Cemil Bayık: 14 Temmuz zafer ruhudur

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin yıl dönümünde konuşan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık “14 Temmuz zafer ruhudur, iktidara, köleliğe ve ihanete karşı gelmenin ruhudur” dedi.

12 Eylül 1980 faşist darbesine ilk büyük darbenin 14 Temmuz eylemiyle vurulduğuna dikkat çeken Cemil Bayık, “Esat Oktay, ‘Türk devletinin gücünü göreceksiniz’ diyordu. Bu arkadaşlar da PKK ve Kürt halkının gücünü gösterdi. Devlet ve PKK arasında bir savaş yaşandı. Bu savaşta PKK büyük kazandı, Türk devleti kaybetti” diye konuştu.

Zap, Avaşîn ve Metîna’da Türk devletinin işgal saldırılarına karşı büyük bir savaşın verildiğini ve büyük bir kahramanlığın ortaya çıktığını belirten Cemil Bayık, “O arkadaşlar Diyarbakır zindanında her türlü zorluk içinde, imkansızlıklara rağmen irade savaşı yürütüp sadece ideoloji ve canlarıyla bu savaşı nasıl kazandılarsa Zap, Avaşîn ve Metîna’da bu mücadeleyi yürütenler de onlar gibi ağır koşullar altında, büyük zorluklar içinde, çok küçük imkanlarla NATO’nun ikinci büyük gücü konumunda olan bu düşmana karşı savaşıyor” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, PKK’nin öncü kadrolarından Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz öncülüğünde Diyarbakır zindanındaki vahşete karşı 14 Temmuz 1982’de başlatılan Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin yıl dönümü nedeniyle ANF’ye konuştu. Bayık’ın değerlendirmeleri şöyle:

“14 Temmuz direnişçileri şahsında bütün özgürlük ve demokrasi şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Temmuz ayında birçok büyük devrimci şehit düştü. Devrimcilerle birlikte birçok yurtsever de şehit düştü. Ancak temmuz ayı sadece şehadet ayı değildir. Örneğin insanlık için büyük öneme sahip olan Rojava Devrimi gerçekleşti. Şüphesiz temmuz ayı deyince Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif ve Ali Çiçek arkadaşlar ilk olarak akla geliyor. Çünkü bu arkadaşlar büyük bir eylemi gerçekleştirdiler. Bu eylemin hareketimiz ve halkımız tarihinde özel bir yeri vardır. Bu eylem sadece parti, parti militanları ve Kürt halkını etkilemedi, aynı zamanda Türkiye halklarını ve Türkiye’yi yöneten rejimini, bölge halklarını ve NATO’nun stratejisini de etkiledi. Zira onların eylemi büyük bir eylemdi. Peki bu eylem hangi koşullarda gerçekleşti? Hangi sonuçları ortaya çıkardı? Bütün yönleriyle bunu iyi anlamak gerekir. Herkesten önce de PKK ve PAJK militanları ile yurtseverler bunu iyi anlamalı. Şayet bu eylemin ruhu, duygusu, amacı, ölçüsü ve kişiliği iyi anlaşılırsa, bu onların kişiliğinde de büyük değişimler yaratacaktır.

Bilindiği gibi NATO Ortadoğu’daki özel hedeflerine ulaşmak için bir stratejiyle hareket ediyor. Bu da siyasi İslam stratejisidir. Bu stratejiyle hem Sovyetler’in sosyalizmini kuşatmak hem de Ortadoğu’da hegemonyasını kurmak istiyordu. Bu temelde de dünyada hegemonyasını daha güçlendirerek alternatiflerini ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Türkiye de NATO üyesi olduğu için NATO bu görevi Türkiye’ye verdi. Hem Ortadoğu’da bu stratejiyi yürütecek hem de Sovyetleri kuşatmaya altına alacak olan, esasında Türk devletiydi. Bundan dolayı Türkiye’de Kenan Evren’in eliyle generaller darbe yaptı. Bu stratejilerini hayata geçirmek için Türkiye’nin bu stratejiye göre örgütlenmesi gerekiyordu. Şayet bu tarzda örgütlenmeseydi tasarladıkları bu stratejiyi hayata geçiremezlerdi.

