Toprak: Sömürgeci politikaların temelinde asimilasyon var

Araştırmacı Veysi Toprak, Kürt kültürüne yönelik devlet politikalarının yıkıcı etkilerini vurgulayarak, Kürt müziği ve dilinin yok edilmesinin egemenlerin ilk hedefleri arasında olduğunu belirtti.

KÜRT KÜLTÜR SOYKIRIMI

Türk devletinin bir politika olarak Kürt kültürüne ve müziğine yönelik saldırıları son yıllarda giderek artmış durumda. “Bir halkı yok etmenin yolu, o halka ait maddi ve manevi kültürel değerleri yok etmeyle olur.  Kürtler için de bu son yüzyılda böyle olmuştur” diyen, yıllardır Kürt müziği, Kürt halk dansları üzerine çalışmalar yapan araştırmacı Veysi Toprak, Kürt kültürüne yönelik baskıları ve uygulanan politikaları ANF’ye değerlendirdi.

Kurdistan’da yıkımın bir devlet politikası olduğunu belirten Veysi Toprak, “Maddi değerleri yıkmak, su altında bırakmak ve geriye kalanları çalıp başka yerlere götürmek birinci hedef olmuş ve uygulanmıştır. Hasankeyf ve barajı, Qentera yerleşkesi, Atatürk Barajı, Girkê Heciya, Xirabreşk (Göbekli Tepe) ve Van Urartu kazıları gibi manevi kültürel değerler, o halkın folklorudur. Yani yaşamına dair tüm varlıkların izdüşümüdür. Bunun en temel unsurları müzik, dil ve govenddir (dans). Kürtler için bu üç temel unsuru ortadan kaldırmak, egemenlerin ilk hedefleri olmuştur. Özellikle Bakurê Kurdistan coğrafyasında bu yok etme ve talan etme politikası, son yüzyılda çok şiddetli bir şekilde yapılmış ve halen de yapılmaktadır. Bu yapılanlara bir bakalım:

Kürt müziğini ortadan kaldırmak ve yok etmek için nasıl bir yöntem uygulandı ve orijin sözlerin üzerine Türkçe (Arapça-Farsça) sözler uydurularak Türkçe müzik olduğu şeklinde yayına ve kayıtlara alındı?

Bu süreçten bahsetmeden önce Kürt müziğinin ne olduğunu, özelliklerinin neler olduğunu bilmemiz gerekiyor. “Tarih süreci içinde; sosyal, siyasal, coğrafi, iklimsel ve ekonomik etkenlerle şekillenmiş, rengini almış Kürt dili ile söylenen ezgiye Kürt müziği denir.” Sosyal anlamda müzik, “müzik yaratıldığı yerin görünen resminin işitilen sesidir” diye tanımlanır. Bu nedenle de Kurdistan coğrafyasında bu kültürle büyüyen bazı insanlar, bugün bile kendi toprakları dışında yaşamalarına rağmen, halen Kürt müziği ruhunu oluşturan özelliklerden kopmadan ezgiler yapmaktadırlar. Müziğe hayat ve ruh veren üç şey vardır; ritim, ses sistemi ve melodik düzüm (melodik örgü). Bu aynı zamanda bir halkın müziğinin rengini tanımlar ve aidiyetini belirler.” dedi.

Kürt müziğinin temelini oluşturan dört unsur olduğunu söyleyen Toprak, bunların hüzün, dans (govend), kavga (savaş) ve iş olduğunu ifade etti. Toprak, şöyle devam etti: “Dünyada her halkın müzikal ritim yapısını besleyen unsurlar aynıdır ancak bu unsurlar, halkların yaşayış tarzlarına ve sosyal durumlarına bağlı olarak farklılık gösterir. Kürt müziğinin ritim yapısını yaratan ve şekillendiren dört temel unsur; hüzün, govend (dans), iş ve savaştır.

