Yönetmen Aydemir: Sanatta yeni bir dil yaratılıyor
Değerleri koruyarak yeni bir bakış açısıyla sanatta yeni bir dil yarattıklarını belirten Yönetmen Haşim Aydemir, “Bir direnişe, bir halkın sanatına hizmet ediyoruz” dedi.
Değerleri koruyarak yeni bir bakış açısıyla sanatta yeni bir dil yarattıklarını belirten Yönetmen Haşim Aydemir, “Bir direnişe, bir halkın sanatına hizmet ediyoruz” dedi.
Sinemayı bir mücadele alanına dönüştürdüklerini kaydeden Yönetmen Haşim Aydemir, “Ezilen ve sömürgeye maruz kalan halkın çocuklarıyız. Bununla yüzleşmemiz gerektiği gibi bunu sanatla ifade etmeliyiz” diye konuştu.
İlk, orta ve liseyi Adana’da okuyan Aydemir, İstanbul Üniversitesi Gazetecilik bölümünü bitirdi. Gazetecilik bölümünün yanı sıra sinema hayatına da üniversite yıllarında adım attı.
Haşim Aydemir, Kurdistan’da ilk dizi niteliğini taşıyan 50 bölümlük Ax û Jiyan dizisini 2010’da çekti. Amed’in sokaklarında, surlarda çekilen bir bellek, hafıza oluşturma niteliğinde olan Ref adlı dizi ise ikinci büyük projesi oldu. 2013 yılında Dema Evîn Dikeve Dil’de belgesel deneyimini yaşadı.
Amed Zindanı hakikatini ele alan uzun metrajlı 14 Temmuz filminin çekimlerine 2016’da başladı. 1990’lı yılları anlatan Böğürtlen Zamanı adlı kitabı da senaryolaştırarak 2017 yılında çekti. İlk kara mizah içerikli 3’üncü uzun metrajlı film ve bir güvercin sevdalısı Titi, Dodo ve Şaşo isimli üç gencin hikayesini anlatan Surda Devran ise 2019 yılında çekildi.
2022 yılında ise bütünüyle Rojava Devrimi’ni anlatmazsa da toplumun gündelik hayatını, devrimin inşasını ve direnişi anlatan Evîna Kurd dizisine başladı. 15 bölümden oluşan dizide bir aile üzerinden Rojava Devrimi’ndeki mücadele, direniş ve inşa anlatıldı. Dizide komün, meclis ve kooperatif sistemleriyle örülen yaşam seyircilerle buluştu.
Son olarak ise Heval Kekê Min (Heval Abim) adlı dizinin çekimlerine başladı. Ekim ayında çekimleri başlatılan Heval Kekê Min dizisinde de her zaman olduğu gibi okyanusta bir damla misali Rojava Devrimi anlatılacak.
Sinemacı kimliğinizin oluşmasının kaynağı nedir?
Çocukluk ve gençlik yıllarımı Adana ve Amed’te geçirdim. 13 yaşına kadar her yaz köye giderdik. 3 ay köyde kalırdık. Daha sonra 1993’te köyümüz yanınca artık yazları da gidemez olduk. 90’lardaki o yoğun savaş döneminin çocukluk ve ilk gençlik dönemin de üzerimde büyük etkisi var. Daha sonra üniversiteye kadar zaten bir bütün Adana'daydım. Hayatımı şekillendiren daha çok Adana ve Amed oldu. Dolayısıyla iki kültürü de tanımış oldum. Bir sanatçı yaşadığı zamandan, içinde bulunduğu halkın ve toplumun gerçekliğinden kopuk olamıyor. Dolayısıyla bunlar sinemacı kimliğimi şekillendiren özelliklerdir. 1988 döneminde ilk sinemaya gittiğimde 8-9 yaşındaydım. Beni etkileyen filmler Cesur Yürek, O Da Bir Ana. Sosyal gerçekliğini ele alan ve bir halkın özgürlük mücadelesini anlatan filmler. Bir Kürt bireyi olarak, sömürge toplumunun bir parçasıydık. Bu filmlere ilgi duymamızı sağlıyordu. O dönemde Işıklar Sönmesin diye bir film vardı. Kurdistan'daki savaş ilk defa bir filmde anlatılacak. Sanatçı bakış açılı bir şeyler anlatmaya çalışmışlardı fakat kopuktu, tam anlatılamamıştı. Bu da bizde şunu yaratıyordu? Bizler yapmadığımız müddetçe başkaları bizi böyle anlatacak ne kadar iyi niyetli olsalar da.