12 EYLÜL’ÜN AMACI NATO KARŞITI GÜÇLERİ ETKİSİZLEŞTİRMEKTİ

Bundan dolayı Türkiye’deki askeri darbenin amacı neydi? Öncelikli olarak Kürt Özürlük Hareketi’ni tasfiye etmek, Türkiye’de sosyalist demokratik hareketi tasfiye etmek, Türkiye’yi bu stratejiye göre hazırlamak ve bu temelde Türkiye’nin Ortadoğu’daki NATO karşıtı güçleri etkisiz hale getirmesi ve Ortadoğu’yu bu stratejiye çerçevesinde hazırlamak. Bu biçimde hem Sovyetler’i kuşatma altına alıp tasfiye etmek hem Ortadoğu’yu ele geçirmek ve böylelikle dünya çapında önlerine koydukları hedefleri gerçekleştirmek.

Bu amaçla Türk generaller hem Kürt Özgürlük Hareketi’ne hem de sosyalist demokratik Türkiye hareketine karşı Türkiye’de faşist bir hükümet kurdular. Türkiye’yi cezaevine çevirdiler. Demokrasi, adalet ve eşitlik isteyen bütün örgütleri, özgürlük hareketlerine yöneldiler ve onları zindanlara attılar, işkenceden geçirdiler, idam ettiler, linç ettiler. Yani Türkiye ve Kürdistan’da hiçbir muhalif gücü dışarıda bırakmadılar. Ya tutuklandılar ya da dışarıya çıkmak zorunda kaldılar. Cezaevlerinde de onları tamamen teslim almak istediler. Bunun için de sınırsız bir işkence uyguladılar ve birçok cezaevinde direnişi bitirdiler.

12 Eylül’ün hükümlerine karşı direnen sadece Diyarbakır Cezaeviydi. Diyarbakır Cezaevi hiçbir zaman Türk devletine boyun eğmedi. Özellikle de Esat Oktay Yıldıran'ı Diyarbakır Cezaevi’ne getirdiler. O cezaevindekilere özel işkenceler uyguladı. Bu yöntemle iradeyi kırarak ve bütün devrimcileri esir alarak Diyarbakır Cezaevini hem PKK hem Kürt halkının mezarı olmasını amaçladılar. Şayet Diyarbakır Cezaevinde başarılı olsalardı hiçbir cezaevinde direniş kalmayacaktı. Türkiye toplumunda da hiçbir direniş kalmayacaktı. O zaman faşizmi rahatlıkla Türkiye’de hayata geçireceklerdi. O zaman NATO’nun stratejisi çerçevesinde Türkiye’nin aldığı görev rahatlıkla yerine getirmiş olacaktı. Bu hedefle çok büyük adımlar attıkları için sonuç alacaklarını hesaplamışlardı. Çünkü demokratik sosyalist hareketini, özgürlük hareketini dışarıda susturmuşlardı. Bütün yerleri, mekanları kapatılarak sesleri kesmişlerdi. İçeride de birçok cezaevi direnişten vazgeçmişti.

DİYARBAKIR’DA ‘YA DEVLET YA PKK KAZANACAK’ DEDİLER

Bütün Türkiye’de sadece Mamak kalmıştı ve onun da neredeyse direnişi kırılmak üzereydi. Sadece Diyarbakır Cezaevi kalmıştı. Bütün güçleriyle Diyarbakır Cezaevi’nin üzerine geliyorlardı. Açıkça “Ya devlet ya PKK kazanacak” diyorlardı. Şöyle diyorlardı; “Biz devletiz, her türlü imkana sahibiz, her şey bizim elimizde, siz ise cezaevindesiniz, dünya da arkamızda ve bize yardım ediyor, siz hiçbir şekilde sonuç alamazsınız. Türk devletinin gücünü göreceksiniz, Türk devleti kazanacak, boşu boşuna direnmiş olacaksınız, bundan vazgeçin. PKK, Rêber Apo’dan, bu çizgiden, Kürt halkından ve insanlığın değerlerinden vazgeçin. Türk olup Türk devletinin hizmetine girerseniz sizin yaşama hakkınız olur. Bunun dışında sizin hiçbir yaşama imkanınız olmayacaktır.”