Kürt müziğinin ses sistemi, bir oktavın 17 eşit olmayan aralığından oluşur. Bu sistemde her tam sesin üç aralığı vardır ve aralıklar 4, 3 ve 2 komadan oluşur (bu sistem binlerce yıldır var. Örneğin, Hurriler döneminde Efrîn yakınlarındaki Ras Şamra'da (Ugarit) bulunan 36 taşın incelenmesinde iki taş, Kaliforniya Üniversitesi profesörü Anne Draffkorn Kilmer ve Dumbril tarafından deşifre edilmiştir. Aynı şekilde, 1935-36 yıllarında Urfa yakınlarında bulunan kaval (bilûr) da Françis Galpin tarafından 1937'de deşifre edilmiş ve bu yazıtlarla kavalın perde sisteminin aynı sistem olduğu görülmüştür).

Melodik düzüm(örgü) dediğimiz şey, bir ezgisel çizginin veya müziğin akışında ses süreleri ile vurgulanışlarından oluşan ritmik yapıdır. Düzüm ve yöresel dil fonetiği ile oluşan gırtlak vurguları özelliklerinden dolayı bir ezgiye bakıldığında o ezginin Kürt ruhuna sahip olup olmadığı anlaşılır.

EZEN GÜÇLER EN BÜYÜK ZULMÜ DİLE VE MÜZİĞE YAPIYOR

Bu belirlemelerin ardından konumuza dönersek, tüm ezen güçlerin ezilen halklara uyguladığı en büyük ve en şiddetli zulüm politikası dil ve müziğe yöneliktir. Çünkü bu iki araç, kültürün ana unsurlarıdır ve insanı var edenin kültür olduğunu biliyoruz. Kültürü yaratan da yine insanlardır. Kültürü işgal edilen insanlar, zamanla kendi dillerinde konuşmayı, şiir yazmayı ve ezgi söylemeyi bırakırlar. İşgalcinin dilinde ezgiler söyler, şiirler yazar ve bu dille konuşmaktan zevk alır hale gelirler. Bugün yaşadığımız bu gerçeklik, ne yazık ki halkımızın ruhuna işlemiş durumda. Türkiye’de bu politika uzun yıllardır Kürt halkına karşı uygulanıyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda önderler, "Artık her şey Türk olmalı, Türkçede hayat güzel, birlik ancak Türkçede olur" söylemiyle hareket ediyorlardı. Bu kültürel yıkım politikasından en çok etkilenen ise, Kürt halkı oldu. Tarihte yüzlerce ünlü Kürt bilim ve sanat insanına Arap, Acem veya Türk denilmiştir.

Buna birkaç örnek vermek gerekirse; MS 154-222 yıllarında Kral Avger (Abger) döneminde Membox’in (Minbic) en ünlü bilim ve müzik sanatçılarından Bardaysan, MS 224-642 yılları arasında Sasani müzik eserleri, 743 yılında İbrahim Mehdi Musulli, 765 yılında Yunus Al Katip, 767 yılında İshak Musuli, 801-873 yılları arasında İshak Yaqub (Alkindi), Hammad Musuli, Ziryab, 856 yılında Yahya Ali, Muhammed'ul Katib Arbili, 923 yılında Muhammed Riza, müzik tarihçisi İsfahani (897-976), Allahi, Ahmed Serahsi, Şükrullah Beg Arapgiri (1388-1464), 1642 yılında Yusuf Nabi, 1424 yılında vefat eden Bedri Şirvani, Bedri Dilşad, Safiuddinê Urmiyeyi (1216-1294), Hoca Abdülkadir ê Mergeveri (1360-1435), Şükrullah (1388-1464), Abdulaziz Çelebi, Mehmet Çelebi, Hoca Abdulqadir Mergeveri’nin (Marag) torunu Mahmut Çelebi sayılabilir. Bu isimler, Bağdat, Herat ve Osmangazi'deki saraylarda müzik çalışmaları yapmış ve burada Kürt müzik sistemi ile Osmanlı, Fars ve Arap müziklerini bir araya getirmişlerdir. Bugün Türk Sanat Müziği (Zaten bu söylem bile başlı başına bir ucubedir. Çünkü müzik bir sanattır. Sanatın sanatı nasıl olur bilen var ise...) denilen müziğin makam yapılarına bakıldığında, Türkçe kökenli tek bir makam adı yoktur. Hepsi Kürtçe kökenlidir (ki sonradan yapılan bazı değişikliklerle Kürtçe isimler, Arapça veya Farsça isimlerle değiştirilmiştir. Örneğin, Zirefkend / Saba diye iki farklı isimle adlandırılmıştır.

