‘Sınırları aşan bir öykü yapmak istedik’
Metin Yeğin’in “Grev” filmi birçok ilde ve sinemada dayanışma ile izleniyor. Bursa’dan başlayan öykü ise Bask’a kadar uzanıyor.
Metin Yeğin’in “Grev” filmi birçok ilde ve sinemada dayanışma ile izleniyor. Bursa’dan başlayan öykü ise Bask’a kadar uzanıyor.
Grev filmi, Bursa’da ipek için koza fabrikalarında çalışan Rum ve Ermeni kadınların hak arama mücadelesini anlatıyor. Öykü sadece Bursa ile sınırlı kalmıyor, İrlanda’dan Bask’a enternasyonal bir mücadelenin de izlerini taşıyor.
Filmin yönetmeni Metin Yeğin, yıllarca dünyanın sokaklarından manzaralar anlattıktan sonra deyim yerindeyse bu mücadeleyi ortaklaştıran bir anlatı sunuyor.
Grev, belki de en çok La Casa De Papel’in oyuncusu Itziar Ituño Martínez’in kadroda olmasıyla dikkat çekiyor ama filmin asıl dikkat çekici yanı, ‘askıda bilet’ ve ‘dayanışma’ ile ilden ile gösterimi oluyor. Yeğin, bizim de sorduğumuz Martínez için de benzer bir cevabı veriyor: Dayanışma
“Grev”, Bursa’daki kadın grevinden Bask’a uzanan bir konuya sahip. Dünyanın sokaklarını dolaştınız ve birçok halk hareketini de ekranlara ya da yazılara taşıdınız. Bu anlamda böylesi enternasyonal bir hikayeyi anlatmak sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?
Sınırları aşan bir öykü yapmak istedik, bunun bir yanı doğallığında böyle gelişiyor. Çünkü sınırları tanımamaya çalışıp yıkmakla uğraştığınızda, bu üstünüze siniyor. Öykü, ister istemez sınırların ötesine sıçrıyor, yok sayıyor onu. Takmıyor hiç.
Öte yandan dünyayı dolaşmak, Walter Benjamin’nin deyimiyle ‘anlatıcı’ olmak da, hemen her şey de böyle bir öykü kurduruyor insana. Kendisine benzetiyor sizi. Yaşadıklarınıza, anlattıklarınıza sadık kalıyorsunuz ve farkına varıyorsunuz ki sonra hikaye almış başını gidiyor her yere. Bağımsız, başıboş ve özgür... Bu yüzden film, Bursa’dan yola çıkıyor ama oy hakkı için mücadele eden İrlandalı Süfrajet bir kadını, bir İspanyol gazeteciyi ya da bir Bask direnişçisini de içine çekiyor.
Film aynı zamanda Osmanlı’daki kadın hareketi açısından da önemli tarihi bir hikayeye sahip. Bu anlamda hikayeyi anlatma serüveniniz nasıl başladı?
Kadınlar bugün nasıl her yerde ikincil sayılıyorsa, tarih yazımında da hep ikincil anılıyorlar, en iyimser tanımlamayla. Hatta anılmıyorlar bile. Bizim filmimiz zaten, gerçekte tarihin öznesi olanların ama yok sayılanların öyküsü. İşçiler, Ermeniler, Rumlar, kadınlar, grevler ve her şey...
Bunların hepsi sanki yokmuş gibi yapıldığından, bence bugünkü her açıdan yoksul halimiz. Birden durun ve düşünün, yüzyıl önce bir kadın mücadelesi olduğunu bilseydik ve bunu yaşatsaydık, birçok şey domino taşı gibi yıkılmış olmayacak mıydı?
Her mücadele bir iz bırakıyor ama asimilasyon, sadece insanları, kültürleri, dilleri yok saymakla kalmıyor, bu mücadelelerin izlerini de ortadan kaldırıyor. Bir dil ile, bir kültür ile mücadelenin bağı, ağaçla toprak arasındaki bağ gibi. Toprağı yok ettiğinizde, orada ağacın yetişmesini beklemek hayal. Bu nedenle bir kadın mücadelesini anlatırken kendi içinde bulunduğumuz durumu da anlamaya, anlatmaya çalışıyoruz aslında.