Diyarbakır zindanında psikolojik ve özel bir savaş yürütüyorlardı, bunun yanında da işkencede hiçbir sınır tanımıyorlardı. Açlıktan hakarete ve linçe, lağımın içinde tutmaktan kötü yemekler vermeye kadar insanın aklına gelebilecek bütün yöntemleri uyguladılar. Onlara göre bu yöntemlerle başarılı olacaklardı. Onlar şunu diyordu; ne kadar direnirlerse dirensinler sonuçta vazgeçecekler. Bunun hayaliyle Diyarbakır zindanına yöneldiler. Diyarbakır zindanındaki mücadeleye öncülük eden arkadaşlardan bazıları PKK’nin merkezinde yer almıştı. Yani öncü arkadaşlardı. Nasıl ki dışarda çalışmalar yürütmüşlerse, içerde de bu görevlerini yerine getirerek cezaevindeki arkadaşlara öncülük ettiler.

Faşist hükümet bütün imkan ve olanaklarıyla Diyarbakır zindanına yöneldiğinde dışarıda herkesi susturmuştu ve istediği sonuçlara ulaştığını düşünüyordu. Çünkü Türkiye ve Kürdistan’da faşist ve askeri rejime karşı güçlü bir direniş yoktu. Kürdistan’da birçok direniş ortaya çıktı, şehadetler oldu. Zira hem Kürdistan hem Türkiye’de demokrat, devrimci, sosyalist hareketler yurt dışına çıkmıştı. Çoğu da yönünü Ortadoğu sahasına, Filistin hareketine çevirmişti. Türkiye’deki faşist hükümete karşı devrimci hareket güçlü bir savaş ve bir direniş geliştirmeyip yurt dışına çıktığı için birçok harekette kırılmalar da olmuştu. Birçok hareketin kadrosunda kırılma, moral düşüklüğü, inançsızlık ve ikircikli ruh hali gelişirken, bazıları da Türkiye ve Kürdistan yerine yönünü Avrupa çevirdi.

HAREKETİMİZİN YÖNÜNÜ AVRUPA’YA ÇEVİRMEK İSTİYORLARDI

Yurt dışında demokratik, sosyalist ve özgürlük hareketlerinin içinde ağır sorunlar baş göstermeye başladı. Hareketimiz üzerinde de bazı baskılar vardı, bazı müdahaleler söz konusuydu. Hareketimizin bir kez daha Kürdistan’a gelmemesi için yönünü Avrupa’ya çevirmek istiyorlardı. Bu görevi bazı devletler yürütüyordu, bunlardan bazıları kendisine devrimci de diyordu, içimizde de Semir gibileri bu görevi yürütüyordu. Rêber Apo göçmen olmamak ve tasfiyenin önüne geçmek için çok çabaladı, gece-gündüz çalıştı. Ağır koşullarda ve bütün imkansızlıklar içinde kadroların üzerinde durdu, onları hem ideolojik hem askeri açıdan örgütledi. Böylelikle hareketin yönünü Avrupa’ya çevirerek tasfiye etme girişiminin önüne geçti. Kadroda toparlamayı sağladı, bir kez daha hareketin hedefleri çerçevesinde kadro hareketinin çizgisini oluşturdu ve onları hazır ederek yönlerini ülkeye çevirdi. Rêber Apo bu çalışmaları yürüttüğünde Diyarbakır zindanında da Hayri ve Mazlum gibi arkadaşların öncülüğünde amansız bir mücadele yürütülüyordu. Bu mücadele Rêper Apo’ya yardımcı oldu.

ZİNDANDAKİ DİRENİŞ RÊBER APO’YA YARDIMCI OLDU

Diyarbakır zindanındaki mücadele Rêber Apo için ilham ve güç kaynağı oldu ve o, bu sayede rahatlıkla sorunların üstesinden gelebildi, hareketi toparlayarak yönünü ülkeye çevirmeyi başardı. Diyarbakır Cezaevi’ndeki direniş ile Ortadoğu’daki direniş birbirini tamamladı. Bu temelde gerilla yönünü ülkeye, Botan’a çevirdi. 15 Ağustos Atılımı da bu temelde gelişti. Şayet Diyarbakır zindanındaki direniş olmasıydı, Ortadoğu sahasında Rêbêr Apo’nun bu işlerin üstesinden gelmekte zorlanacaktı. Diyarbakır zindanındaki direniş ve bu direniş içerisinde gerçekleşen 14 Temmuz eylemi, PKK dışındaki bütün anlayışları ortadan kaldırdı, Rêber Apo’nun çalışmalarına hizmet etti. Zaten bundan dolayı Rêber Apo şöyle diyordu: “Biz ülkede 15 Ağustos’u gerçekleştirene kadar Diyarbakır zindanı mücadeleyi sürdürüyordu. PKK’yi ve halkı temsil eden bu mücadele; onların hayallerini gerçekleştirme yolunda Ortadoğu’daki hazırlıklarımız için imkan ve olanaklar ortaya çıkardı.” Düşman Diyarbakır zindanını PKK ve Kürt halkının mezarı haline getirmek istiyordu. PKK şahsında da Türkiye’yi mezarlık haline getirmeyi amaçlıyordu. Böyle bir çalışma yürütüyordu. Mazlum, Kemal, Hayri, Akif, Ali Çiçek ve Ferhat arkadaşlar bunu anladılar. Ellerinde ideolojileri ve canları dışında hiçbir şey yoktu ve bunlarla faşist, sömürgeci ve soykırımcı Türk devletine karşı durdular.

