AKP faşizmi karşısında susma, sustukça sıra sana gelecek

PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan: AKP faşizminin saldırıları karşısında susma, sustukça sıra sana gelecek. Herkes bunu bilmeli. Susarak, boyun eğerek hiçbir zaman faşizm karşısında ayakta kalınamaz, insan olarak yaşanamaz.

PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan, ”Bu kadar basın yayın organı; televizyon, radyo, gazete ve dergi yasaklandı, susturuldu. Geçmişte aydınlar, akademisyenler biraz tepki gösteriyorlardı. Onlara karşı da uygulanan baskı, terörle hepsi neredeyse susturulma noktasına getirildi. Ama bir kural var: “Susma, sustukça sıra sana gelecek.” Biz bunu şimdi Türkiye için tekrarlamalıyız. AKP faşizminin saldırıları karşısında susma, sustukça sıra sana gelecek. Herkes bunu bilmeli. Susarak, boyun eğerek hiçbir zaman faşizm karşısında ayakta kalınamaz, insan olarak yaşanamaz.

Faşizm ancak birleşilerek, örgütlenerek, direnilerek yenilgiye uğratılır, yıkılır. Bir yerde faşizm varsa, ona karşı kahramanca demokratik-demokratik direnişin olması da zorunludur. Türkiye şimdi böyle bir demokratik-demokratik direnişi geliştirmeye ihtiyacı var. Türkiye’nin varlığını ve geleceğini ortaya çıkartacak olan yegane güç böyle bir direniş olacak” dedi.

PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan, gündemdeki gelişmeleri ANF’ye değerlendirdi.

9 Ekim, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkışının 18. yıldönümü. Sayın Öcalan’a dönük uluslararası komplonun başlangıç tarihi sayılan yeni bir 9 Ekim’de, içinde bulunduğumuz siyasal ve askeri şartları da göz önüne alırsak, komplo hangi biçimde sürüyor?

Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı olarak uluslararası komplo ve komploya karşı özgürlük direnişimizin 19. yılına giriyoruz. 18 yıl boyunca Önder Apo küresel gericiliğin planlı, örgütlü, amansız saldırılarına karşı tarihin en büyük özgürlük direnişlerinden birini yürüttü. “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarı etrafında yüzlerce ve binlerce yoldaş, özgürlük militanı Kürt halkının kızları ve oğulları Önder Apo etrafında ateşten çember oluşturarak uluslararası komploya karşı Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesini yürüttü. Kürt halkı her şeyini ortaya koyarak Önder Apo ve PKK etrafında kenetlenip özgür yaşamdan başka bir yaşamı kabul etmeyeceğini ortaya koydu.

Bu temelde uluslararası komplonun 19. yılına girerken Önder Apo’nun ve halkımızın komploya karşı yürüttüğü bu büyük direnişi selamlıyorum. “Güneşimizi Karartamazsınız” direniş şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Her gün bu şehitler zincirine yeni halkalar ekleniyor. Direniş bayrağı PKK militanlarının ellerinde daha yükseklerde dalgalanıyor. Dolayısıyla direniş boşa gitmedi. Şehitlerimizin kanı yerde kalmadı. Bu 18 yıl boyunca yürütülen mücadele içerisinde özgürlük aşığı, savaşan halk gerçekliği ortaya çıktı. Kürt halkının varlık ve özgürlük gerçeği büyük ölçüde kesinlik kazandı.

Her ne kadar AKP faşizmi gibi uluslararası komployu devam ettirmeye, sonuca götürmeye çalışan, tarihten ders çıkartmayan, geçmişte yaşananları görmek istemeyen, kendini abartan, Türkiye’yi felakete sürükleyen bazı güçler varsa da, uluslararası komployu örgütleyip planlayan birçok güç hata yaptığını kabul etmiş ve komplo politikasından dönmüş bulunuyor. Birçok komplocu güç yenilerek tarihin çöp sepetine atılmış bulunuyor. AKP gibi sonradan görme faşist güçlerin dirençleri de çok yakın zamanda kırılacak. Onlar da hak ettikleri yere, yani tarihini çöp sepetine gönderilecek ve uluslararası komplo 19. yılda tam yenilgiye uğratılarak Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesi kalıcı bir biçimde garantiye alınacak, zafere taşınacak.