Biraz da Yılmaz Güney'in de sinemasıyla büyüdüğümüz ve toplumsal gerçekçi politik sinemanın önemli öğelerini oluşturduğu için Yılmaz Güney bizi etkileyen bir kahramandı. Yoğun okumalarım vardı. Kendimizi geliştirmek adına daha sonra üniversiteye gittiğimde İstanbul'da okudum. İstanbul Üniversitesi’nde iletişim fakültesindeydim. Ana bölümüm gazetecilik, seçmeli derslerim sinemaydı. Dolayısıyla seçmeli dersi seçerken de direk sinemayı seçmenin bilinç altındaki geçmişten gelen bir şeyler olduğunu düşünüyorum ve ağırlıklı olarak gazetecilikten ziyade sinemaya yoğunlaştım. Sinema üzerine okumalarla bir bütünün sinemacı kimliğimizin şekillendiğini gördüm. Bir film yapma enerjisi doğdu ve o dönemler sinemaya nereden başlayabiliriz diye düşündüm.
40 YILLIK MÜCADELE ALANINI GÖREREK BAŞLADI
Bağımsız olarak bazı genç arkadaşlarla sinema tartışmaları, okumalar, kameralarla küçük çalışmalar kısa filmler deneme çekimleriyle kendimizi oluşturmaya başladık. Belli bir aşamaya geldikten sonra o zaman bazı dizilerde stajyer olarak çalıştım, rejide yer aldım. Biraz orada mutfağı görme şansım oldu. Yani okulda öğrendiklerimizi mutfakta bir set nedir, kamera nasıl kullanıyor, ışık nasıl kuruluyor, ekip nasıl çalışıyor gördüm. Sinema salonunun kendisi bir mabet ama çalışma alanı daha güçlü bir mabede dönüyordu. Halkımın gerçekliğini, toplumun yaşadıklarını Yılmaz Güney ve Halil Dağ’dan da referans aldığımız ve yine dünya sinemasında özellikle toplumsal gerçekçi insanı anlatan filmler izlediğimiz için yakın dönem tarihinde 40 yıllık bir mücadele alanı var olduğunu görerekten başladık.
Kürtlerin yaşadığı isyanlara bağlı olarak minimal hikayeler, acılar, trajediler, güzellikler hepsini iç içe anlatan filmler yapma hayalleri kurmaya başladık. Ondan öte de destanlarımız vardı. Mem û Zîn, Siyabend û Xece, Derweş û Edûlê. Hepsi hayalimizde bir sinema dünyası yarattı. Sanatla toplumumuzun yaşadıklarını buluşturmaya ve bir sinema diline, bir filmin gramerinden yararlanarak bir yöresel çağda güçlü filmler yapma hayali sinemanın içine sürükledi.
‘KAMERALARIMIZI KENDİMİZE ÇEVİRDİK’
Savaşın yoğun olduğu Kurdistan topraklarında kültür ve sanat faaliyetlerinin avantaj-dezavantajlarından bahsedebilir misiniz?
