Toplum kırım uygulamaları ve özgür sanat-sanatçı duruşu

Soykırım sistemi, toplumun tüm kesimlerine karşı saldırılarını sistematik bir şekilde yürütüyor. Toplumun kutsalı olan kültürü, sanatı ve sanatçıyı gerçek özünden koparıp, onları hakikatlerinden uzaklaştırıyor.

KÜLTÜR VE SANATA YÖNELİK SALDIRILAR

Merkezi uygarlık sistemi, özü itibarıyla bir kültür kırım ve soykırım sistemidir. Tarih boyunca halkımıza ve özgürlük talebi olan tüm halklara dayatılan da budur. Bu sistem, kendi varlığını sürdürebilmek için toplumların özgürlük taleplerini sürekli engelleme çabası içerisindedir. Bunun için sayısız korkunç yol ve yöntem denemiş ve bunu sürdürmektedir.

Soykırım, merkezi uygarlık sisteminin toplumlar üzerinde pervasızca uyguladığı ahlak dışı, toplum karşıtı bir faaliyettir. Tarih boyunca hâkim sistemler, toplumsal faaliyetlerin olduğu her alanda bu uygulamayı gerçekleştirmiştir. Fakat günümüzdeki gerçekleştirilme biçimi, tarihin her döneminde uygulanan soykırımların en pervasızıdır; o da kültürel soykırımdır. Bu soykırım girişimini Önder APO savunmalarında şöyle tanımlıyor: “Kültürel soykırım, fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür. Yarattığı sonuçlar, fiziki soykırımdan daha felaketlidir; bir halk veya herhangi bir topluluk için yaşamda karşılaşabileceği en büyük felaket niteliğindedir. Varlığını, kimliğini, toplum doğasının tüm maddi ve manevi kültürel unsurlarını terk etmeye zorlanmak, uzun sürece yayılmış kitlesel çarmıha gerilmekle özdeştir.” O halde bu çarmıh sistemine karşı varlık mücadelesi yürütmek, özgürlük talebi olan her birey ve toplumun asli görevidir.

Soykırım sistemi, son yıllarda toplumun tüm kesimlerine karşı saldırılarını sistematik bir şekilde yürütüyor. Özellikle kültür ve sanat alanına yönelik amansız saldırılar geliştiriyor. Toplumun kutsalı olan kültürü, sanatı ve sanatçıyı gerçek özünden koparıp, onları hakikatlerinden uzaklaştırıyor. Bunu, toplumla alakası olmayan, içi boş, popülerleştirilmiş sanatçılar aracılığıyla yapıyor. Asıl hedefine ulaşmak için kültürü, sanatı ve onun sanatçısını en çirkin şekilde kullanıyor. İnsana, topluma, toplumsal yaşama, doğaya ve tüm canlılara yönelik yapılan her türlü ahlak dışı uygulamayı dahi bu yolla normalleştiriyor. Toplumun kutsalı olan sanatı ve sanatçıyı, toplum için değil, kendi iktidarlarını kalıcılaştırmanın aracı haline getiriyor. Elbette, soykırımcı sistemlerin kullandığı bu çirkin uygulamalar da hakikati temsil eden gerçek sanat ve sanatçı duruşları da biliniyor. Ancak, bu uygulamalara karşı üç maymunu oynayan kimi aydın ve sanatçılara bunları yeniden hatırlatmakta fayda var.