19. yıla biz Hareket ve halk olarak bu temelde giriyoruz. Komplonun kalıntılarına karşı mücadelemiz gelişerek sürüyor. Dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında, gerillanın, gençliğin, tüm halkımızın ellerinde varlık ve özgürlük mücadelemiz her gün yeni kazanımlar elde ediyor, yeni gelişmeler sağlıyor. Direnerek, kendimizi eğitip örgütleyerek, komplocu güçleri yenilgiye uğratarak halk ve Hareket olarak var oluyoruz. Kürt halkı özgürlüğe ulaşıyor. Özgür Kürtlük özgür Kürdistan’da, demokratik Ortadoğu ve özgür insanlık oluyor. Böylece komplo karanlığına karşı Kürdistan’da özgürlük mücadelemizin aydınlatıcılığı tüm bölgeye ve dünyaya daha çok yayılıyor. Özellikle son üç yılda AKP ve DAİŞ faşizmine karşı yürütülen kahramanca savaş bu özgürlük ışığını tüm dünyaya taşımış, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin tüm insanlık için büyük bir coşku, heyecan kaynağı haline gelmesini, öncülük yapmasını sağlamış bulunuyor.

Kürt halkının ve Hareketinizin komploya karşı 18 yıldır kesintisiz sürdürdüğü mücadele komplo ittifakı ve siyasetinde ne gibi değişiklikler ortaya çıkardı? 

Geçen 18 yıllık süre çok uzun bir süre; çok önemli gelişmeler, değişimler oldu. Birkaç saatte Önder Apo’yu imha etmek, PKK’yi bitirmek, Kürt soykırımını tamamlamak isteyen güçler 18 yıldır saldırmalarına rağmen sonuç alamadılar. Dahası birçoğu yenilmiş durumda. Dolayısıyla 18 yılın kazanını tartışmasız Kürt halkı oldu, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi oldu, Apocu özgürlük ve direniş çizgisi oldu. Bunu artık dost düşman görüyor ve kabul ediyor. 18 yıl önceki durumla bugünkü durumu kıyaslamak bu bakımdan çok zor. Mukayese edilmeyecek düzeyde, geçen 18 yıl içerisinde önemli değişimler ve gelişmeler oldu. Ortadoğu’nun ulus-devlet yönetimleri, diktatörlüklerinin büyük bir kısmı yıkıldı, dağıldı.

3. Dünya Savaşı denen Ortadoğu savaşı giderek bütün Ortadoğu’yu yayıldı ve derinleşti. Bugün de bu savaş Türkiye-İran-Suriye üçgeninde odaklanmıştır. Son üç yıldır Türkiye, Ortadoğu’daki 3. Dünya Savaşı’nın odağı haline gelmiş durumda. Fethullahçı-Tayyipçi kavgasını 3. Dünya Savaşı’nın Türkiye’deki yansıması olarak görmek lazım. Dikkat edilirse Fethullahçılık tümüyle ABD denetiminde ve desteğinde. Küresel sermaye güçleri hem Türkiye siyasetine yön vermek hem de İslam yorumu getirtmek amacıyla Fethullah Gülen’i kendi denetimlerine almışlar ve çalıştırıyorlar. Bu doğrultuda Ortadoğu ve Türkiye’de önemli gelişmeler de yaratmış durumdalar. Şimdi ona dayanarak Türkiye siyasetine yön vermek, dizayn etmek, Tayyip Erdoğan yönetimini hizaya çekmek istediler. Çok sert bir iç çatışma yaşandı. 17-25 Aralık 2013 olayları ve en son 15 Temmuz askeri darbe girişimi ve ardından gelen 20 Temmuz olağan üstü hal darbesi bu çatışmalı sürecin ne kadar şiddetli geçtiğini gösteren temel olaylardır. Türkiye bu biçimde günümüzde 3. Dünya Savaşı’nın en şiddetli halini yaşıyor. Küresel güçlerin her ne kadar geçen dönemlerdeki adımları tam sonuca gitmese de öyle kolay vazgeçeceğe benzemiyorlar.