PKK VE KÜRTLERİN GÜCÜNÜ ESAT OKTAY’A GÖSTERDİLER

Esat Oktay, “Türk devletinin gücünü göreceksiniz” diyordu. Bu arkadaşlar da PKK ve Kürt halkının gücünü gösterdi. Devlet ve PKK arasında bir savaş yaşandı. Bu savaşta PKK büyük kazandı, Türk devleti kaybetti. Orada tam bir irade savaşı yürütüldü. PKK zaten bir irade hareketiydi, bir iradeyle başlamıştı. Bu hareketin gerçekliği bu temelde inşa edilmişti. Diyarbakır zindanında savaş irade üzerinden yürütüldü. Bir irade savaşıydı. Çünkü sadece ideolojileri ve canları vardı, bununla Diyarbakır zindanında Türk devletine karşı savaştılar. Ellerinde başka imkan ve olanak yoktu. Türk devletine zindanda savaş yürüttüler. “Elimizde hiçbir imkan yoktur, Diyarbakır zindanında bize her türlü vahşet uygulanıyor, elimizden hiçbir şey gelmiyor” demediler. Tam aksine “bizler zulme, vahşete karşı duracağız, devletin burayı PKK ve Kürt halkının mezarına dönüştürmesine izin vermeyeceğiz, burayı direniş kalesi yapacağız” dediler. Bunun için de “direnmek yaşamaktır, teslimiyet ihanettir” dediler. Bunu kendilerine esas aldılar. İhaneti tamamen kendilerinde öldürdüler. Direnişi her yönüyle kendilerine esas aldılar. Omuzlarına tarihi bir sorumluluk alarak çözüm geliştirdiler, kendilerine bunu esas aldılar. Çünkü PKK gerçekliği, PKK militan gerçekliği her şart ve koşulda sorumluluk almak, çözüm yaratmaktır. Onlar kendilerine zaferi esas aldılar. 14 Temmuz eylemcileri de bu sorumluluğu, bu zaferi ve bu çözümü kendilerine esas aldılar. Bu eylemi de bu amaçla gerçekleştirdiler.

Bu esas üzerinde eylemlerini gerçekleştirdikleri için büyük bir sonuç elde ettiler ve Türk devleti de kaybetti. Askeri darbeye ilk darbeyi onlar vurdu. O döneme kadar hedeflerine ulaştıklarını sanıyorlardı. Ancak 14 Temmuz eylemiyle yaptıkları için sonuç vermediğini anladılar. PKK onların sonuç elde etmesini engelledi. PKK, Kürt halkına, Türkiye halklarına, Türkiye sosyalist ve demokratlarına kapıyı kapatmışlardı. 12 Eylül’de hatta Demirel ve Ecevit’i de cezaevine atmışlardı. Fakat o eylem bu kapıları araladı. Daha sonra Süleyman Demirel ve Ecevit’in cumhurbaşkanı veya başbakan olması ve diğer bütün gelişmeler bu eylem sayesinde gerçekleşti. Rêber Apo, PKK, PKK militanları sadece PKK ve Kürt halkına değil aynı zamanda Türkiye halklarına, Türkiye’deki parti, örgüt ve kurumlara da böylesine büyük hizmetler yaptı. Bu rejimin kendisini halklar üzerinde inşa ederek insanlığa bela olmasını engellediler.

