Kürt müziğine yönelik saldırılar her alanda artarak devam ediyor. Bir yandan Kürtçe müzik yapan sanatçılar tutuklanırken, diğer yandan Kürt halkının büyük bedeller ödeyerek ortaya çıkardığı eserler, televizyon kanallarında anlamından koparılarak seslendiriliyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana binlerce Kürtçe ezgi, devlete hizmet eden Kürtler tarafından asimile edilip Türkçeleştirilmiş ve kayıtlara Türk Halk Müziği olarak geçirilmiştir. Öte yandan, birçok Kürt sanatçı, Kürt müziğinin gelişimine katkı sunmak yerine, sadece Kürtçe sözlü, fakat Kürt müziğine katkı sağlamayan eserler üretmeye devam ediyor. Kürt müziği üzerine araştırmalarıyla tanınan Veysi Toprak, Kürt müziğinin gelişimi ve asimilasyon çabalarına karşı neler yapılması gerektiğini ANF'ye değerlendirdi.
Müzikal açıdan ipin ucunun kaçtığını belirten Veysi Toprak, binlerce yıllık bir geleneğe sahip olan Kürt müziğinin hem asimilasyon hem de birilerinin kendilerine mal etme saldırıları altında olduğunu belirtti. Toprak, şöyle devam etti: “Çünkü kökeni bin yıllara dayanan ve bir sistemci okulun geleneğinden gelen Kürt müziği, içinde birçok zenginliğe sahip olmakla birlikte kendine özgü bir özelliği olan ve bu özelliğinden dolayı büyük saldırılara uğramıştır. Kimi zaman asimilasyonla yok edilmek istenmiş, kimi zaman da tüm değerleriyle birlikte kimileri tarafından kendine mal edilmeye çalışılmıştır. Tüm talan ve baskıya rağmen, kendi kökeni sayesinde yaşamaya devam etmiştir. Birçok ulusun müziğine de yön veren müzik yapımız gerek ses sistemi gerekse biçim, form, ritim ve seyir açısından zengin bir yapıya sahiptir.
Bütün bunlara yol açan tek bir sebep vardır; O da kendimizi hiç tanımıyor olmamız. Bu sebeple, kendimizden uzaklaşmak için elimizden geleni yapıyoruz. İnsanlığın sapıtmasını önleyen, onu dimdik ve onurlu tutan, onun manevî değerleridir. İnanç ve kültürel değerler olarak özetleyebileceğimiz 'milliyet kimliği' sarsılmaya başladığı anda, başkalarının kuklası olmaktan kurtulunamaz.”
KİMLİĞİN BAŞ UNSURU KÜLTÜR
Meseleyi müzik açısından değerlendiren Toprak, “Bütün bu Batı saplantılarından kurtulmak mecburiyetinde olduğumuzu söylemeliyim. Bir kere, 'müzik şöyle olursa çağdaş, böyle olursa çağdışı olur' gibi manasız şartlanmaları bir kenara bırakmalıyız. Hele hele subjektif olan, müzik gibi, sanatların en güzel dalını böylesine anlamsız dayatmalara konu etmek cinayetten başka bir şey değildir. Kimliğin baş unsuru olan kültür ve bu kültürün temel unsurlarından biri olan müziğe, şu veya bu şekilde girmeye başlayan yabancı unsurlar, onu özünden az veya çok ama muhakkak uzaklaştırmaktadır. Bizzat müziğin kendisini musallat edilen bu unsurlarla mücadelesini, onları bünyesine almamakta direnmesinden anlamak, gören, duyan ve bilenler için zor değildir. Bu, adeta vücudun yabancı bir organı reddetmesi