Diğer yandan faşist AKP diktatörlüğü ise MHP ve CHP faşizmiyle birleşerek, geleneksel Kürt düşmanı Türk ulus-devlet faşizmini yeniden restore ederek bu dış dayatmalara karşı direnmeye çalışıyor. Türkiye’nin bütün imkan ve fırsatlarını böyle bir savaşa sevk ediyor. Bu biçimde ulus-devlet faşizmini Kürt düşmanı diktatörlüğü ayakta tutmaya çalışıyor. Türkiye’yi sonu nereye gideceği belli olmayan bir iç savaşın içine giderek daha fazla sürüklüyor. Küresel sermaye güçlerinin müdahalelerine karşı direnebilmek için içte her türlü özgürlükçü ve demokratik yaşamı bastırıyor. Tüm muhalefetin sesini kesiyor. Türkiye tarihinin en ağır faşist diktatörlüğünü uyguluyor. Tayyip Erdoğan kendini tek ses-tek emir haline getirmek istiyor. Öyle ki, hiçbir Osmanlı padişahının yapmadığı kadar bir tekçi diktatörlüğe kendisini götürmek istiyor. Zaten düsturu tekçilik oldu; tek vatan-tek bayrak-tek diktatör-tek ses-tek karar haline kendini getirmeye çalışıyor.

Bu temelde Türkiye’nin bütün demokratik kazanımlarını, maddi imkanlarını yok ediyor. Kürt halkı üzerindeki soykırımı ise böyle bir diktatörce saldırı altında ezmek, yok etmek ve bunu başarıya götürmek istiyor. 93 yıllık soykırım saldırılarını doruğa ulaştırarak sonuç almak istiyor. Özellikle 24 Temmuz 2015 topyekun özel savaş saldırısından itibaren uygulamadığı vahşet, yapmadığı katliam, başvurmadığı baskı ve terör kalmadı. Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü ifade eden her türlü gelişmeyi 40 yıllık direnişle ortaya çıkardıkları kazanımları yok etmek için en vahşi saldırıları yürüttü. Binlerce yıllık kentleri yerle bir etti; yaktı, yıktı. Saldırılarını gittikçe daha fazla doruklandırıyor. Bununla Kürt halkını daha çok baskı altına alıp, varlık ve özgürlük mücadelesini ezerek, Türkiye’nin her türlü özgürlükçü kazanımını yok ederek, içte tam bir faşist diktatörlük uygulayarak, her türlü alternatifi yok edip dış güçler karşısında kendisini tek seçenek haline getirmeye çalışıyor.

Buna karşı Önder Apo öncülüğünde halkımızın, başta gençler, kadınlar ve Kürdistan özgürlük gerillası olmak üzere kahramanca direnişi sürüyor. Her cephede direniş halindeyiz. Kuzey Kürdistan’da demokratik özyönetim direnişi çerçevesinde özgürlük mücadelesi tarihimizin en kapsamlı, en amansız bir direniş mücadelesi sürüyor. Rojava özgürlük devrimi bu direnişin sağlam bir kalesi olarak varlığını ve gelişimini sürdürüyor. Başur’da ve Rojhılat’ta, Kürt halkının ve özgürlük güçlerinin desteği AKP faşizmine karı direnen halkımızın yanında bulunuyor. Yurtdışındaki halkımız geliştirdiği tarihi direnişle hem faşist soykırımcı saldırganlığı teşhir ediyor hem de Kürt halkının uluslararası alanda önemli bir sesi olmaya çalışıyor.

