Ulusal bilinçle Kürtçeye sarılmalı

Kürt dili ve kültürü üzerindeki yasaklara tepki gösteren sanatçı ve yazarlar, ulusal bilinç ve duruşun en iyi karşı koyuş olduğunu söyledi.

Son yıllarda Kürt dili üzerindeki baskı ve yasaklar hız kesmeden devam ediyor. Kürtçe şarkı söylemek, konser vermek, kreş ve okul açmak da yasaklar arasında. Kürtçe eğitim isteyenler, şarkı söyleyenler gözaltına alındı, tutuklandı ve linçe maruz kaldı.

Sanatçı Fırat Med, bir halkı yok etmenin en etkili yolunun dilinden, kültüründen ve sanatından koparmaktan geçtiğini belirterek, dil üzerindeki yasakların bütün insanlık ailesi için utanç verici bir durum olduğunu söyledi. Fırat Med, şöyle konuştu: “Sitem, şikayet ve eleştiriyle bu zihniyeti durdurmamız mümkün değil. Bu durumdan kurtulmanın yollarından biri, ulus olduğumuzun üstüne basa basa ifade etmemiz; bu bilinci öncelikle kendimize ve yaşamımızda kalıcılaştırmamızdır.. Gittikçe misafir bir toplulukmuşuz gibi bir sitem içinde olmamız, bizi gerçekliğimizden koparacaktır ve yok olmanın virüsüne katkı sunmuş olacağız. O yüzden ulusal bilinç ve ulusal duruş, en iyi tedavi ve kurtuluş reçetesidir.”

BUNUN ADI KÜLTÜREL SOYKIRIMDIR

Sanatçı Pınar Aydınlar ise Kürt halkını hem yok sayma hem de asimile etmek adına yapılan tüm bu dayatma ve işgal politikalarının devam ettiğini söyledi. Bunun adının “kültürel soykırım” olduğunu belirten Aydınlar, “Türkiye ve Ortadoğu halklarına çok büyük görev düşüyor. Sadece siyasetçilere değil, her platformda ana dilin özgürlüğü ve gerçekliği üzerine bıraktığı, tarihi ve siyasi miras üzerine değerlerimize sahip çıkmamız gerekiyor. Mücadelemizi büyütmek zorundayız” dedi.

EN ÖNEMLİ UNSUR DİLDİR

Yazar Mahmut Çelebi, insanları birbirine bağlayan en önemli unsurun dil olduğunu hatırlatarak, şunları ifade etti: “1937’de Dersim Katliamı’nın ardından Kürt bölgeleri ve Kürt kültürü 1946’ya kadar sıkıyönetim altında kaldı. Sonrasında Kürdistan’da Kürtçeye dair her şey tamamen kaldırıldı. 80 darbesinden sonra da Kürtçe resmi ve özel hayatta tamamen yasaklandı. Kürtçe konuştuğu, yazdığı, okuduğu, dinlediği için tutuklanan, öldürülen insanlar oldu. 1991’den sonra sözde yapıcı politikalar izlenmeye çalışılsa da bunun daha çok Avrupa Birliği'ne girmek için ve kendini açıkça siyasi alanda da ifade edebilmeyi başaran Kürtlerin sayısının artmasının doğurduğu kaygılar sonucu olduğunu söylemek gerekir.

Son birkaç yıldır da hakkımız olan dilimizi, kültürümüzü yaşatmak daha zor hale geldi. Demokrasinin sağladığı seçimle seçilmiş belediye başkanları, kayyumlarla yerlerinden edilmiş, resmi ve özel hayata kazandırmaya çalıştıkları Kürtçe yeniden gayri resmi olarak yasaklanmıştır. Sokakta Kürtçe şarkı söylediği için sivil halk ya da devletin memuru tarafından susturulmaya çalışılan insanlar, açıkça kabul edilmiş ve saygı duyulan sanatçıların anlamsız bahanelerle iptal edilen konserleri, gözaltına alınan Kürt gazeteciler ve niceleri. Türkiye'de bir Kürt sorunu değil, Türk olmayanı kabul etmeme sorunu var ve bunun için önce şiddete sonra da hem şiddete hem de sözde siyasi politikalara sarılarak bu sorunu yaşatmaya devam eden bir hükümet var.”