SADECE CANLARI VE İDEOLOJİLERİ VARDI

14 Temmuz eylemi Rêber Apo’nun çizgisini bütün imkansızlıklara rağmen çok zor şartlarda hayata geçirdi. Rêber Apo’nun çizgisi iyi anlaşıldığında, hayata geçirildiğinde insan büyük sonuçlar elde edebilir. Bu durum şartlara ve olanaklara bağlı değildir. Şayet imkanlardan söz edeceksek, bu arkadaşların elinde hiçbir imkan yoktu. Sadece canları ve ideolojileri vardı. Güçlü bir iradeyle düşmanın karşısında durdular hem de Türkiye gibi bir devlete başkaldırdılar. İmkansızlıklar, zor ve zahmetler içinde bu devlete büyük darbeler indirerek zafer elde ettiler.

Zira kendisini zindanda ispatlamayan harekete hiç kimse güvenmez. Çünkü toplum içinde topluma öncülük edenleri alıp zindana atıyorlar. Şayet bunları zindanda teslim alırlarsa o zaman rahatlıkla toplumu da teslim alabilirler, çünkü bu durumda toplum öncüsüz kalıyor. Öncülük edenleri, bilinçli olanları, ruh verenleri zindana atıyorlar. Bunlar teslim alındığı takdirde dışarıda da hiç kimse direnemeyecek. Fakat bunlar zindanda teslim olmayıp direndiklerinde, iktidarın bu siyasetini boşa çıkardıklarında o zaman toplum da bu harekete güvenmiş olacak. Kürt toplumunun PKK ve Rêber Apo’ya güvenmişse, bu Diyarbakır zindanındaki bu direniş ve elde ettiği zaferden dolayıdır. Çünkü onlar Türk sömürgeciliğine büyük bir darbe vurdular. Bunun sayesinde de halk harekete güvendi, içinde yer aldı ve her açıdan ona sahip çıktı. Bundan dolayı “PKK biziz” dedi. Şayet bu direniş olmasaydı ve bu direniş başarılı olmasaydı halk hiçbir zaman destek vermeyecekti, hareket içinde yer almayacaktı ve bu hareket de büyümeyecekti.

14 TEMMUZ PARTİLEŞMENİN ÖLÇÜSÜNÜ GÜÇLENDİRDİ

14 Temmuz Eylemi partileşmenin ölçüsünü, yurtseverliğin ölçüsünü güçlendirdi, büyüttü. Parti, kadro, militan ve içinde bir ruh yarattı. Herkesin şunu anlamasını sağladı; şartlar, koşullar ve imkanlar ne olursa olsun şayet insan kendisini özgürlüğe kilitledi mi düşmana karşı büyük bir direniş sergileyebilirsin ve sonuç alabilirsin. Bunu herkesin anlamasını sağladı. Kısacası Kürdistan Devrimi ile Türk devletinin karakterlerinin ne olduğunu, sonuç alıcı şekilde devlete karşı durulabileceğini, gerçeklik ve ölçüsünün herkesçe anlaşılmasını sağladı. Çünkü Rêber Apo’nun yarattığı ruhla olması bu eylemi daha da büyüttü, daha yüksek bir seviyeye çıkardı. Yakalanan bu düzeyden aşağı ne partileşme ve ne yurtseverliğin olamayacağını gösterdi, bunu herkesin anlamasını sağladı.

HAYRİ DURMUŞ BİR AN BİLE KENDİSİ İÇİN YAŞAMADI

Hayrı Durmuş ne dedi? “Şehit düştüğümde mezarıma ‘halkına borçlu’ diye yazın” dedi. Halbuki dışarıdayken de, zindandayken de bu arkadaşın hiçbir kusuru, eksikliği olmadı, bütün hayatını yoldaşlığın, halkının, özgürlük ve demokrasinin hizmetine koydu. Bir an bile kendisi için yaşamadı. Hayatını parti, yoldaşların, şehit, halk ve insanlığını hizmetine adadı. İnsan onun borçlu olduğunu söyleyemez. Eğer bu arkadaş ‘ben borçluyum’ diyorsa, onun ardından bu harekette, partide yer alanlar kendilerini daha çok borçlu görmeliler. Her yurtsever kendisini daha çok borçlu görmeli. Hayri Durmuş arkadaş bu sözüyle bir ölçü yarattı. Şayet sen particilik, yurtseverlik yapacaksan ölçü budur, bundan aşağı başka ölçü olmaz. Bunu herkesin önüne koydu. Rêber Apo’nun belirlediği ölçü hangisiydi? Sen ne yaparsan yap, yeterli görmeyeceksin, her zaman eksik göreceksin ve bunu daha iyi yapacaksan. Hayri Durmuş arkadaş partileşmenin bu ölçüsünü herkesin önüne koydu. Bundan dolayı ‘ben borçluyum’ dedi.