Peki, uluslararası güçler açısından komplo ile hedefledikleri amaçlarından tümüyle vazgeçtiğini söylemek mümkün mü?

Uluslararası komploda 19. yıla girerken belirttiğim yönleriyle 18 yıl önceki gergin çatışmalı, kavgalı durum devam ediyor. Uluslararası komployu tezgahlayan güçler, bu komployla sonu gelmez bir Türk-Kürt çatışması yaratmak istemişlerdi. Geçen 18 yıllık mücadele içerisinde bu oyunu bozmak için Önder Apo insanüstü çabalar yürüttü. Defalarca demokratik-siyasi çözüm projeleri geliştirdi. İmralı’da görüşmeler yaptı. Türkiye yönetimine çözüm projeleri sundu ki, uluslararası komplocu güçlerin bu planları boşa çıksın diye. Türkiye toplumunu, dünya kamuoyunu bu noktada önemli ölçüde etkiledi.

Fakat AKP faşizminin son saldırıları aslında tam da uluslararası komplocu güçlerin oyunlarının devam ettirilmesi oluyor. Aslında uluslararası komployu bugün AKP temsil ediyor. AKP’nin siyaseti, uygulamaları tam da 18 yıl önce 9 Ekim 1998’de uluslararası komployu başlatan güçlerin amaçlarına ve hedeflerine denk düşüyor. Öyle ki, uluslararası komployu tezgahlayan güçler; Amerika ve diğer güçler bundan kısmen vazgeçmiş olmalarına rağmen, eski siyasetlerini olduğu gibi sürdüremez duruma düşmelerine ve bunu kabul etmelerine rağmen AKP faşizmi tam da komplocu güçlerin istediği siyaseti bugün Türkiye’de sürdürmeye çalışıyor. Aslında görülmesi gereken nokta budur.

AKP’nin Türkiye halkları ve Kürtler için, tüm insanlık için nasıl büyük bir tehlike haline geldiğini görmenin, anlamanın en etkili yolu ve yöntemi budur. Kürt soykırımını başarıya götürecek bir yeni siyaseti küresel kapitalizm güçlerine ve Ortadoğu’nun ulus-devletçi güçlerine dayatmaya çalışıyor. İkinci bir Lozan dayatmasında bulunuyor. Kürt düşmanlığı temelinde, Kürt soykırımında birleşmek üzere herkese tavizler veriyor. Herkesle anlaşmaya çalışıyor. Yani uluslararası komplonun Türkiye’de yaptırtmak istediğini bugün Tayyip Erdoğan yönetimi yapmaya çalışıyor. İşin esası budur. Buna karşı dış, bölgesel güçler biraz şaşkınlık içerisindeler, çaresiz durumdalar. Bir yönüyle Tayyip Erdoğan yönetimine karşı müdahalelerinde başarılı olamadılar. Onun verdiği şaşkınlık var. Diğer yandan kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ediyorlar. Bu açıdan da Tayyip Erdoğan yönetiminin faşist soykırımcı dayatmalarına karşı muğlaktırlar, şaşkındırlar. Kapsamlı sonuç öngören planlı bir politikadan yoksunlar. Daha çok günü birlik hareket ediyorlar ve çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ediyorlar.