Uluslararası güçler, 100 yıldır Türk devletinin jandarmalığında, Kürtler üzerinde fiziki ve kültürel soykırım uygulamalarını, hiçbir hukuki ve ahlaki kural tanımadan aralıksız bir şekilde sürdürüyor. Türk devleti, AKP–MHP iktidarıyla birlikte bu soykırım uygulamalarını, günümüzde ihanetçi Barzani ailesini de yanına alarak tamamlamak istiyor. Bunun için Önder APO üzerinde, tarihte benzeri görülmemiş bir uygulama ile mutlak tecrit politikasını geliştiriyor. Özgürlük gerillalarına karşı her türlü yasaklı silahı kullanarak saldırılarını ağırlaştırarak sürdürüyor. Siyasal ve toplumsal alanda geliştirilen saldırıların yanı sıra, Kürt halkının özgür sesi olan basın ve kültürünü de hedef alarak, toplumu tamamen nefessiz bırakmak istiyor. Her gün dozu artırılarak devam eden bu saldırılar, 23 Ağustos’ta Barzani ailesinin ajanlığıyla özgür basın emekçileri Gülistan Tara ve Hêro Bahadîn’in, 4 Eylül’de ise Dukan yakınlarında bir baba ile iki çocuğun kalleşçe katledilmesiyle sonuçlandı. Aynı saldırılar, Rojava Kurdistanı'nda, Şengal ve Maxmur’da da gerçekleştirildi. Bakur Kurdistanı’nda, Kürtçe türkü söyleyip halay çeken gençler saldırıya uğrayarak tutuklandı. Caddelerde, trafik kuralları gereği yazılan “Pêşî peya” gibi Kürtçe yazılar bile silindi. 80 yaşındaki yaşlı kadınlar cezaevlerine konulup, yürüyemeyecek durumda olan dedelerimiz kelepçelenerek hastaneye götürüldü. 12 yaşındaki çocuklar 13 kurşunla, şarapnel parçalarıyla toprağa verildi. Mezarlara saldırılar yapıldı, anne ve babalar, evlatlarının kemiklerini torba ve kutular içinde taşımak zorunda bırakıldı. Dağlar ve taşlar ateşe verilerek tüm canlılar diri diri yakıldı. Yapılan barajlar ve yollar nedeniyle tarihi toplumsal mirasımız yok edildi. Dilimiz, "bilinmeyen bir dil" olarak kayıtlara geçirildi. Köylerimiz, yaylalarımız, isimlerimiz, kültürümüz, halaylarımız, ezgilerimiz, türkülerimiz, kısacası özgür Kürtlüğe dair ne varsa yasaklanıp, inkâr edildi ve nihayetinde imha edildi, ediliyor. Özellikle kadınlar ve çocukların hedef alındığı bu saldırılarda yapılmak istenen, tam anlamıyla bir toplum kırım girişimidir.

Tüm bu uygulamaları görmezden gelmek, hatta bu zihniyetle aynı ortamı paylaşmak, kapitalist modernitenin liberal ideolojisiyle hayata bakmak, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak, ulusal birlik adına ihaneti bile normal görmek, kendi bireysel çıkarları uğruna ulusal ve toplumsal çıkarları feda etmek, nasıl bir kişilik şekillenmesi açığa çıkarabilir? Daha da ötesi, nasıl bir sanatçı profili ortaya çıkarabilir? Kendi dar, bireysel çıkarları ve kariyeri uğruna ihanetçilerle dostluk yapan, her ortamda onlarla olmayı kabul eden ve aynı sahneyi paylaşanlar nasıl normal görülebilir? Hatta bu durum, nasıl olur da tüm dijital ortamlarda açıkça beğenilebilir? Ulusal birlik için bir çivi bile çakmamış, hatta ihanet eden kişiler, bu uğurda canını feda eden gencecik insanlarla nasıl karşılaştırılabilir? Bir tarafta halaylarımız, kendi dilimizle düğünlerde söylediğimiz stranlarımız yasaklanırken, diğer tarafta bazılarına sahneler nasıl açılabilir?

Tüm bunlar normal, sıradan olaylar değildir. Tüm bu olanları normal görmek, görmezden gelmek, onlarla aynı düşünmek anlamına gelmez mi? Elbette sözümüz, tüm bu gelişmelerin ortasında yaşayan bilinçsiz yurtseverlere değildir. Sözümüz, asıl olarak bu uygulamaları yapan ve onlara ortak olanlaradır. Amacımız, soykırım sisteminin, işbirlikçi-ihanetçi çevrelerin ve buna alet olanların 100 yıldır halkımıza uyguladıkları toplum kırım politikalarını ortaya sermek ve özgürlük uğruna hiçbir fedakârlıktan çekinmeyenlerin asil duruşuyla doğru ölçüleri belirleyip netleştirmektir.