Kurdistan’da film yapmak diğer alanlarda olduğu gibi halkın gerçekliğini anlatıyorsan kendisiyle birlikte zorlukları da getiriyor. Sonuçta doğruları anlatıyorsun, gerçekleri anlatıyorsun bu da engellerle karşılaşma nedeni olacak ama aynı noktada da kendi halkının gerçekliğini anlattığın için halkla birlikte yapacağım bir çalışma olacak. Bunu 14 Temmuz, Böğürtlen Zamanı, Surda Devran, Ax û Jiyan, Ref ve Rojava’daki Evina Kurd ve Heval Kekê Min dizisinde gördük. Halkımızın verdiği destekle bu işleri yapmaya çalışıyoruz. Avantajları özellikle oyunculuk noktasından tutalım da teknik ekibe kadar insanlar çalışmak istiyor, filmin parçası olmak istiyor. Bu insanda müthiş bir duygu yaratıyor. İlk defa Kürtler kendi gerçekliklerini kendileri anlatıyor.
Kendi kameralarımızı kendimize çevirdik. Başkalarının kameraları bize çevirmesine gerek yok biz kendimizi anlatacağız. Büyük bir heyecan uyandırıyor. 80 yaşında bir anne ayağı çıplak, sabah bir sahneye gelecek bir filmde oynayacak onun heyecanı var. Küçücük bir çocuk bir filmde oynayacak bunun heyecanı var. Dört parça Kurdistan’da sınırlar bizi birbirimizden ayıran binlerce parçaya dönüştüren bir kavram, bu sınırları aşmamızın en önemli noktası halkta bu duygu birliği, halk gerçekliği, bir ulus olma, bir toplum olma gerçekliği. Bu kültürel sanatsal faaliyetlerde sınırları ortadan kaldırıyor.
Kuzey Kurdistan’da bir halkın gerçekliğini anlattığın zaman engeller var. Bir korku imparatorluğu yaratılıyor. Korkular, baskılar… Bu engelleri aşmanın yolu halkla birlikte gerçekleşen duygu birliği o dezavantajları ortadan kaldırıyor. Çünkü biz avantaja odaklanmışız. Olduğu gibi doğruları anlatıyoruz. Birinci meselemiz korkuyu aşabilmek. En büyük dezavantaj bu. Rojava da ise özgürlük korkuyu ortadan kaldırıyor. Çünkü senin yaşadığın en büyük heyecan burada bir yaşanmışlık var. Yeni bir yaşam var. Yıllarca bahsettik bir ezilen halk gerçekliğimiz var. Bir sömürge toplumun bireyi olma durumumuz var. Burada ise direkt özgürlüğü soluyoruz özgürlüğün nefesini hissediyoruz ve rahatlıkla nefes alabiliyoruz bu en büyük avantajımız oluyor.
Kürt Özgürlük Hareketinin mücadelesi ve Rojava sahası, Kürt sinemasının gelişmesinde nasıl bir rol oynadı?
Kurdistan Özgürlük Hareketinin yarattığı 40 yıllık bir tarih var. Bu tarihte yaşananlardan binlerce film çekilebilir. Odaklandığımız tek nokta toplumun gerçekliği. Özgürlüğe susamışlık var. Haliyle bir yeni yaşam arayışı var. Yeni bir Kürt, yeni bir insan, yeni bir birey, yeni ilişkiler Kürt özgürlük mücadelesinin yarattığı direniş, mücadele etme ne pahasına olursa olsun Amed zindanı çekerken yarattığı duygu, her ne pahasına olursa olsun teslim olunmaması ve özgürlükten vazgeçilmemesi, özgürlüğü hedeflememiz, direneceğiz kavramı sinemada, sanatta bir direniş alanı olduğu için diğer bölgelerde çektiğimiz filmlerde bir direnişe, bir halkın sanatına hizmet ediyoruz.