Önder Apo’nun deyimiyle tavşana kaç-tazıya tut politikası yürütmeye çalışıyorlar. Bir yandan Rojava’da olduğu gibi Kürtlere şöyle şöyle hareket edin diyorlar, arkasından AKP faşizmini saldırtıyorlar. Ona göz yumuyorlar, yol açıyorlar ve onunla çeşitli biçimlerde ilişki ve ittifaka giriyorlar. Tayyip Erdoğan yönetimi küresel, bölgesel güçlerin bu politikasızlığından, ilkesizliğinden, aşırı çıkarcılığından yararlanarak kürdü inkar ve imha siyasetini başarıya götürmek için Türkiye’nin tüm imkanlarını seferber ediyor. Buna karşı da PKK hareketi öncülüğünde, Önder Apo’nun aydınlattığı yolda tüm halkımız varlık ve özgürlük mücadelesini her türlü bedeli ödemeyi göze alan tam bir fedai çizgisinde kahramanlıkla yürütüyor, AKP faşizminin oyunları ve saldırganlığı karşısında ayakta kalan, onu zorlayan tek güç Kürdistan özgürlük mücadelesi oluyor.

Şimdiye kadar AKP faşizminin başarısını önledi. Nasıl ki, 12 Eylül faşist askeri darbesini boşa çıkartıp yenilgiye uğrattıysa, AKP faşizminin saldırılarını da misliyle karşılayarak darbeleyen, planlarını bozan bir ideolojik ve askeri direnişi halkımız yürüttü. AKP’nin soykırımcı faşist saldırıları ve oyunları karşısında ayakta kalan tek güç olarak ortada kaldı. Bu temelde hareket etmekte, Türkiye halklarının, Ortadoğu halklarının ve insanlığın başına bela olmuş bu yeni Hitlerciliğin, Mussoliniciliğin, Tayyip Erdoğan faşist diktatörlüğünü yenmekte sonuna kadar kararlıdır. Hareketimizin ve halkımızın 19. komploya karşı mücadele yılında kararlılığı ve hedefleri bu temeldedir. Bedeli ne olursa olsun AKP’nin her türlü saldırısını kıracak, her türlü oyunu bozacak 19. komplo yılını komplonun tümüyle kırıldığı, yenildiği, Kürt varlığının ve özgürlüğünün garantiye alındığı, Kürdistan özgürlük devriminin yeni, kalıcı, büyük zaferler kazandığı bir yıl haline getirecek.

AKP’nin muhalifi olan herkes tutuklandığı gibi, sadece Kürt basını da değil muhalif kimliği olan her basın kuruluşu da tek tek kapatılıyor. Son olarak aralarında çocuklara dönük, Alevi toplumuna ve emekçilere dönük Kürtçe-Türkçe yayın yapan 12 televizyon ve 11 radyonun ekranı karartıldı, kapılarına mühür vuruldu. Kimi yorumcular bu gelişmeyi "Bundan sonra alınamayacak haberler utanç duyacağımız şeyler olabilir" ve "içeride-dışarıda daha büyük bir savaş hazırlığı görülüyor” şeklinde yorumluyor. Siz basına dönük bu susturma operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu her faşist zihniyetin ve diktatörlüğün başvurduğu bir uygulamadır. Muhalefeti yok etmek, kendini tek kılmak! Hitler de seçimle iktidara geldi ama iktidara geldikten sonra faşist partisi dışındaki bütün muhalefeti yasakladı, ortadan kaldırdı. En önemli olarak da kendini destekleyenler dışındaki bütün basını susturdu. Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün yaptığı da tamı tamına budur. Faşist Hitler güruhunun yaptığından hiçbir farkı bulunmuyor. Sanki Hitler’i okuyor ve ona göre hareket ediyor gibidir. Bu, aynı zamanda Kürdü inkar eden ve imha etmek isteyen güçlerin de sürekli başvurdukları bir yöntemdir. Kürt düşmanlığı ve Kürt karşıtlığının her zaman uyguladığı bir yöntemdir.

Bütün muhalefet susturulmaya çalışıldı. Siyasi partiler ortadan kaldırıldı. Artık bir MHP ve CHP’nin varlığından söz edilemez. Özellikle de 20 Temmuz OHAL darbesine onay verdikten sonra CHP ve MHP ortadan kalkmıştır. Ortada bir tek parti var o da Hitler partisi gibi Tayyip Erdoğan partisi var. Faşist parti ve faşist diktatörlüğü kuran, şekillendirmeye çalışan parti olarak AKP var. Bundan 93 yıl önce CHP ne idiyse şimdi AKP odur. MHP ve CHP için eskiden koltuk değneği kavramını kullanıyorduk. Şimdi koltuk değneği de değil, bir sahte görüntü olarak vardırlar. Gerçekte ise tek parti ortaya çıkmış durumdadır.