gibidir. Ama ya reddetmiyorsa? İşte bu nokta çok önemlidir. Onu alıp değerlendirmekten de korkulmamalıdır. Daha ziyade, teknik konularda tecelli eden ve kıstas olabilecek bu hayati noktayı tespit edebilmek, ancak konuya fevkalade vakıf olanların yapabileceği bir iştir. Bu tespite hiç gerek duyulmadan, son on yıllık süreçte, özellikle Kürt kültür ve sanatını yapmak üzere yola çıkan birey ve kurumlarda adeta bir politika haline gelen bu hatalar; çağdaşlık adına kendi sanat ve kültürünü kimliğinden uzaklaştırmadan, çağın gerekleri doğrultusunda yeniden biçimlendirmesi gerekirken, onu hepten atıp yerine başkalarının sanatını ikame etmeyi kendilerince bir ustalık, maharet ve çağdaşlık yolunda muazzam bir şey sanırlar. Halbuki bilmiyorlar ki çağdaşlık, bireylerin veya toplumların kendilerini özleriyle çağa sunmalarıyla mümkün olur. Aksine yapılanlar ise çağı taklit etmek, kendi değerlerini inkâr etmek, kendinden uzaklaşmak ve başkalaşmak olur. O nedenle gerçekten çağdaşlığı hedefliyorsak, ilk önce kendi değerlerimizi bilmeliyiz. Çünkü Kürt müziğini bilmeden Kürt müziğini nasıl zenginleştirebiliriz? Bu mümkün değil. Bunu iddia etmek, öküzden süt sağarım demeye benzer," dedi.
'BATI MÜZİĞİ İLE KÜRT MÜZİĞİ ARASINDA FARKLAR VAR'
Batı müziği ile Kürt müziği arasında farklılıklar olduğunu, iki müzik yapısının çok farklı disiplinlere sahip olduğunu sözlerine ekleyen Toprak, şöyle devam etti: “Çok seslilik, Batı müziğinin kendi sistemi içinde ve oluşan seyri sonucunda ulaştığı bir sonuçtur. Bu seyir sonucunda ulaşılan nokta, o müzik ile elde edilecek duygu ve düşüncelerdeki oluşumu ifade eder ve saygıyla karşılanır. Batı'nın kendi üslubu ve dairesinde ulaştığı bu teknik başarıdan hareketle, ona imkân veren araçlar olduğu gibi Kürt müziğine uygulanırsa, acaba aynı netice elde edilebilir mi? İki müzik yapısı arasındaki farklılıklar (sistemleri, aralıkları, makamları, ritmik ve melodik yapıları) ve bunların neticesi olan duygu ve düşüncedeki farklılıklar, bu soruyu gündeme getirmektedir. Bu nedenle çağdaşlaşma adına, müziğimizi temelden sarsacak böyle bir teşebbüsten ziyade, büyük dehalar yetiştiren bu müziğin mirası ile günümüzün değerlerini ve medeni dünyada kabul gören bir anlayışla yeniden yaratmak daha akılcı ve gerçekçi olur. Bu sebeple, çağdaşlaşma sendromuna tutulmuş, kendini asla tanımayan ve bu sebepten de aşağılık duygusu yaşayanlar bir an önce ulusal kimliklerinin gereklerine sarılmalı; gerçekten Kürt müziğine katkı sunmak amacında iseler işin bilimsel yönü ile kendilerini yetkinleştirmeli, işin popüler olan yönünü tali görmeli ve günü kurtarma politikalarını bir kenara bırakıp, gelecek kaygısı ile hareket etmelidirler. Kendilerine verilen rolü doğru oynamalı, rolü asla kendine benzetmemelidirler. Aksi olursa bin yıldır egemen ve talancıların yapamadıklarını kendileri yapmış olur.”