SÖMÜRGECİ POLİTİKALARIN TEMELİNDE ASİMİLASYON VAR

Sömürgeci zihniyetlerin politikalarının asimilasyona dayalı olduğunu, bunun Türkiye Cumhuriyeti için de geçerli olduğunu, ancak bu zihniyetin Kürt toplumunda tam bir başarı elde edemediğini yorumlayan Toprak, “Konfüçyüs’ün ‘Eğer bir halkı yok etmek istersen, ilk önce müziğini sonra dilini yok edeceksin. Müzik için o halkın kendine yabancı aydın (sanatçı) geçinenleri ile gençliği dil için de kadınları yeterlidir.’ sözü yine önem kazanmaktadır. Bu söylemi esas alan sömürgeci zihniyetler, her halk için aynı politikaları yürütmüşlerdir. Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmadan önce de bu zihniyet hâkimdi ancak güçlü bir Kürt kültürü olmasından dolayı pek hayata geçirememişlerdi. İlk kez 1913’te Ziya Gökalp’in Türkçülükle ilgili söyledikleri ve büyük bir kısmının hayata geçirilmesinden sonra, bu düşüncenin somutlaştırılması için 1930 yılı başlarında, ‘İskana Tabi Tutulanların Türkleştirilmesi Uygulamasına İlişkin’ gizli bir genelgeyle valilere görevler verilerek asimilasyonun alabildiğine hızlandırılması isteniyordu. Bu genelgenin bir bölümünde: ‘Kıyafetin, ezgilerin, oyunların, düğün ve toplum gelenek-göreneklerinin de milliyet ve ırk hislerini daima uyanık tutan ve toplumları geçmişlerine bağlayan bağlar olduğu unutulmamalıdır; bundan dolayı lehçeyle birlikte bu gibi aykırı gelenekleri de fena ve zararlı görmek, o lehçeyi konuşan zümrelere mensup kişilerin ve ailelerin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek, nüfustaki kayıtlarını ve künyelerini fırsat düştükçe düzeltmek’ ifadelerine yer verilmiştir. Genelge şöyle sona eriyor: ‘Özetle (bu nitelikteki unsurların) dillerini, geleneklerini ve dileklerini Türk yapmak, Türk’ün tarihine ve bahtına bağlamak her Türk’e düşen milli ve önemli bir görevdir.”

KÜRT DEMEMEK İÇİN ‘TÜRKÇE KONUŞMAYANLAR’ DEDİLER

Bu genelgede dahi Kürt ve Kürtçe dememek için kırk takla atan Türk egemenler, Kürtleri “Türkçe konuşmayanlar,” Kürtçeyi ise “yabancı lehçe” olarak kodlama yoluna gitmişlerdi. Konfüçyüs’ün sözünü hayata geçirmek için egemen güçler elinden geleni yapmış ve başarıya da ulaşmışlardır. Çünkü müzik için talan ve asimilasyon Kürt kimlikli kişilikler eliyle yapılmış ve halen yapılmaktadır. Genelgede dil için ise Türkçenin kadınlar arasında yaygınlaştırılmasına vurgu yapılmakta ve bu asimilasyon yöntemine, bir başka asimilasyon yöntemi olarak, Türk kadınlarının Kürt erkeklerle evlendirilmesi teşvik edilerek doğan çocukların dillerinin annelerinin dillerinde, yani Türkçe olmasını sağlama çabası birinci amaç ve görev olarak benimsenmiş ve kimi yerlerde hayata geçirilmiştir. Ancak bu yeterli olmamış ve bunu gören güçler, 2003’te Kürt kızlarına Türkçe öğretmek ve asimile etmek için UNICEF ile “Haydi Kızlar Okula” projesi kapsamında bu politikalarını sürdürmüşlerdir.”

