Yönetmen Aydemir: Kürtler artık başrolde
“Biz kendi sinemamızı, kendi halkımızı anlatamazsak bir başkası hiç anlatamaz” esprisiyle sinemaya adım attığını belirten Yönetmen Haşim Aydemir, sinemayla özgürlük sürecine katkıda bulunduklarını aktardı.
“Biz kendi sinemamızı, kendi halkımızı anlatamazsak bir başkası hiç anlatamaz” esprisiyle sinemaya adım attığını belirten Yönetmen Haşim Aydemir, sinemayla özgürlük sürecine katkıda bulunduklarını aktardı.
Kürtlerin artık edebiyat, siyaset, sanat gibi birçok alanda artık aktif ve üretken bir döneme girdiğini belirten Yönetmen Haşim Aydemir, "Bu gelişme Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi sonucunda gelişti. Kürtler artık başrol oynamaya başladılar. Gerek öykü, gerek hikayeleri yazma boyutuyla sinemanın yarattığı bir değer var. Ama Kürtlerin işlenmemiş daha binlerce öyküsü var. Bunlar giderek sinemaya dönüşecek" dedi.
Kürt yönetmen Yılmaz Güney’in filmlerini beyaz perdede izlerken henüz 9 yaşındaydı Haşim Aydemir. Beyaz perdenin büyülü dünyasına Yılmaz Güney’in filmlerini izleyerek girdi. Kimi zaman Kürt’ün hikayesini yasaklı filmlerle evde izler, kimi zaman yazlık sinemada. Sinemayı büyülü ve etkili bir alan olarak gördü. Doğduğu Amed’in Lice ilçesindeki köyü Türk devleti tarafından yakılsa da, yıllar sonra göç ettikleri Adana’da, Yılmaz Güney’in izinden giderek Kürt’e reva görülen soykırıma sanat ve sinema yoluyla cevap olacaktı.
İlk, orta ve liseyi Adana’da okuyan Aydemir, İstanbul Üniversitesi Gazetecilik bölümünü bitirdi. Sinemaya ilk adımlarını profesyonel olarak üniversitede attı.
Kolektif çalışmayla Ax û Jiyan, Malino, Ref gibi diziler, belgeseller ve uzun metrajlı üç film çekti. 14 Temmuz, Böğürtlen Zamanı filmlerini çekti. İlk kara mizah içerikli uzun metrajlı filmi Sur’da Devran ise yakında seyirciyle buluşacak.
Yaşanmış öyküleri beyaz perdeye başarıyla uyarlayan Yönetmen Aydemir’in Kürt Özgürlük Hareketinden ilham alarak çektiği filmler halktan büyük ilgi görüyor.
Sanat ve sinema yoluyla Kürt’ün direnişçi hikayesini metafor, imgeler yoluyla başarıyla kullanan Aydemir’in filmlerine direniş, mücadele ve Kürt’ün ayağa kalkış hikayeleri damga vuruyor. Edebiyat ve sinemayı, görsel açıdan sanatsal, yalın ve şiirsel planlarla çekilen filmleri, seyirciyi düşünmeye, duygulanmaya, sorgulama ve gülümsetmeye yöneltiyor.
Son olarak Amed’de çekilen bir güvercin sevdalısı Titi, Dodo ve Şaşo isimli üç gencin hikayesini Qirix’ta anlatıyor. Kara mizah tadındaki bu film ise yakında seyirciyle buluşacak.
Yönetmen Aydemir, sinemayla olan bağını, çektiği filmleri ve yeni projelerini ajansımıza anlattı.
Büyük ilgi gören ve hafızalarda yer edinen 14 Temmuz ve Böğürtlen Zamanı filmlerinin yönetmeni olarak tanındınız. Sinema serüveniniz ne zaman ve nasıl başladı?