‘BATI MÜZİĞİNİN BAZI MÜZİK ALETLERİ KÜRT MÜZİĞİ İÇİN UYGUN DEĞİL’
Batı müziğinin ses sistemlerinin ve bazı müzik aletlerinin Kürt müziğinin icrası için uygun olmadığını sözlerine ekleyen Toprak, “Değerlerimiz ve müziğimizin reddetmediği bir doku ile karşılaşılırsa, şüphesiz bundan çok sesli veya başka bir uygulama olarak yararlanmak her zaman için mümkündür. Çalgıların, elbette müziğimizin pozitif malzemesi olan seslerinin, nağme ve üslup karakterinin ifadeye uygun yapıda olması gerekir. Gitar ve piyano, Batı müziği için vazgeçilmez, muhteşem bir saz olabilir ama müziğimizin icrası için hiç de öyle değildir. Çünkü bu iki aletin ses sistemleri Batı müziğinin tamperaman yapısına göre düzenlenmiştir. Nasıl ki Türkçe alfabe ile Kürtçeyi tam yazamıyorsak, bu aletlerle ve bunlara benzer diğer birçok aletle de Kürt müziğini icra edemeyiz. Bu ses sistemini Kürt müziğinde esas alamayız; aldığımızda tıpkı Türkçe alfabe ile Feqiyê Teyran'ı 'Fekiye Teyran' olarak yazmamıza benzer bir sonuç çıkar ki bu da kendi değerlerimize hakaretten öteye geçmez.
Çok seslilik konusu, bugünün olduğu kadar belki geleceğin de konusudur. Bunun böyle olacağı tarihi gelişiminden anlaşılmaktadır. Makamsal bir müzikteki ses aralıkları ile Batı müziğinde kullanılan ses aralıkları ve dizi oluşumları, bu iki müzik yapısının temeldeki fiziki ve ruhi yapılarının çok farklı oluşu ve bunun bir türlü kavranılmamış olmasıdır. Dillerin, harf, ses ve cümle yapılarındaki farklılık gibi, müziklerinde kullandıkları ses malzemelerindeki farklılıklar, sonuçta farklı diller ve farklı müzikler yaratmıştır. Kürt dilinin normal telaffuzunu İngiliz aksanına dönüştürüp cümle kuruluşunu da bu şekilde yapalım; bakın, ne kadar gülünç ve anlaşılmaz bir sonuç ortaya çıkar. Kürt müziğini de bu gülünç hale getirmemek için doğru düşünmek ve yaratmak gerekir. Bunun için de işin ilmi yönünü doğru algılamalı ve kullanmalıyız,” dedi.
‘ÇOK SESLİLİK ÇERÇEVESİNDE GELİŞEN 3 ANLAYIŞ’
Çok seslilik düşüncesini üç ana başlık üzerinden ele alan Toprak, şunları söyledi:
“Bugün çok seslilik düşüncesi çerçevesinde gelişen üç anlayışı belirtmekte yarar var:
Kendi müziğini terk edip, yerine Batı müziğini getirmek isteyenler. Bunlara 'kendisinden utananlar, başkalaşanlar' diyebiliriz.
Kürt müziği sisteminden ve ses dünyasından asla değişime rıza göstermemeyi düşünmediklerini dile getirmelerine rağmen, kendilerini bilimsel anlamda geliştirmeyenler ve ne yaptıklarını bilmeyenler.
Kürt müziğinin asli unsurlarına zarar vermeden, Batı'nın teknik imkanlarından da yararlanarak çok sesliliği mümkün görenler. Bunlara 'ılımlılar' diyebiliriz. Ancak bunların çalışmaları nicelik anlamında yeterli değildir.
Birinci görüşte olanların sonuçta ulaşmak istedikleri hedef, yukarıda belirtilen gerekçeyle kesindir: Kürt müziğini kaldırıp yerine Batı müziğini koymaktır. Bu amaç doğrultusunda kurumlarımızın politikası da maalesef bu olmuştur. Ancak son dönemlerde bunun tersine bazı düşünceler seslendirilmekte; fakat sonuca gidilememektedir. Çünkü bu düşünceyi çağdaşlık sananlar, belli kapıları tutmuşlardır.