Toplumsallığın gelişmesinde sanatın yeri vazgeçilmezdir, çünkü sanat toplumsal yaşamı en güzel ifade etme biçimidir. Doğrudan insanların ruhuna ve duygularına hitap eder; insana ve içinde yaşadığı topluma anlam kazandırır. Toplumun manevi dünyasını oluşturur, bireye ve içinde bulunduğu topluma biçim verir, ruh kazandırır, hakikatle buluşturur. Toplumun ermişleri ve Hozanları (xwezan), her zaman bu yolla toplumsal yaşamın güzelliklerini ve vazgeçilmezliğini sanatıyla anlatarak insanlara kavratmışlardır. Tarihin her döneminde Hozanlar, doğruyu ve hakikati temsil ettikleri, yol gösterdikleri için toplum tarafından kendi kutsalları olarak kabul edilmiştir. Onlar, her zaman özgür yaşamın ifade gücü olmuş, öncülük yapmış ve gerektiğinde tereddütsüz kendilerini feda etmişlerdir. Günümüz sanatçıları da gerçek sanatla buluşmak ve bu yolla topluma yol göstermek istiyorsa bu hakikati bilmelidir. Bu bilinç ve zihniyet düzeyiyle hakikatin gerçek yolcusu olmalıdır.

Özgürlükçü, demokratik toplum paradigması temelinde bu derinliği yakalamak mümkündür. Paradigmayı doğru kavramak, yaşamın da ona uygun olmasını gerektirir. Öz ve söz birliğiyle eylemi gerekli kılar.

Bunu bir görev olarak bilmesi ve sanatçının kendini çalışmalara adamayı göze alması gerekir. Buna cesaret etmek, soykırım sistemine karşı devrimci bir çizgiyi zorunlu kılar. Sıradan ölçülerle mevcut uygulamalara karşı durulamaz; hele özgür bir toplum hiç inşa edilemez. Bu nedenle, sanatçı kendisini sürekli eğitimle yenilemeli, akademik bir düzey kazanmalı, yüzeyselliklerini aşarak derinlik kazanmalı ve kendisine yaraşır bir tutum sergilemelidir.

Kapitalist modernitenin yaşam tarzına karşı özgür yaşamı inşa etmenin öncülüğünü, özgür toplumun yaşam duruşu ve sanatıyla yapmalıdır. Soykırımcı sisteme karşı, böylesi bir zihniyet düzeyiyle tedbir almalı, yaratıcı ve zengin yöntemlerle bu yaklaşımı topluma mal ederek özgür birey ve toplumun inşasına katkıda bulunmalıdır. Bu, örgütlenmeyle olur; örgütsüz hiçbir toplumsal çalışma olamaz. Toplumsal olan her faaliyet, örgütlü bir faaliyettir.

Sanat faaliyetlerinde örgütlenme olmazsa olmazdır. Sanat faaliyeti tamamen örgütsel bir faaliyettir. Onu geliştirecek ve yetkinleştirecek profesyonel, akademik kurumsal çalışmalar kadar, toplumsal ihtiyaçları karşılayacak sanatsal örgütlenmelere de ihtiyaç vardır. Bu kurumlarda, çalışmaları değerlendirecek, yetkinleştirecek ve sıçrama yaptıracak eleştirel bir bakış açısıyla sürekli doğrultu kazandıracak yaygın bir örgütlenmeye ihtiyaç bulunmaktadır.

Soykırımcı sisteme özgür toplum sanatçıları olarak ancak bu şekilde cevap verebiliriz. Bunun dışında geliştirilecek bireysel ve lokal tepkilerle, soykırımcı sistemin, özellikle kültür ve sanat yolu ile toplum üzerinde uyguladığı saldırıları bertaraf edemeyiz. Bu soykırımcı sistemi yenmenin en etkili yolu, sanatın tüm dallarında toplumsal yaşamın güzelliklerini ve sanatın inceliklerini topluma kavratarak devrimci, emekçi ve toplumcu sanatçılar olarak örgütlenip yekvücut olmalıyız.