Çocuk yaşta Adana’daki yazlık sinemalarda çıkan filmleri merak ve heyecanla yakından takip ettim. Sinema salonlarına gittiğimizde büyülü bir alan olarak bakardım. Işıktan çıkan ve perdeye yansıyan görüntüde oluşan o ortam, güçlü bir sinema aşkı yarattı bende. Video dönemlerinde ailelerimiz gizliden filmler izlerdi. Yıllar sonra izlenenlerin Yılmaz Güney’in filmleri olduğunu anladım. Yol, Sürü, Duvar ve diğer filmleri... Aslında sadece Yılmaz Güney’in filmleri ve dünya görüşü değil, isminin de yasaklı olduğu bir dönemdi doksanlı yıllar. Yılmaz Güney kendi kimliğine, dünya görüşüne sanatıyla, sinemasıyla hizmet ediyordu. İnsan bilinçlendikçe belli bir birikim elde ediyor. Yılmaz Güney de kimliğime, özgücümle ve sanatla hizmet etme bilinci kazandırdı.
İstanbul Üniversitesi'nde gazetecilik okuyordum. Seçmeli dersim ise sinemaydı. Öğrenci Kültür Merkezi Sinema Kulübü vardı. Orada sinema tartışmaları ve film izlemeleri yapılıyordu. Üniversitede sinema okurken, sinema çalışmalarını da kulüpte yürüttüm. Belli bir süreçten sonra tümüyle sinemaya odaklandım. Öyküler okudum, senaryolar yazdım. Araştırma ve incelemelerimin çoğu sinemaya dönüktü. Bir arayışım vardı. Bu arayış, çağımızın görsel çağ olduğu ve o görselliğin de sinemada olduğu bilincine yöneltti. Sinemanın bilinçlendiren bir yanı da vardı, eğlendiren yanı da. O nedenle sinemaya ilgim daha da arttı. Okul döneminde kısa filmler çektim. Setlerde çalıştım. Okulda ve setlerde edindiğim deneyimleri halkımın sinemasına hizmet edecek hale getirmek için yoğunlaştım.
ÖZGÜRLÜK HAREKETİ SİNEMAYA YENİ BİR BAKIŞ KAZANDIRDI
Kürt sinemasından en çok hangi yönetmenler sizi etkiledi ve sinema kimliğinizi oluşturmada nasıl katkı sundu?
Kürtler olarak sinemaya çok geç başladık. Esas olarak 90’lı yıllarda çekilen filmler var. Önemli eserler görebiliyoruz. Yılmaz Güney’in Kürt sinemasının alt yapısını oluşturması noktasında büyük katkıları var. En önemli nokta dört parça Kürdistan’da, dağda filmler yapıldı, onları da gözledim. Halil Dağ ve arkadaşlarının dağda yarattıkları bir sinema dünyası var. Halil Dağ, sinemanın özgür alanlarda gelişebileceğini kanıtladı ve bunun ürünlerini verdi. Eksisiyle artısıyla bir sinema ve sanat dili yaratmaya çalıştı. Halil Dağ’ın sinemasının da üzerimde etkisi ve önemli bir rolü var. Yılmaz Güney, sinemasını Kürt’ün kendi kimliğiyle kamerasını kendine çevirmesiyle gerçekleştirdi. Güney, “Bir Kürt olarak sinema yapabilirim” dedi. Ondan önce Kürtler birileri tarafından keşfedilmeyi bekleyen bir halkmış gibi bekliyordu. Bu şekilde çekilen filmler ise problemliydi. Yılmaz Güney ise kendi halkına kamerayı çevirdiği zaman sanatla ve sinema diliyle gerçekliği çok iyi ve olduğu gibi yakaladı. Halil Dağ ise bunun özgürlük savaşını yarattı. Bu özgürlük savaşımıyla birlikte bir öncülük sineması inşa etti. Bulunduğu alanlarda özgürlük hareketinin yarattığı yeni Kürt ile birlikte, sinemanın da gücünü kullanarak Kürtlere kendi kimlikleri üzerinden yeni bir bakış örneğini sundu. Kürtlerde binlerce sinemacı var. Kürdistan’ın dört parçasında, egemen güçlerin sinemasına yakın duran, pasif bir öykücü ve sinemacı kalan bir kesim de var. Fakat özgürlük hareketinin yarattığı enerjiyle birlikte aslında Kürtler pasif değil, aktif bir hale gelince sinemada da kendini göstermeye başladı. Bunu başaran da Halil Dağ oldu. Sömürge kişiliklerini kıran Kürtler, özgür sinema yaratıyor. Biz de böyle bir sürece denk geliyoruz.