İkinci gruba gelirsek; bunlar, gelenekçi olmakla beraber neyi nasıl yapmaları gerektiği konusunda herhangi bir projeleri olmayan, kendilerini gelişime değil de radikallere karşı bir tavır içinde göstermeye çalışan bir duruş sergilemektedirler. Kökten değişimcilerin çağdaşlaşma adına çağ dışılıkla (!) itham ettikleri bu gruptakiler de en az birinci grup kadar sakıncalı ve müziğimiz açısından tehlikelidir.
Ilımlıları ikiye ayırabiliriz: Birinci kısım, Batı normları dahilinde kalıp, o sistemin çok sesli enstrümantal müziğinin üzerine Kürt müziği sounduyla vokal müziği yapmayı dayatanlar. Diğerleri ise, Kürt müziği sistemini ve özünü bozmadan geliştirilecek olan bir armoniyle ve ona denk oluşturulacak çok seslilik prensipleriyle Kürt müziğini hak ettiği yere getirmek isteyenlerdir.
Bu üç kategorik doğrultuda ortaya çıkan müzik ortamı, maalesef tam bir kaostur. Her kategoride de net ve müspet bir sonuca ulaşıldığı söylenemez. Ilımlılardan ikincilerin, temeldeki fikirleri ne kadar doğru olsa da bu doğrultuyu kanıtlayacak eserler henüz gün yüzüne çıkmış değildir. Bu ana kadar denemelerden ileri gitmeyen bu tür çalışmaların genel bir kabule ulaştığı da söylenemez. İş, fevkalade zordur. İleriki zamanlarda belirginleşmesi muhtemel görülen bu durum hakkında şimdiden olumlu veya olumsuz kesin bir hükme varmak yanlış olur.”
‘SANAT, GÜZELE ULAŞMA YOLUDUR’
Bir sanat çalışmasının beğeniye, güzele ve estetiğe ulaşması gerektiğini, bunlardan sadece birine takılı kalmanın sorun yaratacağını vurgulayan Araştırmacı Veysi Toprak, sözlerini şöyle sonlandırdı: "Eğer herhangi bir sanat çalışması beğeniye, güzele, estetiğe ulaşabiliyor, millî değerlere ters düşmüyor ve sanat değeri taşıyorsa, yaratacağı değerler açısından önemlidir. Sonuç olarak; müzik, güzele ulaşma sanatı olduğuna ve güzele ulaşmada da muhtelif yollardan istifade edebilmek mümkün olduğuna göre, bu yollardan sadece ve sadece birini kurumsal sanat politikası olarak tensip etmek, ayrımcılıktır. Sanatın bünyesi, böyle dayatmaları kabul etmez. Sanat, mutlak hür düşünceyi, duyma ve hissetme özgürlüğünü telkin ile bunun yaşanılmasını ister.
İnsanlar, kendi müzikleriyle şad oluyor, onda kendilerini bulabiliyor ve bahtiyar oluyorlarsa, buna saygı göstermek en büyük çağdaşlıktır. Önümüzdeki yıllara damgasını vuracak olan Kürt aydınlanmasına ait sanat politikası da sanırım bunu bizlerden talep etmektedir. Ancak, bunun için de bazı yanlışları görmek gerekir. Çocuklarımızı tamperaman sisteme sahip olan piyano ve gitara özendirmemek gerekir ve bunların eğitiminden kaçınmak gerekir. Çocuğa piyano ile verilen müzik dersi, hiç Türkçe bilmeyen bir köyde Türkçe ders veren okul açıp çocukları eğitmeye benzer. Dengbêj ezgisini söylerken piyano çalınmasını sanat sanan zihniyetlerin tasfiye edilmesi ya da doğru bir eğitime alınması gerekir. Yanlışları terk edip doğrunun hayata geçmesi için de kültürün kültürsüz öncüleri bir kenara konulmalıdır.”