KÜRT MÜZİĞİ KÜRTLER TARAFINDAN ASİMİLE EDİLDİ

Toprak, Kürtler eliyle müziğe yönelim ve asimilasyon politikalarına değinerek, “Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda bizzat Kürt kimlikli kişiler tarafından uygulandı ve hayata geçirildi. Birçok Kürt şehrinde Kürtçe ezgileri kendi elleriyle Türkçeye çeviren Kürtler türedi. Bu kişilerden biri de Diyarbakırlı Celal Güzelses’ti. Yıllarca Hesen Cizîrî ve M. Arif Cizîrî ile arkadaşlık eden bu kişi gerek yöreden gerekse bu iki isimden duyduğu onlarca ezgiye Türkçe sözler yükleyerek asimile etme yoluna gitmiştir. Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal'in Celal Güzelses’e 'Sen Şark bülbülüsün' demesinin ardından, Celal Güzelses’in elinde Türkçeye çevirecek Kürtçe ezgi olmadığında, bizzat kendisi tarafından camilerde okunan selayı Türkçeye çevirip 'Kara Gözler' isimli bir uzun havaya dönüştürmüştür.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana Celal Güzelses, Mukim Tahir, Kel Hamza, Cemil Cankurt gibi isimler ve ardından Abdulvahit Kuzecioğlu, Mahmut Güzelgöz, Kazancı Bedih, Nuri Sesigüzel gibi isimler, İzzet Altınmeşe, Bedri Ayseli, Atakan Çelik, Muazzez Türüng, Güler Duman, Mehmet Özbek, Recep Kaymak, Mehmet Erenler, Beşir Kaya, Mahsum Kırmızıgül, Küçük Emrah, Özcan Deniz, Güler Işık, Şeyhmus Kaya, Emin Turgay, Bekçi Bako, Kazancı Bedih, Selahattin Erorhan, Mükerrem Kemertaş, Neriman Altındağ Tüfenkçi, Abdurrahman Kızılay, Ayşe Şan, Nizamettin Arinç, Salih Dalgin, Silvanlı Ahmet, Selahattin Alpay, Celal Yarıcı ve Burhan Çaçan gibi yüzlerce insan; başta Diyarbakır, Urfa, Muş, Mardin, Erzurum, Meleti, Antep, Maraş, Adıyaman, Van, Dersim, Sivas, Ağrı, Kars, Elazığ ve Kerkük olmak üzere binlerce Kürtçe ezgiyi Türkçeye çevirerek seslendirmiş ve kayıt altına almışlardır. Gerek TRT gerekse diğer kurumlarda bu ezgilerin hangi yöreye ait oldukları da belirtilmiştir. Bu talan ve asimilasyon hala devam etmektedir” diye ekledi.

SEKİZ YÜZ ELLİ KÜRTÇE ESER TÜRKÇELEŞTİRİLDİ

Türkiye’de ilk derleme çalışmalarının 1916 yılına dayandığını, İstanbul merkezli yürütülen bu çalışmalar sonucu 850 ezginin Türkçeleştirildiğini söyleyen Toprak, “İlk derleme ve toplama çalışması 1916 yılında İstanbul’da kurulan Darul Elhan (Konservatuvar) tarafından yapılmış ve bu çalışmada 850 ezgi toplanmıştır. 1926 yılında Antep, Urfa ve Sivas'ta 51 gün süren derleme çalışmaları sonucunda 250 ezgi toplanmıştır. 1927 yılında bölgelerde toplama çalışmalarına devam edilerek 385 ezgi toplanmıştır. 1929 yılında Erzincan-Erzurum arasında 300 ezgi toplanmıştır. 1936 yılında Ankara'da konservatuar açıldıktan sonra, 1937 yılında Erzîngan, Erzirom, Sêwas, Meletî, Gimgim, Dîlok, Riha, Amed ve Xarpêt bölgelerinde 735 ezgi toplanmıştır. 1944 yılında Xarpêt, Dersim, Çewlîg ve Mûş'tan 293 ezgi derlenmiştir. 1950'de Wan, Qers ve Agirî bölgelerinde 373 ezgi, 1952'de Sêrt, Mêrdîn ve Bedlîs'te 204 ezgi, 1961'de Ankara Radyosu adıyla Erzirom, Wan, Qers, Colemêrg, Erzîngan, Amed, Xarpêt, Riha, Dîlok, Bedlîs, Mûş, Çewlîg ve Sêrt bölgelerinde 800'e yakın ezgi toplanmıştır. 1967'de Wan, Erzîngan ve Dîlok’tan 1038 ezgi, 1971'de Erzirom ve Qers bölgelerinden 250 ezgi, Türkiye Kültür Bakanlığı 1976'da sadece Riha'da folklor derlemeleri adı altında bir çalışma yaparak 300 ezgi toplamıştır. 1980’den sonrasında ise artık derleme çalışmalarına gerek kalmamış, hemen hemen her ilde bunu kendi çıkar ve menfaatleri için yapanlar türemiştir. Örneğin Beşir Kaya, Celal Yarıcı, Salih Dalgın ve Silvanlı Ahmet gibi.”