Kültür ve sanat faaliyetinin Kurdistan’daki gelişim seyrini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Nasıl Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği’ndeki sinemacılar kuramsal tartışmalar yürüttü, üretti Rojava Film Komünü de yaklaşık sekiz yıldır kurulmuş ve sanat alanında yetkinleşmeye devam ediyor. Belgeseller, kısa filmler, film gösterimleri yapmışlar, senaryolar yazılmış. En son bir dizi yaptık. Şu an birkaç tane sinema projesi var. Özgürlük alanının yarattığı en büyük şey film üretme yoğunlaşması. Sürekli film üretmeye başladık artık mesela üç yılda beş yılda bir film yapılırken bu yıl üç film yapma kararı var. Bu müthiş bir duygu. Hayalini kurduğumuz şey gün gelecek her haftaya bir film sığdıracağız. Yani 50 tane film yapabilmemiz gerekiyor. Neden? Dokunabileceğimiz o kadar insani hikayemiz, duygular var ki. Yaşanmışlar, acılar, güleceğimiz, özlemlerimiz, hayallerimizi anlattığımız filmler olacak. Tabii ki sorunlar var. Yeni bir sinema alanı olduğu için yeniden öğreniliyor. Yeni bir dil yaratılmaya çalışılıyor. Eskilerin üzerinden yeni bir dünya yaratmaya, değerlerimizi koruyarak yeni bir bakış açısıyla sinemamızı yaratmaya çalışıyoruz.
Kurdistan’da kültür ve sanatın daha da gelişmesi için nasıl bir açılıma ihtiyaç var?
Toplumun parçası olduğumuzu vurguluyoruz. Çünkü halkın gerçekliğini kaybetmediğimiz müddetçe doğruları, gerçekleri ve sanatımızı ona göre yapacağız. Kürt, Kurdistan sinemacıları ya da Demokratik Konfederalizm sinemacıları olarak felsefemize göre film üretiyoruz. Kimi zaman 7, kimi zaman 8, kimi zaman 6, kimi zaman 5 film üretiyoruz. 50 milyonluk bir nüfusa sahip halk açısından çok kötü bir durum. Bu da sinemamızın daha tam gelişmediğini gösteriyor. Öncelikle bedeli ne olursa olsun sinemacılarımız nerede olursa olsunlar korkusuz olmalı. Kürtler her zaman bedel ödemiştir. Sömürge toplumlarda en büyük sorun bireyler ya her şeyi ben bilirim der, ya da hiçbir şeyi bilmem yani yapamam edemem olmaz kavramları doludur. Yaşadığımız gerçekte de yakıcılığını hissettiriyor. Baştan kaybediyoruz.
Sömürge psikolojisinin bizde yarattığı bir duygu, bir travma, bir sorun. O yüzden bu noktayı çok iyi hesaplayıp tam da sinema bununla yüzleşme alanı olduğunu sanatın diğer alanlarda olduğu gibi kültürel alanda da sinemanın önemli bir noktasını temsil ettiğini görmemiz gerekiyor. Son 200 yılda görsel alan bütün dünyada etkili bir şekilde insanların bir iletişim aracına dönüştürdüğü alan durumunda. Bir iletişim aracına dönüştüremiyoruz. Kürt sinemacılar bir kere bu özgürlüğü arama noktasında pes etmemeliler ve mücadelelerini özgürlük arayışını doğru aktarmaları lazım. Bütün bilgi ve becerilerini yeteneklerini bu alana yönlendirmeleri gerekiyor. Sömürge psikolojisini kırmamız lazım. Bu travma ile yüzleşmemiz gerekiyor. Bununla yüzleşme alanı sanat olacak. Halk, beyaz perde de ya da televizyon ekranında da izliyorsa, sinemada kendini görebiliyorsa bu bana ait, bu benim bir parçam diyebiliyorsa işte o zaman biz Kürt sinemacılar olarak doğru yoldayız. Yaptığımız ürünler bu halkı yansıtıyorsa, bu halkın gerçekliğine iniyorsa bu işi başardık demektir gerisi artık hızlıca ilerlemektir.