DİRENİŞ SİNEMASI İNŞA EDİLİYOR
Hangi film ve dizileri çektiniz? Çektiğiniz filmler daha çok öykülere odaklanıyor. Hangi film sinemanızda önemli bir yer tutuyor?
Amed’de Ax û Jiyan, Malîno, Ref dizilerini çektik. 2012 yılında ölüm orucuna giren tutsaklara ilişkin “Dema Evîn Dikeve Dil” belgeselini çektik. Kürt Özgürlük Hareketinin en önemli direnişlerinden biri olan 14 Temmuz direnişini filme dönüştürdük. Amed zindanında yaşanan işkenceleri, insanlık dışı uygulamaları, Kürt özgürlük hareketinin büyük direnişini sinemaya aktarma şansı yakaladık. Kürt halkının tarihinde önemli bir film oldu. Sinemadaki en önemli dönemimi temsil ediyor. Kendi sinema yolculuğumun belli bir aşamaya gelme süreciydi. 14 Temmuz filmi sinema kimliğimde belirleyici bir rol oynadı. Halkımın özgürlük mücadelesine sanat ve sinema yoluyla bir katkıda bulunmuş olduğumu düşünüyorum. Beni yaratan bir film diyebilirim.
Bu film, Kürtlerin kendi öz dinamikleriyle, sinemacıları ve sanatçıları tarafından Özgürlük Hareketinin direniş mücadelesini perdeye aktarma noktasında önemli bir rol oynuyor. Kürt halkı 14 Temmuz filmini sahiplendi. Halkla birlikte sinemalarda izledik. Biz kendi mücadelemizi, hikayelerimizi filme dönüştürebiliyoruz, duygu ve algısı oluştu.
BİNLERCE İŞLENMEMİŞ ÖYKÜ VAR
Kürt Özgürlük Hareketinin mücadelesi ve Rojava Devrimi, Kürt sinemasının gelişmesinde nasıl bir rol oynadı?
Kürtlerin artık edebiyat, siyaset, sanat gibi birçok alanda artık aktif ve üretken bir döneme girdiğini söyleyebiliriz. Bu gelişme ise Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi sonucunda gelişti. Rojava Devrimi gibi özgür bir alanda sinemacılar gelip filmler ve belgeseller üretmeye başladılar. Kürtler artık başrol oynamaya başladılar. Çünkü dünya sineması artık tıkanma noktasındadır. Gerek öykü, gerek hikayeleri yazma boyutuyla sinemanın yarattığı bir değer var. Ama Kürtlerin işlenmemiş daha binlerce öyküsü var. Bunlar giderek sinemaya dönüşecek. Bu konuda ilk adımı atan Yılmaz Güney, belli bir aşamaya getirdi. Ardından Halil Dağ bunu özgürlük alanlarında gerçekleştirdi. Ardından dört parça Kürdistan’da ve diasporada onlarca sanatçımız filmler üretti. Bu değerler üzerinden Kürt sinemasını belli bir aşamaya getirdiğimizi düşünüyorum.
Böğürtlen Zamanı filmi, çok okunan ve beğenilen bir kitaptan uyarlandı. Filmi öncelikle nasıl çekmeye karar verdiniz? Çekim serüveninizi de anlatır mısınız?
Böğürtlen Zamanı da Kürt sinemasında önemli bir yer tutuyor. Tutsak Murat Türk’ün yazdığı gerçek bir hikayedir. Kürt Özgürlük Hareketinin gerillası olarak yaşadığı süreci romana dönüştürmüştü. Arkadaşlarla okuduğumuzda bu kitabı sinemaya uyarlama kararı aldık. Naif bir hikayeydi. Biz de bir gerillanın, 45 günlük arkadaşlarını arama sürecinin filmini çektik. Senaryosunu Erol Balcı yazdı.