RUHİ SU DA ENSTİTÜLER ARACILIĞIYLA KÜRTÇE EZGİLERİ TOPLADI

Toprak, “Köy Enstitülerinde görev yapan Ruhi Su ve Ferruh Arsunar gibi kişiler, enstitüler aracılığıyla birçok Kürtçe ezgiyi toplamış (Enstitü 1954'te kapatılsa da bazı hocalarının yardımıyla çalışmalar devam etmiş, bazıları ise öğretmenleri tarafından durdurulmuştur). Kimi ezgiler bu kişiler tarafından, kimi ezgiler ise Kültür Bakanlığı tarafından deşifre edilerek Türkçeye çevrilmiş ve kayıt altına alınmıştır. 12 Eylül darbesinden sonra Kürt özgürlük, devrim ve yurtseverlik ezgilerini söyleyenlerin bir kısmı (Ahmed Silivi, Salih Dalgın vb.) bu ezgileri Türkçeye çevirerek kasetlere okumuş, gazinolarda ve konserlerde söylemeye başlamışlardır. Gerek Rojava gerekse başta Kerkûk olmak üzere Başûr Kurdistanı’ndan da ezgiler toplanmış ve Türkçe sözler yüklenerek kayıt altına alınmıştır. Gerek TRT gerekse Kültür Bakanlığı arşivlerinde, Kürt müziğine ait binlerce ezgi Türkçe sözler yüklenerek, Türk Halk müziği adı altında kayıtlara alınmıştır” diye aktardı.

GOVENDİN RUHUNU NEREDEN ALDIĞINA BAKMAK SALDIRILARI ANLAMAK İÇİN YETERLİ

Son dönemde Kürt halayına yönelik saldırıların temelinde halayın ruhunun olduğunun bilinmesi gerektiğine işaret eden Toprak, halayın Kürtler için önemli bir yerde olduğunu, onun tanımının iyi yapılması gerektiğini belirterek şöyle devam etti: “Son dönemlerde Kürt govendine (halk dansı) bir yönelme var; acaba neden? Bu soruya cevap vermek için özel bir çabaya gerek yok çünkü govendin tanımı ve verdiği mesaj ile govendin ruhunu nereden aldığını bilmek yeterlidir.

Govend, kökeni insanlığın dille anlaşma sürecini yaratmadan öncesinde şifre hareketler şeklinde kendini, dileğini ve tabiat olaylarını ifade etmek üzere kullandığı hareket seviyeleri ortak anlaşmaya yaradığı için toplumca ortak yani anonim olarak üretilmiş, imaj kazandırılmış imlerdir.

İçerik olarak govend, “Ait olduğu toplumun kültür değerlerini yansıtan; bir olayı, bir sevinci, bir üzüntüyü ifade eden, kökeni din ve büyü ile ilgili olan, müzikli (bir müzik aleti eşliğinde veya müzik aleti olmaksızın el ve ayak gibi organlarla tempo tutarak) olarak, tek kişi veya gruplar halinde icra edilen, ölçülü ve düzenli hareketlerdir” diye ifade etmek mümkündür.

GOVEND ULUSAL DUYGULARI YANSITIYOR

Hiçbir kültür olayı, tüm gelenek ve görenekleri bir yumak gibi etrafına sarıp toplayan govend ve halk oyunları kadar ait olduğu toplumun ulusal duygularını yansıtamaz ve onlar kadar toplumsal bağları pekiştirip kuvvetlendiremez.