KEMAL PİR YAŞAMA YAKLAŞMA ÖLÇÜSÜNÜ BELİRLEDİ

Kemal Pir arkadaş “Bizler bu işkenceden bir an evvel çıkmak istemiyoruz, bizler ölümü önümüze koyuyoruz. Yaşamı kazanmak için hayatımızı feda ediyoruz. Biz yaşamı uğrunda ölecek çok seviyoruz” dedi. Bu da Rêber Apo’nun bir ölçüsüdür. Rêber Apo ne diyordu; “Ey yaşam ya seni özgür yaşayacağız ya da hiç yaşanmamış sayacağız, yaşamı kabul etmeyeceğiz, kendimize yaşamı haram edeceğiz. Eğer bir yaşam olacaksa bu özgürlük temelinde olmalı.” Kemal Pir arkadaş da bu partileşme ölçüsünü herkesin önüne koydu. Yani herkes yaşamı bu şekilde anlamalı, bu şekilde yaşama yaklaşmalı. Kürdistan’da özgür yaşamı yaratmak için de buna kilitlenmeli, bunun için yaşamalı ve mücadele etmeli. Şayet ölüm olacaksa da bu temelde olmalı.

AKİF ARKADAŞ ‘AİLEME DEĞİL PARTİME BAĞLIYIM’ DEDİ

Akif arkadaş da bu hareketin ölçülerini herkesin önüne koydu. O 14 Temmuz eylemine başladığında devlet eylemden vazgeçmesi için aile meselesini onun karşısına çıkartıyor. Fakat o arkadaş bunu reddediyor. Yani “Ben aileye bağlı değilim, böyle bir meselem yok. Gündemimde aile yok, ülkem ve partim var, önderliğim var, halkım var, arkadaşlarım var. Ben bunlar için mücadele ediyorum. Siz bundan başka hiçbir şeyi karşıma çıkaramazsınız” diyor ve reddediyor.

ALİ ÇİÇEK DÜŞMANI ELİNİN TERSİYLE İTTİ

Ali Çiçek bir gençtir. Daha genç yaşlarda harekete katıldı. Mücadele etti, yakalandı ve zindanda da hiçbir zaman boyun eğmedi, bütün eylemlerde yer aldı. 14 Temmuz eyleminde de cesaret ve kararlılıkla yer aldı. Her ne kadar düşman başta bu eyleme katılmasını engellemeye çalışsa da o düşmanı elinin tersiyle itti.

Yani bu eylemciler hareketin ölçülerini herkesin önüne koydu, bu ölçüleri daha büyüttüler. Bundan dolayı Rêber Apo, “Bu arkadaşlar devrimimizin yolunu aydınlattı, bunun ölçülerini önümüzü koydu” dedi. Artık herkes için ölçü bu arkadaşlardır, kimse bunlardan aşağı başka ölçüyü önünüze koyamaz. Bunun için de parti ve partinin militanlarına yaptıkları hizmet çok büyüktür. Bizler onlara borçluyuz, bizler bugün de bu arkadaşlara borcumuzu ödemek istiyoruz. Bizler bu temelde mücadele ediyoruz.

14 TEMMUZ İHANETE KARŞI GELMENİN RUHUDUR

14 Temmuz ruhu özgürlük ve demokrasi ruhudur, zafer ruhudur, iktidara, köleliğe ve ihanete karşı gelmenin ruhudur. Rahatlık ve imkanları önüne koymayan bir ruhtur. Bu ruhta şartlar ne kadar zor olursa olsun, imkanlar ne kadar kısıtlı olursa olsun mücadeleyi esas almak ve bunda da zaferi esas almak vardır. Bu ruhta her şart altında sorumluluk sahibi olma vardır, her şart ve koşulda çözümü yaratma vardır. Bu ruhta büyük bir irade ve yürek vardır. Bu ruhta yoldaşlıkta kilitlenme vardır, yoldaşı için yaşamak, hiçbir zaman yoldaşına ihanet etmek, her zaman yoldaşını kendinden üstün görmek, yoldaşına saygı gösterme vardır, sürekli çözüm yaratma vardır.