Halil Dağ’ın çektiği gerilla filmleri vardı. Onları izlemiştik. Bunlar bizde etki yaratmıştı. Zor şartlarda özgür alanlarda böyle değerlerin oluşturulması bizde büyük bir heyecan yaratmıştı. Biz de profesyonel anlamda neden bir gerilla filmi yapamayacağımızı sorduk kendimize. Bölgemizde ilk kez gerilla filmi yapmaya karar verdik. Bir sanatçı kendi toplumundan ve yaşadığı koşullardan bağımsız olamaz. 90’lı yıllar benim de içinde olduğum bir süreçti. Benim yaşadıklarım da o toplumun yaşadıklarından bağımsız değildi. Benim de köyüm yandı, abim gerillaydı. Dolayısıyla bu hikayenin bir yakıcılığı vardı. Daha önce bazı filmlerde bu konular işlenmişti ama başkaları tarafından işlenmişti. Bu işlemeler bende şunu uyandırmıştı: Biz kendi sinemamızı, kendi halkımızı anlatamazsak bir başkası hiç anlatamaz. Dolayısıyla bir sanatçı ve sinemacı olarak, kendi halkımın yaşadığı gerçekleri sinemaya uyarlamaya karar verdim.
KÜRT’ÜN HİKAYESİ DÖRT PARÇADA AYNI
Filmi çekerken ne tür zorluklar yaşadınız?
Bingöl’de yaşanan olayı, yakılmış köyleri, dağları Pencewîn’de bulabilecek miydik diye düşünüyorduk. Fakat ilginç bir gerçeklikle karşılaştık. Süleymaniye’de birçok köyün Saddam tarafından yakılıp yıkıldığını gördük. Aslında Kürtlerin dört parça Kürdistan’da da benzer olayları yaşadıklarını gördük. Mekanlar ve benzer dağlar bulunduktan sonra Kürt’ün dört parça Kürdistan’da buluştuğunu görüyoruz. İşgalciler tarafından hep yok edildiği, kimliklerinin reddedildiği, gerçekliklerinin yok edildiği ve bunların baskı ve zulümle yapıldığını görüyoruz. Bu noktada Kürt Özgürlük Hareketinin yarattığı özgürlük rüzgarının sanatla buluşması gerekiyordu. Biz de bu enerjiyi sinemayla buluşturduk. Filmin oyuncuları, Süleymaniye’den bazı sanatçılar, Kuzey’den gelen bazı sanatçılar, daha çok Maxmur Mülteci Kampı’ndaki tiyatroculardan oluşmaktaydı. Azeri, Arap, Fars gibi farklı uluslardan kurduğumuz ekiple de çekimleri yaptık. O da hayata bakış açımızla ilgiliydi. Biz bir insanlık hareketiyiz. Dolayısıyla sinemamız da insanlığın sinemasıdır. Sinemayla kendi özgürlüğümüzü var etme sürecine katkıda bulunuyorduk.
Böğürtlen Zamanı, zorlu koşullarda çekilen bir filmdi. 14 Temmuz filmi de zorlu koşullarda çekilmişti. Ama biz Kürtler hiçbir zaman rahat bir süreç yaşamadık ki. Hep zorlu koşullarda yaşadık. Dolayısıyla zorlu koşullardan geçerek belli bir evreye geldik. Önemli olan bu eserleri üretme sürecidir.
Böğürtlen Zamanı filminin çekimlerine 2017’nin Ağustos ayında başladık, bir buçuk ayda tamamladık. Hem benim hem de oyuncuların yaşadıklarından çok bağımsız değildi filmin konusu. Filmin çekildiği mekanda yaşayan köylüler de Saddam’dan benzer bir zulüm görmüştü. Hepimizin duyguları ortaktı. Set işçisinden, kameraman asistanına kadar herkes kendi özgücüyle bu filmde emek verdi. O yüzden bu film kolektif olarak çekildi.
Filmlerinizi halka ulaştırmada ne tür sıkıntılar yaşıyorsunuz?
Sinemamızın en büyük sorunlarından biri çekilen filmleri halka ulaştırma sorunudur. Filmlerimizi halka ulaştırma argümanları zayıf. Profesyonel anlamda sinema salonlarında gösterilmeleri gerekir.
Böğürtlen Zamanı nerelerde gösterildi ve şu an nerelerde gösterimde?