Düşünce ve duyguların insan vücudunun hareketleriyle anlatılması demek olan govend, ilk insan kültürünün merkezinde bulunuyordu. Tarih boyunca dinsel anlayışlar, alın yazıları, evren hakkındaki düşünceler, istekler, sevgi, aşk, kahramanlık duyguları, sıla hasreti, sevinç, bereket, bolluk, hüzün, afet, felaket gibi olaylar hep govend veya halk oyunlarıyla anlamlandırılmıştır. Hep onunla canlandırılmıştır. Bugün de govend, müzik ve şiir gibi sanat olaylarında ayrı düşünme olanağı yoktur.

Yapı olarak govend, hareket ve müzik olmak üzere iki ayrı öğeden oluşmuş bir bütündür. "Düzgün ve birbirine benzeyen ritmik hareketlerin uyumlu bir biçimde ortaya konulmasından oluşan oyun", nadiren müzik eşliği olmaksızın belli bir ritme bağlı olarak da meydana gelebilir. Hareket, bir bütün olarak temelini ayaktan başlatmak üzere, vücut ve kollara kadar uzanır. Vücut bölümlerinin uyumlu hareketleri kadar, grubun uyumlu hareketleri de estetiği yaratır. Hatta bazen bir bakış ya da bir duruş bile estetik bir ifadedir. Musiki, estetiğin sesle ifadesi ve desteklenmesidir.

GOVENDİN AŞAMALARI

Veysi Toprak, Kürtlerde govendin farklı yönleri olduğunu ve bütün oyunların aynı olmadığını belirterek, Kürtler için halayın farklılıklarını şöyle açıkladı:

“Savaş Dansları: Bugün başta Amed, Bedlîs, Çewlîg ve çevresinde oynanılan govendlerdir. Axao (keşeyo), sadece erkeklerin savaş meydanına çıkışını ifade eder; Delîlo, kadınlı erkekli savaş meydanına coşku ile gidişi temsil eder. Çepik; savaşın ta kendisidir.

Hildan/Milanî/Çokanî gibi isimlerle ifade edilen govend ise meydanda zafer sonrası vücudun refleksini gösterir; topluca eğilip bir şeyi ayaklarıyla arayıp bulduğunda tekme vurma hareketi de yere düşen düşmanının sağ kalması halinde başına bir tekme vurmayı ifade eder. Govendin başını çeken kişinin tek başına ortaya çıkması, düşmanına meydan okumayı ifade eden bir hareketler zinciridir.

Aşk Dansları: Tüm Kurdistan coğrafyasında değişik isimlerle oynanan, farklı ölçü ve tarzlara sahip govend türleridir. Örneğin, Pêşbûk, Şemamê, Şewko vb.

Dini Danslar: Özellikle günümüzde Êzidî ve Alevi mezheplerinde dini törenler sırasında oynanan Sem ve Semahlardır. Hristiyanlar ve Cîhû (Yahudi) topluluklarda da ibadet esnasında bu tür danslar mevcuttur. Sünni mezheplerine sahip Müslümanlarda da zikir ayinlerinde farklı nüanslara sahip hareketler yapılmaktadır.

Hasat ve Üretim ile İlgili Danslar: Pale, Teşî ve Bêrî gibi yarı teatral oyunlar.

Tüm bu belirlemelerden sonra egemenlerin neden govendimize yöneldiğini anlamak zor olmamalıdır. Çünkü dil değişse de isim değişse de govendin hareketler yolu ile verdiği mesaj değiştirilemez. Artvin, Yozgat, Sêwas ve Gümüşhane hattına baktığımızda, söylemek istediğim şey çok rahat anlaşılacaktır. Bu sayılan bölgelerde dilin asimilasyonu hemen hemen yüzde yüz olmasına rağmen, govend ve govende ait müzik bin yıllardan beri neyse, bugün de aynıdır. Bu nedenle egemenlerin dejenere ve deformasyon politikaları govend için etkisiz kalmaktadır. Tek çare yasaklama yoluna gitmektir ve bunu uygulamaya koymaları da pek sonuç vermeyecektir.”