Bu ruhta iktidar ve köleliğe başkaldırı vardır, kendini özgürlüğe kilitleme vardır. Özgürlüğü de kadın özgürlüğünde görme vardır, bunu özgürlüğün temeli yapma vardır. Bu ruhta vatan, halk, insanlık ve doğayı sevme vardır, hiçbir zaman ülkesini terk etmek, halkını terk etmek yoktur. Her şart ve koşulda onlar için mücadele etme vardır. Halka, insanlığa, özgürlüğe, demokrasi ve ülkesine hizmet etmeyen mücadeleyi hiçbir zaman kabul etmiyor. Bu ruhta kendisi için bir gün, bir an bile yaşamak yoktur. Her açıdan kendisini halkına, insanlığa, partiye, yoldaşlarına ve Rêber Apo’nun hizmetine verme vardır. Bunu kendisine esas alır ve bunda ısrar eder. Hiçbir zaman elde ettikleriyle yetinmez, bunları yeterli görmez, kendisine sınır koymaz. Hem kendisi için hem yoldaşları hem de halkı için bütün sınırları kaldırır. Bunlar esastır.

Bu ruhta sürekli kendini eğitme, yenileme ve arınma vardır. Yani eleştiri ve özeleştiri esastır. Yüzü aktır. Adaletsizliği, haksızlığı ve kirlenmeyi hiçbir zaman kabul etmez. Eksiklikleri, hataları ve kaybetmeyi kabul etmez. Öyle bir ruhtur tamamen zafere bağlanmıştır. Bu ruh Rêber Apo’nun ruhudur. Rêber Apo’nun PKK, PJAK ve militanları içinde yarattığı bir ruhtur. Zira bu ruh dışında hiçbir şey Kürt halkına cevap olamaz, Kürt halkını ölümden kurtaramaz, yaşatamaz ve geleceğini garanti altına alamaz. Rêber Apo düşman gerçekliğini, toplumumuzun gerçekliğini iyi anladığı için, bu temelde bu ruhu yarattı. Hiç kimse bu ruhu teslim alamaz. Bu ruh her zaman güç verir. Özgürlük, demokrasi ve zafer için güç yaratır. Bundan dolayı hiç kimse bu ruhu teslim alamaz. Çünkü bu hareket kadın ve gençlerin hareketidir, onların özelliklerine, onlarına ruhuna göre yaratıldı, bu özellik ve ruhla ilerliyor, bu yüzden de başarılı oluyor.

HERKES DÎDAR ARKADAŞA BORCUNU ÖDEMELİ

Dîdar arkadaş örneğini vermek istiyorum. Bugünlerde Zap savaşında, Metîna’da şehit düştü. Televizyon kanallarında herkes izledi. Almanya’da büyümüştü, Almanya’da okula gitmişti. Ardından da Amerika’ya gitmişti. Daha sonra oradaki bütün yaşamı bir tarafa itip yönünü Kürdistan’a çevirdi ve gelip gerilla saflarına katıldı. Bir kardeşi de daha önce şehit düşmüştü. “Kardeşim şehittir, ben gitmem” demedi. “Hayatım güzel, iyi imkanlarım var, ben gitmem” demedi. O Avrupa ve Amerika’daki bütün imkanları bir tarafa itti. Orada rahatlık içinde, imkan ve olanaklar içinde yaşamını sürdürebilirdi. Fakat o ülkesini, halkını ve Kürdistan halkı ve insanlık için verilen mücadeleyi kendisine esas aldı. Dîdar gibi bir arkadaş Avrupa’dan yönünü ülkesine çevirip, yerini gerilla saflarında alıp halkı için mücadele edip orada şehit düşüyorsa Kürdistan halkının bütün gençleri, bütün kadınları da bu durumdan kendilerini için sonuçlar çıkarmalılar. Onlara layık olan Dîdar arkadaşın kişiliğidir. Şayet bu arkadaş bu yolu önüne koymuşsa, her Kürt genci, her Kürt kadını da bu yolu tercih etmesi gerekir. Kürtlük de budur, sosyalizm de budur, demokrat olmak da budur, insan olmak da budur. Bunun dışında hiçbir insan kendisine yurtseverim, sosyalistim, devrimciyim dememeli. 14 Temmuz devrimcileri nasıl ki sadece gençler ve kadınlar için değil bütün toplum için bir ölçü koydularsa, bu arkadaş da bir ölçü ortaya koydu. Yani özgür yaşamak istiyorsan, yol budur, başka da yol yoktur. Öyle Avrupa, Amerika veya başka yerlere gidip bazı maddi imkanların peşinden koşmak seni yaşatmaz. Şayet yaşamak istiyorsun, bunun yolu yönünü ülkene çevirmektir. Bu seni yaşatır. Dîdar arkadaş herkesin bunu anlamasını sağladı. Bundan dolayı bizler bu arkadaş borçluyuz. Borcumuzu ödememiz lazım.