Geriye HDP kalmış; o da dokunulmazlıklar kaldırılarak, belediyelere kayyum atayarak, her türlü baskı terörü uygulayarak hareket edemez, ses çıkaramaz hale getirilmiş bulunuyor. HDP’liler başlarında Demokles kılıcı gibi tutuklama ve kapatma tehdidi altında tutuluyor. Her an yok edebilirler de. Geriye kalan bütün bu faşist diktatöryal uygulamaları deşifre edecek olan basın oluyor. Tayyip Erdoğan yönetimi baştan beri basına karşı özel ve planlı bir politika izliyor. Basını tümden ele geçirmek çabası içinde bulunuyor. Fethullahçı basını susturdu, Aydın Doğan grubunu her türlü baskıyla ve tavizler vererek sonunda kraldan daha çok kralcı olarak AKP faşizminin sözcüsü haline getirdi. Geriye kalan Kürt basını ve bazı demokratik basın yayın organlarıydı. Son kararnameyle onları da tümden yasaklayarak yok etti.

Bu susturma ne anlama geliyor?

Bu ne anlama geliyor: Artık tek ses var! tek şef var! Aslında Erdoğan’a ‘reis’ de diyorlar. Tabi mafya reisi gibidir. Bu anlamda reis kavramı tam da uyuyor. Mafya-çete reisleri neyse Tayyip Erdoğan da böyle bir çete reisi haline gelmiş bulunuyor. Bu temelde zaten her türlü katliamı yapıyorlar. Türkiye’de devlet yoktur, hukuk yoktur, herhangi bir sistem yoktur, Tayyip Erdoğan çetesi var. Günlük olarak Tayyip Erdoğan’ın emir ve talimatlarıyla iş yürütün bir çete bu. Devleti, sistemi, hukuku her şeyi ortadan kaldırdı. Türkiye’de bunların artık izi bile bulunamıyor. Bazı kurumları, AKP faşizminin kirli yüzünü maskelemek için asma yaprağı olarak tutuyorlar. Yoksa o kurumların hiçbirisinin herhangi bir işlevselliği yoktur. Ortada bir diktatör var ve bu diktatörün emirlerinin gereğini yerine getiren bir çete örgütlenmesi var.

Bu temelde her türlü hukuksuzluğu ahlaksızlığı, kanunsuzluğu yapıyorlar. Gece-gündüz katliamlar yapıyorlar. Irak’a saldırıyorlar, Suriye’ye saldırıyorlar, Kürt halkının bulunduğu her yere saldırıyorlar. Çocukları, gençleri, kadınları, yaşlıları herkesi baskı ve terör altında ezip sindirmeye, tümüyle Kürt varlığını ve özgürlüğünü yok etmeye çalışıyorlar. Katliam üzerine katliam yapılıyor. Katliamlara ilişkin birçok kılıf uyduruluyor. 2015 yılı içerisinde Amed’ten Ankara’ya, Suruç’a birçok katliam yaptılar; “DAİŞ yapıyor” dediler. Hiçbir alakası yoktu ve hepsini AKP’nin örgütlediği faşist çeteler yaptı. Bu katliamları DAİŞ adı altında AKP üstlendi. DAİŞ bu katliamların hiçbirini üstlenmedi. Başka ses olmadığı için de toplum da bu katliamları başkaları yapmış gibi sanıyor.

