumu biraz farklı. Bu ifadeler argoda yer almakta ve farklı bir yere oturmaktadır. Ben, bu tür ifadelerin popüler kültür yoluyla (filmler, günlük konuşmalar ya da şarkılar aracılığıyla) ve dijital medya aracılığıyla Türkçeye girdiğine inanıyorum. Aynı şekilde, Kürtçe konuşma ya da dijital medyada da kullanılabilir hale gelebilir. Popüler kültürde bu tür ifadeler, sıkça yayımlanmakta ve bir süre için anlam ya da belirgin bir mesaj taşısa da zamanla bu popülaritesi kaybolmakta ya da yavaş yavaş unutulmaktadır. Bu durum genellikle dillerin etkileşimi ve iletişimi nedeniyle ortaya çıkmakta ve her dilde benzer şekilde yaşanabilmektedir. Bazen, çokça talep edilen diller, örneğin İngilizce ya da siyasi olarak etkili diller, örneğin Türkçe, diğer diller üzerinde böyle bir etki yaratmaktadır. İnsanlar şunu diyebilir: Bu faktörlerin tamamı, bir değişim ya da dönüşüm sürecine işaret eder.
‘KÜRTLER TÜRK MEDYASINDA KARİKATÜRİZE EDİLİYOR’
Ancak, bu durum başka bir gerçeklikle de ilişkilidir; bu da Kürt imajının, Türklerin gözünde ya da Türkçe konuşanların gözünde, Kürt toplumundan ve kültüründen uzak bir şekilde oluştuğudur. Çoğu zaman, Kürt temsili ya da Kürtlerin bir araya gelmesi ya da bu bağlamda temsil edilmeleri, karikatürize edilmekte ya da bu kadar kısıtlı bir biçimde Türk medyasında yer almaktadır. Ya da bazı kişiler tarafından Kürtçe, yarı Türkçe yarı Kürtçe bir dil olarak sunulmaktadır. Bu dilin ve kimliğin tanınmaması ve buna yönelik baskılar, bu durumu daha da derinleştirmektedir. Eğer Kürt kimliği bağımsız ve özgür olursa, o zaman kendimizi bu tür durumlara maruz bırakmamak adına daha fazla çaba sarf etmeliyiz. Ancak şu anda, eğer Kürtçe yalnızca bu tür temsillerle ana akım kanallarda yer bulursa, bu, insanlarda olumsuz bir algı yaratır. Aynı zamanda, eğer yalnızca Kürt kültürünün belirli yanları sergilenirse, bu da Kürt dilini ve kültürünü folklorize eder, egemen dil ve kültür karşısında zayıflatır.
‘KÜRTÇEYİ KRİMİNALİZE ETMEK KÜRT DİLİNE ZARAR VERİYOR’
Sonuç olarak, bu tür ifadeler Kürtçeye zarar veremez; ama Kürtçe eğitim ve Kürt kimliğinin tanınmaması, dilimize büyük bir zarar vermekte (Kurmancî ve Kirmanckî) ve bunları azaltmaya yönlendirmektedir. Aynı şekilde, Kürtçeyi kriminalize etme ve Kürtleri, Kürt kültürünü ve dilini küçümseme durumu, Kürt diline ve kültürüne ciddi zararlar vermektedir. Ancak, pasif ve etkisiz olamayız; direniş göstererek bu sorunlarla mücadele etmeli, kendi dilimizde varlığımızı sürdürmeli, Kürt kimliğini yükseltmeli ve özgürlüğümüzü sağlamalıyız. Ancak bu noktada, duruşumuz ciddi, planlı ve programlı olmalıdır. Stratejimiz, Kürtçe yazılı dilin öğrenilmesi ve yaygınlaştırılması olmalıdır. Hiçbir şekilde dilin kullanımında ya da konuşma tarzında daralma ya da bölünme yaşanmamalı; bu bağlamda, Kürtçe bir birlik ve gelişme sağlamak zorundayız. Bence, dillerin dönüşüm sürecinde yeni ifadeler ve kavramlar dillerimize girmekte ya da başka dillere geçmektedir. Ancak eğer bir dilin kısıtlamaları varsa, o zaman aralarındaki eşitlik sağlanamadığı için bu durumu tartışmak zordur. Buradaki Kürtçe durumu da benzer bir haldedir. Çünkü uzun yıllardır birçok şey göz ardı edildi ve oldukça kısıtlayıcı bir çerçevede tutuldu; bu da Kürtçenin gelişimini olumsuz etkiledi. Bu aşamaya ulaşmak için Kürt kimliğinin statüsünü net bir şekilde belirlememiz ve Kürtçenin kendi alanında kalmasını sağlamamız gerekmektedir.”