Filmin yapım süreci nasıldı? Örneğin Itziar Ituño Martínez filme nasıl dahil oldu?
Herkesin çok sorduğu bir soru bu. Birçok kişinin aklına hemen, nasıl oluyor da şu anda dünyanın en ünlü oyuncularından biri bu filmde oynamış, sorusu geliyor. Daha doğrusu ‘Grev’ diye bir filmin tabii ki düşük bir bütçesi olacak ve bu bütçeyle, La Casa da Papel’in Lizbon’u nasıl yer aldı sorusu...
Biz çok zenginiz. Bu zenginliğimiz, herhangi bir ülkenin tedavüldeki paralarından değil arkadaşlıktan, insan soluklarından ve kapitalizmin hala her şeye rağmen ortadan kaldıramadığı, şenlikli dayanışmasından kaynaklanıyor. Benzer kaderlerin, kardeş çocuklarının neşeli bir araya gelişi bu.
Birçok ilde film dayanışma ve askıda bilet ile izleniyor. Seyirci ile bu dayanışma ağında ilerlemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yine hayat bizi zorladı.
Peki, sevdiğim ve sık sık kullandığım bir sözü var Travanian’nın; ‘Tanrı bana deha verdi ve geliştirmem için yoksulluk ekledi’ diyordu. Biz işte yine bu zorluğun dinamiğinin etkisini yaşıyoruz.
‘Grev’ öyle bir hal aldı ki bir politik eyleme dönüştü. ‘Grev’ sadece bir film değil artık, bir örgütlenme aracı. İnsanları bir araya getirme sebebi ve sonucu. ‘Grev’ filmi, ‘seyredilen’ bir şey değil artık, örgütlü bir şenlik. Bu yüzden ülkenin, dünyanın öte ucundan insanlar, ‘sinema ihtiyaçtır’ diye düşünüp, öğrenciler, işsizler ya da mesela grevci işçiler için ‘askıda bilet’ alıyor. Yani sadece filmi seyretmekle kalmayıp, bu tadı kardeşleriyle paylaşıyorlar.
‘Grev’ çoktan bizim filmimiz olmaktan çıktı. Bu düzenin ortadan kaldırdıklarını sağa sola hatırlatan, dağıtan haylaz bir çocuk o.
Türkiye ciddi bir ekonomik kriz içinde. Sermaye, filmde de anlatıldığı üzere çoktan el değiştirdi hatta iç dinamiklerin devinimiyle yeniden farklı bir sermaye kuruldu. Peki, işçi ve emekçi sınıflar için ne değişti günümüzde?
Hiç. Ne yazık ki hiç. Hatta belki de daha kötü bir haldeyiz. Üretim fabrikalardan dışarı çıkıp, oturma odalarımıza yerleşti. Bin bir mücadele ile alınan, günlük azami çalışma saatleri, tatil hakları filan uçup gitmekle kalmadı, aynı zamanda bu koşullarda iş bulabilmek bile ‘ayrıcalık’ hale geldi. Patronun ödediği elektrik parasını bile evlerimizde iş yaparken biz ödüyoruz. İktidar yeni ve farklı olarak buharlaşıp, zamansız ve mekansız bir hal aldığında, onu yıkmak için bir araya gelebilme şansımız da zorlaştı. Fakat çok şükür ki insan fizik kurallarına dahil değil. Bir taraftan itince başka yere yürümüyor. Bu durumda da bir yol bulacak. Ve belki sinemada, ‘Grev’de bir araya gelmek de bunlardan bir tanesi.
Son olarak filmi “Devam edecek” diye bitiriyorsunuz. Bundan bahseder misiniz?
Filmin devamını biraz geleceğin gizemine yatırmak istiyorum, sizin ve okurların merakında büyüyüp gelişsin diye. Ama mücadele devam ediyor Bursa’dan Bask ülkesine ve dünyanın her yerine…