YARATILAN RUHLA MÜCADELE YÜRÜTÜLMELİ

Diyarbakır zindanında Hayri, Kemal, Mazlum, Akif, Ali Çiçek ve Ferhatlar nasıl ki benzersiz bir mücadele yürütüp, yeni bir dalga oluşturup yurtseverliğin, partileşmenin ve militanlaşmanın ölçülerini yarattıysa, bugün de Zap, Metîna ve Avaşîn’de bu çizginin, bu ruhun üst seviyede yaşama geçirildiğini görüyoruz. Nasıl ki 14 Temmuz eylemcileri Diyarbakır zindanı gibi bir ortamda Kürt halkının ruhunu ve umudunu büyütüp, Kürt halkının gücünü Türk devletine karşı ortaya çıkardılar ve PKK’nin gücünü gösterdiyse bugün de Zap, Avaşîn ve Metîna’da mücadele eden, fedailik sergileyen, tarih yazanlar da onlar gibi sadece Kürdistan halkına ruh vermiyorlar, aynı zamanda insanlığa da ruh veriyorlar. Demokrasi ve özgürlük güçleri onların mücadelesiyle umudunu daha da büyütüyor. Onların yürüttüğü mücadele bu temeldedir. Bu mücadelede Kürt kadını, Kürt gençleri vardır. Bunlar hiçbir zaman kendileri için bir mücadele yürütmemişlerdir.

Nasıl ki Diyarbakır zindanında o arkadaşlar her türlü zahmet ve zorluklar içinde, imkansızlıklara rağmen irade savaşı yürütüp sadece ideoloji ve canlarıyla bu savaşı kazandılarsa, Zap, Avaşîn ve Metîna’da bu mücadeleyi yürütenler de onlar gibi ağır koşullar altında, büyük zorluklar içinde, çok küçük imkanlarla NATO’nun ikinci büyük gücü konumunda olan bu düşmana karşı savaşıyor. Her türlü uçak, tank, füze, kimyasal ve taktik nükleer silahlara karşı direniyorlar. Güçlü bir irade ve büyük bir coşkuyla direnip canlarını feda ediyorlar. Büyük bir kahramanlığı, tarihi ortaya çıkarıp yaşatıyorlar; PKK’nin, Kürt halkının gücünü herkese gösterip anlaşılmasını sağlıyorlar.

Büyük bir savaş veriliyor. Şayet bugün o bölgelerde düşmana büyük darbeler vuran bu savaş üst düzeyde veriliyorsa, bu Rêber Apo’nun yarattığı, Diyarbakır zindanında en üst düzeyde Hayri, Kemal, Mazlum ve Akiflerin ortaya çıkardığı ruh sayesindir. Zîlan da bu ruhun seviyesini büyüttü. Bugün de Metîna, Zap ve Avaşîn’deki kahramanlar bu ruhun seviyesini daha da büyüttüler. Bu ölçülerden aşağı militanlık ve yurtseverlik olmaz. Herkesin gözleri önünde fedaice direnip Kürt halkına ve insanlığa kazandırıyorlar. Onların yoldaşları olanların, onlarla arkadaşlık yapmak isteyenlerin onların belirlediği ölçüyü kendilerine esas almaları gerekir. Kürt halkı, Kürdistan halkları, sömürgecilik ve faşizme karşı olanlar bu ölçüleri, onların yarattığı bu değerleri kendilerine esas almalı. Sadece dört parçadaki Kürt halkının değil Ortadoğu halklarının, sosyalistlerin, demokrasi ve özgürlük güçlerinin de bu esas üzerinde mücadelelerini yürüteceğine inanıyorum. Zaten bu kesimler her geçen gün Reber Apo’nun paradigmasını, Rêber Apo’nun çizgisini, insanlık için yarattığı ruhu, belirlediği ölçüleri, ahlakı kendileri için esas alıyorlar. Bu temelde atılımlar gerçekleştiriyorlar ve artık kimse onları durduramaz. Artık Rêber Apo, PKK, PKK’nin militanları, PKK’li kadınlar, PKK’li gençler, PKK’li halk tanınmış durumda. Herkesin ruhunda yer almış ve gittikçe daha da büyük yerini alacaktır.”