Şimdi de katliamları arttırarak sürdürüyor. Daha fazla sürdüreceğini de söylüyor. Her türlü vahşetinin, katliamının böyle gizli kalması, istediği gibi topluma yansıması için de bu kadar basın yayını susturdu. Türkiye’de demokrasinin kırıntısını bırakmadı. Niye? Yalanları ortaya çıkmasın, faşist katliamları görülmesin, toplum bilinçlenmesin, yolsuzlukları, ülkeyi soyup soğana çevirdikleri görülmesin diye bunu yapıyorlar.

Bu temelde Türkiye tehlikeli ve karanlık bir sürece girmiştir. Türkiye toplumu, aydınları, devrimci ve demokratları bu gerçeği görmeli. Faşizm karşısında susmak felakettir. Faşizm karışışında parçalı durmak felakettir. O bakımdan direnmek gerekiyor, birleşmek gerekiyor, ses çıkarmak gerekiyor. Gücü bir araya getirip bu faşist saldırganlığa karşı direnmek lazım. Yoksa bu saldırganlık herkesi yakar. Faşizm ancak direnilerek yok edilebilir.

Örneğin belediyelere saldırı oldu; daha büyük tepki olabilirdi. Ama olmadı. Örneğin bu kadar basın yayın organı; televizyon, radyo, gazete ve dergi yasaklandı, susturuldu. Çok sınırlı tepki ortaya çıktı. Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler tutuklandı, Türkiye’nin en tanınmış aydın-yazarlarıydı. Kimse tepki bile gösteremedi. Geçmişte aydınlar, akademisyenler biraz tepki gösteriyorlardı. Onlara karşı da uygulanan baskı, terörle hepsi neredeyse susturulma noktasına getirildi. Ama bir kural var: “Susma, sustukça sıra sana gelecek.” Biz bunu şimdi Türkiye için tekrarlamalıyız. AKP faşizminin saldırıları karşısında susma, sustukça sıra sana gelecek. Herkes bunu bilmeli. Susarak, boyun eğerek hiçbir zaman faşizm karşısında ayakta kalınamaz, insan olarak yaşanamaz.

Faşizm ancak birleşilerek, örgütlenerek, direnilerek yenilgiye uğratılır, yıkılır. Bir yerde faşizm varsa, ona karşı kahramanca demokratik-demokratik direnişin olması da zorunludur. Türkiye şimdi böyle bir demokratik-demokratik direnişi geliştirmeye ihtiyacı var. Türkiye’nin varlığını ve geleceğini ortaya çıkartacak olan yegane güç böyle bir direniş olacak.

Türkiye’de basına yönelik devlet saldırılarına paralel Avrupa’dan Türkçe yayın yapan Med Nuçe Tv de bir Fransız televizyon-uydu şirketi olan Eutelsat’ın yan kuruluşu Hotbird uydusundaki yayını durduruldu. Avrupa’da “basın özgürlüğü kırmızıçizgimiz” şeklindeki açıklamaların en çok arttığı bir dönemde AKP’nin basını susturma operasyonlarına paralel bu karartma, özellikle Fransa siyaseti açısından nasıl ele alınabilir?

Yüz karası denebilir. Üstelik Fransa’da ‘sosyalist’ bir yönetim var. Kendini solcu olarak tanımlıyor. DAİŞ karışındaki savaşta sözde öncülük yapmaya çalışıyorlardı. Kürtler DAİŞ’e karşı savaşınca sırtlarını sıvazlıyorlardı. YPG-YPJ savaşçılarını Élysée sarayına kadar götürdüler. Herkes sanıyordu ki, Fransa gerçekten de demokratik, özgürlükçü bir siyaset izliyor, Kürt siyasetinde değişiklik yapıyor. Lozan’da Kürtler karşısında içine düştüğü hatayı da düzeltmeye çalışıyor! Bütün bunların gerçek olmadığı, güncel bir çıkar yaklaşımından öteye Fransa siyasetinin gitmediği açığa çıktı. Demek ki hepsi güncel çıkarları içinmiş, Fransız kamuoyunu biraz rahatlatmak içinmiş.