Avrupa’da belli ülkelerin sinema salonlarında gösterime girdi. Rojava’da da dört ay içerisinde gösterime girecek. Fakat şu an Kürtlerin yaptığı bazı festivaller var. Amsterdam Kürt Film Festivali, Paris Kürt Film Festivali’nde filmler halkla buluştu. Halk filmleri büyük bir coşkuyla karşıladı. Halk da artık kendi sinemasını yakından takip ediyor. Kendi filmlerini gördüğü zaman mutlu oluyor. Bu coşku ve enerji bizi de etkiliyor, başka filmleri yapmamızı tetikliyor. Çünkü halk, yarattığımız değerleri sahipleniyor. Filmlerimizi izleyen halka teşekkürlerimizi sunuyoruz. Birçok Avrupa ülkesinde filmimiz gösterimde. Bu film, halkın filmidir. Dört ay içinde bütün alanlarda gösterime sunulacak.
SUR’DA DEVRAN GÜLÜMSETECEK
Böğürtlen Zamanı’ndan sonra bir film daha çektiniz. Çektiğiniz filmin nasıl bir hikayesi var? Film ne zaman seyirciyle buluşacak?
Böğürtlen Zamanı’ndan sonra 2019 yılında Sur’da Devran olarak üçüncü uzun metrajlı film çektim. 90’lı yıllarda Qirix kültürüyle yetişmiş Doto, Titi, Şaşo adlı üç karakter üzerinden Amed’in panoramasını çıkarıyoruz. Amed’de halkın yaşadıklarını üç kafadar üzerinden belgesel tadında aslında sinemanın bütün teknik donanımıyla vermeye çalıştık. Sırrı Süreyya Önder ve birçok değerli oyuncu filmde rol aldı. Sonbaharda halkımızla buluşacak. Bu filmi de önemsiyorum. Kara komedi dediğimiz kara mizah tarzında bir filmdir. Kürt’n yaşadığı dramatik dünyayı biraz daha mizah yoluyla anlatmaya çalıştık. Halkımıza biraz tebessüm olsun diye. Arkamızda güçlü bir halk var. Amed’de de halk bizi sahiplendi. Biz ne yaptıysak hep karşılığını bulduk. Bir sanatçı halkından kopmadığı müddetçe başarılı olur. Kendimizi dar alana sıkıştırıp sadece festival filmleri ya da salon filmleri yapacağız diye bakmıyoruz. Tek derdimiz, halkımız nerede bulunursa bulunsun her türlü aracı kullanarak onlara ulaşmak. Filmlerimizi kimi zaman salonlar, kimi zaman festivaller, kimi zaman televizyonlar, kimi zaman sosyal medyada halkımıza ulaştırmaya çalışıyoruz.
Halkımız Yılmaz Güney’i de sahiplendi, Halil Dağ’ı da. Halktan kopmayan sinemacıları da sahipleneceğine inanıyoruz. Kürdistan Özgürlük Hareketinin yarattığı 40 yıllık bir tarih var. Bu tarihte yaşananlardan binlerce film çekilebilir. Kürt destanları, hikayeleri filmlere dönüşmeli. 19. yüzyılda Kürtlerin yaşadığı isyanlar, Şêx Seîd isyanı, Seyid Rıza, Ağrı isyanları ve yirmiden fazla başkaldırı var. Kürtler hiçbir zaman sömürgecilere boyun eğmedi, her zaman başkaldırdılar. Biz de sanatçılar olarak sanatımızla başkaldırmalıyız. Halkımızla birlikte bu başkaldırı hikayelerini filme dönüştüreceğiz. Hem güncel hem tarihsel hikayeleri sinemaya uyarlamaya devam edeceğiz. Sinemanın grameriyle halkımıza ulaşmaya devam edeceğiz.
Son olarak filmlerinizi yakından takip eden izleyicilere ne söylemek istersiniz?
Genç sinemacılar var. Sinema korkulacak bir alan değil. Bizden sonra gelecek sinemacılar bizim yetersizliklerimizi görerek daha güçlü filmler ve eserler ortaya koyacaklardır. Yeter ki yaptığı işlere inansınlar. Arkamızda büyük bir özgürlük hareketi var ve bu hareketin enerjisi var. Yeni Kürt, başta Ortadoğu’da olmak üzere dünyada model yaratmaya çalışıyor. İnsanlık hareketi olarak tanımladığımız hareket kendi sinemasını da yaratmış bulunuyor. Gelecek süreçte onlarca filmimizin olacağına inanıyorum.