Kürt savaşçılarını Élysée sarayına götürmek, daha sonra tutumunun ne olduğunu DAİŞ’in Şengal’den katliamdan geçirdiği Êzidîlerin Şengal’e statü ve Önder Apo’ya özgürlük için Strasburg’da geliştirdikleri açlık grevi karşısındaki uygulamalarında gördük. Onlara yönelik polis terörünü devreye koymaları aslında mevcut Fransız yönetiminin politikasının ne olduğunu ortaya koydu. Bu, tamamen AKP faşizmiyle uzlaşmaktır.

Fransa AKP’den aldığı tavizler karşısında bunu yapıyor. Açıklasınlar: Med Nûçe’nin kapatılması karşılığında Fransız yönetimi AKP’den hangi tavizleri aldı? Kaç ihale kazandı? Ne kadar maddi çıkar elde ediyor? Aslında basının ve demokratik siyasi güçlerin önemli bir görevi bu gizli pazarlıkları açığa çıkartmaktır. Böyle gizli pazarlıklar karşılığında bu oldu. Buna da ancak “yazıklar olsun” denebilir. Nerede kaldı Avrupa demokrasisi, nerede kaldı Fransa sosyalizmi! Hepsi Tayyip Erdoğan’ın faşist, tekçi Kürt düşmanı soykırımcı diktatörlüğüne teslim olmuş durumda. Basit çıkarlar karşılığında bu faşist siyasetin Kürt soykırımına alet olmuş, onun bir parçası haline gelmiş durumda.

Şimdi Newroz TV’yi de kapatıyorlar ki, güya o frekansı ortadan kaldırarak Kürtlerde gelişen tepkiyi ortadan kaldırmak istiyorlar. Bu basit bir hiledir. AKP’yle yaptığı pazarlığı maskeleme girişimidir ki, buna da kimse inanmaz.

Fransa, Lozan Anlaşması’nın bir tarafıydı. Yani Kürdü inkar eden ve imha etmek isteyen zihniyet ve siyasi sistemin yaratılmasında birinci dereceden sorumlu olan devletlerden bir tanesi. Biz bu gerçeği çok iyi biliyoruz. Fransa yönetimi de bunu bilmeli. Bu politikayı değiştirecek diye Rojava özgürlük savaşçıları Fransız yönetimine ‘merhaba’ dediler. Yok, eğer basit çıkar, hile yapacaklarını bilselerdi Fransa’nın tutumunu ellerinin tersiyle iterlerdi, bundan sonra da iteceklerdir. Ta ki, bu zihniyet ve siyasetin değişimi gerçekleşene kadar, Kürt özgürlüğünü tanıyan bir Fransız demokrasisi zihniyet ve siyaset olarak gelişene kadar.

Kürt halkı için ise; evet, dostluklar kurmak gerekiyor ama kim dost, kim düşman iyi ayırt edilmeli. Uzatılan her eli hemen tutmamalı, o elin arkasında ne tür çıkarların olduğu iyi görülmeli. Şimdi YPG-YPJ’nin Fransız yönetimini susturması gerekiyordu. Sözüm ona Rojava devrimini, Rojava Kürtlüğünün dostu haline gelmişti. Öyle Kürt dostu olan bir hükümetin yönetimi altında Nevroz TV nasıl kapatılabilir. Newroz TV ağırlıklı olarak Kürtçe’nin Sorani lehçesinde yayın yapan; Kürt dilini ve kültürünü geliştirmeye çalışan İran ve Irak’ın derinlerindeki olayları açığa çıkartıp aydınlatmaya çalışan, Kürt halkının sesi olmaya çalışan bir televizyon kanalı. Onu kapatanın özgürlük ve demokrasiyle hiçbir bağı olmaz. Öylesinin özgürlükçülüğü sahtedir, kendi çıkarına göredir. Biz bu tutumu lanetliyoruz.

Yarın: Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’daki siyasi ve askeri durum...